๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Muvatta => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 20 Ekim 2011, 20:28:38



Konu Başlığı: Oruca Başlarken Ve Bitirirken Hilâle Göre Hareket Edilmesi
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 20 Ekim 2011, 20:28:38
1. Oruca Başlarken Ve Bitirirken Hilâle Göre Hareket Edilmesi  [1]
 
 



1. Abdullah b. Ömer'den: Resûlullah (s.a.v), sözü Ramazana getirerek: «Hilâli görmeden oruca başlamayın, yine hilâli görmeden bayram yapmayın. Şayet hava bulutlu olursa ayı otuz güne tamamlayın.» buyurdu.[2]

 

2. Abdullah b. Ömer'den: Resûlullah fs.a.v.) şöyle buyurmuş­tur: «Ay yirmi dokuz çekebilir, hilâli görmeden oruca başla­mayın, hilâli görmeden bayram da yapmayın. Şayet Rama­zanın son günü hava bulutlu olursa ayı otuz güne tamamlayın.» [3]

Gerçi, «İHTİLAF-I METALİ»a itibar eden, fıkhı görüş açısından konuya bakıldığı zaman, bu konudaki ayrılığı tabiî karşılamak mümkündür. Ancak, hemen ifade etmeliyiz ki, bugün bu konuda görülen ayrılık, «İHTİLAF-I METALî»a itibar etmekten meydana gelmemektedir. Hilâlin tesbitinde uygulanan farklı metotların meydana getirdiği bir ayrılıktır. Ancak, kabule mecburuz ki, «İHTİLAF-I METALİ»a itibardan dolayı meydana gelmiş de olsa, günümüz müslumanlarının ayrılığa tahammülü yoktur. Çünkü, biraz önce de belirttiği­miz gibi, dünyamız küçülmüş,mesafeler kısalmıştır. Çok seri haberleşme ve ulaşım imkânları sayesinde, dünyanın herhangi bir noktasında meydana gelen bir olay, bu noktaya en uzak köşesinde bile, anında duyulabilmektedir. Bir İsl­âm Ülkesinde bayram yapılırken bir başka İslâm Ülkesinde oruca devam edil­mesi, «İHTİLAF-I METALİ»a itibar eden fikhî görüşe dayanılmış da olsa, müslüman toplumları izahı mümkün olmayan bir sonuçla karşı karşıya getirmek­tedir. Aslında, çok iyi bildiğimiz gibi; Hanefî, Maliki ve Hanbelî Mezheplerinin cumhur-ı fukahası «İHTİLAF-I METALλa itibar edilmemesi, hilâlin bir yerde sübutu halinde bütün İslâm Dünyasının bu sübuta göre amel etmesi görüşün­dedir. Şafiî mezhebinde de aynı görüşü benimseyen fakihler vardır. O halde, bu ayrılığı ortadan kaldırmak hepimiz için önemli bir görev olmaktadır.

Bu konuda özellikle Avrupa ülkelerinde çalışan ve değişik İslâm Ülkeleri­ne mensup bulunan müslümanlar, daha güç durumdadır. Bunların bir kısmı, kendi ülkelerine uymakta, diğer bir kısmı, başka ülkelerin ilânına itibar et­mekte, böylece aynı şehirde yaşayan, aynı dine, hatta aynı millete mensup olan müslümanlar, ayrı günlerde oruca başlamakta ve bayram yapmaktadır. Bun­lar içinde kırıcı ithamlarda bulunanlar ve farkında olmadan fitneye yol açanlar da pek çoktur. Bu halin onları, gayr-ı müslimler karşısında güç bir duruma sok­muş olması da ayrı bir gerçek ve ayrı bir acıdır.

Yabancı ülkelerde çalışan müslüman işçisi, kendisine müslüman olma­yanlar tarafından sorulan «Siz hepiniz aynı dinin mensupları değil misiniz? Ni­çin aynı günde bayram yapmıyorsunuz?» sorusuyla karşı karşıya gelmekten kurtarılmalıdır. Bu konuda en yakın geçmişteki, Ramazan, Şevval ve Zilhicce hilâllerinin tesbitini örnek olarak ele almak istiyorum.

Yüksek malûmları olduğu üzere, 1398 H. -1978 M. yılı Ramazan orucuna bazı İslâm Ülkelerinde (Meselâ: Türkiye, Afganistan, Fas ve Nijerya'da) 6 Ağustos 1978 Pazar günü başlanmışken, diğer bazıları (meselâ: Mısır, Suudî Arabistan, Lübnan, Suriye gibi ülkelerde) oruca 5 Ağustos Cumartesi günü gi­rilmiştir. İslâm Ülkelerinin büyük çoğunluğu 5 veya 6 Ağustos günlerinde bölü­nerek oruca başlarken, 4 ve 7 Ağustos günleri Ramazan'a giren ülkeler de var­dır. Büyükelçiliklerden aldığımız bilgiler bizi yanıltıcı nitelikte değilse, Irak ve Kuveyt'deki müslümalar, 4 Ağustosta oruca niyyet etmişler, Pakistan'daki müslüman kardeşlerimiz ise, oruç tutmağa 7 Ağustos günü başlamışlardır. «İHTİLAF-I METALλa itibar eden fıkhî görüş savunulsa bile, bu tablo karşı­sında İslâm Dünyasının hazin durumunu görmemek mümkün değildir. 1398 H. /1978 M. yılı Şevval hilâline gelince:

Aynı hazin sonuç, bu hilâlin ilanı konusunda da ortaya çıkmıştır. Şöyle ki: Bazı ülkelerde 2 Eylül akşamı Şevval hilâli görülmüş gibi, 3 Eylülde bayram ya­pılmış, diğer bazı ülkelerde ise, aynı gün oruca devam edilerek, bayrama bir gün sonra (4 Eylülde) girilmiştir. Kesin tesbitlerimiz olmamakla beraber, Ra­mazan'a girişlerine bakarak, bazı ülkelerde de 2 ve 5 Eylül günlerinde bayram yapıldığım söylemek mümkündür. Yine bu yıl, Zilhicce hilalinin tesbitinde ve kurban bayramının ilânında karşılaşılan sonuç, Ramazan ve Şevval hilâllerinin durumundan farklı olma­mıştır. Bazı İslâm ülkelerinde 31 Ekim akşamı Zilhicce hilâli görülmüş gibi 1 Kasım tarihi 1 Zilhicce olarak ilân edilirken,diğer bazılarında 2 Kasım günü 1 Zilhicce olarak kabul ve ilân edilmiştir.

Kesim kanaatimiz olur ki, bu ayrılık, «İHTİLAF-I METALİ»'dan doğan bir ayrılık değildir. Bu ülkelerde hilâl gözlenmesi ve tesbitinin yol açtığı bir ayrılık da değildir. Şu veya bu ülkelerin hilâli bizzat gözleyerek ve sadece bu gözlem olarak ilân ettiklerini, diğerlerinin ise, bunu yapmadıkları için yanlış yolda ol­duklarını iddia etmek de imkânsızdır. İhtilâfın temelinde, İslâm ülkelerinde uygulanan farklı metotlar yatmaktadır.

1398 H./1978 M. yılı Ramazan, Şevval ve Zilhicce hilâlleri ile ilgili olarak yaptığımız araştırma ve incelemeler göstermiştir ki, ülkemiz de dahil olmak üzere ve özellikle Ortadoğu İslâm Ülkelerinin çoğunda hesapla amel edilmiştir. Ancak, hesapta uygulanan ayrı metotlar yüzünden, sonuçlar değişik olmuştur. Şöyle ki: Bazı İslâm ülkeleri, hesaplarını yaparken Batıhlarca hazırlanmış olan «Almanak» larda gösterilen Ramazan, Şevval ve Zilhicce aylarına ait İÇ­TİMA ANI  esas alinmistir bu «İÇTİMA ANI»nı takibeden günleri, hilâl henüz görülmemiş olduğu halde, mezkûr ayların birinci günü olarak ilân etmişlerdir. Diğer bazı ülkeler ise, bu ayların içtima zamanlarına değil, bu aylara ait hilâlle­rin yeryüzünden görülebileceği zamanlara (hilâlin sübutuna) itibar etmişler ve bu subutu takibeden günleri mezkûr ayların birinci günleri olarak tesbit ve ilân etmişlerdir.

Bu konu ile ilgili görüşlerimizi ve tesbitlerimizi biraz daha açıklamak iste­rim:

a) 1398 H./1978 M. Yılı Ramazan hilâlinin tesbiti ile ilgili çalışmalarımız: Batıhlarca hazırlanan Almanaklar incelendiğinde görüleceği üzere, Ra­mazan hilâlinin İÇTİMA ANI, 4 Ağustos Cuma günü Greenwich saati ile 01.01'dir. Ancak bu tarihte, hesaba göre en batıda bulunan Fas dahil, islâm Dünyasının hiç bir yerinde hilâl görülmemiştir. Bu tarihte Ay, meselâ: Fas'ta Güneşten 11 dakika, Mekke'de 12 dakika, Ankara'da 1 dakika sonra batmıştır. Halbuki, hilâl, Güneşin gurubundan sonra, batıda ufukta ve meselâ: Ekvator hattı üzerindeki bölgelerde en an 25 dakika, ekvatordan uzaklaştıkça ise daha fazla süre kalmadıkça, yani Güneşten en az bu kadar süre sonra batmadıkça, yer yüzünden görülmesi imkânsızdır. Zira bu süre içinde Ay, henüz güneş ışın­larının etkisi altında bulunmakta ve yer yüzünden görülebilmesi söz konusu olan bölümü de görülemeyecek kadar ince bir hilâl durumunda olmaktadır. Gö­rülebilecek duruma gelmesi için Ay'ın içtima noktasından ayrılarak, Güneşle Dünyanın merkezini birleştiren doğruya 7 dereceden büyük bir açı meydana getirmesi şarttır.

Astronomik hesaplara göre, Zilhicce'nin «İÇTİMA ANI», 31 Ekim günü Greenwich saati ile 20.06 (Mekke saati ile 23.06) dır. Ve 31 Ekim akşamı dünya­nın hiç bir yerinde hilâl görülmemiştir. Bu tarihte Ay, meselâ Mekke'de Güneş­ten 3 dakika, Fas'ta, 1 dakika önce batmış, şüphesiz görülmesi mümkün olma­mıştır. Hilâl ilk defa 1 Kasım günü Greemwich saati ile 07.39 da (Mekke saati ile 10.39 da) Japon adalariyle Yeni Gine adalarını birleştiren hattın üzerinde olan deniz bölgesinde, aynı günün akşamı ise, bütün İslâm Ülkelerinde görülebile­cek duruma gelmiştir.

Bu astronomik hesaplardan ve gözlemlerden çıkarılacak sonuç şudur ki, hilâlin görülmesi Ölçüsünün benimsenmesi halinde, Kurban Bayramı, 11 Ka­sım 1978 Cumartesi günüdür. RU'YET şartı aranmıyor ve hilâlin «İÇTİMA ANI»nin girmiş olması ile yetiniliyors, bu takdirde 10 Kasım 1978 Cuma günü, Kurban Bayramı günü olarak kabul edilebilecektir.

Bu açıklamalardan da anlaşıldığı üzere, Ramazan ve bayram günlerinin ilânında İslâm Dünyasında görülen ayrılığın asıl sebebi, bu ülkelerin bazıların­da hesapla amel edilmesi, diğer bazılarında ise, hilâlin bizzat gözle görülmesi suretiyle hareket edilmesi değildir. Aslında, bu ülkelerin çoğunda, uygulanan yol, hesap yoludur. Aynı yol uygulandığı halde, ayrı metotların kullanılmış ol­ması sebebiyle ayrı sonuçlara ulaşıldığı sanılmaktadır.

Buraya kadar yapılan açıklamalardan sonra ortaya şu sorular çıkmaktadır:

1— Ramazan ve Bayramların ilânında, dinî ölçülere uygun olarak, önce­den yapılmış astronomik hesaplara dayanılmak suretiyle hareket edilebilecek midir? Yoksa bu hesaplar yapılmış olsa bile, hilâlin gözetlenmesi ve buna göre hareket edilmesi zarureti üzerinde durulacak mıdır?

Bu sorunun cevabı üzerinde ikinci hicrî asırdan bu yana âlimler arasında tartışmaların süregeldiği malumlarıdır. Bu tartışmaların ışığında, yüksek he­yetiniz de bu konuda kesin tercih ve tavrını ortaya koymak durumundadır.

2— Hesaba itibar edilecekse, Ay, «İÇTİMA ANI»ndan sonra, 7 dereceden daha büyük bir açı yaparak Güneşten uzaklaşmadığı ve bu yüzden de yeryü­zünden görülmediği halde «ASTRONOMİK GİRİŞ» yani «İÇTİMA ANI» ile sa­bit olmuştur diye, bazı kardeş ülkelerde yapıldığı gibi, Ramazan ve Bayram ilân edilebilecek midir?

3— İkinci soruya, «EVET», diyebileceksek, mesele yoktur. «HAYIR» diye-ceksek, hilâlin dünyanın herhangi bir yerinde görülmesi halinde, İslâm ülkele­rinden herhangi birinde görülmüş olması şartı aranmaksızın Ramazan ve Bay­ram ilânı yoluna gidilebilecek midir?

4— Üçüncü soruya «HAYIR» diyeceksek, hilâlin İslâm Ülkelerinin her­hangi birinde görülmesi şartı üzerinde mi durulacaktır?

Yüksek malumları olduğu üzere, İslâmî hükümlere göre namaz vakitleri­nin belirlenmesinde Güneşin hareketlerinin (daha doğrusu, Dünyanın kendi ekseni etrafındaki günlük hareketi ile Güneş etrafındaki yıllık hareketinin), oruç, hac, zekât, fıtır sadakası, kurban, bayram gibi ibadetlerin zamanlarının tesbitinde ise Ay'ın aylık ve yıllık hareketlerinin esas alınması gerekmektedir. Söz konusu ibadetlerin zamanlarının isabetle tayin edilebilmesi ise kamerî aybaşlarımn, özellikle Ramazan, Şevval ve Zilhicce aylarının ilk günlerinin doğru olarak tesbitine bağlıdır. Fıkhı eserlerin incelenmesinden de anlaşılacağı üzere, İslâm müctehit ve fakihlerinin büyük çoğunluğu, Resulullah (s.a.) Efendi­mizin, değişik: lâfızlarla -hemen hemen- belli başlı bütün hadis kitaplarında ri­vayet edilmiş olan «Ramazan hilâlini görünce, oruca başlayın Şevval hilâlini görünce bayram yapın. Hava kapalı olur da, hilâl görülemezse (Şaban ve Rama­zan aylarını) 30 güne tamamlayın»[4] hadis-i şerifi ile istidlal etmişler, kamerî aybaşlanmn tesbitinin, bu aylara ait ilk hilâllerin görülmesi, bu mümkün almadığı takdirde, ayın 30 güne tamamlanması ile olacağını, bu konuda hesapla ve müneccimlerin sözleriyle amel etmenin dinen caiz olmayacağını savun­muşlardır.

Buna karşılık, sayıca az olmakla birlikte kamerî aybaşlannın (Ramazan, Şevval ve Zilhicce hilâllerinin) hesapla da tayininin mümkün, caiz ve hatta za­rurî olduğunu ifade eden muhakkak fakihler de her asırda bulunmuştur.

Kameri aybaşlarinın tayininde, mutlaka RÜ'YlT in esas olduğunu, he­sapla amel etmenin caiz olmadığını savunan fakihlerih belli başlı delilleri şun­lardır.

1- Hadis-i şerifte: «Hilâli görmedikçe oruca başlamayın. Hilâli görmeden orucu bırakıp bayram yapmayın. Hava kapalı olur da, hilâli göremezseniz, ayı 30 gün takdir edin.» buyurulmuştur.

Diğer bir rivayette ise: «Hilali görünce oruca başlayın. Hilâli görünce oru­cu bırakıp bayram yapın. Hava bulutlu olur da hilâli göremezseniz, takdir edin, yani adedi 30 güne tamamlayın» buyurulmuş, hesaptan ve müneccimlerin ve­recekleri bilgiden söz edilmemiştir. Aksine hilâlin görülmesi, görülemediği tak­dirde aym 30 güne tamamlanması emredilmiştir. Hesapla amel edilmesi caiz olsaydı, Hz. Peygamber (s.a.) 30'a tamamlamayı emretmez «Hesap bilenlere başvurunuz» buyururdu.

2- Peygamberimiz (s.a.v.) müneccimlere inanmayı ve ilm-i nücum ile meş­guliyeti yasaklamış, «kim bir kahine veya müneccime gider de (ondan gaibe ait haber sorarsa) Muhammed'e indirileni inkâr etmiş olur.» [5]buyurmuştur.

3- îlm-i nücum, hayal ve tahminden ibarettir. Ne kesin bilgi, ne de galib zan ifade eder. Bu sebepledir ki, kameri aybaşlannın tayininde bu ilme itimat edilemez.

4- Dinî vazifelerin vakitlerini hesapla tayin etmek, hesap bilenlerin azlığı sebebiyle, dinî hükümlerin ifasını zorlaştırır. Din kolaylıktır. Bu sebeple ibadet zamanlarının tayini, âlimin de cahilin de kolaylıkla tatbik edilebileceği basit esaslara bağlanmıştır.

5- Hesaba göre kamerî ay, ne 29 ne de 30 olmayıp 29,5 gündür, yani kesirli­dir. Halbuki oruç tamgün ölçüsüne bağlıdır.

6- Hesapla aybaşlarmı (hilâli) tayin, şuhudî ilim değil, istidlali ilimdir. îstidlâli ilim, ehîli fen ve havassa aittir. Hesapla hilâlin belirlenmesi  halkı körü körüne taklide mecbur kılmak, şuhudî ilim zevkinden mahrum bırakmak de­mektir..[6]

7- Kur'an-ı Kerim'de, Bakara sûresinin 185. ayetinde: «Sizden her kim Ra­mazan ayina şahit olursa oruç tutsun» buyurulmaktadir.

«Şuhûd» kelimesi «huzur» yani «ikamet» anlamına geldiği gibi her şeyi ke­sinlikle bilmek ve görmek anlamlarında da kullanılır. Bu duruma göre müfessirler ayet-i celileyi:

a) Her kim Ramazan ayında misafir olmayıp mukim olursa,

b) Her kim Ramazan ayının başladığını yakînen bilirse,

c) Her kim Ramazan hilâlini görürse... şeklinde açıklamışlardır.

Ayete verilen ikinci manadaki yakinen bilme yolu mutlak değil, «hilâli gö­rünce oruca başlayınız...» hadis-i şerifi ile tefsir ve takyit edilmiştir. Bu sarahat karşısında, bir başka bilgi yolu olarak hesap yoluna meyletmeye sebağ yoktur.

Kamerî aybaşlarının özellikle Ramazan, Şevval ve Zilhicce hilâllerinin RÜ'YET'ten başka astronomik hesaplarla da tayin edilebileceği görüşünü be­nimseyen âlimler, hesabı kabul etmeyenlerin ileri sürdükleri itirazlara şöyle cevap veriyorlar:

1- «Ramazan hilâlini görünce oruca başlayın. Şevval hilâlini görünce oru­cu bırakın, Hava kapalı olursa, ayı 30 güne tamamlayın.» anlamındaki hadis-i şerifler, kamerî aylara ait ilk hilâllerin hesapla tayin edilmesini yasaklamamakta; müslümanlann oruç, hac, kurban, fıtır sadakası, bayram gibi ibadetle­rini ifa için, kamerin hareketlerine ait ince hesaplan öğrenmekle mükellef kı-hnmadıklarını, bu iş için avamın da havassın da bilip tatbik edebileceği RÜ'YET yolunun kullanılabileceğini göstermektedir.

2- Hadis-i şerifle yasaklanan ilm-i nücum, günümüzün müsbet ve modern astronomi ilmi değildir. Bugünün müsbet ilmi olan astronomiyi, İslâm'ın ya­saklanmış olması muhaldir. Burada işaret edilen ve yasaklanan şey yıldızların hareketlerinden geleceğe ait haber ve hükümler çıkarmağa ve bir takım hurâfi bilgiler elde etmeğe çalışmasıdır. Nitekim âlimler bu ve benzeri hadis-i şerifler­de geçen «MÜNECCİM» terimini, «yıldızların doğup batmasından geleceğe ait haber veren kimse,» «KAHÎN» terimini ise «bir şeyi vukuundan önce haber ve­ren veya gayb hakkında hüküm veren kimse» diye tarif etmişedir.[7]

Aslında bu hadis-i şeriflerde zemmedilen kişiler, bütün kudret ve tasarru­fun gök cisimlerine ait olduğunu ileri süren müşrik arap kâhinleri ve bakıcıları­dır. Gerçekten de bunlara inanan ve bunların ardından gidenlerin küfründe süphe yoktur. Hesabın ve yıldızların bazı bilgileri elde etmede bir takım işaret­ler ve vasıtalar olduğuna inanan ve elde ettiği bilgilerle amel eden kişilere isnat etmekten, herkesin ALLAH'a sığınması gerekir. [8]

3- Mütekaddim fakihlerin hads ve tahminden ibaret sayarak galip zan bile fade etmeyeceğini söyledikleri hesap ve ilm-i nücüm, günümüzün hesabı ve astronomisi değil, belki bu ilme ait ilk ve çok sınırlı bilgilerdi. Günümüzde astronomi ilminin elde ettiği sonuçlar ve hesaplar kesindir.

4- Ramazan, Şevval ve Zilhicce aylarına ait hilâllerin hesapla tayin ve tes-biti için bütün müslümanların astronomi ve ince hesaplan öğrenmeleri gerek­mez. Nitekim herkes, hilâl aramakla da sorumlu tutulmamış, toplum içinden birkaç kişinin hatta bır-iki kişinin hilâli arayıp görmesi ile diğerlerinden so­rumluluk kalkmıştır. Özellikle günümüzde hesap, artık rü'yetten daha kolay, toplumlar için çok daha pratik hale gelmiştir. Bu itibarla, hesapla hilâlin tayi­ni, müslümanlar üzerine külfet ve meşakkat değil, bilakis kolaylıktır.

5- Kamerî ayların hesaba göre kesirli olması, bazı ayların 29 gün, bazıları­nın da 30 gün itibar edilmesi anlayışına aykırılık ifade etmez. Rü'yet ölçüsüne göre yapılan hesap sonucunda da, kamerî aylar pek âlâ bazan, 29, bazan da 30 gün olmaktadır.

6- Müslümanlann tamamının hilâli görerek şuhudî ilim zevkine ermeleri aklen mümkün ise de, tatbikatta hiç vaki olmamıştır. Göreni taklit ile, hesap ile haber vereni taklit arasında sonuç bakımından hiç bir fark yoktur.

7- «Hilâli gördüğünüzde oruca başlayınız...» mealindeki hadis-i şerifi, «siz­den kim Ramazanın başladığını kesinlikle bilirse, oruç tutsun.» anlamındaki ayet-i kerimede geçen «BÎLGλyi rü'yetle sinifi ayıcı olarak görmek doğru değil­dir. Önemli olan, bu bilgiye ermektir. Bu da rü'yetle olabileceği gibi, hesapla da mümkündür. Hadis-i şerifteki emir, vücub için değil, irşat içindir. Ramazana başlamayı ve bayram yapmayı sağlayacak sınırı göstermektedir. Bu sınırın tesbiti, hilâli gözleyerek, rü'yetin sübutu ile olabileceği gibi, hesaba başvurarak da mümkündür. Şari'in gayesi, hilâli göstermek değil, hilâlin sübutunu tayin yolu ile oruca başlatmak veya iftar ettirmektir. Bu itibarla, mezkûr hadis-i şeri­fi, bu ayet-i kerimede işaret edilen bilgi yolunu rüyetle sınırlayıcı olarak gör­mek, isabetli olmasa gerektir.



[1] Ramazan ve bayramların belirlenmesi konusunda İslam ülkelerinin birlikteliğini sağlamak üzere Diyanet İşleri

Başkanlığının öncülüğünde 1978 Rü'yet-i Hilâl Konferansı düzenlenmiş ve şu bildiri yayımlanmıştır:

Konferansımızın asıl konusu olan «RÜ'YETİ HİLAL» meselesindeki ay­rılıklarla ilgili olarak İslâm Dünyasının birliğini sağlayacak kesin sonuçlara ulaşmak en büyük arzumuzdur.

Bugün burada, üzerinde duracağımız »RÜ'YETİ HÎLAL» konusudur. Ra­mazan'a girerken, bütün İslâm Üünyası'nda bu konu tartışılır, müslümanlar, kendi ülkelerinden ayrı hareket eden diğer ülkelerin tutumu karşısında şüphe­ye düşerler, huzursuz olurlar.

[2] Buharı, Savm, 30/11; Müslim, Sıyâm, 13/3. Aynca bkz. Şeybanî, 346,

[3] Buharı, Savm, 30/11; Müslim, Siyam, 13/9.

[4] Ramazan ve bayramların belirlenmesi konusunda İslam ülkelerinin birlikteliğini sağlamak üzere Diyanet İşleri

Başkanlığının öncülüğünde 1978 Rü'yet-i Hilâl Konferansı düzenlenmiş ve şu bildiri yayımlanmıştır:

Konferansımızın asıl konusu olan «RÜ'YETİ HİLAL» meselesindeki ay­rılıklarla ilgili olarak İslâm Dünyasının birliğini sağlayacak kesin sonuçlara ulaşmak en büyük arzumuzdur.

Bugün burada, üzerinde duracağımız »RÜ'YETİ HÎLAL» konusudur. Ra­mazan'a girerken, bütün İslâm Üünyası'nda bu konu tartışılır, müslümanlar, kendi ülkelerinden ayrı hareket eden diğer ülkelerin tutumu karşısında şüphe­ye düşerler, huzursuz olurlar.

[5] İbn Abidin, Mecmuatu'r-resail, I, 245. istanbul, 1325.

[6] en-Nevevî, Şerhu Sahihi Müslim, VIII, 188 -189; Beyrut, 1392/1972..

[7] a.g.c, 245.

[8] bkz., a.g.e.,1, 246.