๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Nurdan Damlalar => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 23 Ocak 2011, 15:51:39



Konu Başlığı: Bekaya Mazhar Olmak
Gönderen: Ekvan üzerinde 23 Ocak 2011, 15:51:39
BEKAYA MAZHAR OLMAK

Bâkînin âyineleri Bâkînin rengini, hükmünü alması ve bir nevi bekàya mazhar olması ne demektir?

Bir ayna parçası yüzünü Güneşe çevirdiği sürece, içinde bir Güneş daimi olarak kendini gösterecektir. Ama bir taş parçasının içinde Güneş yoktur. Zira taş parçası ayna olma özelliği kazanmamıştır.

İşte insan da taş gibi değil ayna gibi olmalıdır. Nitekim bir hadisi kudside mealen; "Ben yere ve semavata sığmadım, mümin kulumun biricik kalbine sığdım."  ifadesi de mümin kalbinin ayna özelliği kazandığını bize ifade etmektedir. Ona ayna olmanın yolu da Onun muhabbetini kazanmaktan ve marziyatını yerine getirmekten geçer. Yani onun istediği gibi yaşamamızdan geçer. Nitekim Üçüncü Lem'a'nın son cümleleri de bize bunu öneriyor. Şöyle ki:

"Şu mesele münasebetiyle deriz: Ey insanlar! Fâni, kısa, faydasız ömrünüzü bâki, uzun, faydalı, meyvedar yapmak ister misiniz? Madem istemek insaniyetin iktizasıdır; Bâkî-i Hakikînin yoluna sarf ediniz. Çünkü Bâkîye müteveccih olan şey, bekànın cilvesine mazhar olur..."

"Madem her insan gayet şiddetli bir surette uzun bir ömür ister, bekàya âşıktır. Ve madem bu fâni ömrü bâki ömre tebdil eden bir çare var ve mânen çok uzun bir ömür hükmüne geçirmek mümkündür. Elbette, insaniyeti sukut etmemiş bir insan, o çareyi arayacak ve o imkânı bilfiile çevirmeye çalışacak ve tevfik-i hareket edecek."

"Elhasıl: İnsan çendan fânidir; fakat bekà için halk edilmiş ve bâki bir Zâtın âyinesi olarak yaratılmış ve bâki meyveleri verecek işleri görmekle tavzif edilmiş ve bâki bir Zâtın bâki esmâsının cilvelerine ve nakışlarına medar olacak bir suret verilmiştir. Öyleyse, böyle bir insanın hakikî vazifesi ve saadeti, bütün cihazatı ve istidadatıyla o Bâkî-i Sermedînin daire-i marziyâtında esmâsına yapışıp, ebed yolunda o Bâkîye müteveccih olup gitmektir."(1)

On Birinci Lem'a'da ise Allah'ın muhabbetini nasıl kazanacağımız ifade edilmektedir. Şöyle ki:

"ÜÇÜNCÜ NOKTA: Cenâb-ı Hakkın hadsiz merhameti olduğu gibi, hadsiz bir muhabbeti de vardır. Bütün kâinattaki masnuatın mehâsiniyle ve süslendirmesiyle kendini hadsiz bir surette sevdirdiği gibi; masnuatını, hususan, sevdirmesine sevmekle mukabele eden zîşuur mahlûkatı sever. Cennetin bütün letâif ve mehâsini ve lezâizi ve niamâtı bir cilve-i rahmeti olan bir Zâtın nazar-ı muhabbetini kendine celbe çalışmak ne kadar mühim ve âli bir maksat olduğu bilbedâhe anlaşılır. Madem, nass-ı kelâmıyla, Onun muhabbetine, yalnız ittibâ-ı Sünnet-i Ahmediye (a.s.m.) ile mazhar olunur;  elbette ittibâ-ı Sünnet-i Ahmediye (a.s.m.) en büyük bir maksad-ı insanî ve en mühim bir vazife-i beşeriye olduğu tahakkuk eder."(2)



(1) bk. Lem'alar, Üçüncü Lem'a.

(2) bk. a.g.e., On Birinci Lem'a, Onuncu Nükte.