> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Nurdan Damlalar > Bediüzzaman’ın TBMM’deki konuşması
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Bediüzzaman’ın TBMM’deki konuşması  (Okunma Sayısı 1150 defa)
06 Ekim 2009, 18:07:28
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 06 Ekim 2009, 18:07:28 »





Ankara’da kurulan Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Said Nursi'nin çalışmalarını ve mücadelesini çok yakından takip ediyor ve takdirle karşılıyordu. Mustafa Kemal ve arkadaşları, müteaddit defalar çektikleri telgraflarla Bediüzzaman’ı ısrarla Ankara’ya davet ediyorlardı.

Bediüzzaman Eski Van valisi Tahsin Bey gibi dostlarının da ısrarlı davetleri sonucu, 1922 yılının Kasım ayı ortalarında Ankara’ya gitti.

25 Kasım 1922’de Ankara’ya ayak bastığında Büyük Millet Meclisi’nde düzenlenen resmi hoş geldin merasimiyle karşılandı. Artık Bediüzzaman, bir yandan meclis çalışmalarına katılıyor, bir yandan da milletvekilleriyle önemli konuları tartışıyordu.

Bu arada milletvekillerinin çoğunun namaz kılmadıklarını gören Said Nursi, bir beyanname yayınlayarak namazın önemini anlattı ve onları dinin emirlerine riayet etmeye davet etti. Bediüzzaman’ın bu gayreti milletvekillerinden büyük kısmının yeniden namaza başlaması ile sonuçlanınca, bazı çevreler oldukça rahatsız olmuştu.

Bu beyannameyi Meclis Başkanı Mustafa Kemal de okumuş ve Said Nursi’ye yirmi-otuz milletvekilinin de bulunduğu bir ortamda şöyle demişti: “Biz sizi buraya çağırdık ki sizin yüksek fikirlerinizden istifade edelim. Siz geldiniz, en evvel namaza dair şeyler yazdınız, aramıza ihtilaf verdiniz”. Bediüzzaman da hiddetlenerek: “Paşa! Paşa! Kainatta en yüksek hakikat imandır. İmandan sonra namazdır. Namazı kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur.” diye karşılık vermişti. Bunun üzerine Mustafa Kemal özür dilemiş ve tartışmayı daha fazla uzatmamıştı.

İşte o beyanname:


Bismillahirrahmanirrahim

Bu fakirin bir meselede on sözünü, birkaç nasihatini dinlemenizi rica ediyorum.

1. Şu muzafferiyetteki harikulade nîmeti İlahiye bir şükran ister ki, devam etsin, ziyade olsun. Yoksa, nimet böyle şükür görmezse, gider. Madem ki Kur'an'ı Allah'ın tevfikıyla düşmanın hücumundan kurtardınız; Kur'an'ın en sarih ve en kati emri olan salat gibi feraizi imtisal etmeniz lazımdır, ta onun feyzi, böyle harika suretinde üstünüzde tevali ve devam etsin.

2. Alem-i İslamı mesrur ettiniz, muhabbet ve teveccühünü kazandınız; lakin, o teveccüh ve muhabbetin idamesi, şeair-i İslamiyeyi iltizam ile olur: Zira, Müslümanlar İslamiyet hasebiyle sizi severler.

3. Bu alemde, evliyaullah hükmünde olan gazi ve şühedalara kumandanlık ettiniz; Kur'an'ın evamir-i katiyesine imtisal etmekle öteki alemde de o nurani güruha refik olmaya çalışmak, al-i himmetlilerin şe'nidir: Yoksa, burada kumandan iken, orada bir neferden istimdad-ı nur etmeye muztar kalacaksınız. Bu dünya-i deniye, şan ve şerefiyle öyle bir meta değil ki, aklı başındaki insanları işba etsin, tatmin etsin ve maksud-u bizzat olsun.

4. Bu millet-i İslamın cemaatleri, her ne kadar bir cemaat namazsız kalsa, hatta fasık da olsa, yine başlarındakini mütedeyyin görmek ister. Hatta, umum Şarkta, umum memurlara dair en evvel sordukları sual bu imiş: "Acaba namaz kılıyorlar mı?" derler. Namaz kılarsa, mutlak emniyet ederler, kılmazsa, ne kadar muktedir olsa, nazarlarında müttehemdir.

