๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Nurdan Damlalar => Konuyu başlatan: Sefil üzerinde 18 Ekim 2011, 02:12:15



Konu Başlığı: Dîlden dile
Gönderen: Sefil üzerinde 18 Ekim 2011, 02:12:15
Dîl’den dil’e    

İnsan kafası ile düşünür, kalbi ile duyar (yani hisseder), ağzı ile de konuşur. İnsan ağzı ile konuşur, ama ağızdan çıkan sözlerin kaynağı kalptir. Dil, kalpten çıkanı dile getirir. Dîl kelimesi, Farsça “kalp” anlamına geldiği için, duygu ve düşünceler için “Dîl’den dile aktarılır” diyebiliriz.
 
Ne var ki, dilden çıkanlar her zaman kalpten çıktığı gibi saf ve berrak olmuyor. Hatta git gide dil kalbe yabancılaşıyor. Kalp, dilin dilinden anlamaz hale geliyor. Duygular da kalpten saf ve çıplak olarak çıkar. Sonra, dile kadar gelip kelâm libasını giyer. İşte bu süreçte bir takım değişikliklere uğrar, bazen de asıl manasını kaybeder. Tıpkı, kulaktan kulağa oyununda olduğu gibi.
Hani bir oyun vardır, birisinin kulağına bir kelime söylenir. O yanındakine fısıldar, o da kendi yanındakine. Böylece aynı kelime orada bulunanların hepsinin kulağına fısıldanmış olur. Ama son kişiye varıncaya kadar o kelime bambaşka bir şekil alır. İlk söylenen kelime ile bir ilgisi kalmaz. Kalp ile dil arasındaki iletişim de çoğu kez böyle bir hal alır. Dilden dökülenler kalbin muradını pek yansıtmaz. O yüzden insan her zaman kalbinden geçenleri ve hissettiklerini ifade etme imkânı bulamaz.
Bu durumdan Mehmed Âkif de yakınmaktadır:
“Ağlarım ağlatamam; hissederim, söyleyemem,
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzarım.”
Mehmed Âkif’in dediği gibi, eğer kalbin kendi dili olsa da düşündüklerini dilin tercüme etmesine gerek kalmadan doğrudan ifade edebilseydi, gerek edebiyatta, gerekse insanlar arasındaki ilişkilerde çok daha farklı gelişmeler ve güzellikler ortaya çıkardı.
Bediüzzaman Hazretleri: “Mâden-i kelâm olan kalp ise, lisandan uzak ve ecnebîdir. Ve çok defa lisan kalbin dilini tamamen anlamıyor. Lâsiyemma kalp, bazen meselenin derin yerlerine (kuyu dibi gibi) tın tın ederse, lisana işlemez. Nasıl tercümanlık eder?” diyor.
Kalp ile dil arasındaki yol ne kadar kısa, ne kadar düzgün ve temiz olursa, manalar da o kadar az değişikliğe uğrar. Onun için sadece kalp temizliği yetmez, insanın taşıdığı diğer duygu ve lâtifelerin de temiz olması gerekir. Bu da ancak iman-ı tahkikînin bütün lâtifelere nüfuz etmesi ile mümkün olur.
Yine Üstâd Hazretleri, iman-ı tahkikînin önemini izah ederken, şöyle der: ”İman-ı tahkikî yalnız akılda durmaz, belki hem kalbe, hem sırra, hem öyle letâife öyle sirayet ediyor ve kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemez.”
Dem ve damarlara, akıl, fikir, hayal ve adını koyamadığımız diğer lâtifelere kadar işleyen iman nurları, kalpten çıkan manaları da nurlandırır, onları kirlenmekten ve bozulmaktan korur. Duygular bir değişikliğe uğramadan dile kadar ulaşır. Dil de o duygu ve düşünceleri doğru bir şekilde tercüme eder. Onun için dilin dinden ders alması gerekir.
Dinden ders almayan dil, her an yanlışa ve yalana kayabilir. Zira “Dilin kemiği yoktur”. Dili doğru istikamette tutan, dinden aldığı tahkikî iman dersleridir. Yoksa, dinden uzaklaşan dil, hakikatlerden de uzaklaşır.
 
 
ABDİL YILDIRIM