๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Nurdan Damlalar => Konuyu başlatan: Sefil üzerinde 18 Ağustos 2010, 13:24:08



Konu Başlığı: Şeriatın ait olduğu şeyler
Gönderen: Sefil üzerinde 18 Ağustos 2010, 13:24:08
Risale-i Nurda geçen şu cümleyi açıklar mısınız: “Şeriatta; yüzde doksandokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nisbetinde siyasete mütealliktir. Onu da ulûl-emirlerimiz düşünsünler.” (Divan-ı Harb-i Örfî)

Şeriat, “Su menbaından su almak için girilen yol.” demektir.

Şeriat, hakikata giden yolun ismidir; “din”, “Allah’ın emri”, “İlâhî emir ve yasaklar” gibi mânâlara gelir.

Bir çekirdeğe ağaç olma kâbiliyeti yükleyen, onu meyve verebilecek şekilde programlayan Allah, bu gayenin tahakkukunu birtakım şartlara bağlamış. Bu şartlar dizisine şeriat-ı fıtriyye deniliyor. O çekirdek, toprağını bulacak, suyuna kavuşacak, güneşle sohbet edecektir ki ağaç olabilsin.

İnsanın mahiyeti de cennet hayatını netice verebilecek bir çekirdek gibidir. İşte şeriat, bu insan mahiyetinin rıza beldesi olan cennete lâyık olabilmesi için uyması gereken kanunlar manzumesidir.

Akıl, onun koyduğu sınırlar içinde düşündüğü takdirde, mârifetullaha eriyor. Dil, hayır söylediği ölçüde o ebed ülkesinde ulvî sohbetler yapmaya aday oluyor. Beden, Allah için yorulduğu nisbette o saadet beldesinin maddî nimetlerinden faydalanmaya hak kazanıyor.

Sevgi, korku, şefkat, merhamet gibi hislerden, göze, kulağa, ele, ayağa kadar her şey ancak Allah’ın emir dairesinde çalışmaları hâlinde terakki ediyor, ulvîleşiyor ve ulvî âlemlere yöneliyorlar.

Büyük müceddid İmam-ı Rabbani’yi dinleyelim:

“Dilin yalan söylememesi şeriattır. Kalpten yalan hâtırasını nefyetmek (sürmek, uzaklaştırmak) eğer tekellüf ve teemmül ile (zorlayarak, çalışarak) olursa tarikat, eğer bilâ tekellüf (zorlanmaksızın) müyesser olursa hakikattır.”

Büyük İmamın bu güzel misalinden şunu anlamıyor muyuz? Doğru sözlü olmak, Allah’ın razı olduğu güzel bir ahlâk, yâni hakikat. Kul, bu hakikata ermek için, ilk olarak, şeriatın “yalan söylemeyiniz” emrine uyar; dilini bu günahtan uzak tutar. Daha sonra kalbine yalan söyleme arzusu gelmemesi için ruhunu tedavi etmeye başlar. Bu vadide bir gayretin, bir faaliyetin içine girer. Sonunda kalp hiçbir zorlamaya, çalışmaya lüzum kalmaksızın yalan söylemekten nefret eder hâle gelir. Artık o kalbe, yalan yanaşamaz olur. Konuştu mu mutlaka ve büyük bir rahatlıkla doğruyu söyler. İşte bu adam doğru söylemenin hakikatına ermiştir.

Demek ki, “Şeriat denilince, sadece, İslâm’ın ceza hukukuna dair hükümlerini anlamak eksik olur. Yalan söylememek de şeriattır. Yalan söylemeyen, gıybet etmeyen, başkasının malına, canına, ırzına, namusuna kötü nazarla bakmayan, helâl kazanç peşinde olan bir insan da şeriat üzeredir ve hakikat yolundadır. Böyle birinin şeriata karşı çıkması, kendisiyle tenakuza düşmesi demektir.

Kur’anın devlet yönetimiyle ilgili hükümlerini uygulama konusunda yetki ve sorumluluk, ulûl-emirlerimize aittir. Sade vatandaş bu hükümlerin hak olduğuna imanmakla yükümlüdür. Uygulaması onun kuvvet ve iradesi dışındadır ve bu bu hususta bir sorumluluğu da düşünülemez.