๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Nurdan Damlalar => Konuyu başlatan: Sefil üzerinde 08 Ağustos 2010, 16:16:45



Konu Başlığı: Hayat ve rahmetin doğrudan yaratılmaları
Gönderen: Sefil üzerinde 08 Ağustos 2010, 16:16:45
Hayat, nur, vücud ve rahmetin perdesiz ve doğrudan yaratılmalarını örneklerle açıklar mısınız?


“Kâinatta en mühim hakikat ve en kıymetdar mahiyet; nur, vücud ve hayat ve rahmettir ki, bu dört şey perdesiz, vasıtasız, doğrudan doğruya kudret-i ilâhiye ve meşiet-i hâssa-i ilâhiyeye bakar.”

Lem’alar

Nur, “aydınlık, iman, ışık” demektir, zıddı “zulmet”tir. Vücut, “varlık.”; hayat, “canlılık, yaşama, diri olma.”; rahmet, ise “acımak, şefkat etmek, merhamet etmek” manasına gelirler.

Nur denilince, hatıra Nur müellifinin “İman hem nurdur hem kuvvettir,” vecizesi gelir. Saad Taftazanî, imanı “cüz’i ihtiyarinin sarfından sonra kalbe ilka edilen bir nur,” şeklinde tarif eder. Tarifte geçen “cüz’i ihtiyarinin sarfı” meselesine, Nur Külliyatı’ndan İşarat-ül İ’caz adlı eserde, şöylece açıklık getirilir:

“İman, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın tebliğ ettiği zaruriyat-ı diniyeyi tafsilen ve zaruriyatın gayrisini icmalen tasdik etmekten hasıl olan bir nurdur.” (İşarat-ül İ’caz)

İmana ermek için, cüz’î iradenin sarf edilmesi bir ön şart ise de bu, ağacın meyveye sebep olması gibi değildir. Yani biz irademizi sarf ederek iman yoluna teveccüh etmekle kalbimize imanın yerleşmesi noktasında fazla bir şey yapmış olmuyoruz. Gözünü açan bir insan, “ben şu görünen eşyayı kendi kudretimle gözümün içine soktum,” diyemeyeceği gibi, basiret gözünü açan bir insan da imanın kalbe yerleşmesi noktasında fazla bir şey yapmış değildir. İman, “kalbe ilka edilen bir nurdur” ve bu nuru o kalbe ihsan eden ALLAH’tır.

İman nur olduğu gibi ilim de nurdur, hidayet de nurdur. Bütün bunlarda kulun cüz’î iradesini hayra sarf etmesi şart kılınmıştır, ama bunları kul kendi iradesiyle yapıyor değildir.

Vücud’a gelince, bunun sebepsiz yaratıldığı açıktır.

Biz genellikle, bedene “vücut” dediğimiz için, vücudun sebepsiz yaratıldığını anlamak biraz zorlaşıyor. Aslında, “vücut” varlık demektir, zıddı ise “adem,” yani yokluktur. Varlığa sebep aradığımızda karşımıza sadece “yokluk” çıkar. Yani, “vücut” ya sebepsiz olarak doğrudan yaratılmıştır, ya da eşyanın var olmalarına “yokluk” sebep olmuştur. Bu ikinci şıkkın akıldan uzaklığı açık olduğuna göre, birinci şıkkın doğruluğu kesindir.

İlâhî iradenin mahlukatı yaratmaya teveccüh etmesiyle, ilk mahluk olarak Nur-u Muhammedî yaratılmıştır. İlk varlık, ilk mevcut o nurdur. Ve o nur, ışığın güneşten süzülmesi gibi ortaya çıkmamış, doğrudan yaratılmıştır. Onun yaratılmasında hiçbir maddî sebep söz konusu değildir. O nur, ALLAH’ın dilemesiyle yoktan yaratılmıştır.

Hayatın da sebepsiz yaratıldığı malûmdur. Bilim adamları, hayata bir sebep tayin edemiyor, sadece hayatın ortaya çıkmasında ön şart olarak ilâhî iradeyle tespit edilen tabiat kanunlarını, elementleri, mevsimleri sıralamaktan öteye gidemiyorlar.

Rahmet de sebepsizdir. Bu konuda Nurlardan bir nakil yapmak isterim:

“Şu hadsiz kâinatı şenlendiren, bilmüşahede rahmettir. Ve bu karanlıklı mevcudatı ışıklandıran, bilbedahe yine rahmettir. Ve bu hadsiz ihtiyacat içinde yuvarlanan mahlukatı terbiye eden, bilbedahe yine rahmettir. Ve bir ağacın bütün heyetiyle meyvesine müteveccih olduğu gibi, bütün kâinatı insana müteveccih eden ve her tarafta ona baktıran ve muavenetine koşturan, bilbedahe rahmettir...” (Sözler)

Cansızların yokluktan kurtulup var olmaları kendi gayretleriyle değil, ancak ilâhî rahmetle olduğu gibi, bitkilerin de cansız olmayıp yarı canlı olmaları yine herhangi bir sebeple değil sadece rahmet iledir. Hayvanların bitkilerden üstün kılınmaları ve nihayet insanın arza halife olması da sırf rahmettir.