> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Nassın Uygulanışı > İttiba ile taklit arasındaki fark
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: İttiba ile taklit arasındaki fark  (Okunma Sayısı 1774 defa)
20 Aralık 2010, 13:55:01
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« : 20 Aralık 2010, 13:55:01 »



İttiba İle Taklit Arasındaki Fark
 

İnsanlar ittiba ile taklid arasındaki farkı bilmedikleri için araların­da büyük tartışmalar meydana gelmiştir. Mukallidler bazı şüphele­ri ortaya atarak taklid etmenin vacib olduğunu savunmuşlardır. Ancak açıklayacağım ittiba ile taklid arasındaki farkla konu ile ilgili Kitab, sünnet ve müctehid alimlerin vacib olan ittiba'ını emredildiği ve haram olan taklidin yasaklandığı netleşecektir. Dolayısıyla mukallidlerin gösterdikleri nassların savundukları taklidin vacibliği ile hiçbir alâkası olmadığı ortaya çıkacaktır. Bu yüzden mukal­lidlerin konuyla ilgili geniş açıklamalarına hiç yer vermeden, yeter­li bulduğum taklid ile ittiba arasındaki farkı açıklamakla yetinece­ğim.

Bil ki, Allah, Resulü ve müctehid alimler, konu başında tarifi­ni öğrendiğin taklid ile uyulan kişinin yolunu takip edip yaptığının aynısını yapmak olan ittiba arasındaki farkı açıklamışlardır. Geç­miş konularda değindiğim bu farkı burada daha geniş açıklamak için bu bölümü tahsis ettim.

İbn Abdiiber şöyle demiştir: "Alimler ilmi (bilgi) açıklık ve birşeyi olduğu gibi idrak etmekle tanımlamışlardır. Kişiye birşey netleşirse o onu bilmiş olur; mukallidin ilmi, bilgisi olmaz. Nite­kim Bühturî şöyle demiştir.

Alimler senin üstünlüğünü bilgiyle bilmişlerdir

Cahiller ise başkasına uyarak üstünsün demişlerdir."

İbn Hüveyl Mindad el-Melikî taklid ile ittibayı tanımlarken şöyle demiştir: "Taklid şer'î bir delile dayanmayan kimsenin sözü­ne uymaktır. İslâm'a göre bu yasaktır. İttiba ise şer'î delillere uy­maktır. Şer'î delillerin kabul edilmesini gerektirmediği kimsenin sözüne uyan onu taklid etmiş olur. Kuşkusuz dinde taklid kesinlik­le doğru değildir. Şer'î delillerin uymasını gerektirdiği kimsenin sözüne uyan ona tâbi olmuş olur. Dinde ittiba caiz, taklid ise ya­saktır. Böylece şu sonuca varıyoruz. İttiba sadece ve sadece Resulullah'ın bize ulaşan hadîslerine uymak başka hiç kimsenin sözüne uyarak Peygamberin hadîslerini terketmemektir. İlk başta hadîsin sıhhat derecesine bakılır. Sonra sahih ise mânâsına bakılır. Daha güçlü bir nassla çelişiyor değilse, bütün dünya muhalefet ediyorsa bile, o hadîse göre amel edilmelidir. Ümmetin Resulullah'ın bir hadîsini terketmek üzere ittifak etmesinden Allah'a sığınırız. Bu­nun olması olağan sayılacak birşey değildir. Mutlaka ve mutlaka ümmetten birisi o hadîsi delil olarak almış olmalıdır. Sen hadîsi delil olarak al ve asla çoğunluğun onu terketmesiyle onu zayıf ha­dîs sınıfından sayma. Biz bunu derken alimlerin üstünlüğünü, de­ğerlerini ve dini muhafaza etmek için sarfettikleri çabaları ve ictihadlarını asla inkar etmemeliyiz. Kuşkusuz her halükârda onlar Allah'ın mağfiretine ulaşmış; bir veya iki ecri kazanmayı haketmişlerdir. Ancak bu bizim, kat'î ve gayet açık nassları onlar daha iyi bilirler şüphesine kapılarak geçersiz sayıp askıya almamızı gerektir­mez. Şayet illâki bu şüpheye göre hareket etmekte ısrar ediyorsan, o zaman nasslara dayanan onlardan daha alimdir. Bu durumda ciddiysen, ona neden uymuyorsun? Alimlerin sözlerini ve görüşle­rini şer'î nasslarla karşılaştırıp ölçtükten sonra nasslara muhalif sözlerini farkeden onların görüşlerini heder etmiş ve onlara muha­lefet etmiş sayılmaz; bilakis onlara gerçek mânâda ancak bunu ya­parak uymuş olur. Çünkü onlar anlattığımız gibi taraftarlarına bile yapmalarını emretmişlerdir ve daima şer'î nassları kendi görüşle­rinden üstün tutmayı tavsiye etmişlerdir. Oysa zamanımızda çoğu mukallidler uydukları imamın görüşü ile çelişen hadîsler için şayet bu hadîs sahih olsaydı veya sahih ise başka daha güçlü bir hadîsle çelişmemiş olsaydı veya nesh edilmiş olmasaydı, -şayet mukallid Şâfiî ise- İmam Şafiî onu delil olarak kabul ederdi, -ya da Malikî ise- İmam Malik onu kabul ederdi, derler ve doğrusu hadîsler­le amel etmeyi dinden bir sapma olarak kabul edip, hadîslerle çeli­şiyor olsa da, alimlere uymanın vacîb olduğu inancını taşırlar.

Yukarıda zikrettiğimiz müctehid imamların tavsiyelerini bu koyu mukallidçilere anlatarak onları cevapsız bıraktığın zaman kaçmaya başlarlar. Her ne kadar sahih hadîsler günümüze kadar kitaplarda muhafaza edilmiş; cerh, tadil ve sened ilimleriyle tahrife uğramaktan korunmuş olsa da, ancak ne yazık ki günümüzde neshedilmiş olarak görünmektedir. Çünkü insanlar hadîslerle amel et­meyi terketmiş son devir fakihlerinin fetvalarına sarılarak sahih hadîslere muhalif olmasına rağmen reyle yetinmiş bulunmaktalar ve kendilerince hadîslerin hükmü geçersiz olmuştur. Neshin bun­dan da daha güçlüsü var mı? Kendilerini bu hususta uyardığın za­man "Mezhebimize göre durum budur" derler. Oysa onlar iftira ediyorlar. Her mezhep imamı bu hususta şöyle demiştir: "Sözlerim hadîsle çeliştiği zaman sözlerimi çöpe atın, hadîsle amel edin; mez­hebim hadîstir. Alimin her söylediğini kabul edip ona uymak ile il­minden yararlanmak usûlünden istifade etmek arasında fark var­dır. Birincisi alimin sözlerini hiç incelemeden kitab ve sünnetten delilini aramadan ona uyar, ikincisi İse Kitab ve sünnetin nasslarmı doğru bir şekilde anlamak İçin ilminden, usûlünden yararlanmaya çalışır. Delile ulaştığı zaman ne alimin ne de başkasının sözüne İh­tiyacı kalır. Çünkü alim onun için delilleri doğru anlamak veya de­lilleri bulmak noktasında bir araçtır. Yıldızla kıbleyi arayan, kıbleyi bizzat müşahede ettiği zaman yıldıza ihtiyacı kalmaz, imam Şafiî şöyle demiştir: "Bir mesele hakkında Resulullah'm hadîsim bilenin başkasının sözünü alıp hadîsi terketmesi icma-i ümmetle caiz de­ğildir."

Uyması gerekli olan Allah ve Resulünün hükmü ile, olsa olsa uyulması caiz olabilen müvvel hüküm arasında da fark vardır. Birincisi Allah'ın Resulüne vahiy olarak indirdiği Kitab ve sünnetten ibarettir ki, Allah'ın kullarına uyulmasını gerekli kıldığı ancak bu­dur. İkincisi uyulması caiz, ona muhalefet etmekle ise insanın fıska veya küfre giremeyeceği müctehidlerin sözleridir. Çünkü müctehidlerin sözleri Allah'ın hükmü olarak kabul edilmez. Kendileri de hiçbir zaman böyle bir iddiada bulunmamışlardır. Nitekim Resulullah, müctehidin hükmüne Allah'ın hükmüdür demeyi yasakla­yarak müctehid sahabiye şöyle demiştir: "Onları kendi hükmüne çağır. Allah'ın hükmüne isabet edip edemeyeceğini bilemiyorsun." Bu yüzden müctehidler ictihad ederken şöyle demeyi âdet edin­mişlerdir: "Biz ictihad ettik, isteyen kabul eder, isteyen reddeder. Sözlerimizi ümmete vacib bir hüküm gibi gerekli kılmayız."

İmam Ebu Hanife, ictihadı için şöyle demiştir: "Bu benim gö­rüşümdür; bana hadîs getireni kabul eder görüşümü bırakırım," Çünkü Ebu Hanife'nin ictihadı Allah'ın hükmü olarak kabul edil­miş olsaydı, Ebu Yusuf ve Muhammed, ona muhalefet etmezdi ve İmam Şafiî de İmam Malik'in ictihadına muhalefet etmezdi.

Harun Reşid,İmam Malik'e "Muvatta kitabına uymayı herke­se gerekli kılalım" dediği zaman İmam Malik bunu reddetmiştir.

"Bu dosdoğru yoluma uyun. Sizi Allah yolundan ayrı düşüre­cek yollara uymayın." [145] âyeti kerimesi indiği zaman Resulullah (s.a.v.) yerde düz bir çizgi çizdi ve sağından solundan başka çizgiler çizdi. Sonra mübarek parmağını düz çizginin üzeri­ne koyarak "Bu dosdoğru yoluma uyun" âyetini okudu ve diğer eğri çizgilere işaret ederek "Sizi Allah yolundan ayrı düşürecek yol­lara uymayın" diyerek âyeti tamamlayıp doğru çizgiye işaret etti.

Şeyh İbn Arabî, Fütuhat kitabında buna benzer bir olayı şöyle anlatmıştır. "Fas'ın deniz sahiline düşen Sela şehrinde büyük evli­yadan bir adam bana şu rüyasını anlattı: 'Rüyamda aydınlık veren düz ve bembeyaz bir yol gördüm. Yolun sağında-solunda karanlık­lar içinde, dikenli ve dar yollar vardı. Gördüm ki insanlar aydın ve bembeyaz yolu bırakıp o daracık karanlık yollarda debeleniyorlar. Dosdoğru yolda çok az kimseyle Resulullah vardı. Arkasına bakı­yordu. Birden dosdoğru yolun ta ardında bir adamı gördüm. Son­ra onun Şeyh Ebu İshak İbrahim b. Karkur olduğunu farkettim. (Şeyh Ebu İshak büyük muhaddislerden sayılmaktadır) Resulullah İbn Karkur'a 'İnsanları yola çağır' diye sesleniyordu. İbn Karkur ' da var gücüyle insanlara gelin yola 'Gelin, yola gelin,' diye sesleni­yordu. Ancak ne kimse ona cevap verirdi' ne de çağırdığı yola ge­lirdi." [146]


[145] En'am: 6/153.

[146] Şeyh Senusi, Nassın Uygulanışı, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995: 143-147.



[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: İttiba ile taklit arasındaki fark
« Posted on: 25 Nisan 2024, 11:52:02 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: İttiba ile taklit arasındaki fark rüya tabiri,İttiba ile taklit arasındaki fark mekke canlı, İttiba ile taklit arasındaki fark kabe canlı yayın, İttiba ile taklit arasındaki fark Üç boyutlu kuran oku İttiba ile taklit arasındaki fark kuran ı kerim, İttiba ile taklit arasındaki fark peygamber kıssaları,İttiba ile taklit arasındaki fark ilitam ders soruları, İttiba ile taklit arasındaki farkönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes