> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Nurdan Damlalar > Bediüzzaman’ın ilginç sinema terkibi
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Bediüzzaman’ın ilginç sinema terkibi  (Okunma Sayısı 732 defa)
25 Ocak 2010, 04:23:00
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 25 Ocak 2010, 04:23:00 »



Bediüzzaman’ın ilginç sinema terkibi

Rüyanın gayba açılan bir pencere olduğunu, zaman ve mekânın sınırlarının yittiğini belirten Bediûzzaman, ilginç bir terkip kuruyor

Sadık Yalsızuçanlar’’ın yazısı:
 
“Geçmiş Zaman Gölgeleri”
 
“bir gün cezbelenir yeryüzü, kırılır elüstü camekân
dağılır harlanmış gölgem, (tutar tutar öpersiniz)
bıyıklarım konuktur güneydeki bir eve (unutursunuz)
ve belki gitmenin tasasına usulca düşer
sizlere bıraktığım ebru ve şiir”
 
Cafer Turaç, Sessiz Redifler
 
Sinema-tasavvuf ilgilerini araştıran, “Gölgelerin Oyunu: Rüya Sineması” başlıklı yazımda, sorunun, te­orik spekülasyonlardan çok, pratik kazanımlara muhtaç olduğunu belirtmiştim. Sevgili Ayşe Şasa’yla görüştükten sonra bu yargım daha da pekişti. Mutfaktan gelen bir sanatçının, spesifik değerlendirmelere nadiren girebildiği bir konuda akıl yürütmenin -ifade uygun olursa- havanda su dövmek olacağına kesin kanaat getirdim. Yeşilçam Günlüğü’nü yeniden okudum. Şasa’nın dergilerdeki söyleşilerine baktım. Yanı sıra, Mühürlenmiş Zaman, Brecht Estetiği ve Sinema, Sinema Estetiğinin Sorunları, İslam Estetiği -özellikle “Tasvir Yasağı” başlıklı bölüm-, İslâmın Serüveni- bilhassa “Görsel Sanatlar” bölümü-, Üç Mesele’deki rüyaya ilişkin notlar ve Bediüzzaman’ın sinemaya dair düşüncelerini -Sözler, Lemaat ve Mektubat, Lem’alar’ı- inceleme ihtiyacı hissettim.
 
Mühürlenmiş Zaman’a yeniden döndüğümdeyse, işin felsefesini yapma yetkisinin ancak üretene ait olabileceği, kaziyyeye dönüşmüştü. Spekülatif birtakım tartışmaların işlevsel olmadığını söylemek istemiyorum. Kimbilir, hatırı sayılır bazı yararları da olabilir. Hatta Şasa’nın ifadesiyle, müşterek bir çalışmaya ortam hazırlayabilir. Fakat işin rüyasını görecek olan da, bizi, sınırları olmayan bir mekâna oturtacak ve hem yanımızdan hem de uzağımızdan geçen büyük insan kalabalığıyla kaynaştıracak olan da yönetmendir, filmdir, senaryodur. Ayşe Şasa’yı bu düşünceye ulaştıran da sanırım, heyecan duyduğu bazı örneklerdi. Tarkovski’nin bakana bir ayna gibi kendi gerçeğini gösteren filmleri olmasaydı, sinema-metafizik ilgisi, yoksul bir düşünsel alan olabilirdi, diyebiliriz.
 
Bediüzzaman, rüya-yı sadıka’yla ilgili olarak şunları kaydediyor: “Rüya-yı sadıka, doğrudan doğruya mahiyet-i insaniyedeki latifeyi Rabbaniye âlem-i şahadetle bağlanan ve o âlemde dolaşan duyguların kapanmasıyla ve durmasıyla âlem-i gayba karşı bir münasebet bulur, bir menfez açar. O menfez ile vukua gelmeye hazırlanan hadiselere bakar ve levh-i mahfuzun cilveleri ve mektubat-ı kaderiyyenin numuneleri nevinden birisine rastgelir. Bazı vakıât-ı hakikîyeyi görür. (...) Rüya-yı sadıka, hiss-i kable’l vukûnun fazla inkişâfıdır.”
 
Devamında, rüyanın gayba açılan bir pencere olduğunu, zaman ve mekânın sınırlarının yittiğini belirten Bediûzzaman, ilginç bir terkip kuruyor: Sinema-yı Rabbaniye. “Uyku, nasıl ki, avam için rüya-yı sâdıka cihetinde bir mertebe-yi velayet hükmündedir. Öyle de, umum için gayet güzel ve muhteşem bir sinema-yı Rab-baniye’nin seyrangâhıdır.”
 
Burada, ister istemez, Kurban çağrışıyor. Alıcı aygıtın nesnelerin şifresini adım adım deşifre edercesine çevrinmesi ve artık kendimizi gözle görülmez, elle tutulmaz bir düzlemde hissedişimiz, ruhun giysisinden soyunarak bulmacalarla dolu bir dünyanın yine bulmacalarla dolu bir görüntüsünü oluşturma süreci başlıyor. Tarkovski, Bergman’ın Çığlıklar ve Fısıltılar’ından söz ederken şu notu düşüyor: “Filmin iki önemli episodunda, ulvi yüceliklere doğru yaptığı yolculuk, bir yanılsama, bir rüyadır. Çünkü hiçbir şey yoktan var olmaz. İnsan ruhunun varmaya çalıştığı, hayalini kurduğu şey de işte tam budur. Neredeyse o an elle tutulur hale gelen, bir ideal olan uyum.”
 
“Bilincimizle hakikat arasındaki ilişkiyi tanımlayan denklem...” Görüntü budur, diyor Tarkovski. Bu yanıl­sama, aslında, görüntüler dizgesinin hayatla olan benzerliğinin algılanması değil midir? Yeni bir olgusal dünya tasarlanmaktadır. Bir tasvir süreci... Üç boyutlu bir nesne, özellikle kurgu ve ışıkla saymaca imlemelerle yeniden kurulmakta, şifrelenmektedir. Kimilerinin sahici bir masal dediği bu kompozisyon, mecaz, istiare ve telmihlerle inşa edilmiş gerçeğimizdir. Ruhumuza bir ayna tutulmakta, karşımıza bir ibret perdesi gerilmektedir.
 
Donuk/durağan resimlerin hareketlenmesiyle (moving pictures) oluşturulan dil, aslında, bir simgesel imlemedir. Böylece, olgusal evren kurulmakta ve bu tasvir süreci, inanılırlık duygusu uyandırarak gerçekliğin görünür bir kopyasını üretmektedir. Bu, sözcüklerle ifade edilemeyen bir şeye dokunmaktır bir bakıma. Sinemanın doğuşunu sadece teknolojik ‘gelişme’de arayanlar, onun bu boyutunu ihmal eğilimi içindeler. Hayatın özgül bir parçasını yansıtmak üzere doğduğuna inandığımız sinema, bizi neredeyse, türdeş olduğu tiyatrodan -özellikle sinopsis ve senaryo aşamasında-, yaslandığı edebiyattan, beslendiği felsefe ve zaman zaman düştüğü şiirsellikten mutlak anlamda farklı olarak hakikati daha derin ve çok boyutlu kavrama ihtiyacına bir cevap olarak ortaya çıkmıştır. Sinemayı, eğlendirme ve uyuşturma aracı olarak görmekte ısrarlı yönetmenler, rüya ve zaman boyutunu yeterince kavrayamıyorlar. Zaman altına girdiği için her an başkalaşan, ötekileşen insan ruhunun sanatsal görüntüdeki bireyci özelliği keşfi, özellikle Tarkovski filmlerinde yitirilmiş anın peşinden koşmakla açıklanabilir: T.S. Eliot’ın Burnt Norton’da ifadesini bulan sonsuzlaştırılmış an temasının sinemadaki izdüşümü, Kurban, Stalker ya da Nostalghia’dır. Bu, insanın ilahî olanla iletişim kurduğu andır.
 
Tıpkı miraç ya da namazda olduğu gibi, insan, yaşadığı anı ebedileştirirken, sinema da olgusal tecrübeyi artırır ve zenginleştirir. Genişletilmiş, zenginleştirilmiş ya da sonsuzlaştırılmış an’la görüntünün mutlak oluşu arasındaki ilişki, levh-i mahv ve isbat kavramlarına atıfta bulunmamızı kolaylaştırmaktadır. Ölüm ve hayata, varlık ve yokluğa mazhar olan şeylerde sürekli değişen bir yazar-bozar tahtasıdır zaman. İnsanın yapıp ettikleri nasıl bir hardal büyüklüğündeki belleğinde şifrelendiriliyorsa, levh-i mahfuzda da tüm evrenin öyküsü kaydedilmektedir. Mektubat’ta bununla dolaylı ilişkisi olan bir not dikkat çekicidir: “Dar-ı saadet ve menzil-i saadet olan cennette dünyevi maceraların muhaveresi ve dünyevi hadisatın manzaraları bulunacaktır. İşte bu güzel mevcudatın bir an görünmesiyle kaybolması ve birbiri arkasından gelip geçmesi, menâzır-ı sermediyeyi teşkil etmek için bir fabrika destgahları hükmünde görünüyor. Mesela nasıl ki, ehl-i medeniyet fani vaziyetlere bir nevi beka vermek ve ehl-i istikbale yadigar bırakmak için güzel veya garip vaziyetlerin suretlerini alıp sinema perdeleriyle istikbale hediye ediyor. Aynen öyle de, şu mevcudat-ı bahariye ve dünyeviyede kısa bir hayat geçirdikten sonra onların Sani-i Hakimi, âlem-i bekaya ait gayelerini o âleme kaydetmekle...”
 
Gerçi burada vurgu, sinemadan çok fiil ve amellerin hıfzına kayıyor; lakin, dünyanın bir oyun, bir oyalanma yeri oluşuyla ya da zıll-i hayal istiaresiyle ilişkisi bakımından sanatsal görüntü sorununa taşınabilir bir argüman sunuyor. Yarın yapıp ettiklerimizi tıpkı sinema perdesindeki gibi izleyecek oluşumuzla, salona girdiğimizde ışıkların sönüp hem içinde hem de dışında olduğumuz bir öyküyü izlememiz arasında şaşırtıcı bir duygu benzerliği hissediliyor. Görüntü, bize, gerçeği mutlaklaşmış biçimiyle sunuyor. Oysa, aynada görüntüsü yansıyan nesne, ölü dahi olsa, hareket kazandığı için ışıklı bir ruh özelliğine kavuşabiliyor. Ayşe Şasa’nın tasavvuftaki bast-ı zaman ve tayy-ı mekâna yaptığı göndermeyi bu bağlamda değerlendirebilir miyiz, bilmiyorum fakat keşf ve rüyada velinin hali, tıpkı aynada görüntüsü çoğalan ve ivme kazanan nesnenin haline benziyor. Abdalın çok yerde bir yerde bir anda görünmesindeki gizemle görüntünün niteliği benzeşiyor.
 
Şasa şöyle diyor: “Tasavvuf kültürü bir yanda vizyon, bir yanda sembollere önem verir. Mesela halvetteki bir dervişin, dünyanın öbür ucundaki olaylar hakkında kolayca bilgilenebildiği, öğrenmek istediği şeyleri, bilincindeki bir görüntü ekranından televiyon izler gibi görebildiği söylenir.” Bu özel­liğiyle Andrei Rublev ilginç bir örnek. Tarkovski, yaşam alanını, siyah beyazla seyirciye iletirken, finalde imgelemin yarattığını abartılı renklere boyayarak sunuyor. Adeta temsili sanatın soyut bir biçimde, görsel unsurlara dönüşmesi süreci yaşanıyor. Bu sanılanın aksine ‘şiirsel sinema’yı besleyen değil, her filmsel fotoğrafın dünyanın bir görüntüsü olma iddiasını yalanlayan bir olgudur.
Görüntü, doğal olguları sabitleştirmekten çok, insanın nesnel gerçeklikle ilgili duygularını anlatma isti­dadı taşır. Seyircinin filmi izlerken kendi deneyim ve duygularını hesaba katma imkânı oraya çıkar. Brecht’in ‘mesel çalışması’yla çakışmayan bir durum. Brecht, yönetmen dışında bir alay insanın -senarist, dekoratör, oyuncu, müzisyen, kareograf, maskçı, kostümcü, vs.- kolektif çalışmasını, mesel anlatmada ön şart olarak görürken, Tarkovski, kişiselliği öne çıkarır ve filmin, “yönetmenin ferdiliğini yansıtan özellikleri göz önüne seren bir düş” olduğunu söyler.
 
Risale-i Nur’lardaki temsillerin bir kısmı anonim mahreçli olmasına karşılık, bazıları, Bediüzzaman’ın vakıa-yı hayaliyye biçiminde kavramlaştırdığı şeydir ki, yanılmıyorsam aynı olguyu işaretliyor. Sözgelimi, Lemalar’da, Eyüp Sultan mezarlığının dereye bakan yüksek bir yerinde otururken şunları düşünür: “Ara sıra sinemaya -ibret için- gittiğimden bana İstanbul içindeki insanlar, o dakikada sinemada geçmiş zamanın gölgelerini hazır zamana getirmek cihetiyle ölmüş olanları ayakta gezer suretinde gösterdiği gibi, aynen ben de o vakit gördüğüm insanları ayakta gezen cenazeler vazi­yetinde gördüm.”
 
Bu tasvir, görgü/bilgi özd...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Bediüzzaman’ın ilginç sinema terkibi
« Posted on: 25 Nisan 2024, 02:40:23 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Bediüzzaman’ın ilginç sinema terkibi rüya tabiri,Bediüzzaman’ın ilginç sinema terkibi mekke canlı, Bediüzzaman’ın ilginç sinema terkibi kabe canlı yayın, Bediüzzaman’ın ilginç sinema terkibi Üç boyutlu kuran oku Bediüzzaman’ın ilginç sinema terkibi kuran ı kerim, Bediüzzaman’ın ilginç sinema terkibi peygamber kıssaları,Bediüzzaman’ın ilginç sinema terkibi ilitam ders soruları, Bediüzzaman’ın ilginç sinema terkibiönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes