Konu Başlığı: Kardeşlerinizle iftihar etmek Gönderen: Hadice üzerinde 14 Eylül 2010, 18:56:57 Kardeşlerinizle iftihar etmek Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirâne iftihar etmektir.
Ehl-i tasavvufun mâbeyninde fenâ fi'ş-şeyh, fenâ fi'r-resul ıstılahatı var. Ben sufî değilim. Fakat onların bu düsturu, bizim meslekte fenâ fi'l-ihvân suretinde güzel bir düsturdur. Kardeşler arasında buna tefânî denilir. Yani, birbirinde fâni olmaktır. Yani, kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup, kardeşlerinin meziyat ve hissiyatıyla fikren yaşamaktır. Zaten mesleğimizin esası uhuvvettir. Peder ile evlât, şeyh ile mürid mâbeynindeki vasıta değildir. Belki hakikî kardeşlik vasıtalarıdır. Olsa olsa bir üstadlık ortaya girer. Mesleğimiz halîliye olduğu için, meşrebimiz hıllettir. Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş olmak iktiza eder. Bu hılletin üssü'l-esası, samimî ihlâstır. Samimî ihlâsı kıran adam, bu hılletin gayet yüksek kulesinin başından sukut eder. Gayet derin bir çukura düşmek ihtimali var; ortada tutunacak yer bulamaz. Evet, yol iki görünüyor. Cadde-i kübrâ-i Kur'âniye olan şu mesleğimizden şimdi ayrılanlar, bize düşman olan dinsizlik kuvvetine bilmeyerek yardım etmek ihtimali var. İnşaallah, Risale-i Nur yoluyla Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın daire-i kudsiyesine girenler, daima nura, ihlâsa, imana kuvvet verecekler ve öyle çukurlara sukut etmeyeceklerdir. Bediüzzaman Said Nursi SÖZLÜK: BİD'A : Dinin aslına uymayan âdet ve uygulamalar. Binaen: -den dolayı, -den ötürü, -için, -dayanarak, yapılarak, bu sebepten. CADDE-İ KÜBRÂ-İ KUR'ÂNİYE : Kur'ân'ın büyük, geniş ve sağlam caddesi. Kur'ân yolu. CİVANMERT : İyiliksever. Cömert. Fedâkâr. Çendan: Gerçi, o kadar, her ne kadar, pek o kadar. DALÂLET : Hak ve hakîkatten, dinden sapma, ayrılma; azma. DUÂ-I MÂNEVÎ : Mânevî duâ. Sözle yapılan mânâ yüklü duâ. ENÂNİYET : Benlik, gurur. ESAS : Temel. Kök. Rükün. şart. Hakikat ve mahiyetler. ESBÂB : Sebepler. FÂZÎLET : Değer; meziyet, ilim, îmân ve irfan itibâriyle olan yüksek derece. FENÂFİ'L-İHVAN : Kardeşlerinde fâni olmak. Kardeşlerinin sevinçleriyle sevinip acılarıyla üzülmek derecesinde onlarla bütünleşmek. FENÂFİ'Ş-ŞEYH : Bütün mânevî kemâlatını şeyhin mânevî şahsiyetinden almak mânâsındaki tâbir. FENAFİRRESUL : (Fenâ fir-resul) Tas: Bütün varlığını Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.) manevî şahsiyetinde yok etmek mânasına gelir. Gavs-ı âzam: 1-Tarikat kurucusu. 2-En büyük gavs, Abdülkadir-i Geylânî Hazretlerinin nâmı. Gaybi: Gayba ait, göze görünmeyenlere ait, gaybla ilgili, hazırda olmayan. HÂDİM : Hizmet eden, hizmetkâr. HAKAİK-I ÎMÂNİYE : Îmân hakîkatleri. Hakk:1-Doğru, gerçek, hakikat. 2-Doğruluk. HALÎLİYE : Samimî dostluk ve kardeşlik. HASLET : Huy, tabiat, karakter, meziyet. HÂSSA : Birşeye mahsus özellik, tesir, his, duygu. Hazret: Saygı, ululama, yüceltme, övme maksadıyla kullanılan tabir. HILLET : Samimî dost. Himaye, himâyet: 1-Koruma, esirgeme, muhafaza etme. 2-Kayırma, elinden tutma. HİSSİYÂT-I NEFSÂNİYE : Nefse âit duygular. HİSSİYÂT-I SÜFLİYE : Alçaltıcı ve nefsin aşağılık istekleri, arzuları. HODFURUŞ : f. Kendini beğendirmeğe çalışan. Övünen. Hod-gâm, hod-kâm: Kendi keyfini düşünen, bencil. HUSUSAN : Bilhassa, özellikle. ISTILAHÂT : Terimler. Belli bir ilim veya mesleğe ait özel anlamlı kelimeler. İ’tirâf: Başkalarının bilmediği gizli bir kusurunu söyleme, kendisi için iyi sayılmayacak bir hali gizlemeyip söyleme. İdâme: Devam ettirme, sürdürme. Devamlı ve daimî kılma. İFTİHÂR : Övünme; başkasının iyi bir hâli ile sevinme. İHLÂS : Yapılan ibâdet ve işlerde hiçbir karşılık ve menfaati, hakîki ve esas gaye etmeyerek, yalnız ve yalnız Allah rızâsını esas maksat edinmek. İhlâs:Hâlis, içten, samimi, riyasız, karşılıksız sevgi ve bağlılık İHSANÂT-I İLÂHİ : Allah'ın iyilikleri, bağışları. İKTİZÂ : Gerekme, gerektirme, lazım gelme, işe yarama, icab etme. İltifât: Güzel sözler söyleyerek birini samimi olarak okşama. İttihâd: Birleşme, birlik oluşturma, bir olma, birlik oluşturup ikiliği ortadan kaldırma, birlik. KEDER : Üzüntü, tasa, kaygı. KERÂMET : Allah'ın ihsanıyla velîlerin gösterdikleri adet dışı, olağanüstü haller. Kerâmet: 1-Kerem, lutuf, ihsan, bağış. 2-İkram, ağırlama. 3-Allah'ın velî kullarında görülen olağanüstü haller veya tabiatüstü hadiseler. 4-Ermişçesine yapılan iş, hareket veya söylenen söz, fikir. KUDSÎ : Mukaddes, yüce, temiz. Kusursuz ve noksansız. LÂAKAL : En az, hiç değilse, en azından. Lâtîf: 1-Allah'ın güzel isimlerinden. 2-Yumuşak, hoş, güzel, nazik, narin. 3-Cismani olmayan, ruhla ilgili, ruhanî. 4-Tatlı, şirin. MÂBEYN : Ara; iki şey arası. Mâbeyn: Ara, aralık, iki şeyin arası. MAKBUL : Kabul edilmiş olan, geçerli. Mânen: İç varlık bakımından, duyguca, gönülce, yürekçe, ruhça, mâna itibarıyle, mânaca. MÂNİ : Engel. Ma'sûm-âne:Masumca, masum olana yakışacak surette, suçsuz, günahsız bir şekilde. MENÂFİ-İ CÜZ'İYE : Cüz'i, küçük menfaatler. Az bir fayda. Menfaat: Fayda, kâr, gelir, ihtiyaç karşılığı olan şey. MES'UL : Sorumlu. MEŞREB : Âdet, huy, yaratılış, ahlâk; takip edilen usûl, yol. MEZİYET : İyi ve doğru hareket; üstünlük vasıfları. MEZKÛR : Sözü edilen, zikredilen, bahsedilen. Mu'cize-vârî: Mucize gibi. MUKABİL : Karşı, karşılık olarak, bedel. Mukâbil: Karşı, karşılık, muâdil. Muvaffakiyet: Allah’ın yardımıyla başarılı olma, muvaffak olma, başarma. MUZIR : Ziyan veren, zararlı, zarara sokan. MÜKELLEF : Yükümlü, vazifeli. Bir şeyi yapmaya mecbur olan. MÜRİD : Tarîkat öğrencisi, bir şeyhe bağlı kişi. Müteallikât: İlgili, alakalı. NEFS-İ EMMÂRE : Kötülüğü teşvik eden, emreden nefis. NEHY-İ İLÂHÎ : Allah'ın yasaklaması. NOKTA-İ İSTİNAD : Dayanak noktası, dayanma yeri. Nokta-i istinâd: Dayanak noktası, güvenme ve itimat noktası. Rızâ-yı İlâhi: Allah’ın rızası, hoşnutluğu. Riyâ:1-İki yüzlülük, yalandan gösteriş, samimiyetsizlik. 2-İnsanlardan sağlayacağı maddî veya manevî çıkar düşüncesiyle iyilik yapma veya iyi olma temayülü, eğilimi. RİYÂKÂRÂNE : Gösteriş yaparcasına. İki yüzlüce. SÂFÎ : Temiz, pâk, duru SAKÎL : Ağır, can sıkıcı, çirkin. Samîmiyet:1-Samimîlik, içtenlik. 2-Teklifsizlik. SAVLET : Saldırı. SIRR : Gizli hakikat. Gizli iş. Herkese söylenmeyen şey. Sırr: Gizli tutulan, kimseye söylenmeyen şey, gizli iş veya söz. SUFİ : (C.: Sufiyyun) Tasavvuf ehli. Sofu. SUKÛT : Değerden düşme, düşüş, alçalış. ŞÂKİRÂNE : Şükrederek. ŞEFAATÇİ : Af için sebep ve vesîle olması ümit edilen. ŞEREF : Yükseklik, yücelik. Büyüklük. TAARRUZ : Sataşmak, ilişmek, saldırmak. Tahattur:1-Hatırlama, hatıra getirme. 2-Unutulduktan sonra hatırlanan şey. Tarassudât: Gözlemeler, gözetmeler TARÎK-I HAKİKAT : Hak ve hakikat yolu. TASAVVUF : Kalbi, dünyanın fâni işlerinden ayırıp, Allah sevgisi ile bağlamak. TASAVVUR : Birşeyi zihinde şekillendirme; düşünce, tasarı; tasarlama. TAZYİKAT : Baskılar, zorlamalar, sıkıştırmalar. Tazyîkât: Tazyikler, baskılar, zorlamalar, sıkıştırmalar. TECÂVÜZ : Haddini aşma; söz veya hareketle ileri gitme, saldırma. TEFÂNÎ : Fikrî ve ahlâkî kaynaşmak, birbirine fani olmak kardeşinin meziyet ve hissiyatını fikren yaşamak. Tercîh: Bir şeyi diğerlerinden üstün tutma, öne alma, seçme, daha çok beğenme. Tesânüd: Dayanışma, birbirine dayanma, birbirinden destek alma, omuzdaşlık. Tesellî: Avutma, acısını dindirme, güzel sözler söyleyerek rahatlatma. Teveccüh: 1-Yüzünü bir yöne çevirme, yönelme, yöneliş. 2-Hoşlanma, güler yüz gösterme, iltifat etme. Teveccüh: 1-Yüzünü bir yöne çevirme, yönelme, yöneliş. 2-Hoşlanma, güler yüz gösterme, iltifat etme. UBÛDİYET : Kulluk, kölelik, kul olduğunu bilip Allah'a itaat etme. UHREVÎ : Ahirete dâir, öteki dünyaya âit. Uhuvvet-i hakîkiye: Hakikî, gerçek kardeşlik. UMÛR-U HAYRİYE : Hayırlı işler. Ümmî: Okuma yazması olmayan, okumamış. ÜSSÜ'L-ESAS : Esasların esâsı, en büyük temel, hakiki ve sağlam temel. Üstâd: Bir ilim veya sanatta üstün olan kimse. 2-Öğretici; muallim, öğretmen, usta, san'atkâr. 3-Maharetli, tecrübeli, usta. Vâsıta: İki şeyi birbirine bitiştiren üçüncü. Aracı. VAZİFE-İ ÎMÂNİYE : İmânla ilgili vazife. VESÎLE-İ MAKASID : Asıl maksada götüren vesîle, vasıta. Zâhir: Görünen, görünücü. Açık, belli, meydanda… ZİYÂDE : Fazla, çok. |