Konu Başlığı: Nur talebeleri Cennet ehlidir Gönderen: Zehibe üzerinde 28 Eylül 2010, 08:32:49 Nur talebeleri Cennet ehlidir (http://www.risalehaber.com/images/news/68879.jpg) Bismillahirrahmanirrahim Kardeşlerim, bugünlerde biri Risaletü’n-Nur talebelerine, diğeri bana ait iki mesele ihtar edildi. Ehemmiyetine binaen yazıyorum. BİRİNCİ MESELE: Birinci Şuada iki üç âyetin işârâtında, Risaletü’n-Nur’un sadık talebeleri imanla kabre gideceklerine ve ehl-i Cennet olacaklarına dair kudsî bir müjde ve kuvvetli bir beşaret bulunduğu gösterilmiştir. Fakat bu pek büyük meseleye ve çok kıymettar işarete tam kuvvet verecek bir delil ister diye beklerdim, çoktan beri muntazırdım. Lillâhilhamd, iki emâre birden kalbime geldi: Birinci emare: İman-ı tahkikî ilmelyakînden hakkalyakîne yakınlaştıkça daha selb edilmeyeceğine ehl-i keşif ve tahkik hükmetmişler ve demişler ki: “Sekerat vaktinde şeytan vesvesesiyle ancak akla şüpheler verip tereddüde düşürebilir.” Bu nevi iman-ı tahkikî ise yalnız akılda durmuyor. Belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, hem öyle letâife sirayet ediyor, kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemiyor. Öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor.” Bu iman-ı tahkikînin vusulüne vesile olan bir yolu, velâyet-i kâmile ile keşif ve şuhud ile hakikate yetişmektir. Bu yol ehass-ı havassa mahsustur, iman-ı şuhûdîdir. İkinci yol, iman-ı bilgayb cihetinde, sırr-ı vahyin feyziyle, burhanî ve Kur’ânî bir tarzda, akıl ve kalbin imtizacıyla, hakkalyakîn derecesinde bir kuvvetle zaruret ve bedâhet derecesine gelen bir ilmelyakînle hakaik-i imaniyeyi tasdik etmektir. Bu ikinci yol, Risaletü’n-Nur’un esası, mayası, temeli, ruhu, hakikati olduğunu has talebeleri görüyorlar. Başkalar dahi insafla baksa, Risaletü’n-Nur hakaik i imaniyeye muhalif olan yolları gayr-ı mümkin ve muhal ve mümteni derecesinde gösterdiğini görecekler. İkinci emare: Risaletü’n-Nur’un sadık şakirtleri, hüsn-ü âkıbetlerine ve iman-ı kâmil kazanmalarına o derece kesretli ve makbul ve samimî dualar oluyor ki, o duaların içinde hiçbiri kabul olmamasına akıl imkân veremiyor. Ezcümle: Risaletü’n-Nur’un bir hâdimi ve birtek şakirdi, yirmi dört saatte, Risaletü’n-Nur talebelerinin hüsn-ü âkıbetlerine ve saadet-i ebediyeye mazhar olmalarına yüz defa Risaletü’n-Nur talebelerine ettiği duaları içinde hiç olmazsa yirmi otuz defa selâmet-i imanlarına ve hususî hüsn-ü âkıbetlerine ve imanla kabre girmelerine, aynı duayı, en ziyade kabule medar olan şerait içinde ediyor. Hem Risaletü’n-Nur’un talebeleri bu zamanda her cihetten ziyade hücuma mâruz olan iman hususunda, birbirine selâmet-i iman hakkındaki samimî, mâsum lisanlarıyla dualarının yekûnu öyle bir kuvvettedir ki, rahmet ve hikmet onun reddine müsaade etmezler. Faraza, mecmuu itibarıyla reddedilse, tek bir tane onların içinde kabul olunsa, yine her biri selâmet-i imanla kabre gireceğine kâfi geliyor. Çünkü herbir dua umuma bakar. İKİNCİ MESELE: Yirmi sene evvel tab edilen Sünuhat risalesinde, hakikatli bir rüyada, âlem-i İslâmın mukadderatını meşveret eden ruhanî bir meclis tarafından bu asrın hesabına Eski Said’den sordukları suale karşı verdiği cevabın bir parçası şimdilik tezahür etmiştir. O zaman, o manevî meclis demiş ki: “Bu Alman mağlûbiyetiyle neticelenen bu harpte Osmanlı Devletinin mağlubiyetinin hikmeti nedir?” Cevaben Eski Said demiş ki: “Eğer galip olsaydık, medeniyet hatırı için çok mukaddesatı feda edecektik. Nasıl ki yedi sene sonra edildi. Ve medeniyet namıyla âlem-i İslâm, hususan Haremeyn-i Şerifeyn gibi mevâki-i mübarekeye, Anadolu’da tatbik edilen rejim kolaylıkla, cebren teşmil ve tatbik edilecekti. İnâyet-i İlâhiyeyle onların muhafazası için kader mağlûbiyetimize fetva verdi.” Aynen bu cevaptan yirmi sene sonra, yine gecede, “Bîtaraf kalıp, giden mülkünü geri almakla beraber, Mısır ve Hind’i de kurtararak, bizimle ittihada getirmek, siyaset-i âlemce en büyük muzafferiyet kazanmak varken, şüpheli, dağdağalı, fâidesiz bir düşmana (İngiliz) taraftarlık göstermekle muzaaf bir surette ve zararlı bir yolu tercih etmek, böyle zeki, belki dâhi insanların nazarında saklı kalmasının hikmeti nedir?” diye sual benden oldu. Gelen cevap, manevî cânipten geldi. Bana denildi ki: “Sen, yirmi sene evvel mânevî suale verdiğin cevap, senin bu sualine aynı cevaptır. Yani, eğer galip tarafı iltizam edilseydi, yine mimsiz medeniyet namına galibâne mümanaat görmeyecek bir tarzda, bu rejimi âlem-i İslâma, mevaki-i mübarekeye teşmil ve tatbik edilecekti. Üç yüz elli milyon İslâmın selâmeti için bu zahir yanlışı görmediler, kör gibi hareket ettiler.” (Kastamonu Lahikası, 13. Mektup) Bediüzzaman Said Nursi LÜGAT: Bedâhet : Açıklık, Aşikâr Olma Beşaret : Müjdeleme Burhanî : Kuvvetli Ve Sarsılmaz Delilleri Olan Cihet : Yön Ehass-I Havas : Üst Tabaka, Aydın Kesim Ehl-İ Cennet : Cennet Ehli, Cennetlik Ehl-İ Keşif Ve Tahkik : Mâneviyat Âlemlerinde İman Hakikatlerini Gözleme Yeteneğine Sahip Olanlar Ve Hakikatleri Araştırıp Delilleriyle Bilen Âlimler Emâre : Belirti, İşâret Feyz : Bereket, Nimet Gayr-I Mümkin : Mümkün Olmayan Hakaik-İ İmaniye : İmân Hakikatleri Hakikat : Gerçek, Doğru Hakkalyakîn : Bizzat Yaşayarak Elde Edilen Kesin Bilgi Hüsn-Ü Âkıbet : Güzel Sonuç, İyi Netice İlmelyakîn : İlme Ve Sağlam Delillere Dayanarak, Şüpheye Yer Bırakmayacak Şekilde Kesin Bilme İman-I Bilgayb : Gabya, Görünmeyen Hakikatlere İman İman-I Kâmil : Tam Ve Mükemmel İman İman-I Şuhûdî : Gözle Görürcesine İman Etme İman-I Tahkikî : Sağlam, Sarsılmaz Bir İman İmtizac : Birleşme, Kaynaşma İşârât : İşaretler, Belirtiler Kesretli : Çok Keşif : Kalb Gözüyle Görme, Mânevî Âlemlere Ait Bazı Olayları Ve Hakikatleri Görme Kıymettar : Kıymetli, Değerli Kudsî : Her Türlü Kusur Ve Noksandan Uzak, Kutsal Kur’ânî : Kur’ân’a Ait, Kur’ân’dan Alınan Letâif : Lâtifeler, Duygular Lillâhilhamd : Allah’a Hamd Olsun Ki Mahfuz : Muhafaza Edilmiş, Korunmuş Makbul : Kabul Görmüş Muhal : İmkânsız, Olmayacak Şey Muhalif : Aykırı, Zıt Muntazır : Bekleyen, Hazır Mümteni : İmkânsız Nevi : Tür, Çeşit Risaletü’n-Nur : Risale-İ Nur’un Diğer Bir Adı Sadık : Doğru Sözlü, Dürüst Sekerat : Can Çekişme Anı Selb Edilme : Kaldırılma Sırr-I Vahy : İlâhî Vahyin Sırrı, Hakikati Sirayet : Bulaşma, Yayılma Şakirt : Talebe, Öğrenci Şuhud : İlâhî Ve Gizli Sırları Allah’ın İzni İle Görme Tasdik : Doğrulama, Kabul Etme Tereddüt : Şüphe Velâyet-İ Kâmile : Kâmil Velilik, Olgunluğa Ermiş Velilik Vesvese : Şüphe, Kuruntu Vusul : Kavuşma, Erişme Zaruret : Zorunluluk, Gereklilik Zeval : Geçip Gitme, Sona Erme Âlem-İ İslâm : İslâm Dünyası Bîtaraf : Tarafsız Cebren : Zorla, Baskıyla Cihet : Yön, Taraf Evvel : Önce Ezcümle : Bu Cümleden, Meselâ Faraza : Varsayalım Ki Hâdim : Hizmetçi Hakikat : Gerçek, Doğru Haremeyn-İ Şerifeyn : Kutsal Olan İki Yer Harp : Savaş Hikmet : İlâhî Gaye Ve Fayda Hususan : Bilhassa, Özellikle Hususî : Özel Hüsn-Ü Âkıbet : Güzel Sonuç, İmanlı Bir Şekilde Ölme İnâyet-İ İlâhiye : Allah’ın İnâyeti, Yardımı İttihad : Birleşme Kader : Allah’ın Meydana Gelecek Hâdiseleri Olmadan Önce Bilmesi, Takdir Etmesi, Plânlaması Kaderin Fetva Vermesi : Cüz’î İradeyle Şer Ve Kötülüğün Tercih Edilmesine Karşılık Allah’ın Kullarına Şer Neticeleri Takdir Etmesi Kâfi : Yeterli Lisan : Dil Mazhar : Nail Olma, Erişme Mecmu : Toplam, Bütün Medar : Sebep, Vesile Meşveret : Bir İşin Çözümü İçin Toplanan Bir Meclisin Birbirlerine Danışıp Görüşmeleri Mevâki-İ Mübareke : Mübarek Mevkiler, Yerler Muhafaza : Koruma Mukadderat : Allah Tarafından Takdir Olunmuş İleride Meydana Gelecek Haller Ve Olaylar Mukaddesât : Mukaddes Olan Şeyler, Kutsal Değerler Muzafferiyet : Galibiyet, Üstünlük Nam : Ad Rahmet : İlâhî Şefkat Ve Merhamet Risaletü’n-Nur : Risale-İ Nur’un Diğer Bir Adı Ruhanî : Ruh Âlemine Ait Saadet-İ Ebediye : Sonu Olmayan, Sonsuz Mutluluk Selâmet-İ İman : İman Selâmeti, Sağlamlığı Siyaset-İ Âlem : Dünya Siyaseti Sünuhat Risalesi : Kalbe Doğan Mânâ Ve Hakikatler Anlamına Gelen Üstad Bediüzzaman’ın Bir Eseri Şakird : Talebe, Öğrenci Şerait : Şartlar Tab Edilen : Basılan Tatbik Etmek : Uygulamak Teşmil : İçine Alma, Kaplama Tezahür Etme : Belirme, Görünme, Ortaya Çıkma Umum : Bütün Yekûn : Bütün, Toplam Ziyade : Çok, Fazla |