> Forum > ๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ > Dini Konular > Nurdan Damlalar > Bediüzzaman Said Nursi’de Dâvâ Şuuru
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Bediüzzaman Said Nursi’de Dâvâ Şuuru  (Okunma Sayısı 566 defa)
06 Mayıs 2012, 20:54:42
Sefil
Yeni Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 28.807


« : 06 Mayıs 2012, 20:54:42 »



Bediüzzaman Said Nursi’de Dâvâ Şuuru

Konuya başlarken, her şeyden önce “Dâvâ Şuuru” kavramından neyin kast edildiğinin açıklanmasında fayda vardır. Bu kavram, iki kelimeden meydana gelmektedir: Dâvâ ve Şuur.

1. “Dava”: Uğrunda fedakârlıktan kaçınılmayacak ulvî bir ideal demektir.

Dâvâ: Sahibinin varlık sebebi, hayatının gâyesi, yaşamasının olmazsa olmaz şartıdır. Dâvâ:  Ulaşılması gereken en öncelikli hedeftir.

Dâvâ: Hz. Adem (a.s.)’den, Hz. Muhammed (a.s.)’e kadar gelip geçen bütün

peygamberlerin omuzladığı dâvânın temel esası olan “lâ ilâhe illellah” hakikatidir.

Dâvâ: Hadiste “Ben ve benden önceki peygamberlerin söylediği en faziletli söz: lâ ilâhe illellah’dır”(Malik, Muvatta, Hac, 246 ) diye ifade edilen kutsi hakikate hizmettir.

Dâvâ: Kökleri itibariyle peygamberlere dayanan, dalları itibariyle evliyaları netice veren bir Tûba ağacıdır. Bu davanın mazideki köklerine işaret eden, üstat Bediüzzaman hazretlerinin; “Risale-i Nur, dâvâ değil, dâvâ içinde burhandır”(Mektubat,376) şeklindeki sözleri, gerçekten mânidârdır.

Dâvâ: Kökleri mazide olan âtidir. Bu yüzdendir ki, Üstad, ölümle pençeleşirken bile, dâvâsını unutmamış “ya dâvâm ne olacak” diyerek asıl üzüntüsünü dile getirmiştir.

Olayın aslını kendisinden dinleyelim:

“ Hayatta olan eski talebelerim biliyorlar ki, 1314-15-16 senelerinde, Van kal’ası(kalesi) ki, iki minare yüksekliğinde sırf dağ gibi bir  taştan ibarettir. Eskiden kalma oda gibi bir in kapısına gidiyorduk. Ayağımdan kunduralar kaydı, iki ayağım birden kaydı. Tehlike yüzde yüz.. Başkaca nokta-i istinat kalmadığı halde, büyük bir istinada basmış gibi üç metrelik bir kavisle o mağaranın kapısına atılmışım. Hem ben, hem beraberimdeki orada hazır arkadaşlarım, ecel gelmediği için sırf bir hıfz-ı ilâhî, hârika bir imdad-ı gaybî telakki ettik” (Sikke-i Tasdik-i Gaybî, 156). Olayın görgü şahitlerinden üstadın kardeşi Abdulmecid efendinin bildirdiğine göre üstad, ayağı kaydığı anda “Âh dâvâm!- ey vâh maksadım gitti” ( Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat, I/120) diye feryat etmiştir.

 

2. “Şuur” ise: Bir şeyin farkında olma hâlidir. Şuur: Aklın ziyası, kalbin nurudur. Şuur: Kâinatı aydınlatan yüce Allah’ın Nur isminin bir yansımasıdır. Şuur: Allah’ın nuru ile bakıp gören ferasetin gözbebeğidir. Hadis-i şerifte  yer alan“Müminin ferasetinden çekinin, çünkü o Allah’ın nuru ile bakar” (Tirmizi, tefsiru sureti 15,6 ) ifadesi, imandan gelen bir şuurun, bir ferasetin ne denli şeffaf olduğuna işaret etmektedir.

 

3. O halde, “Bediüzzaman’da Dâvâ Şuuru”ndan anlaşılması gereken şey, onun Risale-i Nur’la hedeflediği hizmet alanı ile, onu düzenleyen hikmet alanıdır. Dâvâ, bir hizmet alanı; Şuur ise, o dâvâyı hedefine ulaştıracak, o hizmet alanını verimli hâle getirecek uygun bir plan ve programı düzenleyip dizayn edecek bir hikmet, bir felsefenin adıdır.

 

4. Risale-i Nur’un hizmet alanı: Cennetin anahtarı olan iman esaslarıdır. Bu hizmetin esas neticeleri, ahiret hayatında ortaya çıkacak. Bununla beraber, şu dünya hayatında da ferdî ve ictimâî pek çok faydalı meyveleri söz konusudur.

Şimdi bu hususları biraz daha açmak için, konu başlığına uygun olarak şu sorunun cevabını bulmaya çalışacağız: “Üstad’da Dâvâ Şuuru nedir / Üstad hizmet ederken neyin farkındadır /hizmetini neye göre belirlemiştir.”

İşte bu soruya verilecek cevap, sohbetimizin esasını teşkil edecektir. Bu soruya değişik cevaplar vermek mümkündür. Bunlardan en önemlisi bizce şudur:  Her şeyden önce Üstad Bediuzzaman, -zamanın bedî bir ferdi olarak- zamanın farkındadır. Bu konuyu –yani zamanın farkında olma keyfiyetini-bir kaç başlık altında ele alıp, üstadın konu ile ilgili bir kaç sözünü tahlil ederek, bu cevabın önemini ortaya koymakta fayda mülahaza ediyoruz:

 

a. Bu asrın tecdide ihtiyacı var:

“Eski hâl mühâl, ya yeni hâl ya izmihlâl” (Münazarat,AB, 424). Bediüzzaman bu sözü, meşrutiyet döneminde bulunup da, eski devri isteyenlere karşı söylemiştir. Ona göre, muhali talep etmek, kendine fenalık yapmak demektir (a.g.y.). Bunun anlamı şudur: İdeal dâvâ sahibi olan bir insan, içinde bulunduğu şartları göz önünde bulundurarak, yepyeni bir strateji geliştirmek ve insanlığa faydalı olduğuna inandığı hizmetini o çerçevede yürütmek zorundadır. Aksi takdirde, tarih sahnesinden silinip gidecektir. Risale-i Nurun bu hârika futuhatının önemli bir hikmeti, bu değişim sürecine ayak uydurmasıdır. Bu Kur’anî bir metottur. “Muhakkak ki Allah, her asrın başında bu ümmet için dinini yenileyen (Yani, dinin iman esaslarını, asrın idrakine sunan, yeni bir üslupla akıl ve vicdanları heyecana getiren, zamanla paslanmış hakikat elmasını yeniden cilalamak suretiyle piyasaya süren) bir müceddid gönderecektir”  mealindeki hadis-i şerif de bu gerçeğe işaret etmektedir.

 

Bir Hatıra: Üstadın her zaman birinci muhatabı olmuş Hulusi beyden dinlemiştim.  Hulusi bey “Bir zaman Risale-i Hamidiyeyi okuyup bitirmiş.(bir kerresinde de büyük bir tefsir okuduğunu söylemişti). Üstadın iltifatlarını almak için, “Üstadım! Ben  Risale-i Hamidiyeyi okuyup bitirdim” demiş, Üstad: “Kardeşim bu odun yığınları, ancak R. Nurun ortaya çıkmasından sonra parlamaya başlamış” diyerek, Risale-i Nurun bu zamanda ne kadar ehemmiyetli ve gerekli bir ders olduğuna işaret etmiştir.

(Üstadın “Odun yığınları” benzetmesini şöyle anlamak gerekir: Odun yığınlarının insanlara fayda vermesi, ısıtması, yiyecekleri pişirmesi için ateşle tutuşturulması gerekir. Aksi takdirde onlardan hiçbir şekilde istifade edilmez. Bunun gibi, İslamî kaynaklar da bu ahir zaman fitnesi içerisinde eski rağbetini kaybetmiş, raflarda odun yığınları gibi değersiz bir konuma sokulmuştur. Bu feci olay ise insanlardaki iman şevkinin ve İslam zevkinin söndürülmesiyle meydana gelmiştir. İşte Risale-i Nur insanların kalbine yeniden iman şuurunu yerleştirip, iman şevkini ve İslam zevkini uyandırmasından sonradır ki bu İslamî kaynaklar yeniden rağbet edilmeye başlamıştır. Ateş odunları tutuşturup istifadeli hale getirdiği gibi, Risale-i Nur da bu asırda  o güzel kaynakların üzerindeki külleri kaldırmış ve içlerindeki parlak hakikat nurlarının yeniden tedavüle çıkmasına zemin hazırlamıştır)

 

b. Başarmanın yolu, fıtratla barışmaktan geçer :

Bu konuda üstad şöyle der: “Kim tevfik (muvaffak olmak) isterse, âdetullah ve hilkat ve fıtrat ile âşinalık etmek ve dostluk etmek gerektir. Yoksa, fıtrat, tevfiksizlike cevab-ı red verecektir” ( Muhakemat, 152). Demek, hayırlı işlerde başarılı olmak, kâinat çapında yürürlükte olan yaradılış kanunlarına uygun hareket etmekle mümkündür. Aksi tutum ve davranışlar, başarısızlığa davetiye çıkarmak anlamında olacaktır.  Zira çark-ı felek, feleğin çarkına uymayanları tabiî seleksiyona uğratmaktan çekinmeyecektir. Bu hikmet içindir ki, Üstad, içinde bulunduğu Mutlakiyet, Meşrutiyet, Cumhuriyet dönemlerinin hiç birinde, ırmağın suyunu tersine akıtmaya teşebbüs gibi, talihsiz bir  duruma düşmemiştir. Onun yaptığı şey, bendini aşmış, sel-tûfan olmuş ve insanlığa zararlı bir hale gelmiş suyu,  kendi mecrası doğrultusunda, faydalı bir yatağa kanalize etmek, yeni su yataklarını inşa ederek suyun normal akışı istikametinde bir havuza girmesini sağlamaktan ibarettir. Unutulmaması gereken bir gerçek de şudur ki: Üstad, doğru bildiği hizmetten asla geri kalmamış ve hiç bir zaman korku elini tutup da, onu hak bildiği bir yoldan alı koyamamış ve saf dışı edememiştir. Kendisi bu hususu şöyle ifade der: “Bütün sergüzeşti-i hayatım  şahittir ki, hak gördüğüm meslekte gitmeye karşı korku elimi tutup da men edememiş ve edemiyor”(Mektubat,48 ).

 

c. Kolektif Şuur

Üstadın dâvâ şuurunun köşe taşlarından biri de, kolektif şuurun - özellikle bu zamanda- ortaya çıkan önemine yaptığı vurgudur. Özelde Kur’an ve İslam’a, genelde bütün dinlerin Amentü’süne yapılan saldırıların, pozitivist ve materyalist gruplar/cemaatlerin oluşturduğu merkezler tarafından idare edildiğini fark eden Üstad’a göre, “Zaman cemaat zamanıdır”(Mesnevî,102).  “Cemaat şekline girmiş ilhad cereyanlarına karşı, bir şahs-ı mânevî ile karşı koymak gerekir. Bu zamanda cemaatleşmiş dinsizlik şahs-ı mânevîsine karşı, ferdî mukavemetler, bir kutbun kutsiyetini arkasına alsa bile, mağlup olmaya mahkûmdur”(Mektubat,439).

Üstad, kendi şahsına karşı fazla alaka gösteren talebelerine şunları söylemiştir:

“Bu zaman cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet şahs-ı mâneviye göre olur. Maddî ve fânî şahsın mahiyeti nazara alınmamalı (Kastamonu, 8).

Hadis-i şerifde yer alan “Allah’ın eli cemaatin üzerindedir”(Titmizi, fiten,7 ), “Cemaatte rahmet, ayrılıkta azap var” (İbn Hanbel,IV/278 ),“Şüphesiz bereket cemaattedir”(İbn Mace, Atime,17) mealindeki nebevî ifadeler, cemaatin önemine dikkat çekmektedir.

 

Bir Hatıra: Burada, yine Hulusi beyden, konu ile ilgili, bir hatıramı nakletmek istiyorum: “Ben” dedi, “1928 yılında yüzbaşı idim. Bir gün ismini duyduğumuz Bediüzzaman hazretlerini ziyaret etmeye karar verdik. Kölesiyle nöbetleşe deveye binerek Kudüs’ü teslim almaya giden Hz. Ömer’in Kudüs’e girişi gibi, biz de altı kişi üç binite nöbetleşe binerek Barla’ya gittik. Fakat yolda, “bu büyük zat bizim gibi günahkârları kabul edecek mi?” diye düşünüp telaş ediyorduk. Üstad’ın huzuruna vardığımızda kalplerimizdekini okumuşçasına bize şunları söyledi:

“Kardeşlerim, eğer eski zaman olsaydı ve ben de bir kutup gibi hareket etseydim, sizin tâ aşağıdaki dereden buraya kadar emekleyerek gelmeniz gerekirdi. Kabul edilip edilmemeniz ise, ayrı bir konu. Fakat, bu zaman cemaat zamanıdır. Sizin bana ihtiyacınız olduğu kadar, benim de size ihtiyacım var. Onun için sizi ala’r-re’si ve’l-ayn kabul ediyorum.”

Zamanın, cemaat zamanı olduğunu ço...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Bediüzzaman Said Nursi’de Dâvâ Şuuru
« Posted on: 19 Nisan 2024, 16:26:50 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Bediüzzaman Said Nursi’de Dâvâ Şuuru rüya tabiri,Bediüzzaman Said Nursi’de Dâvâ Şuuru mekke canlı, Bediüzzaman Said Nursi’de Dâvâ Şuuru kabe canlı yayın, Bediüzzaman Said Nursi’de Dâvâ Şuuru Üç boyutlu kuran oku Bediüzzaman Said Nursi’de Dâvâ Şuuru kuran ı kerim, Bediüzzaman Said Nursi’de Dâvâ Şuuru peygamber kıssaları,Bediüzzaman Said Nursi’de Dâvâ Şuuru ilitam ders soruları, Bediüzzaman Said Nursi’de Dâvâ Şuuruönlisans arapça,
Logged
07 Mayıs 2012, 16:13:35
buzdağı

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 156


« Yanıtla #1 : 07 Mayıs 2012, 16:13:35 »

ALLAH razı olsun hocam..
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes