๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Nurdan Damlalar => Konuyu başlatan: Sefil üzerinde 20 Eylül 2010, 14:37:37



Konu Başlığı: Selimiyede Bediüzzaman
Gönderen: Sefil üzerinde 20 Eylül 2010, 14:37:37
Selimiye’de Bediüzzaman

Altı aya yakındır hazırlıkları devam eden Bediüzzaman Tanıtım ve Hizmet Tırı, serhat şehrimiz Edirne’den start aldı. Tır’ın Edirne’den uğurlanışında bulunmak ve bu tarihî âna şahitlik etmek üzere gazete yöneticilerinin de yer aldığı bir ekiple İstanbul’dan yola çıktık. Selimiye Camiine vardığımızda “hizmet tır”ımız çoktan cami önündeki parkta yerini almış, ziyaretçilerini bekliyordu.

Aylar önceki hazırlıklar sırasında, görsel yönetmenimiz İbrahim Özdabak, bilgisayar ortamında tır’ı giydirmiş, tarihî ve turistik mekânların önüne fotomontajla yerleştirerek gezi esnasında yaşanması muhtemel sahneleri idraklere sunmuştu. Bu tablolardan biri de tırın Selimiye Camii önündeki yerleşmiş haliydi. İbrahim Özbadak’ın muhayyilesinde tasavvuru gerçekleşen bu sahne, aynen hayat bulmuştu. Normal şartlarda bir tır'ın girmesinin mümkün olamayacağı alana, hem de CHP’li bir belediyenin müsaadesiyle yerleşebilmişti. (Daha sonra sık sık gelip zabıtalar, endişeli ifadelerle programın erken bitirilmesi için ricada bulunsa da...) Bediüzzaman’a bütün kapılar açılmıştı, ya da başka bir ifadeyle o bütün kapıları açmıştı.

Heyecan büyüktü. İnsanları gölgeye kaçmaya zorlayan yakıcı güneşe ve bir kısım aksaklıklara rağmen ilgi oldukça yoğundu. Çekingen ifadeler ve ürkek bakışlarla da olsa tır’a yaklaşıp bilgi edinen Edirneliler, ellerinde meraklarını izale edecek broşürlerle ayrılıyorlardı.

Program Cuma namazı sonrası başladı. Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular ve Genel Müdürümüz Recep Taşcı’nın gezinin mânâ ve maksadını anlatan açış konuşmalarının ardından, edebiyatçı-yazar İslâm Yaşar’ın yaptığı kısa konuşma ruhları ihtizaza getirdi.

İslâm Yaşar, Selimiye’yi ve Bediüzzaman fotoğrafları giydirilmiş Tanıtım ve Hizmet Tır’ını arkasına alarak yaptığı konuşmasına “İki muhteşem abidenin önündeyiz” diye başladı. “Bunlardan biri Sinan’ın Selimiyesi hâlâ aşılamamış ve aşılamayacak bir eser, bir mabed. İçine birilerinin girmesi halinde bir mânâ buluyor. Diğeri Risâle-i Nur medeniyetidir. Kur’ân’ı anlamaya yarayan bir abide. Selimiye de, Risâle-i Nur da ebedîdir. Selimiye işgalci Yunanlıların topa tutmalarına rağmen yıkılamamış, dimdik ayakta. Risâle-i Nur Külliyatını da iftira toplarına tuttular. Ama o da Selimiye gibi dimdik ayakta” diyen İslâm Yaşar “Bu gün iki abidenin buluşmasına şahitlik etmenin bahtiyarlığını yaşıyoruz” diyerek, ruhlarda tad, gönül ve zihinlerde iz bırakan bir konuşma yaptı.

Selimiye’nin dışında böyle bir heyecan dalgası vardı, insanlar kıpır kıpırdı. Bediüzzaman şehirlerine gelmişti. Ama cami içinde, geniş kubbelerin altında yürekleri burkan, inciten bir sızı yaşandı. Cuma namazı için camiye koşanlar, hatiplerin nedendir ve kimin emridir bilinmez anlamsız işgüzarlıklarıyla karşılaştılar. Hem vaaz kürsüsü, hem minber sanki aynı işgal altındaydı. Gaziler günü vesile edilerek uzun uzadıya gazilik ve şehitlik anlatıldı. Gerçek gazilik ve şehitlikle şereflenmiş olanlara şükran borçluyuz elbette ama, dinin tasfiyesi ve vicdanlara hapsolması için çalışanlara da ismen zikredilerek duâlar edilmesi yadırgatıcıydı.

Uzun bir aradan sonra Cuma’yı Selimiye’de kılıp manen inşirah bulmak isterken, yaşanan tenakuz haline eklenen boğucu sıcaklığın da tesiriyle kalbim sıkışarak çıktım oradan.

(Halbuki, Said Nursî'nin Rüya'da Bir Hitabesi o kürsüde okunsa, gerçek gazilik ve şehitlik mertebesine yükselmenin sırrına manen erilmiş olurdu. Kalpler de tatmin olurdu, akıllar da...)

Neyse ki, avluda Bediüzzaman bizi bekliyordu. O imana, barışa, huzura, iki cihan saadetine çağırıyordu. Hayatını bu uğurda feda etmişti.

O, kışta gelmişti, biz cennetâsa bir baharı yaşıyorduk.