๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Nurdan Damlalar => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 25 Eylül 2010, 22:03:54



Konu Başlığı: Risale i Nur penceresinden kainata bir bakış
Gönderen: Sümeyye üzerinde 25 Eylül 2010, 22:03:54
Risale-i Nur Penceresinden Kainata Bir Bakış

Hadîsin ifadesiyle “Beyanın bir kısmında sihir vardır.”1 Yani, bir kısım güzel sözler, sihir gibi büyüleyici bir etkiye sahiptir. Muhatabı kendine çeker, onu hayran bırakır. O sözler âdeta bir burak olur, insanı başka iklimlere götürür. Böyle sözler, sahildeki çakıl taşları yanında, denizin incileri gibi kıymetlidir. Yüzlerce Avrupalı’nın içinde kıyafetiyle dikkat çeken bir Arap veya rengiyle diğerlerinden hemen ayırt edilen bir zenci misali, hemen fark edilir.

Kur’ân’ın tamamı böyle büyüleyici ve insanı başka iklimlere sürükleyici sözler manzumesidir. Meselâ, “Allah güneşi bir lâmba kıldı” (Nuh, 16) âyetine bakalım. Âyetteki lâmba ifadesi dünyayı bir saray, yer yüzünü çiçekli bir taban, gök yüzünü muazzam bir tavan ve güneşi de bu tavanda asılı bir lâmba olarak gösterir, hayale engin ufuklar açar.

“Allah arzı size bir beşik yaptı.” (Taha, 53) Âyette dünya için beşik denilmesi, insanın son derece âciz ve zayıf, nazik ve nazenin durumuna dikkat çeker. Beşiğin tamamen çocuğa göre tanzim edilmesi ve çok büyük şeylerin çocuğa yardımcı verilmeleri gibi; beşiğimiz olan arz dahi tamamen bizlere göre düzenlenmiş ve güneşten havaya kadar çok büyük şeyler bize yardımcı verilmiştir.
Bu iki misal gibi, daha pekçok örnekler vermek mümkündür. Meselâ, Cenab-ı Hakk dağlardan direk olarak bahseder. (Nebe, 7) Geceyi, herşeyi örten bir elbise olarak gösterir. (Nebe, 10) Takva elbisesinden bahseder. (A’raf, 26) Kendisine ve Rasulü’ne iman edilip, mal ve canla cihadı ticaret olarak nazara verir. (Saff, 10)

İnsanların en güzel konuşanı olan Peygamber Efendimiz’in ifadelerinde de aynı büyüleyici özellikleri görmekteyiz. Meselâ, ilim meclislerinden Cennet bahçeleri şeklinde bahseder.2 İyi amelleri olmakla beraber, kul hakkına tecavüz eden kişileri müflis diye niteler.3 Öfke anında nefsine hakim olabileni gerçek pehlivan ilân eder.4 Allah’ın yasaklarından kaçanı muhacir kabul eder.5 Nefis ve hevasıyla kıyasıya mücadele yapandan mücahit ünvanıyla söz eder; cihadın az bilinen farklı bir boyutuna dikkat çeker.6

Âyet ve hadîslerdeki bu sihirli beyanlar gibi; âyet ve hadîslerin ışığında tefsirini yazan Bediüzzaman Said Nursî’nin sözlerinde de bir farklılık, bir derinlik dikkati çekmektedir. Mânâlara giydirdiği lâfız elbiseleri tamamen orijinaldir. Daha ilk bakışta nazarları kendine celb edecek güzelliktedir.

Meselâ, Avrupa’yı değerlendirirken onu beşerin nefs-i emmaresi olarak görür. (Lem’alar: L., 112 ) Sömürgeci Avrupa devletleri için Avrupa’nın ejderhaları der. (Mektubat: M., s. 326) Batı medeniyeti için mimsiz medeniyet ifadesini kullanır (L., s. 118; Emirdağ Lahikası: EL., s. 482) ve bu medeniyeti dışı süs, içi pis şeklinde özetler. (Mesnevî-i Nuriye: MN., s. 81) Avrupa’nın ilim ve tekniğine sahip çıkmak, fen ve sanayisini almak yerine, o medeniyetin örf ve âdetini alan ve halkı bunlara teşvik edenlere Avrupa’nın kaselisleri (çanak yalayıcıları) ifadesini kullanır. (Sünuhat, s. 50)

O’nun dünyasında tren, bir medrese-i seyyaredir. (Hutbe-i Şamiye: HŞ., s. 65) Hapishane ise bir medrese-i Yusufiye... (Sözler: S., s. 136; Şualar: Ş., s. 193) Bediüzzaman, Kur’ân’ı muazzam bir hazine ve âyetleri de bu hazinedeki mücevherat sandukçaları olarak değerlendirir. (S., s. 286) Tefsirindeki güzel mânâlar bu mücevherat sandukçasından alınmış bir kısım inciler, elmaslar, yakutlar misalidir.

Bediüzzaman bir mânâ avcısıdır. (M., s. 8; L., s. 312) Kur’ân’ın sırlar okyanusunun bir dalgıcıdır. Şüphesiz aynı şeye bakan insanlar değişik mânâlar hissedebilir. Meselâ, coşkun akan bir şelâleye bakan bir şair, o anda şairane duygularla dolarken, bir ressam onu resmetmeyi düşünür. Oradan geçen bir çiftçi, bu suyu tarlasına çevirebilse ne güzel olacağını hayal eder. Bir başkası, o şırıltıyı dinlemekle yetinir. Bir baraj mühendis ise, çevrenin aydınlatılması ve sulanması projelerini yapmaya başlar.
İşte her bir Kur’ân âyeti şelâle misali gürül gürül akmaktadır. Değişik seviyedeki insanlar, asırlar boyunca bu ilâhî âyetlere muhatap olmuşlar ve kendi kapasiteleri miktarınca istifade etmişlerdir.
Kâinat sırlarla doludur. İnsanlığın havas ve cevasisi (duyguları ve casusları) hükmünde olan fenler, (MN., s. 228) kâinatın sırlarını keşfetmeye çalışır. Fakat, kâinata Allah’ın bir sanatı olarak bakmayanlar, fenlerin ortaya çıkardıkları harikaları, a kör kuvvet, ya serseri tesadüf veya sağır tabiata havale ederler. (EL., s. 328)

Böylece fenden gelen bir dalalete düşerler. (HŞ., s. 9) Onların kâinata bakışlarını Bediüzzaman mânâ-yı ismî şeklinde hülâsa eder. Kendisi ise mânâ-yı harfî ile bakmaktadır. (MN., s. 46) mânâ-yı ismî, kâinata kâinat olarak bakmaktır. Mânâ-yı harfî ise, ona Allah namına nazar etmektir. Biri pencerelere bakmak, diğeri pencerelerden bakmak gibidir. Elbette, pencereye bakmakla pencerelerden bakmak bir değildir.

İşte, gelecek ifadeler Bediüzzaman’ın Kur’ân âyetleri ışığında kâinata bakışını yansıtır. Bu ifadelere dikkat edildiğinde, her birinin engin bir tefekkürün, gerçeğe nüfuz eden keskin bir nazarın mahsulü olduğu görülecektir.

Bu çalışmada nazara verilenler, meselenin özü ve özeti durumundadır. Ayrıntıları ise, Risale-i Nur’un muhtelif risalelerinde görülebilir. Meselâ, kâinattan Halık’ını soran bir seyyahın müşahedatı (Ş., s. 105) olan Âyetü’l-Kübra risalesi; otuz üç pencereli otuzüçüncü söz (Pencereler risalesi) bunlardan bazılarıdır.

Bu kısa girişten sonra, “Risale-i Nur Penceresinden Kâinata Bir Bakış” isimli gezimize başlayabiliriz.

Kâinat: Varlık âlemi içinde görülmeyecek bir nokta kadar küçük olan insan, kâinatın bütün sırlarını ve hatta daha ötesini araştırabilecek ve anlamaya çalışacak kapasitededir. Her insan, içinde yaşadığı şu âlemin ne olduğunu ve ne vazife gördüğünü merak eder. Şu ifadeler, kâinatın ne olduğunu ve ne vazife gördüğünü bize bildirir:

Kâinat, mükemmel bir şehir, ileri bir memleket, muhteşem bir âlem, (S., s. 267)
-Ezel ve ebed sultanı olan Cenab-ı Hakk’ın hadsiz orduları için muhteşem bir kışla, (L., s. 178; Barla L., s. 271)

-Hadsiz antika ve acib ve kıymetli şeylerle süslenmiş bir saray, (Ş., s. 169)
-Büyük bir kitab, (S., s. 25; MN., s. 19)
-Bütün mahlukat taifelerinin büyük bir namazda, cemaatle, herbiri kendine mahsus bir ibadet ettiği ve hâl dili ile namaz kıldıkları büyük bir cami, muazzam bir mesciddir. (Ş. s. 613; S., s. 29)
Kâinatı meydana getiren varlıklar; Rabbanî birer mektup, Allah’a birer ayine, İlahî birer memurdurlar.(S., s. 298)

Semavat (Gökler): Üzerimizdeki gökler âlemi, herkesin her vakit en hayretle bakıp, zevk ile mütalâa ettiği tevhidin en parlak bir sayfasıdır. (Ş., s. 105) Bu sayfada, herbiri milyarlarca gök cisminden meydana gelen, milyarlarca galaksi topluluğu bulunmaktadır. Bu gök cisimlerinden bir kısmı dünyamızdan milyonlarca, hattâ milyarlarca defa daha büyüktür. Gökler âleminin birer ferdi olan yıldızlar, melekler için birer menzil, birer tayyare, birer mescid, yüce âlemler için birer lâmba, birer güneş, sema denizinde nuranî birer balık, donanma elektrik lâmbaları gibi, Allah’ın kemal-i Rububiyetini gösteren nuranî birer şahit, (S., s. 559)

-Semavî cisimler için birer gözdür.(M., s. 20)

Güneş: Dünya’mızdan bir milyon defadan daha büyük olan güneş, Allah’ın tekvinî âyetlerinden biridir. Maddî dünyamızı aydınlattığı gibi, şu mânâları ders vermesiyle mânâ âlemimize de feyizler saçmaktadır.

Güneş, Cenab-ı Hakk’ın Esmaü’l-Hüsnasından Nur ismine keşif bir ayine, (S., s. 152)
-Sema denizinin yüzünde ziyadar bir kabarcık, (S., s. 152)
-Dünya sarayının kubbesinde büyük bir elektrik lambası, (S., s. 265)
-Bahar ve yaz tezgâhında dokunan Rabbanî mensucat için bir mekik, gece-gündüz sahifelerinde yazılan Samedanî mektuplar için bir nur hokkası, (S., s. 365)
-Nuranî bir ağaç. Gezegenler onun hareketli meyveleri. Ağaçlara muhalif olarak güneş silkinir, ta o meyveler düşmesin. Eğer silkinmezse düşüp dağılacaklar. (S., s. 366)
-Meczub bir serzakir. Zikir halkasının merkezinde cezbeli bir zikir eder ve ettirir. (S., s. 366)

-Sema yüzünün gözü. (L., s. 231)
-Allah’ın emrine temessül eden ve herbir hareketini O’nun meşietine tatbik eden bir çöl paşasıdır. (Muhâkemat., s. 71)

Dünya: Cazibe denilen bir kanunla güneş’e bağlanan dünyamız, varlık âlemi içinde müstesna bir konuma sahiptir.

Küre-i arz (Dünya): Gayet muntazam, musahhar, mükemmel, hoş, emniyetli bir ticaret gemisi,(M., s. 410)

-Erzak getiren bir şimendifer (tren), (Ş., s. 600)
-Âlemin manevî bir merkezi, -Kâinatın kalbi ve kıblesi, (Latif Nükteler, s. 44.)
-Diğer gök cisimleriyle beraber hava okyanusunda ve esîr denizinde yüzen bir denizaltı, (S., s. 247)

-Bir zikirhane, bir mescid, Sanat-ı İlahiye için bir temaşâgâh (seyir yeri) (S., s. 369), bir meşher (sergi). (S., s. 562)

-Canlıların yüzbin türlerini, bütün erzak ve levazımatıyla içine alıp, feza denizinde gayet mükemmel bir denge ve nizamla gezdiren ve güneş etrafında seyahat eden gayet muhteşem ve itaatkâr bir gemidir. (Ş., s. 110)

Fenlerin gözüyle dünyaya baktığımızda ise, şu manzara karşımıza çıkar:

-Tıb fennine göre dünya; içinde her ilacın güzelce ihzar ve istif edildiği gayet muntazam ve mükemmel bir eczahane, kimya ilmine göre; gayet muntazam ve mükemmel bir kimyahane, makine fennine göre; hiçbir kusuru olmayan gayet mükemmel bir fabrika, ziraat fennine göre; nihayet derecede verimli, her çeşit hububatı vaktinde yetiştiren, muntazam bir tarla ve mükemmel bir bahçe, ticaret fennine göre; gayet muntazam bir sergi ve çok intizamlı bir pazar ve malları çok sanatlı bir dükkân, iaşe fennine göre; gayet muntazam, bütün rızık çeşitlerini içine alan bir ambar, rızık (gıda) fennine göre; yüzbinler leziz yiyecekler beraber, kemal-i intizamla içinde pişirilen Rabbanî bir mutfak ve Rahmanî bir kazan, askeriye fennine göre; bir ordugâh. Her bahar mevsiminde yeni silah altına alınmış ve zemin yüzünde çadırları kurulmuş, dörtyüz bin muhtelif taifeler o orduda bulunduğu halde, ayrı ayrı libasları-silahları, ayrı ayrı talimatları-terhisatları, kemal-i intizamla hiçbirini unutmayarak ve şaşırmayarak, bir tek kumandan-ı azamın emriyle, kuvvetiyle, merhametiyle, hazinesiyle, gayet muntazam yapılıp idare ediliyor. (L., s. 297-298)

Bütün bu ilim ve fenler kendi zaviyelerinden dünyayı incelemeye çalışırlar. Herbiri, kendi sahasında tesbit ettiği mükemmelliklerle, “Rahman’ın yarattığı şeylerde sen bir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir bir bak! Bir bozukluk görebiliyor musun? Sonra bir daha, bir daha çevir. Göz, aciz ve bitkin bir halde sana geri dönecektir” (Mülk, 3-4) âyetinin mealini tasdik etmektedir.

Fenlerin gözüyle dünyaya bu şekilde bir nazar gezdirdikten sonra, onun temel unsurlarından bazılarına da kısaca bakmak istiyoruz:

Taş Tabakası: Zemin denilen muhteşem ve seyyar sarayın temel taşı. (S., s. 231)
Dağlar: Pekçok insan, meyvenin nimet olduğunu bilmekle beraber, dağların daha büyük bir nimet olduğunun farkında değildir. Halbuki, bu heybetli cisimler; canlılar için bir mahzen ve bir ambar, (M., s. 235)

-Dünyanın levazımat deposu, (Ş., s. 28)
-Zemin sahifesinin hazineli direkleri, (Ş., s. 113)
-Dünya hanında, misafir yolcular için levazımatlarına ve gelecekteki ihtiyaçlarına muntazam ihtiyat deposu ve cihazat anbarıdır. (Ş., s. 49-50)

Coşkun akan bir şelaleye bakan bir şair, o anda şairane duygularla dolarken, bir ressam onu resmetmeyi düşünür. Oradan geçen bir çiftçi, bu suyu tarlasına çevirebilse ne güzel olacağını hayal eder. Bir başkası, o şırıltıyı dinlemekle yetinir. Bir baraj mühendisi ise, çevrenin aydınlatılması ve sulanması projelerini yapmaya başlar.


Denizler: Zeminimizi çepeçevre saran ve dünyanın üçte ikisini meydana getiren denizler; yağmurun bir annesi, (EL., s. 442)

-Dünyamızın menba-ı acayip buhar kazanlarıdır. (Ş., s. 48)
Bulutlar: Zeminimizin üstünde yer alan bulutlar; semanın yüz örtüsü,(S., s. 364)
-Zemin bahçesini sulayan bir süngerdir. (L., s. 303)

Gece-Gündüz: Ardarda birbirini kovalayan bu iki hayret verici hâdise; Kalem-i Kudretin birer menşuru, (S., s. 273)

-Hikmet yazılarına birer sahifedir. (M., s. 18) Yani, Cenab-ı Hakk’ın kudret kalemi bu iki sahifede hikmet yazılarını yazmakta, ibret alanlara göstermektedir.

Bunlardan gece, gündüz âleminin bütün eserlerini örten siyah bir kefendir.(S., s. 38)

Mevsimler: Elvah-ı nukuş-u kudrettir. (M., s. 18) Yani Allah’ın kudret nakışları için birer levhadır. Cenab-ı Hakk, her mevsimin levhasında ayrı ayrı nakışlar yazmakta, diğer mevsimle bunu bozmaktadır.

Güz mevsimi, kıyamete bir nümune. (Ş., s. 171) Bahar ise, öldükten sonra dirilmeye bir misal. (Ş., s. 154) Ayrıca bahar; Gaybtan gelen rızık dolu bir vagon, (S., s. 45)

-Cenab-ı Hakk’ın nuranî isimlerinin en lâtif, güzel nakışlarının sahifesi, Sani-i Hakîm’in antika sanatının en süslü ve parlak bir sanat sergisi, (S., s. 598)

-Zeminin çiçeğidir. (Ş., s. 604)
Gece, gündüz, mevsim ifadeleri zamanla ilgili ifadelerdir. Zaman ise; kâinatta akıp giden büyük bir nehir, (S., s. 514)

-Harekatın bir rengi, bir levni, yahut bir şeridi. Bundan dolayı, harekatta geçerli olan bir hüküm, zamanda dahi geçerlidir.(S., s. 535)

Canlılar Âlemi: Mikroptan gergedana, balıktan kuşlara varıncaya kadar çok renkli bir hayat manzarasıyla iç içeyiz. Allah’ın taklit edilmez bir mührü olan hayat, en harika bir kudret mucizesi, harika bir ilâhî sanat, bütün kâinattan süzülmüş en safi bir hülâsa, kâinatın en büyük neticesi, en azametli gayesi, en kıymettar meyvesi, (L., s. 314)

-Vücudun en parlak nurudur. (S., s. 440)
Hayatta bir tasfiye ameliyesi söz konusudur. Bir gül fabrikasında ilk etapta gül suyu, sonraki merhalelerde değişik kalitelerde gül yağı elde edilmesi gibi,

Hayat; kâinattan süzülmüş bir hülâsa, şuur ve his; hayattan süzülmüş, hayatın bir hülâsası, akıl; şuurdan ve histen süzülmüş şuurun bir hülasası, ruh; hayatın halis ve safi bir cevheri, sabit ve müstakil zatıdır. (S., s. 100)

Herbiri canlı bir kâinat (Ş., s. 141) olan herbir zîhayat; gayet manidar bir kelime, bir mektup, Rabbanî bir kaside,
-İlahî bir ilânname, (L., s. 328)
-Birer kudret mucizesi, (S.,s. 275)
-Kâinatın küçültülmüş bir misali, âlemin bir çekirdeğidir. (S., s. 275)


Doç. Dr. Şadi Eren