๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Nurdan Damlalar => Konuyu başlatan: Sefil üzerinde 04 Ağustos 2010, 21:37:24



Konu Başlığı: Hak isminin şuaları
Gönderen: Sefil üzerinde 04 Ağustos 2010, 21:37:24
Belki bütün hakaik-i kâinat, o mahiyetin Esma-i Hüsnasından olan Hak isminin şualarıdır.” (Mektubat) Ne demektir?


Hak ismi için şu manalar verilmektedir:

“Zâtı vacip olup, varlığı gerçek olan”

“Değişmekten münezzeh olan”

“Zâtı ile kaim, vacip ve değişmez olan”

Hak isminin en yaygın mânâsı, ‘değişmekten münezzeh’tir. ALLAH’ın zâtı gibi sıfatları da haktır, bunlar için bir değişme söz konusu olamaz.

ALLAH, Kadîm’dir evveli yoktur. Bu daima böyledir, bu hakikatte bir değişme düşünülemez.

ALLAH Bâkî’dir, âhiri yoktur; bunda da bir değişme söz konusu olamaz.

Bütün İlâhî sıfatlar için de aynı şeyler söylenir. Ve bu değişmez sıfatların sahibi olan ALLAH’ın, Mukaddes zâtında da bir değişmenin olamayacağı bilinir.


 GERÇEK NEDİR?

Sözlükte, “hak” için; “gerçek”, “doğru nesne”, “sıdk”, “vâki” gibi mânâlar veriliyor. Ve “hak”ın zıddının, “bâtıl” olduğu belirtiliyor. Bâtıl; yâni, yanlış inanç, hatalı düşünce, doğru olmayan fikir.

“Hak, hükmün vakıa (mevcut ve var olana) mutabakatıdır (uygunluğudur). Mukabili (zıddı) bâtıldır.”

“Hak, inkârı câiz olmayan sâbite denir.”

Bu tariflerin ortak noktası; hakkın (yâni gerçeğin) şahıslara göre değişmediği, aksine, belli bir esasa dayandığıdır. Tariflerde, bir “vâki” ve “sâbit”ten söz ediliyor. Ve verilen hükmün, ancak ona uyması, onunla mutâbık olması hâlinde “hak” olacağı ve gerçeği ifade edeceği belirtiliyor.

“Güneş, dünyadan kaç defa büyüktür?” sorusuna, “Bir milyon üçyüz bin defa!” diye cevap verdiğimiz takdirde, gerçeği söylemiş oluruz.

Bu değişmez gerçeğe rağmen, bütün insanlar bir araya gelseler ve tek bir rakamda birleşseler, meselâ, “Güneş Dünyadan bin kat büyüktür” deseler gerçeği değiştiremezler.

Demek ki fen sahasında; herkesin kendi keyfine göre bir “hak telâkkisi”, bir ‘gerçek anlayışı’ olamıyor. Söylenen söz, kâinat kitabıyla karşılaştırılıyor. Ona uygunsa, “gerçek” oluyor.

Şimdi, gerçek için verdiğimiz tariflerin ışığında şöyle düşünmeliyiz:

ALLAH’ın kutsî zâtı ve sıfatları, vâkide nasılsa, insan onu öylece bilmelidir. Aksi halde, bütün sözleri bâtıl ve safsata olur.

Şu sınırlı aklın, bütün sıfatları sonsuz olan ALLAH’ı hak üzere bilmesi için tek yol vardır:

“ALLAH’ı kendi bildirdiği gibi bilmek.” İndirdiği kitapları okuyarak ve gönderdiği Peygamberleri dinleyerek.

İnsanın bu konuda vereceği hüküm, ancak böylece “gerçek” olabilir. Bunun dışındakiler bâtıl ve yanlış olmaktan öteye gidemez.

Sözün kısası: Kâinat O’nun mülkü, Kur’an O’nun kitabı ve insan O’nun kulu... Bu kul, fizik sahasında konuşuyorsa, sözleri ‘kâinat kitabı’na uygun olacak, İlâhî hakikatlardan söz ediyorsa, ‘İlâhî Ferman’a uyacaktır.

Prof. Dr. Alaaddin Başar