๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Nurdan Damlalar => Konuyu başlatan: Sefil üzerinde 06 Ekim 2011, 13:21:52



Konu Başlığı: Eğer din, sadece vicdana sıkıştırılırsa
Gönderen: Sefil üzerinde 06 Ekim 2011, 13:21:52
Eğer din, sadece vicdana sıkıştırılırsa...    
   
Eğer her kemale muhit olan din-i İslâmî yalnız vicdana sıkıştırılsa, din bir tarafta kalır ve hamele-i şeriat tebâiyet hükmüyle geri kalarak gitgide inhitat ederek o şecere-i zakkum [dinsizlik] müsait zemin bulacaktır.
 
Bu zaman-ı hürriyette kasır, şevk ve muhabbet olacaktır. Ve o şevk-i hakikîyi tevlit eden, vicdanlarından çıkan seda-i diyanettir. Ve onu tehyiç eden hasiyet, ruhanî manyetizmaya malik olan şeriat-ı Ahmediyenin emr-i nafiziyle olacaktır. Kürdistan, Arabistan, Arnavutluk’ta gezenler, bu müddeada tereddüt etmezler. Onların ezhanını ruhanî manyetizma ile manyetizmlendirmek ancak şeriat namıyla olacaktır. Marazımızı teşrih edelim, ona göre devâ arayalım.
Marazımız atalet, cehalet ve muhalefet-i şeriatla hâsıl olan sû-i ahlâk ve onların neticeleri olan fakr u zaruret ve irtikâb-ı hile ve başka nam ile sirkat-ı alenîdir. Âlem-i medeniyet, bu seyyiatın izalesini bizden istiyorlar. Diyaneti zayıflaştırmakla tedavi, parmaktaki cerihanın tedavisi için göz çıkarmaya benzer. Zira milletin kalp hastalığı zaaf-ı diyanettir.
Hulâsatü’l-hulâsa: Meşrûtiyet, seyf-i elmas-ı şeriatı elde tutmak zarurîdir; tâ ki, üç şecere-i zakkumu esasıyla kessin, o üç define-i cevahiri veyahut Şecere-i Tubayı muhafaza etsin.
• Birinci şecere-i zakkum, Avrupa’nın hakkımızda zann-ı fasidi ve onun semeresi olan hiss-i nefret ve merhametsizlik ve şematettir. Zira İslâmiyetin mâni-i terakki ve müsaid-i istibdat olduğunu hataen zannetmişlerdi.
• İkinci şecere-i zakkum, maden-i ahlâk-ı seyyie ve medeniyetin en büyük seyyiesi olan dinsizliktir. Bu şecere-i zakkumun zemin-i şûresi budur ki, eğer her kemale muhit olan din-i İslâmî yalnız vicdana sıkıştırılsa, din bir tarafta kalır ve hamele-i şeriat tebaiyet hükmüyle geri kalarak gitgide inhitat ederek o şecere-i zakkum müsait zemin bulacaktır. Zira herkes tebaî ve sathî nazarıyla dine nazar ederek dikkatsizlik ve taassup ile dine karışmış olan bazı hikâyat-ı İslâmiye ve teşbihat-ı İsrailiyat ki, bazı avam-ı nâs onları akide ve hakikat ve İslâmiyetten telâkki etmişlerdir. Onlar da avam gibi akide ve hakikat zannedeceklerinden, fünunlara muhakeme ettikleri vakit kalp hastalığı mesabesinde olan zaaf-ı akideye müptelâ olacaklardır.
• Üçüncü şecere-i zakkum, nifak ile anasır-ı İslâmiyeyi tefrikaya ve efradın kalplerini teşettüte ve efkâr-ı umumiyeyi çatallaştırmaya ve hükûmeti izmihlâle verecektir. Zira en âmî ve cebîn, en has ve cesur gibi hiss-i diyanetle mütehassıs, din namıyla ne telkin olunsa ruhunu feda eder. Hubb-i vatan ve sırf hubb-i millet ve saadet-i dünyevî olan hissiyatlar ancak binden bir tane, hakkıyla mütehassis oluyor. Ve muhtesler de hubb-i vatan ve millet içinde diyanet ve şevket-i İslâmî ve şerayi-i dinî mülâhazasıyla mütehassis oluyor. Demek din vasıtasıyla olmazsa, şahs-ı manevî olan hükûmet, avam-ı nâs nazarında münafık veya mürtet gibi olacak ve hayatımız olan ittihat ve ruh-u hükûmet olan itaat, “ehven min beyti’l-ankebut” olacaktır. Bir asker hiss-i hakikî-i vicdaniyattan ârî farz edilse, kâr u zârda ne fedakârlık gösterecek!
Eğer şeriat tecessüm ve temessül etse idi, istibdadı şeytan gibi tel’in edecekti. Şeriatı bertaraf bırakmayınız; tâ istibdat pis eliyle vücudunu lekedar etmesin.
Eski Said Dönemi Eserleri, Makalat, s. 31