๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Nurdan Damlalar => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 14 Ekim 2010, 14:44:44



Konu Başlığı: Ayetül kübra
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 14 Ekim 2010, 14:44:44
Kâinata Marifetli Bir Bakış Örneği: Ayetü'l-Kübra



Said Nursi, Kastamonu'da "Ayetü'l-Kübra" adıyla, ALLAH'ın varlığını ve birliğini, kâinattaki varlıkların diliyle ispat eden harika bir eser kaleme alır. O, bu eser için, "şimdiki dehşetli tahribata karşı bir hakikat-i Kur'aniye ve bir sedd-i azam" ifadesini kullanır. Hatta öyle olmuştur ki, "kalbe geldiği gibi acele olarak yazdırılmış, birinci müsvedde ile iktifa edilmiştir." (T.H., 291)

Said Nursi "Âyetü'l-Kübrâ" isimli risalesinde bir yolcuya hayâlî bir kâinat gezisi yaptırmakta ve bu şekilde kâinatın, ALLAH'ın varlığını ispat eden delillerden birisi olduğunu ifade etmektedir. Bu yolcu, bulut, rüzgar, yağmur, şimşek, hava, deniz, dağ gibi her bir mahlûkat, Hâlık'ını sormakta ve herbirinin fıtrat lisanları ve yaratılış tavırlarıyla dile getirdikleri şehadetlerden ALLAH'ın varlığına ulaşmaktadır. (Ş., 91-156)

Yıldızlardan bulutlara, dağlardan çiçeklere, denizlerden kuşlara kadar bin bir sanat cilvesini üzerinde taşıyan bir âlem önümüze serilir, Yaratıcıya giden sayısız yollara dikkat çekilir. Kısaca bu risalede insan, bütün varlık alemlerini dolaşıp inceledikten sonra, insana gelir. Peygamberlere ve vahye ve Hz. Muhammed'e başvurulur. Kâinattaki varlıklara başvurularak ALLAH'a ulaşan insan, O'na inanarak vahyi keşfetmekte ve yeniden kâinata yönelmektedir. Eserden Müessire ve Müessirden yeniden esere geçişin örneklerini görürüz.

"Güzel ve manidar bir kitap ve muntazam bir hane, açık bir şekilde yazmak ve yapmak fiillerini ve güzel yazmak ve intizamlı yapmak fiilleri dahi açık olarak yazıcı ve dülger namlarını, yazıcı ve dülger ünvanları ise açık bir şekilde kitabet ve dülgerlik san'atlarını ve sıfatlarını ve bu san'at ve sıfatlar açık olarak herhalde bir zâtı gerektirir ki, mevsuf (bir sıfatla sıfatlanan) ve sâni' (bir sanat eseri olarak meydana getiren ALLAH) ve müsemma (isimlendirilen, bir ismi olan) ve fâil (işi yapan) olsun.

"Fâilsiz bir fiil ve müsemmasız bir isim mümkün olmadığı gibi; mevsufsuz bir sıfat, san'atkârsız bir san'at dahi mümkün değildir. İşte bu hakikat ve kaideye binaen, bu kâinat bütün mevcudatıyla beraber kaderin kalemiyle yazılmış, kudretin çekiciyle yapılmış manidar sınırsız kitaplar, mektuplar, nihayetsiz binalar ve saraylar hükmünde -herbiri binler vecihle ve beraber pek çok vücuh ile- Rabbanî ve Rahmanî nihayetsiz fiilleri ve o fiillerin esasları olan bin bir İlâhî isimlerin pek çok tecellileriyle ve o güzel isimlerin kaynağı olan yedi sıfât-ı Sübhaniyenin nihayetsiz tecellileriyle, o yedi muhit ve kudsî sıfatların madeni ve mevsufu olan ezelî ve ebedî bir Zât-ı Zülcelal'in vücub-u vücuduna ve vahdetine hadsiz işaretler ve nihayetsiz şehadetler ettikleri gibi; bütün o mevcudatta bulunan bütün hüsünler, cemaller, kıymetler, kemaller dahi, Cenâb-ı Hakk'ın fiil, isim ve sıfatlarının kendilerine lâyık ve uygun kudsî cemallerine ve kemallerine ve hepsi birden ALLAH'ın kudsî cemal ve kemaline açık bir şekilde şehadet ederler." ifadeleri bu hakikati anlatmaktadır. (Ş.,134)

"Bu kâinat, nasıl ki kendini icad ve idare ve tertip eden ve tasvir ve takdir ve tedbir ile bir saray gibi, bir kitap gibi, bir sergi gibi, bir temaşagâh gibi tasarruf eden Sâniine ve Kâtibine ve Nakkaşına delâlet eder; öyle de: Kâinatın hilkatindeki makâsıd-ı İlâhiyeyi bilecek ve bildirecek ve tahavvülâtındaki Rabbânî hikmetlerini tâlim edecek ve vazifedarâne harekâtındaki neticeleri ders verecek ve mâhiyetindeki kıymetini ve içindeki mevcudâtın kemâlâtını ilân edecek ve o kitab-ı kebîrin mânalarını ifade edecek bir yüksek dellâl, bir doğru keşşaf, bir muhakkik üstad, bir sâdık muallim istediği ve iktiza ettiği ve herhalde bulunmasına delâlet ettiği cihetiyle; elbette bu vazifeleri herkesten ziyade yapan bu Zâtın hakkaniyetine ve bu kâinat Hàlıkının en yüksek ve sâdık bir memuru olduğuna şehadet ettiğini bildi." ( Ş., 111)