Bir zaman, Beytüşşebap aşairinde isyan vardı. Ben gittim, sordum:
"Sebep nedir?"

Dediler ki:

"Kaymakamımız namaz kılmıyordu; öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?" Halbuki, bu sözü söyleyenler de namazsız, hem de eşkıya idiler.

5. Enbiyanın ekseri Şarkta ve hükemanın ağlebi Garbda gelmesi Kader-i Ezelinin bir remzidir ki, Şarkı ayağa kaldıracak din ve kalbdir, akıl ve felsefe değildir. Madem Şarkı intibaha getirdiniz; fıtratına muvafık bir cereyan veriniz. Yoksa, sa'yiniz ya hebaen mensura gider veya sathî kalır.

Ey mebuslar! Muhakkak siz büyük bir günde diriltileceksiniz

6. Hasmınız ve İslamiyet düşmanı İngiliz, dindeki kayıtsızlığ'ınızdan pek fazla istifade ettiler ve ediyorlar. Hatta diyebilirim ki, Yunan kadar İslama zarar veren, dinde ihmalinizden istifade eden insanlardır. Maslahat-ı İslamiye ve selameti millet namına, bu ihmali a'male tebdil etmeniz gerektir. Görülüyor ki, İttihatçıların o kadar azim sebatı ve fedakarlıklarıyla, hatta İslamın şu intibahına da sebep oldukları halde, bir kısmı dinde laubalilik tavrını gösterdikleri için, dahildeki milletten nefret ve tezyif gördüler. Hariçteki İslamlar, dindeki ihmallerini görmedikleri için, onlara takdir ve hürmet verdiler ve veriyorlar.

7. Alem-i küfür, bütün vesaitiyle ve medeniyetiyle, felsefesiyle, fünunuyla, misyonerleriyle alem-i İslama hücum ve maddeten uzun zamandan beri galebe ettiği halde, alem-i İslama dinen galebe edemedi. Ve dahili bütün firak-ı dalle-i İslamiye de, birer kemmiye-i kalile-i muzırra suretinde mahkum kaldığı ve İslamiyet, metanetini ve salabetini sünnet ve cemaatle muhafaza eylediği bir zamanda, laubaliyane Avrupa medeniyet-i habîsesinden süzülen bir cereyan-ı bid'akarane, sînesinde yer tutamaz. Demek, alem-i İslam içinde mühim ve inkılapvarî bir iş görmek, İslamiyetin desatirine inkıyad ile olabilir, başka olamaz, hem olmamış; olmuş ise, çabuk ölüp, sönmüş.

8. Zaafı dîne sebep olan Avrupa medeniyeti sefihanesi yırtılmaya yüz tuttuğu bir zamanda ve medeniyeti Kur'an'ın zaman-ı zuhuru geldiği bir anda, lakaydane ve ihmalkarane müsbet bir iş görülmez. Menfice, tahripkarane iş ise; bu kadar rahnelere maruz kalan İslam, zaten muhtaç değildir.

9. Sizin muzafferiyetinizi ve hizmetinizi takdir eden ve sizi seven, cumhur-u mü'minîndir ve bilhassa tabaka-i avamdır ki, sağlam Müslümanlardır; sizi ciddi sever ve tutar ve size minnettardır ve fedakarlığınızı takdir ederler. Ve intibaha gelmiş en cesim ve müthiş bir kuvveti size takdim ederler. Siz dahi, evamir-i Kur'aniyeyi imtisal ile onlara ittisal ve istinad etmeniz, maslahatı İslam namına zaruridir. Yoksa, İslamiyetten tecerrüd eden bedbaht, milliyetsiz, Avrupa meftunu frenk mukallitlerini avam-ı Müslimine tercih etmek maslahatı İslama münafı olduğundan, alem-i İslam nazarını başka tarafa çevirecek ve başkasından istimdat edecektir.

10. Bir yolda dokuz ihtimal-i helaket, tek bir ihtimal-i necat varsa, hayatından vazgeçmiş mecnun bir cesur lazım ki; o yola sülük etsin. Şimdi, yirmi dört saatten bir saati işgal eden namaz gibi zaruriyatı diniyenin imtisalinde yüzde doksan dokuz ihtimal-i necat var; yalnız gaflet, tenbellik haysiyetiyle, bir ihtimal zararı dünyevî olabilir: Halbuki, feraizin terkinde, doksan dokuz ihtimal-i zarar var. Yalnız, gaflete, dalalete istinad eden tek bir ihtimal-i necat olabilir.

Acaba dine ve dünyaya zarar olan ihmal ve feraizin terkine ne bahane bulunabilir? Hamiyet nasıl müsaade eder? Bahusus, bu mücahidin kumandanlar ve büyük meclis taklit edilir. Kusurlarını millet ya taklit veya tenkit edecek ikisi de zarardır. Demek, onlarda hukûkullah, hukûk-u ibadı da tazammun ediyor. Sırr-ı
tevatür ve icmaı tazammun eden ve hadsiz ihbaratı ve delaili dinlemeyen ve safsata-i nefis ve vesvese-i şeytandan gelen bir vehmi kabul eden adamlarla hakıki ve ciddi iş görülmez.

Şu inkılab-ı azimin temel taşları sağlam gerek. Şu meclisin şahsiyeti maneviyesi, sahip olduğu kuvvet cihetiyle, mana-i saltanatı deruhte etmiştir. Eğer, şeairi İslamiyeyi bizzat imtisal etmek ve ettirmekle mana-i hilafeti dahi vekaleten deruhte etmezse, hayat için dört şeye muhtaç, fakat an'ane-i müstemirre ile günde laakal beş defa dîne muhtaç olan şu fıtratı bozulmayan ve lehviyatı medeniye ile ihtıyacat-ı rühiyesini unutmayan milletin hacat-ı dîniyesini meclis tatmin etmezse, bilmecburiye, mana-i hilafeti tamamen kabul ettiğiniz isme ve resme ve lafza verecek ve o manayı idame etmek için kuvveti dahi verecek. Halbuki, meclis elinde bulunmayan ve meclis tarikıyla olmayan böyle bir kuvvet, inşikak-ı asaya sebebiyet verecektir.

İnşikak-ı asa ise, “Allah'ın dînine ve Kur'an'a hep birlikte sımsıkı sarılın.” (Al-i İmran Sûresi: 103.) ayetine zıttır.

Zaman, cemaat zamanıdır. Cemaatin ruhu olan şahs-ı manevi daha metindir ve tenfîz-i ahkam-ı şer'iyeye daha ziyade muktedirdir. Halife-i şahsi, ancak ona istinad ile vezaifi deruhte edebilir. Cemaatin ruhu olan şahs-ı manevî eğer müstakim olsa, ziyade parlak ve kamil olur. Eğer fena olsa, pekçok fena olur. Ferdin iyiliği de, fenalığı da mahduttur; cemaatin ise gayr-i mahduttur. Harice karşı kazandığınız iyiliği, dahildeki fenalıkla bozmayınız.

Bilirsiniz ki, ebedi düşmanlarınız ve zıtlarınız ve hasımlarınız İslamın şeairini tahrip ediyorlar. Öyle ise, zaruri vazifeniz, şeairi ihya ve muhafaza etmektir. Yoksa, şuursuz olarak şuurlu düşmana yardımdır. Şeairde tehavün, zaaf-ı milliyeti gösterir; zaaf ise, düşmanı tevkif etmez, teşcî eder.

“Allah bize yeter O ne güzel vekildir. (Al-i İmran Sûresi: 173.) • O ne güzel dost ve O ne güzel yardımcıdır.” (Enfal Sûresi: 40.) (Tarihçe-i Hayat sh. 125)

Bediüzzaman Said Nursi


[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Bediüzzaman’ın TBMM’deki konuşması
« Posted on: 29 Mart 2024, 00:06:07 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Bediüzzaman’ın TBMM’deki konuşması rüya tabiri,Bediüzzaman’ın TBMM’deki konuşması mekke canlı, Bediüzzaman’ın TBMM’deki konuşması kabe canlı yayın, Bediüzzaman’ın TBMM’deki konuşması Üç boyutlu kuran oku Bediüzzaman’ın TBMM’deki konuşması kuran ı kerim, Bediüzzaman’ın TBMM’deki konuşması peygamber kıssaları,Bediüzzaman’ın TBMM’deki konuşması ilitam ders soruları, Bediüzzaman’ın TBMM’deki konuşmasıönlisans arapça,
Logged
06 Ekim 2009, 18:07:50
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 06 Ekim 2009, 18:07:50 »

SÖZLÜK:

MÜCÂHİDÎN-İ İSLÂM : İslâm için gayret gösterenler.
EHL-İ HÂLL Ü AKD : Zor meseleleri ve işleri halledip sonuca bağlayanlar.
ŞÜKRAN : Teşekkür etmek, iyilik bilmek, minnettarlık.
TEVFÎK : Allah'ın yardımı, başarılı kılması.
SARİH : Açık.
SALÂT : Namaz.
İMTİSÂL : Uyma, sarılma, yapışma, tutunma.
TEVALİ : Uzayıp gitmek, devam etmek. Birbiri ardınca sıra ile gelmek. Sürmek.
MESRUR : Sevinçli, sürurlu.
TEVECCÜH : Yönelme, sevgi, ilgi.
İDÂME : Devam ettirmek.
ŞEÂİR-İ İSLÂMİYE : İslâmın sembolleri, işaret ve belirtileri. (Dînî kıyâfet, ezan, kurban gibi.)
İLTİZAM : Gerekli bulmak. Taraftarlık.
GÜRÛH : Bölük, cemaat, kısım.
REFİK : Arkadaş, ortak, eş, yardımcı, yoldaş.
ŞE'N : İş, gerek, tavır, hal, birşeyin özelliğinin fiilî görünümü, neticesi ve eseri
MUZTAR : Zaruret içinde, zorlanmış, cebrolunmuş, mecbur.
İSTİMDÂD-I NUR : Nur ve aydınlık için yardım isteme.
DÜNYA-İ DENİYE : Âdi dünya. Aşağı, kıymetsiz dünya.
METÂ : Fayda, menfaat; kıymetli eşya, tüccar malı.
İŞBA' : Doyurma, açlığı giderme.
MAKSUD-I BİZZAT : Asıl maksatlar, esas kasdedilen.
MÜTTEHEM : Suçlanan, kendinden şüphe edilen..
MUKTEDİR : Kuvvetli, iktidar sahibi.
AŞÂİR : Aşîretler, kabîleler.
REMZÎ : Remizli, işâretli olarak.
ŞARK : Doğu.
İNTİBÂH : Uyanıklık, hassasiyet.
FITRAT : Yaratılış, huy, tabiat.
MUVÂFIK : Uygun olan, uyan, kabullenen.
SA'Y : Gayret, çalışma, emek.
HEBÂEN MENSÛRÂ : Boşu boşuna. Faydasız yere.
SATHÎ : Derinliğine dalmadan, görünüşe göre, üst kısım, satıhta.
MEBUS : Seçilen, gönderilen, milletvekili.
MASLAHAT : Fayda, maksat, keyfiyet.
A'MÂL : Ameller, işler, fiiller.
SEBAT : Dayanmak, kararlı olmak.
İNTİBÂH : Uyanıklık, hassasiyet.
TEZYİF : Çürütme, küçük düşürme, küçük görme, alaya alma.
VESÂİT : Vâsıtalar, araçlar, âletler.
FÜNÛN : Fenler.
GALEBE : Üstün gelmek, yenmek, bozmak, çokluk.
FIRÂK-I DÂLLE : Sapık grup, hak yoldan ayrılan fırka.
KEMMİYE-İ KALÎLE-İ MUZIRRA : Az miktarda zarar veren.
METÂNET : Kararlılık, dayanıklılık, sağlamlık.
SALÂBET : Sağlamlık, sertlik.
LÂUBÂLİYÂNE : Saygısızca davranışlar.
MEDENİYET-İ HABÎSE : Pis, çirkin ve kötü medeniyet.
BİD'AKÂRANE : Dinde olmayanı, dine mal etmeye çalışarak.
SÎNE : Göğüs, kalb.
DESÂTİR : Düsturlar, kanunlar, prensipler.
İNKIYÂD : Boyun eğmek, itaat etmek.
ZAMAN-I ZUHUR : Ortaya çıkma zamanı.
LÂKAYDÂNE : Kayıtsız ve ilgisizce, kıymet ve ehemmiyet vermeyerek.
RAHNE : Yara.
MÂRUZ : Birşeyin karşısında ve tesiri altında bulunan, uğrama.
MUZAFFERİYET : Başarı, zafer kazanmak.
CUMHÛR-U MÜ'MİNÎN : Mü'minler toluluğu
TABAKA-İ AVÂM : Halktan okuma yazması ve ilmi az olanların tabakası.
CESÎM : Çok büyük, iri, cüsseli.
EVÂMİR-İ KUR'ÂNİYE : Kur'ân'ın emirleri.
İMTİSÂL : Uyma, sarılma, yapışma, tutunma.
İTTİSAL : Ulaşmak, bitişmek; birbirine dokunmak, yakınlık, bağlılık, kavuşmak.
İSTİNAD : Dayanma, güvenme.
MASLAHAT : Fayda, maksat, keyfiyet.
TECERRÜD : Sıyrılma, soyunma, çıplak olma.
BEDBAHT : Bahtsız, mutsuz, kötü, fenâ.
MEFTUN : Aşık, aşırı bir sevgiyle bağlanmış, tutkun. Fitne ve belâya tutulmuş olan.
FRENK : Avrupalı.
MUKALLİD : Taklid eden. Benzemeğe çalışan.
AVÂM-I MÜSLİMÎN : Müslümanların anlayışı basit olan tabakası.
MÜNÂFİ : Zıt, ters, aykırı.
İSTİMDAT : Yardım isteme; medet umma.
İHTİMÂL-İ HELÂKET : Mahvolma, ölme ihtimâli.
İHTİMÂL-İ NECÂT : Kurtulma ihtimâli.
SÜLÛK : Belli bir gruba girme, bir yolu tâkip etme, bir tarîkata bağlanma, mânevî terakkî mertebelerinde devam etme.
ZARÛRİYÂT-I DİNÎ : İman edilmesi mutlaka gerekli olan dinin esasları.
İMTİSÂL : Uyma, sarılma, yapışma, tutunma.
HUKÛKULLAH : Allah'ın hukûku.
HUKÛK-U İBÂD : Kul hakları.
TAZAMMUN : İçinde bulundurma, içine alma, ihtivâ etme, muhît olma.
SIRR-I TEVÂTÜR : Tevâtür sırrı; bir sözü nesilden nesile, sözüne inanılır büyük bir kalabalık tarafından nakletme sırrı.
İCMÂ : Fikir birliği. Bir meselede âlimlerin ittifak etmesi.
TAZAMMUN : İçinde bulundurma, içine alma, ihtivâ etme, muhît olma.
İHBÂRÂT : Haber vermeler.
DELÂİL : Deliller. İsbat vasıtaları.
SAFSATA-İ NEFİS : Nefsin saçmalaması, yalan ve uydurması.
VESVESE-İ ŞEYTAN : Şeytanın şüphe ve kuruntuları.
İNKILÂB-I AZÎM : Büyük değişiklik.
MÂNÂ-İ HİLÂFET : Hilâfet mânâsı.
DERUHTE : Yapma, yerine getirme, üzerine alma.
AN'ANE-İ MÜSTEMİRRE : Devam edegelen, yerleşmiş gelenekler.
LÂAKAL : En az, hiç değilse, en azından.
LEHVİYAT : Kadınlı erkekli haram eğlenceler, oyunlar; nefsânî gayr-ı meşrû eğlenceler.
İHTİYACÂT-I RUHİYE : Ruhun ihtiyaçları.
BİLMECBURİYE : Mecbur kalarak, mecburen, zorunlu olarak.
LAFZA : Bir tek söz veya kelime.
İDÂME : Devam ettirmek.
TARÎK : Yol, tarz, usul, vâsıta, meslek.
İNŞİKÁK-I ASÂ : Birliğin bozulması, bölünme, ayrılma.
TENFÎZ-İ AHKÂM-I ŞER'İYE : Dinî hükümlerin yerine getirilmesi.
HALÎFE-İ ŞAHSÎ : Şahıs olarak halîfe.
VEZÂİF : Vazifeler, işler.
DERUHTE : Yapma, yerine getirme, üzerine alma.
MÜSTAKÎM : İstikamette giden, doğru yolda olan.
KÂMİL : Olgun, kemâl sâhibi
MAHDUT : Sınırlandırılmış.
TEHÂVÜN : Mühimsememek, ehemmiyet vermemek, aldırış etmemek.
ZAAF-I MİLLİYET : Milliyet zayıflığı.
TEVKİF : Hapsetmek, durdurmak.
TEŞCÎ : Cesâret verme, şecaatlandırma.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes