Konu Başlığı: Imkân ve hudus Gönderen: Sefil üzerinde 09 Ağustos 2010, 12:30:05 Imkân ve hudus hakkında bilgi verir misiniz?
“Âlem, mütegayyirdir. Her mütegayyir, hâdistir. Her bir hâdisin, bir muhdisi, yani mûcidi var. Öyle ise bu kâinatın kadîm bir mûcidi var.” Sözler İmkân ,“var olmakla olmamanın eşitliği”, hudus ise “sonradan meydana gelme.” demektir. Mümkin, “var olmasiyla yoklukta kalması eşit olan”, hâdis “sonradan meydana gelen” manasına gelir Allah’ın varlığı vâcip ve ezelî, mahlukatın varlığı ise mümkin ve hâdisdir. Vâcip, olması zarurî, olmaması muhal demektir. Mümkin, olup olmama hallerinden her ikisini de kabul edebilen, yani var olabildiği gibi yoklukta da kalabilen mânâsına gelir. Bir mümkin varlık sahasına çıkmışsa, onun var olması yoklukta kalmasına tercih edilmiş demektir. Bu tercih ise ancak varlığı vâcip olan Allah’ın iradesiyle gerçekleşir. Bütün mahluklar, mümkin olmaları yönüyle birbirine eşittirler; birbirinin yaratıcısı olamazlar. İlâhî irade, bir mümkini varlık sahasına çıkarmayı dilediğinde, onu yokluktan kurtarır, var eder. Bu sonradan oluşa “hudus” ve bu özelliğe sahip olanlara da “hâdis” denilir. Her mahluk “hâdis”tir, yani sonradan ihdas edilmiş, varlığa kavuşmuştur. Mümkinlerin yaratıcısı ancak vâcip olabileceği gibi, hâdis olanları yaratan da ancak ezelî olabilir. İmkân ve hudus hakikatleri, böylece vücub ve ezeliyeti gösterirler. “Âlem, mütegayyirdir. Her mütegayyir, hâdistir. Her bir hâdisin, bir muhdisi, yani mûcidi var. Öyle ise bu kâinatın kadîm bir mûcidi var.” (Sözler) Müteğayyir, “değişen, başka bir hâle, ayrı bir mahiyete giren” demektir. Bir şeyin değişmesi, onun vâcip ve ezelî olmayıp, mümkin ve hâdis olduğunu gösterir. Meselâ, su ve toprak değişerek bir sebze hâline geliyorlar. Bu hâl gösteriyor ki, o su ve toprak da daha önceleri bir değişime uğrayarak bugünkü hallerini kazanmışlardır. Nitekim dünya güneşten koptuğunda ortada ne su vardı, ne toprak. Yediğimiz sebze de değişimini sürdürüyor; insan bedenine geçtiğinde et, kan ve sair şeylere dönüşüyor. Bu değişme istikbale doğru da devam edip gidiyor. Demek ki, mümkin ve hâdis olan maddeyi, hâlden hâle çeviren ve muhtelif vazifelerde çalıştıran vâcip ve ezelî bir Hâkim var. O hâkim ise ancak Allah’tır. Nur Külliyatında imkân meselesi, sadece var olup olmama şıklarına tahsis edilmez; çok daha geniş bir açıdan ele alınır. “...Her mevcud; mahsus bir zât ve muayyen bir suret ve mümtaz bir şahsiyet ve has sıfatlar ve hikmetli keyfiyetler ve maslahatlı cihazlar ile dünyaya gönderiliyor.” (Şuâlar) “Mahsus bir zât” ifadesinden başlayalım. Açıklamalarımızı herhangi bir varlık, meselâ, bir güvercin üzerinde yapalım: İlâhî ilimde, her varlığın ayrı bir mahiyeti vardır. Bu “mahiyetler âlemi” sonsuzdur. Bu ilmî vücutlar, yaratma fiiliyle haricî vücut giyerler ve her biri ayrı bir zât olarak bu âlemde boy gösterir. İşte bu güvercinin zâtı da, sonsuz yollardan bir yol ile ortaya çıkmıştır. Sonsuzda bir olan bu mevcut hâlin tercihi, elbette bir irade ile olmuştur ve Allah’ın varlığını ispat eder. “Muayyyen suret” kelimesini de aynı şekilde değerlendirebiliriz. Bilindiği gibi, mâhiyetler suretlerle tezâhür ederler. Yine güvercin misâline dönelim: Bu hayvanın mahiyeti, şu bildiğimiz şeklin dışında sonsuz denecek kadar çok şekillerden biriyle de kendini gösterebilirdi. Ama onların hiçbiri, onun zâtına uygun düşmezdi ve onun için faydalı olmazdı. O nazik hayvanın, o hassas ruhuna, bir kaplân yahut bir öküz suretinin yaraşmayacağı ve böyle bir bedenden onun fayda göremeyeceği açıktır. İşte, zâtlara en uygun suretleri giydirmek de, yine bir tercih, bir irade, bir ilim işidir ve ancak Allah’a mahsustur. Tabiri caizse, imkân dairesinde bulunun “sonsuz kadar sonsuz” yollardan o varlık için en uygun olan zâtın, suretin, sıfatların, organların verilmesi, Allah’ın varlığını her akıl sahibine bütün açıklığıyla ve berraklığıyla okutur. |