๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Nurdan Damlalar => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 20 Temmuz 2009, 01:14:11



Konu Başlığı: Kuşların yüz bin ayrı sesi
Gönderen: Zehibe üzerinde 20 Temmuz 2009, 01:14:11
(http://www.risalehaber.com/images/news/59602.jpg)

Bismillahirrahmanirrahim

Sonra, seyahat-i fikriyede bulunan o meraklı ve terakki ile zevki ve şevki artan dünya yolcusu, bahar bahçesinden bir bahar kadar bir güldeste-i marifet ve İmân alıp gelirken, hayvanat ve tuyûr âleminin kapısı, hakikat-bîn olan aklına ve marifet-âşinâ olan fikrine açıldı.

Yüz bin ayrı ayrı seslerle ve çeşit çeşit dillerle onu içeriye çağırdılar, "Buyurun" dediler.

O da girdi ve gördü ki:

Bütün hayvanat ve kuşların bütün nevileri ve taifeleri ve milletleri, bil'ittifak, lisan-ı kâl ve lisan-ı halleriyle Lâ ilâhe illâ Hû deyip, zemin yüzünü bir zikirhane ve muazzam bir meclis-i tehlil suretine çevirmişler; herbiri bizzat birer kaside-i Rabbânî, birer kelime-i Sübhânî ve mânidar birer harf-i Rahmânî hükmünde Sânilerini tavsif edip hamd ü senâ ediyorlar vaziyetinde gördü. Güya o hayvanların ve kuşların duyguları ve kuvâları ve cihazları ve âzâları ve âletleri, manzum ve mevzun kelimelerdir ve muntazam ve mükemmel sözlerdir.

Onlar, bunlarla Hallâk ve Rezzaklarına şükür ve vahdâniyetine şehadet getirdiklerine kat'î delâlet eden üç muazzam ve muhit hakikatleri müşahede etti.

Birincisi: Hiçbir cihetle serseri tesadüfe ve kör kuvvete ve şuursuz tabiata havalesi mümkün olmayan, hiçten hakîmâne icad ve san'atperverâne ibdâ ve ihtiyarkârâne ve alîmâne halk ve inşa ve yirmi cihetle ilim ve hikmet ve iradenin cilvesini gösteren ruhlandırmak ve ihyâ etmek hakikatidir ki, zîruhlar adedince şahitleri bulunan bir bürhan-ı bâhir olarak, Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun vücub-u vücuduna ve sıfât-ı seb'asına ve vahdetine şehadet eder.

İkincisi: O hadsiz masnularda birbirinden simaca farikalı ve şekilce ziynetli ve miktarca mizanlı ve suretçe intizamlı bir tarzdaki temyizden, tezyinden, tasvirden öyle azametli ve kuvvetli bir hakikat görünür ki, Kâdir-i Külli Şey ve âlim-i Külli Şeyden başka hiçbir şey, bu her cihetle binlerle harikaları ve hikmetleri gösteren ihatalı fiile sahip olamaz ve hiçbir imkân ve ihtimali yok.

Üçüncüsü: Birbirinin misli ve aynı veya az farklı ve birbirine benzeyen mahsur ve mahdud yumurtalardan ve yumurtacıklardan ve nufte denilen su katrelerinden o hadsiz hayvanların yüz binler çeşit tarzlarda ve birer mucize-i hikmet mâhiyetinde bulunan suretlerini, gayet muntazam ve muvazeneli ve hatasız bir hey'ette açmak ve fethetmek öyle parlak bir hakikattır ki, hayvanlar adedince senetler, deliller o hakikati tenvir eder.

İşte bu üç hakikatin ittifakıyla, hayvanların bütün envâı, beraber öyle bir Lâ ilâhe illâ Hû deyip şehadet getiriyorlar ki, güya zemin, büyük bir insan gibi, büyüklüğü nisbetinde Lâ ilâhe illâ Hû diyerek semavat ehline işittiriyor mahiyetinde gördü ve tam ders aldı. (Şualar sh. 108)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK

SEYAHAT-I FİKRİYE : Fikri yolculuk ve seyahat.
TERAKKÎ : Yükselme, ilerleme.
GÜLDESTE-İ MÂRİFET : Allah'ı bir demet (bir miktar) tanıma.
TUYUR : Kuşlar, uçan cisimler.
HAKİKAT-BÎN : f. Hakikatı gören, hakikatı anlayan. Hakikatşinas. Gerçeklere inanan.
MÂRİFETÂŞİNÂ : Bilgili, ilim ve fenlerden haberi olan.
MECLİS-İ TEHLÎL : Tehlil meclisi; #Lâ ilâhe illallah# diyenlerin toplantısı.
KASÎDE-İ RABBÂNÎ : Herşeyi terbiye ve idâre eden Cenâb-ı Hakk'ı öven, metheden şiir.
KELİME-İ SÜBHÂNÎ : Allah'ı kusur ve noksandan tenzih eden kelime.
TAVSİF : Vasıflandırma, birşeyin içyüzü ve özelliklerini anlatma.
SÂNİ : Herşeyi sanatla yaratan Allah.
HAMD Ü SENÂ : Hamd ve övgü. Teşekkür ve medih
KUVÂ : Hisler, duygular, kuvvetler.
ÂZÂ : Organ, bedenin her bir uzvu.
MANZUM : Ölçülü, dizilmiş, sıralanmış, düzenlenmiş, sistemleşmiş; edb. nesir olmayan, şiir.
MEVZUN : Ölçülü, vezinli, tartılı, düzgün.
HALLÂK : Herşeyi yoktan en güzel bir şekilde yaratan.
REZZÂK : Bütün yaratılmışların rızkını veren ve ihtiyaçlarını karşılayan Allah.
VAHDÂNİYET : Allah'ın tek ve benzersiz olup, kusur ve noksanlardan uzak olması.
MUHÎT : İhâta eden, herşeyi kuşatan ve herşeyi içerisine alan; etraf, çevre.
MÜŞÂHEDE : Görme, seyretme, şâhit olma.
TESADÜF : Rastlantı.
HAKÎMÂNE : Her şeyi belli bir gaye ve fayda gözeterek yaparak.
HİÇ : Yok
SAN'ATPERVERANE : f. San'atkârcasına, san'atkârlığına çok kıymet vererek.
İBDÂ : Yoktan eşsiz ve benzersiz yaratma.
İHTİYÂRKÂRÂNE : İsteyerek, seçerek, tercih ederek.
ALÎMÂNE : İlmen bilerek, ilmen vakıf olarak.
İHYÂ : Diriltme, hayat verme.
BÜRHÂN-I BÂHİR : Ap açık, âşikâr delil.
ZÂT-I HAYY-I KAYYÛM : Varlığı ve dirliği her an için olup, gökleri ve yerleri her an için tutan, daimi her şeye her hususta iktidarı yeten Cenab-ı Hak.
VÜCÛB-U VÜCUD : Varlığı gerekli olmak, olmaması imkânsız olmak, varlığı zarurî ve vacib olmak, vazgeçilmez olmak.
SIFAT-I SEB'A : Yedi sıfat. (Hayat, ilim, basar, sem, irade, kudret, kelam.)
MASNÛ : Sanatla yapılmış eşya, varlık.
SÎMÂ : Yüz, çehre.
FÂRİKA : Ayırıcı özellik.
ZİYNET : Süs.
MİZÂN : Terâzi, tartı, ölçü, denge.
TEMYİZ : Birbirinden ayırma, seçme, fark etme.
TEZYİN : Süslemek, donatmak, bezemek.
TASVİR : Bir şeyin özelliklerini anlatarak, gözönünde canlandırma.
KADÎR-İ KÜLL-İ ŞEY : Herşeye gücü yeten, sonsuz kudret sahibi Allah.
ÂLİM-İ KÜLL-İ ŞEY : Herşeyi bilen Allah.
İHÂTA : İçine alma; tam kavrama; kuşatmak.
MİSİL : Benzer.
MAHSUR : Sınırlanmış, etrafı çevrilmiş.
MAHDUD : Sınırlanmış, çevrilmiş. Az sayılı. Hududlanmış.
NUTFE : Duru ve sâfî su; erkek ve dişi üreme hücrelerinin birleşmiş şekli; zigot.
FETH : Açma; başlama; zaptetme, ele geçirme, zafer.
TENVİR : Nurlandırma, aydınlatma.
ENVÂ : Çeşitler, türler, cinsler, nevîler.
ZEMİN : Yer; yüzey, satıh.
MÂHİYET : Birşeyin aslı, içyüzü, esâsı.