> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Nurdan Damlalar > Risâle-i Nur’da âyet ve hadislerin tefsir usûlü
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Risâle-i Nur’da âyet ve hadislerin tefsir usûlü  (Okunma Sayısı 404 defa)
06 Ekim 2011, 18:12:17
Sefil
Yeni Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 28.807


« : 06 Ekim 2011, 18:12:17 »



Risâle-i Nur’da âyet ve hadislerin tefsir usûlü    
   
Öncelikle önemli bir kâide ve düstûru nazarlara sunmak gerekiyor. Bedîüzzamân Hazretleri Sünûhât adlı eserinde “Bazı âyât (âyetler) ve ehâdis (hadîsler) vardır ki, mutlakadır (kayıtsız, şartsız ve serbesttir); külliye (umûmî, çoğunluğa ait) telâkki edilmiş (anlaşılmış). Hem öyleler vardır ki, münteşire-i muvakkatedir (geçici olarak, belli bir zaman için ortaya çıkan, meydana gelendir); daime (her vakit, sürekli) zannedilmiş. Hem mukayyed (kayıtlı, sınırlı, husûsi) var; âmm (herkese ait, umûma şâmil) hesap edilmiş. 1” diyerek âyet ve hadîslerin anlaşılması cihetiyle çok önemli bir noktanın îzâhını yapmıştır.
 
Öyleyse âyet ve hadîslerin tefsîrinde ve açıklanmasında bu noktaların göz önünde bulunması gerekir. Çünkü içtihâd ve tecdîd meselesinde ehliyet ve selâhiyet gerekir. Herkes bu konuda ehliyet sahibi değildir. Onun içindir ki bir sözü; “Kim söylemiş? Kime söylemiş? Ne için söylemiş? Ne makâmda söylemiş?” temel kâidesi dikkate alınmalıdır. Evet, kelâmın tabakâtının ulvîyeti, güzelliği ve kuvvetinin menbâı şu dört şeydir: “Mütekellim, muhatap, maksat ve makâm.” 2 Ayrıca şu gelen hadîs-i şerifler de çok önemlidir: “Muhakkak Allah bu ümmet için her yüz sene başında dini yenileyen bir müceddid gönderir.” 3 ve ”Asrın imamını tanımadan ölen cehalet ölümü üzerine ölür.” 4
Nisâ’ Sûresi’nde de bu noktaya bakan âyet şöyledir: “Hâlbûki, bu haberi yayacak yerde peygambere ve mü’minlerden ihtisâs ve selâhiyet sahibi kimselere müracâat etselerdi, elbette o kimseler, hüküm çıkarmaya ehliyetli olanlar işin doğrusunu bilirlerdi.” 5 Hem bu konuda Şuâlar, Beşinci Şuâ’da da Bedîüzzamân Hazretleri şu açıklamaları yapmıştır: ”Âhirzamânda vukû’â gelecek hâdisâta dair hadîslerin bir kısmı, müteşâbihat-ı Kur’âniye (Kur’ân’ın müteşâbih, teşbihli olan âyetleri) gibi, derin mânâları var. Muhkemât (hüküm ihtiva eden âyetler, te’vîl ihtimâli bulunmayan Kur’ân âyetleri) gibi tefsîr edilmez ve herkes bilemez. Belki tefsîr yerinde te’vîl (yorum) ederler. ‘Hâlbuki o âyetlerin tefsîrini Allah’tan ve ilimde derinlik ve istikamet sahibi olanlardan başkası bilemez.’ 6 sırrıyla, vukû’undan sonra te’vîlleri anlaşılır ve murâd ne olduğu bilinir ki, ilimde râsih olanlar ‘Biz buna inandık. Muhkem âyetler de, müteşâbih âyetler de, hepsi Rabbimizin katından indirilmiştir.’ 7 deyip o gizli hakîkatleri izhâr ederler (açıklarlar).” 8
Müteşâbih hadîslere bir misal verecek olursak “Hem meselâ, bir vakit huzûr-u Nebevîde derin bir ses işitildi. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti ki: ‘Bu gürültü, yetmiş seneden beri Cehennem tarafına yuvarlanan bir taşın bu dakikada Cehennemin dibine yetişip düşmesinin gürültüsüdür.’ Bu garip haberden beş altı dakika sonra birisi geldi, dedi: ‘Ya Resûlallah, yetmiş yaşında bulunan filân münâfık vefat etti, Cehenneme gitti.’ 9 Peygamberin yüksek belîğâne kelâmının te’vîlini gösterdi.” 10
Yine konumuzla ilgili Mâide Sûresi’nin tefsîrinde de Bedîüzzamân Hazretleri çok mühim bir noktayı daha nazarlara sunarak âyetleri açıklamıştır. Şöyle ki: “Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse kâfirdir... (ilâ âhir)” 11 âyetini Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri “‘Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse kâfirdir... (ila ahir)’ 12 hüccet edenlere (delil gösterenlere), ‘Biçâre (çaresiz) bilmezdi ki ‘Kim hükmetmezse’ bimânâ (mânâ olarak) ‘Kim tasdîk etmezse’dir.” 13 şeklinde tefsîr etmiştir. Âyetteki “hükmetmezse” mânâsının “tasdik etmezse” mânâsında olduğunu îzâh ederek büyük bir farkı ortaya koymuştur.
Ayrıca Münâzarât’ta “Yahûdi ve Nasarâ (Hıristiyan) ile muhabbetten Kur’ân’da nehiy (yasak) vardır. ‘Yahûdileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin.’ 14 Bununla berâber nasıl dost olunuz dersiniz?” sorusunu soranlara karşı Bediüzzaman Hazretleri şöyle cevap vermiştir: “Evvelâ: Delil kat’iyyü’l-metîn (ibârenin kesin, şüphesiz oluşu) olduğu gibi, kat’iyyü’d-delâlet (bir ibârenin, ifâde ettiği mânâya ve hükme işaretin kesin olması, delilin kesinliği) olmak gerektir. Hâlbuki te’vîl (yorum) ve ihtimâlin (olabilirliğin) mecâli (gücü, imkânı) vardır. Zirâ, nehy-i Kur’ânî (Kur’ân’ın yasakları) âmm (herkese ait, umûmî) değildir, mutlaktır (kayıtsız, şartsızdır). Mutlak (kayıtsız ve şartsız oluş) ise, takyid olunabilir (kayıt altına alınabilir). Zaman bir büyük müfessirdir; kaydını izhâr etse (açıklasa, gösterse), i’tirâz olunmaz. Hem de hüküm müştak (başka kelimeden türemiş kelime) üzerine olsa, me’haz-ı iştikakı (iştirak, katılma noktası) illet-i hüküm (hükmün sebebi, nedeni) gösterir. Demek bu nehiy (yasaklama), Yahûdi ve Nasarâ ile Yahûdiyet ve Nasrâniyet olan ayinleri (dinî merâsim, dinî adet, örf, gelenek, usûlleri) hasebiyledir (özelliğiyledir).
“Hem de bir adam zâtı için sevilmez. Belki muhabbet, sıfat veya san’atı içindir. Öyleyse herbir Müslümanın herbir sıfatı Müslüman olması lâzım olmadığı gibi, herbir kâfirin dahi bütün sıfat ve san’atları kâfir olmak lâzım gelmez. Binaenaleyh, Müslüman olan bir sıfatı veya bir san’atı, istihsân etmekle (beğenmek, güzel bulmakla) iktibâs etmek neden câiz olmasın? Ehl-i kitaptan bir haremin (eşin, hanımın) olsa elbette seveceksin!
“Saniyen: Zaman-ı Saadette bir inkılâb-ı azîm-i dinî (büyük dinî değişiklikler) vücuda geldi. Bütün ezhânı (zihinleri) nokta-i dine çevirdiğinden, bütün muhabbet ve adaveti (düşmanlığı) o noktada toplayıp muhabbet ve adavet ederlerdi. Onun için, gayr-ı müslimlere olan muhabbetten nifâk (münâfıklık) kokusu geliyordu. Lâkin, şimdi âlemdeki bir inkılâb-ı acîb-i medenî ve dünyevîdir (şaşırtıcı bir medeniyet ve dünya değişimidir). Bütün ezhânı (zihinleri) zapt ve bütün ukûlü (akılları) meşgul eden nokta-i medeniyet, terakki (ilerleme) ve dünyadır. Zaten onların ekserisi, dinlerine o kadar mukayyed (kayıtlı ve bağlı) değildirler. Binaenaleyh, onlarla dost olmamız, medeniyet ve terakkilerini istihsân (beğenmek) ile iktibâs etmektir (alıntı yapmaktır, ilmen istifâde etmektir). Ve her saadet-i dünyevîyenin esâsı olan âsâyişi muhâfazadır. İşte bu dostluk, kat’iyen nehy-i Kur’ânîde (Kur’ân’ın yasaklamasında) dahil değildir.” 15
Buraya kadar olan açıklamalarda konunun anlaşılmasına vesîle olacak yerler aktardık ve açıklamalar yapmaya çalıştık. Demek ki Kur’ân âyetlerini ve hadîsleri tefsîr ederken ve yorumlarken çok dikkat etmek gerekiyor; hem ehliyetli hem de selâhiyetli olmak icab ediyor. Bir nev’i müçtehid ve müceddit olmak gerekiyor. Bizler ise böyle konularda âyetlerin sadece meali ile değil o konuda ehliyetli müceddid ve müçtehidlere mürâcaat etmekle mükellefiz. Yoksa mes’uliyetli bir yükün altına girerek hata yapma riski ile karşı karşıya kalabiliriz. Bundan da Allah’a sığınırız. Bizler dahâ çok mesâimizi Risâle-i Nûr Külliyatı’na sarf etmiş durumdayız. Çünkü bu tür mevzûların tefsîri ve açıklamaları bu eserlerde asrın idrâkine ve anlayışına uygun olarak hem îzâh, hem de ispat edilmiştir biliyor ve inanıyoruz. Hem “İçtihâdın şartını hâiz olan her müstaid (kabiliyet ve ihtisâs sahibi), ediyor nefsi için nass olmayanda (açık hüküm olmayan âyetlerde) içtihâd. Ona lâzım, gayra ilzâm edemez (içtihâdını başkasına mecbûr tutamaz). Ümmeti dâvetle teşri’ edemez (Müslümanları içtihâdına uymaya zorlayamaz). Fehmi (anlaması, kavraması) şerîatten olur, lâkin şerîat olamaz. Müçtehid olabilir, fakat müşerri’ (kânûn koyucu ve uymaya zorlayıcı) olamaz. İcmâ (fikir birliği) ile cumhurdur (çoğunluktur), sikke-i şer’î (şerîatın mührünü) görür. Bir fikre dâvet etmek, zann-ı kabûl-ü cumhur (çoğunluğun kabûlüne dayanma) şart-ı evvel (birinci şart ve kural) oluyor. Yoksa dâvet bid’attır (dinden ve sünnetten değildir), reddedilir. Ağzına tıkılır, onda dahâ çıkamaz.” 16 İşte burada da çok önemli açıklamalar yapılmıştır ki, öyle her önüne gelen “Ben hüküm çıkarmaya ehliyetliyim ve çıkardığım hükümlere başkaları da uymak mecbûriyetindedir” diyemez. Eğer derse kendi kendini mes’uliyet altına atmış olur ve hata eder. Öyleyse “Her müstâid, nefsi için içtihâd edebilir, teşrî edemez. Bir fikre dâvet, cumhur-u ulemânın kabûlüne vâbestedir. Yoksa dâvet bid’attır, reddedilir.” 17
 
Nisâ Sûresi: 60. Âyet;
Tâğût Meselesi
Bu girizgâhtan sonra tağût meselesine gelelim ve Kur’ân’da geçen tağût âyetleri ile birlikte bu âyetlerin sebeb-i nüzûlüne ve âyet hakkında müfessirlerin görüşlerine de yer verelim. Öncelikle “tağût” kelimesinin ne ifâde ettiğini açıklamaya çalışalım.
Tâğût; lügât mânâsı olarak, “azma, sapma, zulmetme, put, şeytan; İslâmdan önce Mekke’deki Lât ve Uzzâ putları; insanları, Allah’a îmân ve kulluk etmekten uzaklaştırıp kendisine veya başkasına kulluk yapmaya çağıran ve yönlendiren her şey, Allah’a baş kaldıran, kötülük ve sapıklıkla hükmeden, kendisine başkalarını kulluk etmeye zorlayan veya başkalarının bile bile kendisini put edindikleri insan, şeytan veya putlar” anlamlarındadır.
”Allah’ü Teâlâ’nın indirdiği hükümlere mukabil olmak ve onların yerine geçmek üzere hükümler koyan her varlık tâğûttur.” 18 “Allah’ü Teâlâ’nın emir ve yasaklarına karşı gelen ve ibâdetten alıkoyan şeytânî varlık ve güçlerdir.” 19 tağutlar. “Dinde zorlama yoktur. Hakîkat, îmân ile küfür apaçık meydana çıkmıştır. Artık kim tâğûtu tanımayıp da Allah’a îmân ederse o, muhakkak ki kopması (mümkün) olmayan en sağlam kulpa yapışmıştır. Allah hakkıyla işitici, (her şeyi) kemâliyle bilicidir.” 20
“Sana indirilen kitaba ve senden önce indirilen kitaplara îmân ettiklerini iddiâ eden o kimseleri görmedin mi ki, onlar, tağûtu reddetmekle emrolundukları halde; tağûtun hükmüne mürâcaat etmek isterler. Şeytan da onları haktan pek uzak bir sapıklıkla saptırmak ister.” 21
Bu âyet (Nisâ: 60) nüzûl etmeden önce şöyle bir hâdise yaşanmıştır ve âyetin sebeb-i nüzûlü de bu hâdise olmuştur: Münâfıklardan biri ile bir Yahûdi arasında çıkan bir ihtilâfta, Yahûdi, Peygamber Efendimize (asm) mürâcaat etmek istediği halde münâfık buna râzı o...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Risâle-i Nur’da âyet ve hadislerin tefsir usûlü
« Posted on: 29 Mart 2024, 00:31:54 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Risâle-i Nur’da âyet ve hadislerin tefsir usûlü rüya tabiri,Risâle-i Nur’da âyet ve hadislerin tefsir usûlü mekke canlı, Risâle-i Nur’da âyet ve hadislerin tefsir usûlü kabe canlı yayın, Risâle-i Nur’da âyet ve hadislerin tefsir usûlü Üç boyutlu kuran oku Risâle-i Nur’da âyet ve hadislerin tefsir usûlü kuran ı kerim, Risâle-i Nur’da âyet ve hadislerin tefsir usûlü peygamber kıssaları,Risâle-i Nur’da âyet ve hadislerin tefsir usûlü ilitam ders soruları, Risâle-i Nur’da âyet ve hadislerin tefsir usûlü önlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes