๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Nurdan Damlalar => Konuyu başlatan: Sefil üzerinde 06 Ekim 2011, 19:01:38



Konu Başlığı: Midesine hükmeden akıl
Gönderen: Sefil üzerinde 06 Ekim 2011, 19:01:38
Midesine hükmeden akıl

Midesine maddî/manevî hükmeden âkil bir insan,nimetleri ve lezzetleri şükür için ister, nimetlerde in’amı ve Mün’im’i görür, mülkten melekûta hızla geçer, akıl midesini hikmet gıdalarıyla doyurur. “Kime hikmet verilmişse ona pek büyük bir hayır verilmiştir” âyetinin senasına mazhar olur.
   
İktisat, genelde az tüketmek ve lezzeti terk etmek manasında anlaşılır. Oysa iktisat, tüketmenin ve lezzet almanın niceliğinden bağımsızdır. Bir bardak su israf edilebilirken, tonlarca suyun iktisatlı kullanılması mümkündür. Şükürsüz tek bir “lokma” israf edilebilirken, şükür, hamd ve sena vesilesi bir “tabak” iktisat olabilir.

Peki, iktisadın keyfiyet ölçüsü nedir?

İktisadın en keyfiyetli tariflerinden biri belki de “Ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese, o vakit leziz şeyleri yiyebilir” 1 cümlesidir. Bu cümle iktisadı emreden “Yiyin, için, fakat israf etmeyin” 2 âyetinin de güzel bir tefsiridir. Âyette, meşrû nimetleri kendilerine yasaklayanlar “yiyin, için” denilerek ikaz edildiği gibi; lezzetleri takip etmenin son sınırı da “israf etmeyin” emriyle belirlenmiştir.
Âyetin ilk kısmı asketizmi, ikinci kısmı ise hedonizmi yasaklamıştır. Hedonizm, iştah gücünün ifrat mertebede kışkırtılmasıdır. Asketizm ise helâl nimetleri bile arzu etmeme derecesinde bir tefrit yoludur. Kur’ân’ın emri ise, iştah gücünün vasat mertebesi olan “iffet” manasında, dengeli bir şekilde kullanılmasıdır. İffet, Allah’ın helâl nimetlerine iştahın olması, haramlarına ise meyil edilmemesidir. İştah gücünü kontrol edip dengeyi yakalayan iffetli biri, Allah’ın nimet sofralarının şakir bir müfettişi makamına çıkar. Bu makamın gereği ise ruhun, kalbin ve aklın cesede, nefse ve mideye hâkim olmasıdır.
“Aklın midesine hâkim olması” ne demektir?
Bu hâkimiyet hem maddî hem de manevîdir. Öncelikle akıl madden mideye hâkim olmalıdır. Bedenin doğru, düzenli ve sağlıklı beslenmesi için aklın mideye hükmetmesi gerekir. Meselâ, Peygamber Efendimiz’in (a.s.m.) “Âdemoğlu, midesinden daha şerli bir kap doldurmamıştır. Belini doğrultacak birkaç lokmacık ona yeter. Yok, birkaç lokma ile yetinmeyip de midesini dolduracaksa hiç olmazsa onu üçe ayırsın: Üçte birini yemeğe, üçte birini suya, üçte birini de nefesine” 3 tavsiyesinde aklın midesine hükmetme dersi verilmiştir. Midesine hâkim bir akıl, onu ne zaman, nelerle, ne ölçüde dolduracağının kararını büyük bir hassasiyetle verendir.
Aklın mideye manevî hâkimiyeti ise yediklerinin, içtiklerinin manasını düşünmesi, tefekkür etmesidir. Aklın gıdası hikmettir. Akıl midesi hikmet gıdalarıyla lezzet alır, doyar. Midesine hâkim akıl, gıdaların hem maddî hem manevî yönüyle ilgilidir. Böyle bir akıl gıdalarda/nimetlerde nimetlendirme kasdını ve o fiilin arkasında Mün’im isminin tecellilerini görür.
Meselâ, bir elma yese, elmanın eşsiz şekline, rengine, tadına, kokusuna dikkat kesilir. Allah’ın Sani, Hâlık, Musavvir, Münevvir, Basir, Lâtif, Kerim, Rahman, Rezzak, Mün’im isimlerinin tecellilerini görmeye çalışır. Bir elmayı yaratan Zatın bütün elmaları, bütün meyveleri, belki bütün mahlûkatı yaratan olduğunu fark eder. Nimet içindeki iltifat lezzetini hissederek, kendini tanıttırmak ve sevdirmek isteyen Rahman-ı Rahim’e hakikî muhatap olmaya çalışır. Zikrederek O’nu hatırlar. Fikrederek O’nu tanır. Şükrederek O’nu sever.
Midesine maddî/manevî hükmeden âkil bir insan, nimetleri ve lezzetleri şükür için ister, nimetlerde in’amı ve Mün’imi görür, mülkten melekûta hızla geçer, akıl midesini hikmet gıdalarıyla doyurur. “Kime hikmet verilmişse ona pek büyük bir hayır verilmiştir” âyetinin senasına mazhar olur.
“Nasıl ki bir yemek mideye girse, o yemek muhtelif âsâba, muhtelif bir sûrette inkısam edip tevzî olunuyor. İlim ile gelen mesâil-i imâniye dahi, akıl midesine girdikten sonra, derecâta göre ruh, kalb, sır, nefis ve hâkezâ, letâif kendine göre birer hisse alır, masseder.” (Sözler, s. 717; Mektubat, s. 318)
“Vicdanın anâsır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan ‘irade, zihin, his, lâtife-i Rabbaniye’ her birinin bir gayetü’l-gàyâtı var: İradenin ibadetullahtır. Zihnin, mârifetullahtır. Hissin, muhabbetullahtır. Lâtifenin, müşahedetullahtır. Takvâ denilen ibadet-i kâmile, dördünü tazammun eder. Şeriat, şunları hem tenmiye, hem tehzip, hem bu gayetü’l-gàyâta sevk eder.” (Hutbe-i Şamiye, s. 143.)
     
Dipnotlar:   
1- Lem’alar, 19. Lem’a, İktisat Risâlesi.
2- A’raf 7/31.
3- Tirmizî, Zühd 47, hadis no: 2381; İbn Mâce, Et’ıme 50, hadis no: 334

MUSTAFA SAİD İŞERİ