Konu Başlığı: Kitap ve sünnete uymanın gerekliliği Gönderen: Safiye Gül üzerinde 21 Aralık 2010, 16:42:52 B- Kitab Ve Sünnete Uymanın Gerekliliğine Dair Deliller
Resulullah (s.a.v.)'e Kur'an-ı Kerim'le beraber onu açıklayan sünnetin vahyedildigi zaman Resulullah'ın yanında Allah'ın kendisine seçtiği sahabîler bulunurdu. Her an vahiy inmesini bekler, hemen öğrenmeye koşarlardı. Bu yüzden Resulullah'tan sonra Kur'an'ı en iyi anlayan, maksatlarını doğrudan kaynağından öğrenip idrak eden onlardır. Ve Resulullah'tan sonra Kur'an'ın gerçek tercümanları da onlar olmuştur. Bundan dolayıdır ki Resulullah (s.a.v.) "Sahabîlerim birer yıldız gibidir. Hangisine uyarsanız hakka erersiniz" diyerek sahabeyi övmüştür. Bu sözlerimizde şu gerçek ortaya çıkmıştır: Sünnet Kitabdandır. Ona uymak Kur'an'a uymaktır. Resulullah (s.a.v.)'a itaat Allah'a itaattir. Resulullah (s.a.v.)'a muhalefet Allah'a muhalefet etmek demektir, ikisinin aynı şey olduğunu ve uymanın gerekliliğini ispat etmek için delilleri ardarda zikretmeye gerek duyamıyorum. Çünkü bu, tıpkı gündüz gibi açık bir gerçektir. Şairin biri şöyle demiştir: "Gündüze delil aranırsa aklın neyine güven kalır" Fakat konumuz gereğince birkaç delili sizlere açıklıyorum. Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: "Peygambere itaat eden Allah'a itaat etmiş olur". [56] "Ey Muhammed, de ki: Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın" [57] "Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden sakındırırsa ondan sakının". [58] "Onun emrine aykırı hareket edenler, başlarına bir belanın gelmesinden veya can yakıcı bir azaba uğramaktan sakınsınlar". [59] "Ey inananlar, Allah ve peygamber sizi hayat verecek şeye çağırdığı zaman icabet edin". [60] "Allah ve peygamberine kim itaat ederse, onu içlerinde ırmaklar akan cennetlere koyacaktır; orada temellidirler. Büyük kurtuluş budur. Kim Allah'a ve peygamberlerine başkaldırır ve yasalarını aşarsa, onu temelli kalacağı cehenneme sokar, alçaltıcı azab onadır". [61] "Bu dosdoğru olan yoluma uyun, sizi Allah yolundan ayrı düşürecek yollara uymayın" [62]"Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kafirlerdir" [63] "Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar zalimlerdir". [64] "Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar fasık olanlardır".[65] Cenab-ı Allah'ın aynı âyeti üç defa değişik vasıflarla tekrar etmesi, Allah'ın indirdiği ile hükmetmemenin ne kadar büyük tehlike teşkil edeceğini gösteriyor. Cenab-ı Allah insanları "Bu helaldir ve bu haramdır" söylemekten sakındırarak onların bu yaptıklarında yalancı olacaklarını belirtmiş ve şöyle buyurmuştur: "Diliniz yalana alışmış olduğu için şu haram bu helaldir demeyin. Zira Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz." "Allah'a karşı yalan uyduranlar ise kurtuluşa şüphesiz erişemezler". [66] "Eğer birşeyde çekişirseniz Allah ve ahiret gününe inanmışsanız onu Allah'a ve Resulüne havale edin. Bu daha hayırlı ve netice itibariyle en güzelidir". [67]"Ayrılığa düştüğünüz herhangi birşeyde hüküm vermek Allah'a aittir. İşte bu Allah, benim Rabbimdir. Ona güvenirim ve ona yönelirim". [68] Resulullah (s,a.v.) şöyle buyurmuştur: "Sizler onlara sarıldığınızda sapıtmayacağınız iki şey bıraktım. Allah'ın Kitabı ve sünnetimi." "Sözlerin en güzeli Allah'ın kitabı olan sözüdür. Yolun en hayırlısı, Muhammed'in yoludur." İbn Mes'ud, Resulullah (s.a.v.)'in Müslümanlara hitap ederken, hitabına şu şekilde başladığını anlatıyor: "Ancak kelam ve yol vardır. Kelamın en iyisi ve en doğrusu Allah'ın kelamıdır. Yolun en iyisi Muhammed'in yoludur, işlerin en kötüsü dine uydurulanıdır. Dine uydurulan her şey bid'attir. Sakın arzular sizi alıp götürmesin, ameller sizi meşgul etmesin, gelecek olan herşey yakındır. Uyanınız. Uzak olan birşey henüz gelmiş değildir." Resulullah (s.a.v.)'ın kalplere korkunun girdiği, gözlerden yaşların aktığı bir va'zında şöyle dediği rivayet edilmiştir. "Sizleri gecesi gündüzü gibi bembeyaz bir yol üzere bıraktım. Benden sonra o yoldan ancak helak olanlar saparlar. Sizden uzun ömür yaşayacak olanlar, çok ayrılığı, ihtilafı görecektir. Sakın sünnetimden ve raşit halifelerin yolundan ayrılmayın. Emiriniz Habeşistanlı bir köle bile olsa ona itaat edin. Şüphesiz mümin sahibinden kaçan deve gibidir. Bağlandığı sürece itaat eder. Hilal bin Umeyye, karısının Şerik bin Samha ile zina ettiğinden dolayı, karısının aleyhine Resulullah'a dava açtı. Neticede mülâene (liân) ile ayrılmalarından sonra Resulullah (s.a.v.) şöyle dedi: "Allah'ın kitabındaki hüküm olmasaydı, o kadına başka şekilde davranırdım." Allahu a'lem Resulullah (s.a.v.)'ın Kur'an'daki hükümden kastı "mülâene" âyetidir. "Başka şekilde davranırdım" sözlerinden kasıt had uygulamaktır. Çünkü kadının doğurduğu çocuk Şerik bin Samha'ya oldukça benziyordu. Yalnız Allah (c.c.) bu dava ile ilgili hükmünü açıklayınca başka hiçbir söze yer ve itibar kalmadı. Bu durumda ictihad da artık geçersiz oldu. Çünkü Kur'an'da nass varken içtihada yer kalmaz. İmam Şafiî "Risale" kitabında şu olaya yer vermiştir: "Hz. Ömer, Zahra kabilesinden bir adamı çağırıp kendisine cahiliyye döneminde doğan bir kız çocuğun nesebini sordu. Adam Hz. Ömer'e 'Çocuk falanca adamın karısındandır. Babası ise falanca adamdır" dedi. Hz. Ömer ona: 'Doğru söyledin ama, Resulullah (s.a.v.) çocuğun yatağında olana ait olduğunu söyleyerek hüküm vermiştir' dedi." İmam Şafiî, Ömer b. Abdulaziz'in, verdiği bir hükme muhalif olarak, Hz. Aişe'nin Resulullah'tan bir rivayetini işitince, verdiği hükmü reddedip yeniden hadîse göre hüküm verdiğini rivayet ettikten sonra, Ömer b. Abdulaziz'in şu sözlerini nakletmiştir. "Bir mesele hakkında verdiğim bir hükmün Resulullah'ın sünneti ile çeliştiğini farkettigim zaman -ki Allah ancak hakkı istediğimi biliyor- verdiğim hükmü reddedip Resulullah'ın sünnetini uygulamak bana gayet kolay geliyor." Tekrar imam Şafiî bize şu olayı nakl etmiştir: "Sa'd bin İbrahim, Rebia bin Abdurrahman'ın görüşüne dayanarak açılan bir dava hakkında hüküm verdi. Bunu, gören İbn Ebu Zi'b Sa'd'a yönelerek Resulullah'ın bu meselede tam aksine hüküm verdiğini anlattı. Hazır bulunan Rebia Sa'd'a şöyle dedi: 'Ben ictihad ettim ve sen hüküm verdin ve verdiğin hüküm de yürürlüğe girdi. Sa'd dehşete kapılarak şöyle dedi: 'Nasıl olur, Sa'd bin Ümmü Sa'd'ın verdiği hükmü yürürlüğe geçirip Resulullah'ın verdiği hükmü reddederim. Sonra dava vesikasını isteyip paramparça etti ve dava hakkında yeniden Resulullah'ın sünnetine muvafık bir şekilde hüküm verdi." Ebu Davud ise bize şu olayı rivayet etmiştir: "Sakif kabilesinden bir adam, Hz. Ömer'e gelip bir meselenin hükmünü sordu. Adam cevabını aldıktan sonra Hz. Ömer'e, 'Resulullah bana başka şekilde fetva vermişti', deyince Hz. Ömer adamın üzerine giderek, 'Resulullah'ın hakkında sana fetva verdiği bir meseleyi tekrar gelip bana mı soruyorsun?', diyerek sopayla onu dövmeye başladı." Ömer b. Abdulaziz "Resulullah'ın sünneti varken başka hiçbir görüşe yer yoktur" demiştir. Ayrıca sahabilerin verdikleri fetva ve hükümlerden Resulullah'ın sünneti ile çelişmesi nedeniyle vazgeçtikleri daha nice olay vardır. Örneğin: İbn Mes'ud, bir kadın hakkında verdiği fetva ile ve sarraflara "ribe'I-fazl" hakkında verdiği fetvadan geri dönmüştür. Hz. Ömer, İbn Abbas ve başkalarının da sünnetle çelişen fetvalarından vazgeçmeleri sahabe, tabiîn ve diğer Müslüman âlimlerin bu görüşte olduklarını göstermektedir. Müctehid hakimin verdiği hükmün Allah'ın kitabı ve Resululah'ın sünneti ile çeliştiğini farkettiği zaman verdiği hükümden vazgeçip Kitab ve sünnete dönmesi vaciptir. Bazı tutucu fakihlerin ve cahil taklitçilerinin müctehid imamların sünnetle çelişen bazı sözlerini gördükleri zaman "Müctehid imamımız bu nassı görmüştür, ama kendisine görünen bir gerekçeden dolayı veya bir başka delile dayanarak sünnete muhalefet etmiştir" diyerek mezhep imamlarını savunmuşlardır. Oysa Kitab ve sünnetin nassları olası aklî ihtimallerle, nefsanî hayallerle, şeytanî tutuculukla reddedilmez. [69] [56] Nisa: 4/80. [57] Âl-i İmran: 3/31. [58] Haşir: 59/7. [59] Nur: 24/63. [60] Enfal: 8/24. [61] Nisa: 4/13-14. [62] En'am: 6/153. [63] Maide: 5/44. [64] Maide: 5/45. [65] Maide: 5/47 [66] Nahl: 16/196. [67] Nisa: 4/59. [68] Şûra: 42/10. [69] Şeyh Senusi, Nassın Uygulanışı, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995: 51-55. |