๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Nurdan Damlalar => Konuyu başlatan: Sefil üzerinde 21 Kasım 2010, 12:04:16



Konu Başlığı: Avrupa’nın sefâhet ve bâtıl fikirlerini taklide çalışmayınız
Gönderen: Sefil üzerinde 21 Kasım 2010, 12:04:16
Avrupa’nın sefâhet ve bâtıl fikirlerini taklide çalışmayınız

Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız. Âyâ, Avrupa’nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adâvetten sonra, hangi akılla onların sefâhet ve bâtıl efkârlarına ittibâ edip emniyet ediyorsunuz?

İşte, felsefe-i sakîme-i Avrupaiyeden yek-çeşm olan dehâsının yanlış gördüğü hakikatleri, iki cihana bakan, gayb-âşinâ parlak iki gözüyle iki âleme nazar eden, beşer için iki saadete iki eliyle işaret eden hüdâ-yı Kur’ânî der ki:

Ey insan! Senin elinde bulunan nefis ve malın senin mülkün değil, belki sana emanettir. O emanetin mâliki herşeye kadîr, herşeyi bilir bir Rahîm-i Kerîmdir. O senin yanındaki mülkünü senden satın almak istiyor, tâ senin için muhafaza etsin, zâyi olmasın. İleride mühim bir fiyat sana verecek. Sen muvazzaf ve memur bir askersin. O'nun nâmıyla çalış ve hesabıyla amel et. O'dur ki, muhtaç olduğun şeyleri sana rızık olarak gönderiyor ve senin tâkatin yetmediği şeylerden seni muhafaza eder. Senin şu hayatının gâyesi, neticesi, o Mâlikin esmâsına ve şuûnâtına bir mazhariyettir. Sana bir musîbet geldiği vakit, de: “Biz Allah’ın kullarıyız; dönüşümüz de ancak O'nadır.”(Bakara Sûresi, 2:156.) Yani, “Ben Mâlikimin hizmetindeyim. Ey musîbet! Eğer O'nun izin ve rızâsıyla geldinse, merhaba, safâ geldin. Çünkü, elbette bir vakit O'na döneceğiz ve O'nun huzuruna gideceğiz ve O'na müştâkız. Madem her halde bir zaman bizi hayatın tekâlifinden âzâd edecektir. Haydi, ey musîbet, o terhis ve o âzâd etmek senin elinle olsun, râzıyım. Eğer benim emanet muhafazasında ve vazifeperverliğimi tecrübe sûretinde sana emir ve irâde etmiş, fakat sana teslim olmaklığıma izin ve rızâsı olmazsa, benim tâkatim yettikçe, emîn olmayana, Mâlikimin emanetini teslim etmem” der.

İşte, binden bir nümûne olarak, dehâ-yı felsefînin ve hüdâ-yı Kur’ânî’nin verdikleri derslerin derecelerine bak. Evet, iki tarafın hakikat-i hâli, sabıkan beyan edilen tarzla gidiyor. Fakat hidayet ve dalâlette insanların dereceleri mütefâvittir, gafletin mertebeleri de muhteliftir. Herkes her mertebede bu hakikati tamamıyla hissedemez. Çünkü gaflet, hissi iptal ediyor. Ve bu zamanda öyle bir derecede iptal-i his etmiş ki, bu elîm elemin acısını ehl-i medeniyet hissetmiyorlar. Fakat hassâsiyet-i ilmiyenin tezâyüdüyle ve her günde otuz bin cenazeyi gösteren mevtin ikazatıyla o gaflet perdesi parçalanıyor. Ecnebîlerin tâğutlarıyla ve fünûn-u tabiîyeleriyle dalâlete gidenlere ve onları körü körüne taklit edip ittibâ edenlere binler nefrin ve teessüfler!

Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız. Âyâ, Avrupa’nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adâvetten sonra, hangi akılla onların sefâhet ve bâtıl efkârlarına ittibâ edip emniyet ediyorsunuz? Yok, yok! Sefihâne taklit edenler, ittibâ değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşlerinizi idam ediyorsunuz. Âgâh olunuz ki, siz ahlâksızcasına ittibâ ettikçe, hamiyet dâvâsında yalancılık ediyorsunuz. Çünkü şu sûrette ittibâınız, milliyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzâdır.

Lem’alar, 17. Lem’a, 5. Nota


LÜGATÇE

felsefe-i sakîme-i Avrupaiye: Avrupa’nın sakat ve karanlık felsefesi.

yek-çeşm: Tek gözlü.

gayb-âşinâ: Gaybı bilen. Gaybdan haberi olan. Gelecekten veya âhiretten haberi olan.

hüdâ-yı Kur’ânî: Kur’ân’ın gösterdiği doğru yol.

Rahîm-i Kerîm: İkramı bol ve kullarına çok merhametli olan Cenâb-ı Hak.

mütefâvit: Çeşitli, farklı.

tezâyüd: Ziyâdeleşme, artma, çoğalma.

tâğut: İnsanları Allah’a karşı isyana sevk eden, isyankâr. Her bâtıl mâbud, şeytan. İslâm’dan önce Kâbe’deki putlardan birinin ismi.

nefrin: Lânet, bedduâ; sövüp saymak.

fünûn-u tabiiye: Tabiat fenleri. Tabiatçılık.

frenk: Avrupalı.

âyâ: Acaba, nasıl oluyor, hayret gibi mânâlara gelen şaşkınlık bildiren edattır.

adâvet: Düşmanlık.

sefâhet: Zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük.

bâtıl: Hak olmayan, sahte, hurafe.

efkâr: Fikirler.

ittibâ: Uyma, tabi olma.

âgâh: Uyanık, aklı başında.