๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Müttefekun Aleyh Hadisler => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 07 Ekim 2011, 19:52:46



Konu Başlığı: Münafıkların Özellikleri Bölümü
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 07 Ekim 2011, 19:52:46
50-) Münafıkların Özellikleri Bölümü

(Kitâbu Sıfâti'l-Münâfıkîn ve Ahkâmuhu)


1836-) Zeyd b, Erkam (r.a.): "Bir gazvede bulunuyordum, bu sıra­da (münafıkların başı) Abdullah b. Übey'i: "Rasûlüllah'ın yanında bulunan kimselere harcama yapmayın ki böylece yanından dağılıp gitsinler. Me­dine'ye dönersek kesinlikle güçlü olan, güçsüz olanı oradan çıkaracak­tır." derken işittim. Ben de bunu amcama veya Ömer'e söyledim, o da Hz. Peygamber (s.a.v.)'e anlattı. Bunun üzerine beni çağırdı, kendisine söylediği sözü anlattım. Rasûlüllah (s.a.v.) Abdullah b. Übey ve arka­daşlarına haber salıp çağırttı. Sonra da onlar böyle bir şey söylemedik­lerine yemin ettiler. Bu nedenle Rasûlüllah (s.a.v,) beni yalanlayıp onu doğru buldu. Bu yüzden bana bir benzeri görülmemiş bir üzüntü geldi, evimde oturdum. Amcam bana: "Rasûlüllah (s.a.v.)'in seni yalanlayıp sana öfkelenmesiyfe ne istedin ki?" dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ: «Münafıklar sana geldiğinde...» Suresi'ni indirdi. Hz. Peygamber (s.a.v.) bana hemen haber gönderip bu sureyi okudu ve: "Ey Zeyd, muhakkak kiAllah senidoğrulamıştır.''buyurdu" demiştir. [1867]

 

1837-) Câbir (r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) Abdullah b. Übey gömüldükten sonra geldi ve kabrinden çıkartıp ağzına tükrüğünü üfle­di, gömleğini giydirdi." demiştir. [1868]

 

1838-) İbni Ömer (r.a.) anlatır: "(Münafıkların reisi) Abdullah b. Übey Öldüğünde oğlu Hz. Peygamber (s.a.v.)'e geldi ve: "Ey Allah'ın Rasûlü, gömleğini versen de içerisine kefenlesek, cenaze namazını kıldırıp bağış­lama dilesen." dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) de gömleğini verdi ve: "Namaz kıldırmam İçin (işiniz bittiğinde) bana haber verin" buyurdu. Kendisine haber verildi, namaz kıldırmak istediğinde Ömer (r.a.) kendisi­ni çekti ve: "Allah sana münafıklara cenaze namazı kıldırmanı ya­saklamadı mı?" dedi. O da: "Allah: «Onlara bağışlama dile, dileme (değişen bir şey olmaz) Onlara yetmiş kere bağışlama dilesen bile Allah

onlan asla bağ ısla m aya çaktır.» buyurmuştur. (Tevbe: sû) Bu ne­denle ben İki seçenek arasında serbestim (bağışlama dileyebilirim de, dile­mem de) "buyurdu ve namazını kıldırdı. Arkasından: «Onlardan ölen bir kimse için asla cenaze namazı kıldırma!...» (Tevbe: 84) ayeti indi.

(Câbir (r.a.)'ın rivayet ettiği İbni Ömer (r.a.)'ın rivayet ettiği hadiste müna­fıkların başı Abdullah b. Übey'in cenazesine karşı Hz. Peygamber (s.a.v.)'in tutumu anlatılmıştır. Aslında Abdullah b. Übey İyi bir kimse değildir, kâfir olduğu halde Müs­lüman görünmüş, İslâm ümmeüni parçalamak için çeşitli dolaplar çevirmekten geri durmamıştır. Bu arada kendisinin Hazrec kabilesinin reisi olması bu kabilenin İslâm'a ve Hz. Peygamber (s.a.v.)'e bakışını etkilemekte idi. Bu nedenle Hz. Peygamber (s.a.v.) her ne kadar bu adamın inançsız olduğunu manen bilse bile Hazredileri ka­zanmak için siyaseten Abdullah b. Übey'in cenazesine ilgi göstermiş, arakasından yukarıda hadiste anlatıldığı gibi uyarı gelmiştir. (Tevbe: 84) Aynfnirrverdiği bilgiye gö­re Rasûlüllah (s.a.v.)'in bu adamın cenazesine gösterdiği tutumdan dolayı Hazrec kabilesinden bin kişi İslâm'a girmiştir. (Umdetü'i-Kârf, Aynî, v. 415) Bu adamın oğlu olan Abdullah b. Abdullah (r.a.) iyi bir Müslümandı, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yanında pek çok savaşlara katılmış hatta yaptığı kötülüklerden dolayı babasının boynunu vurmak için Hz. Peygamber (s.a.v.)'den izin istemişti. Yukarıdaki hadisten de anlaşı­lacağı gibi Rasûlüllah (s.a.v.)'in Abdullah b, Übey'in cenazesine katılıp katılmaması tartışmalara yol açmış, bu nedenle oğlu Abdullah (r.a.), Hz. Peygambere sıkıntı ol­maması için babasının cenazesini haber vermeden gömmüştür. Daha sonra Hz. Pey­gamber (s.a.v.) durumu öğrendiğinde, önceden cenaze namazını kıldıracağını söyle­diğinden dolayı Abdullah b. Übey'in kabrini açtınp söz verdiği gömleği ona giydirmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in: "Benim gömleğim asla onu Allah'tan kurtaramaz ama ben bu sebeple onun kavminden olanlann İslâm'a gireceklerini ümit etmekteyim" dediği de söylenmiştir. Yine bu hadisten lüzum görüldüğünde kabrin açılabileceğine işaret çıkmaktadır. umdetü'i-Kârf, Aynî, v. eıs-eıs) [1869]

 

1839-) Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Kabe'nin ya­nında ikisi Kureyşii biri Sakifli yahut ikisi Sakifli biri Kureyşli üç kişi bir araya geldi. Bunlar, kalplerinin anlayışı kıt, kannlannın yağı bol kimselerdi. Bun­lardan birisi: "Ne dersiniz, Allah, bizim konuştuklanmızı duyar mı?" dedi. Diğeri de: "Sesli konuşursak duyar, sessiz konuşursak duymaz" dedi. Bir diğeri de: "Sesli konuşsak da duyar, sessiz konuşsak da" dedi. Bunun üze­rine Yüce Allah «Siz kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin, a-leyhinize şahitlik etmesinden sakınmıyordunuz, yaptıklarınızın çoğunu Allah'ın bilemeyeceğini mi sanıyordunuz.» (Fussiiet: 22) âyeti­ni indirdi." [1870]

 

1840-) Zeyd b. Sabit (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.), Uhud sa­vaşına çıktığında kendisinin beraberinde bulunanlardan bazı kimseler geri döndüler. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ashabı bu geri dönenler hak­kında ikiye ayrıldı. Bir kısmı onları öldürelim derken diğer bir kısım öl­dürmeyelim, dedi. Bunun üzerine «Size ne oluyor da münafıklar hakkında ikiye ayrılıyorsunuz?» (Nisa: 88} âyeti indi. [1871]

 

1841-) Ebû Said el-Hudrî (r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v,) döneminde münafıklardan birtakım kimseler, Rasûlüllah (s.a.v.) gazaya çıktığında geri kalıp Rasûlüllah (s.a.v.)'in gerisinde evlerinde oturmaktan dolayı sevinir, mutlu olurlardı. Rasûlüllah (s.a.v.) gazadan dönüp geldiğinde kendisine mazeretler ortaya atarak yemin ederler, yapmadıkları şeyler­den dolayı kendilerinin övülmesini isterlerdi. Bunun üzerine: «Yaptık­ları ile sevinen, yapmadıkları ile övülmeyi isteyenlerin sakın ha sakın azaptan kurtulacaklarını zannetme! Onlar için acıtıcı bir azap vardır,» (âı-ı imrân: ıss) ayeti indi. [1872]

 

1842-) İbni Abbâs (r.a.)'a: "Kendisine verilen şeyden dolayı sevi­nen, yapmadığı şey nedeniyle övülmeyi isteyen herkes azaba uğraya­cak ise hepimiz azap olunacağız?" denildi. İbni Abbâs (r.a.): "Bu ayetle sizin ilginiz yoktur, Hz. Peygamber (s.a.v.) Yahudileri çağırıp onlara bir şeyler sordu, onlarsa bunu kendisinden saklayıp başka bir şeyi haber verdiler. Sorduğu şeyler hakkında haber vermeleri nedeniyle övülmeyi hakkettikleri görüntüsü verdiler (teşekkür beklediler) ve gerçeği gizleme ola­rak ortaya koyduklan şeyden dolayı sevindiler." dedi,

(Burada sorulan sorular, Tevrat'ta zikri geçen Hz. Peygamber (s.a.v.)'tn sıfatla­rıdır-. Yahudiler bilerek bunun tersini söyleyip gerçeği gizlemişler, bu yaptıklarının yanında bir de sorulanlara haber verdiklerinden dolayı bir teşekkür beklentisi görün­tüsü vermişlerdir.) [1873]

 

1843-) Enes (r.a.): "Hıristiyan bir adam vardı. Müslüman oldu. Bakara ve Âl-i İmrân Sureleri'ni okumuş, Hz. Peygamber (s.a.v.)'e de vahiy katipliği yapmıştı. Sonra Hıristiyanlığa tekrar döndü. Bunun arka­sından: "Muhammed benim kendisine yazdıklarımdan başkasını bilmez"diyordu. Sonunda Allah onun canını aldı, kendisini gömdüler ama bak-salar ki toprak onu dışarı atmış. Hıristiyanlar: "Bu, kendilerini bırakıp kaçtığı için Muhammed ve ashabının işidir, arkadaşımızı çıkarıp atmış­lar" dediler ve kendisine derin bir mezar kazdılar ama sabah olduğunda baksalar ki toprak onu tekrar dışarı atmış, yine: "Bu, kendilerini bırakıp kaçtığı için Muhammed ve ashabının işidir, arkadaşımızı çıkarıp atmış­lar" dediler ve kendisine olabildiğince derin bir mezar kazdılar, ama sa­bah olduğunda baksalar ki toprak onu tekrar dışarı atmış, artık anladı­lar ki bu iş, insanlardan değildir, artık onu öylece bıraktılar." demiştir. [1874]

 

1844-) Ebû Hureyre (r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Şu biline ki, kıyamet günü iri yapıtı şişman bir kimse gelir, ama Allah ka­tında bir sinek kanadı kadar ağırlık teşkil etmez. Eğer İsterse­niz: : «Biz kıyamet gününde onlar için hiçbir ölçü koymayız. » : 105) ayetini de "buyurmuştur. [1875]

 

1845-) Abdullah b. Mes'ûd (r.a.): "Yahudi din âlimlerinden bir din âlimi Rasûlüllah (s.a.v.)'e geldi ve: "Ey Muhammed biz, Allah'ın gökleri bir parmağına, yerleri bir parmağına, ağaçları bir parmağına su ve top­rağı bir parmağına diğer yaratıkları da bir parmağına aldığı ve: "Haki­miyete sahip olan benim" buyurduğu bilgileri (kitaplarımızda) buluyoruz." dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber Yahudi din âliminin sözlerini tasdik ederek güldü, öyle ki azı dişleri görünmüştü, sonra: «Onlar Allah'ı gereği gibi takdir edemediler. Halbuki kıyamet günü bütün yeryüzü Onun elindedir. Gökler Onun sağ eliyle durulmuş ola­caktır. O, müşriklerin ortak koştuklarından çok yüce ve uzak­tır.» (zümer: 67) ayetini okudu." demiştir. [1876]

 

1846-) Ebû Hureyre (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.)'i: "Allah yeryü­zünü eline alır, gökleri de sağ etiyle dürüp büker sonra: "Ha­kimiyet sahibi Benim! Hani, yeryüzündeki (sözde) hakim olan/ar nerede!"buyurur."'diye buyururken işittim, demiştir." [1877]

 

1847-) Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.), şöyle bu­yurmuştur: "Yüce Allah, kıyamet günü gökleri katlayıp dürer sonra sağ eline alır ve: "Hakimiyet sahibi Benimi Hani, cebbar zorbalar nerede! Büyüklük taslayanlar nerede!" buyurur. Ar­kasından sol eliyle yerleri katlayıp dürer ve: "Hakimiyet sahibi Benim! Hani, cebbar zorbalar nerede! Büyüklük taslayanlar nerede!" buyurur"[1878]

 

1848-) Sehl b. Sa'd (r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'i: "Kıyametgü­nü insanlar beyaz, ince undan yapılmış çörek gibi kırmızıya çalan beyaz bir yerde toplanacaktır." diye buyururken işittim." demiştir, Seh! b. Sa'd (r.a.) veya ravîlerden bir başka birisi: "Orası öyle düz ki üze­rinde birisine yo! belleği olacak bir işaret bile olmayacak." demiştir, [1879]

 

1849-) Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Kıyamet günü yeryüzü bir çörek tanesi şeklini alır. Cabbâr olan Allah bu çöreği, birinizin yolculukta çöreğini elinde evirip çevirdiği gibi cennetliklere ikram olarak evirip çevirir." buyurdu. Arkasın­dan Yahudilerden bir kimse geldi: "Ey Ebû Kasım, Rahman olan Allah sana bereket versin, bak sana kıyamet günü cennetliklerin ağırlanacağı şeyi bildireyim mi?" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Tabi, bildir"^ bu­yurdu: "Yeryüzü bir çörek tanesi şeklini alır." dedi ve Hz. Peygamber (s.a.v.)'in söyfediği şeyleri anlattı. Hz. Peygamber (s.a.v.) bize baktı sonra azı dişleri görplene değin güidü, arkasından Yahudi: "Sana onla­rın katıklarını bildireyim mi? Onların katıkları: Bâlâm ve Nûn'dur." dedi. Oradakiler: "Bunlar nedir?" dediler. Yahudi: "Öküz ve balıktır. Bu ikisi­nin ciğerlerinin uzantısını yetmiş bin kişi yiyecektir." dedi." demiştir, [1880]

 

1850-) Ebû Hureyre (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Eğer Yahudilerden on (âlim) bana iman etmiş olsa idi Yahudiler imanagelirdi, "buyurmuştur.

(Medine'de Yahudiler çeşitli defa Hz. Peygamber (s.a.v.)'i imtihan etmiş, soru­larının cevabını almaianna rağmen ileri gelenleri inatianndan dolayı iman etmemiş­lerdir. Yahudi âlimlerinden sadece Abdullah b, Selâm (r.a.) ile Abdullah b. Surya iman etmiştir. Aslında çeşitli dönemlerde Yahudi âlimleri de imana gelmiştir, ancak hadiste mevzubahis olan, Tevrat'ta bildirilen Peygamberin Hz. Muhammed (s.a.v.) olduğuna kanaat getiren Abdullah b. Selâm (r.a.)'m iman ettiği gibi hicret esnasında îman etmeyen ileri gelen din âlimleri kasdedilmiştir.) [1881]

 

1851-) İbni Mes'ûd (r.a.) anlatır: "Hz. Peygamber (s.a.v.) ile birlikte Medine'nin terk edilmiş harabelerinde yürüyordum. Kendisi de hurma çu­buğundan bir asaya dayanıyordu. Yahudilerden bir topluluğa uğradı. Bir­birlerine: "Ona ruhu sorun!" dediler. Bir kısmı da: "Ona soru sormayın, içe­risinde sevmeyeceğiniz bir şey getirmesin" dedi. Bazıları da: "Mutlaka ona soru soracağız" dedi. Bunun üzerine onlardan birisi kalktı ve: "Ey Ebû Kâsı-m, ruh nedir" dedi. Bunun üzerine bir müddet sustu ben,' kendisine vahiy iniyor dedim ve ayağa kalktım. Vahiy durumu kendisinden geçtikten son­ra: «Sana ruhtan soruyorlar: "Ruh, Rabb'ırnin işindendîr, size bil­giden çok azı verildi" de» buyurdu." [1882]

 

1852-) Habbâb (r.a.) anlatır: "Cahiliye döneminde demircilik ya­pardım, bu sırada Âs b. Vâİl'de alacağım vardı. Borcunu ödemesi için kendisine geldim: "Muhammed'i inkâr edene değin sana paranı vermem1 dedi, ben de: "Ben inkâr etmem. Sonunda Allah seni öldürüp tekrar diriltir." dedim. O da: "Bırak beni, nihayet ölüp tekrar dirileyim. Bana iterde mal ve çoluk çocuk da verilecek, o zaman sana borcumu öderim." dedi. Bunun üzerine «Ayetlerimizi inkâr eden ve bana kesinlikle mal ve çoluk-çocuk verilecektir diyen kimseyi gör­dün mü? Bilinmeyeni Öğrendi ya da Rahmandan bu konuda söz mü aldı ki?» (Meryem: 77-80) ayeti indi." [1883]

 

1853-) Enes b. Mâlik (r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Ebû Cehil: "Allah­'ım, eğer bu, Senin katından gelen bir gerçek ise üzerimize gökten taş yağdır veya bize acıtıa bir azap gönder" demiş. Bunun üzerine «Sen, onların aralarında iken Allah onlara azap etmez. Onlar bağış­lama dilerken de Allah azap etmez. Ama, onlar yönetiminde söz sahibi olmadıkları halde Mescidi Hara m'a engel olurlarken, Allah onları niye azap etmeyecek?...» (En'fâi: 33-34) âyeti inmiştir." [1884]

 

1854-) Mesrûk, şöyle demiştir: "Abdullah b. Mes'ûd'un yanında otu­ruyorduk, derken kendisine bir kimse geldi ve: "Ey Ebû Abdurrahman, (Kûfe'deki) Kinde kaptlannın yanında bir hikayece kıssalar anlatıyor ve duman (duhân) mucizesinin (kıyamet günü) gelip, kâfirlerin canını alacağını, müminleri de nezle gibi etkileyeceğini iddia ediyor?" dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Mes'ûd öfkelenerek oturdu ve: "Ey insanlar, Allah'tan korkunuz. Sizden kim, bir şey biliyorsa bildiği şeyi söylesin. Kim, bilmiyorsa "Allah en iyi bi­lendir." desin. Çünkü birinizin, bilmediği şey için "Allah en iyi bilendir" de­mesi en iyi bilgidir. Çünkü Yüce Allah, Peygamberine «Onlara: "Ben, buna karşı sizden bir ücret istemiyorum ve (kendi kafamdan) bir yükümlülük getirenlerden de değilim." de» (sa 86) buyurmuştur. (Duman olayı şudur.) Rasûlüliah (s.a.v.) İnsanlann (Kureyşiiienn) sırt çevirdiğini gö­rünce: "Allah'ım, Yusuf Peygamberin yedi kıtlık yılı gibi yedi kıtlık ile onlara karşı bana yardım et." diye beddua etti. Bunun akabinde onlan öyle bir kıt­lık yılı yakaladı ki, her şeyin kökünü kazıdı hatta açlıktan derileri, ölü hay­vanları yediler. Bunlardan bir kimse göğe baktığında (açlık ve takatsizlik­ten) göğü duman gibi görürdü. Sonunda Ebû Süfyan kendisine geldi: "Ey Muhammed, getirdiğin (şeyler) bize, Allah'a itaat etmeyi ve akraba ile ala­kayı sürdürmeyi emretmektedir, bak kavmin yok oldu, Allah'a dua et" de­di. (Hz. Peygamber (s.a.v.) dua etti, yağmur yağdı, sonunda eski küfürlerine döndüler. Bunun üzerine

şu ayetler indi) Yüce Allah şöyle buyurmuştur: «Şimdi sen göğün, insanları kaplayacak bir dumanı getireceği günü bekle, bu elem veren bir azaptır, (bu azabı gördüklerinde) Rabb'imiz! Bizden azabı kaldır, biz mu­hakkak Mü'minleriz (derler) nerede onların ders almaları. Halbuki kendilerine apaçık bir Eiçi gelmişti. Ama onlar yüz çevirdiler, "Öğretilmiş delidir" demişlerdi. Biz, sizden azabı birazcık kaldıra­cağız ama siz yine eski halinize döneceksiniz. Ama biz büyük bir şiddetle yere çarpacağımız gün kesinlikle intikamımızı alacağız.» (Duhân: 10-16) Abdullah b. Mes'ûd, bu ayeti okudu ve: "Âhiret azabı (Kindeirmn dediği gibi ayetteki duman olsa idi) hiç kâfirlerden kaldınlıp tekrar küfürlerine dön-leleri (ânirette) olabilir mi? ayetteki «Büyük bir şiddetle çarpacağımız

gün» İfadesi, Bedir Savaşfnda (Müslümanların Kureyşliler'e üstün gelip yere çarpmalan) Yine Bedir Savaşi'ndakİ Uzam (ileri gelenlerinin esir düşmesi Furkân: 77) ve (Müslümanlann tuttuğu) Rumların (Kureyşüiertn tuttuğu) İranlılarda galip gelmesi (Rûm: m) bunla-nn hepsi gelip geçmiştir." dedi." dedi"

Diğer bir rivayette Abdullah b, Mes'ûd (r.a.): "Beş hadise, olupbitmiştir: Duman, Lizâm, Rûm, Batsa, Ay" demiştir.

(Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)'m sözünü ettiği hadiseler, Kur'ân-ı Kerim'de anlatılan beş husustur. Bunlardan, duman (Duhân: ıo-ıe), ileri gelenlerinin esir düşmesi olan üzâm (Furkân: 77), Müslümanların tuttuğu Rumların, Kureyşliler'in tuttuğu İranlılara galip gelmesi (Rûm: 1-4), Yere çarpma anlamındaki Batsa Ay'ın ikiye ay­rılması (Kamer: 1) [1885]

 

1855-) Abdullah b. Mes'ûd (r,a.): "Rasûlüliah (s.a.v.) döneminde Ay ikiye ayrıldı Hz. Peygamber (s.a.v.): "BakiniŞahit oiun."buyur­du" demiştir. [1886]

 

1856-) Enes (r.a.)'dan. Mekke halkı, Rasûlüliah (s.a.v.)'den bir mucize göstermesini istediler. Bunun üzerine onlara ayın ikiye ayrılma­sını gösterdi. [1887]

 

1857-) Abdullah b. Abbas (r.a.): "Rasûlüliah (s.a.v.) zamanında ay ikiye ayrılmıştır." demiştir.

(Ayın ikiye ayrılması Kur'ân-ı Kerim'de de anlatılır «Kıyamet yaklaştı ve Ay yarıldı. Onlar bir mucize görürlerse yüz çevirirler ve: "Öteden beri süre gelen bir sihirdir." derler, Yalanladılar ve keyfi arzularına uydular. Ama her işin bir durma yeri vardır. Onları kötülükten alıkoyacak nice haberler geldi. (Bu haberler) hikmetli ve etkileyicidir, ama uyarılar fayda vermiyor.» (Kamer: ı-5) Bu konuda "Sahîtvi Buhârî Muhtasan Tecrîd-i Sarîh" isimli çalışmamızdaki 1517. hadisin açıklamasına bakabilirsiniz.) [1888]

 

1858-) Ebû Mûsâ el-Eşa'rî (r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.): "Hiçbir kimse işittiği eziyete karşı Allah'tan daha sabırlı değildir. Ken­disine çocuk iddia ederler buna rağmen Allah onlara nzıklar, sağlık sıhhat ve afiyet verir, "buyurdu." demiştir. [1889]

 

1859-) Enes (r.a.) Rasûlüliah (s.a.v.)'den şöyle anlatır: "Allah, ce­hennemliklerden azapça en düşük olan kimseye: "Yeryüzü dolu­su ne varsa hepsi senin olsa bu azaptan kurtulmak için onu verirmiydin?" buyurur o da: "Evet" diye cevap verir. Allah: "Sen,Âdem'in sulbünde iken senden bunun daha kolayını, Bana ortak koşmamanı istemiştim ama karşı gelip ortak koştun " buyurur," [1890]

 

1860-) Enes b. Malik (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.), şöyle buyu­rurdu, demiştir: "Kıyamet günü kâfir getirilir ve ona: "Ne dersin, yeryüzü dolusu altının olsa da bunu azaptan kurtulmak için verir misin?" denilir, o da: "Evet" der. Kendisine: "Senden, bundan daha kolayı istenmişti" denilir." [1891]

 

1861-) Enes b. Mâlik (r.a.)'dan. Bir kimse: "Ey Allah'ın Peygambe­ri, Kıyamet günü kâfir yüzüstü nasıl sürülüp toplanır?" dedi. O da: "Dünyada onu İki ayak üzere yürüten, kıyamet günü yüzüstü yürütmeye kadir değil mî? " buyurdu. [1892]

 

1862-) Ebû Hureyre (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Mü'min taze yeşermiş ekin gibidir. Rüzgar nereden gelirse onu eğip yatırır. Doğruiduğunda bela ve musibet onu yine eğer. Günahkâr bir kimse de sedir ağacı gibidir. Allah, dilediği bir zamanda onuyere serene kadar dimdik ayakta kalır, "buyurdu." demiştir.

(Taze ekin rüzgar estiğinde her ns kadar eğilse de kırılmaz, sedir gibi uzun iri bir ağaç her ne kadar rüzgardan dolayı eğilip yatmasa da bir gün gelir bir fırtına yere serer. İşte mü'min sürekli imtihanlarla sarsılır ama devrilmez, sabreder. Kâfir veya münafik rahat, başı sakindir ama sonunda Alîah ruhunu aldığında günahlanyla bu dünyadan göçer. Mü'min ise çektiği sıkıntılar nedeniyle günahlarından arınmış olarak bu dünyadan göçer.) [1893]

 

1863-) Ka'b. Mâlik (r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.): "Mü'min taze yeşermiş ekin gibidir, rüzgar birinde onu eğip yere vurur diğerinde doğrultur sonunda kuruyup sararır. Kâfir ise kökleri üzerinde dimdik duran sedir ağacı gibidir, onu hiçbir şey eğemez ama devrilmesi de biranda olur. "buyurmuştur." [1894]

 

1864-) Abdullah b. Ömer (r.a.) şöyle demiştir: "Rasülüllah (s.a.v.): "Ağaçlardan bir ağaç vardır ki yaprağı dökülmez, tıpkı Müslüman gibidir. Nedir o? Haydi söyleyin bakalım" buyurdu. İnsanlar kırlardaki ağaçlara takıldılar, benim içime hurma demek doğdu, ama utandım (söyleyemedi) sonra: "Ey Allah'ın Rasûlü sen söyle, ne­dir bu?" dediler: "Hurmadır"buyurdu"[1895]

 

1865-) Ebû Hureyre (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Sizden hiçbir kimseyi ameli kurtaramaz." buyurdu. Oradakiler: "Seni de mi? Ey Allah'ın Rasûlü" dediler. 0 da: "Evet, beni de, ancak Allah lütuf ve merhametiyle beni kaplayıp bürürse. (Amellerinizde) orta yollu olu­nuz, aşırı gitmeyiniz. Gündüzün ilk saatlerinde ve son saatle­rinde gecenin sonundaki bir miktar vakitte (amel işlemeye devam ediniz)ama orta yolu takip ediniz ki böylece maksada erebilesiniz."buyurdu." demiştir. [1896]

 

1866-) Âişe (r.a.)'cfan. Kendisi şöyle dermiş: "Rasûlüllah (s.a.v.): %-meiieriniz de) orta yollu olunuz, aşın gitmeyiniz, müjde ile sevininiz. Biline ki, hiçbir kimseyi yaptığı ameli cennete koyamaz, "buyurdu. Oradakiler: "Seni de mi? Ey Allah'ın Rasûlü" dediler. 0 da: "Evet, beni de. Ancak Allah merhametiyle beni kaplayıp bürürse. Bilin kî, Al­lah 'a en sevimli gelen amel -az da olsa- devamlı olanıdır." [1897]

 

1867-) el-Muğîra b. Şu'be (r.a.): "Şüphesiz Hz. Peygamber (s.a.v.) namaza durur ve iki ayağı veya bacağı şişene değin namaz kılardı. Ken­disine "Niçin bu kadar namaz kılıyorsun senin gelmiş geçmiş günahların bağışlanmıştır) de­nildiğinde: "Şükreden birkutolmayayım mı? buyurdu." demiştir. [1898]

 

1868-) Şakîk b. Ebî Vâil'den. Şöyle demiştir: "Abdullah b. Mes'ûd, her Perşembe bize öğütler verirdi. Bir kimse kendisine: "Ey Ebû Abdurrahman, biz senin konuşmanı seviyor ve özlüyoruz. Senin, bize her gün konuşma yapmanı isteriz" dedi. Bunun üzerine o da: "Benim size (her gün) konuşma yapmama mani olan sizi usandırmayı istemememdir. Rasûlüllah (s.a.v.) de, bizi usandırmayı istemediğinden vaaz vereceğinde bize uygun olan günleri gözetirdi." dedi"

Cennet ve Cennet Nimetleri Cennetliklerin Özellikleri Bölümü (Kitâbu'l-Cennet ve Sıfatı Neîmehâ ve Ehlihâ) [1899]

 

1869-) Ebû Hureyre (r.a.)'dan. Rasûlüilah (s.a.v.): "Cehennem nefse hoş gelen şeylerle perdelenmiştir. Cennet ise nefse hoş gelmeyen şeyler/e perdelenmiştir. "buyurmuştur. [1900]

 

1870-) Ebû Hureyre (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Allah Teâiâ: "Salih kullarım için, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı hiçbir kalbe doğmayan birtakım nimetler hazırladım." buyurmuştur."dedi. Ebû Hureyre (r.a.) bunun arkasından «Yapmış ol­duklarına karşılık, onlar için saklanan nice göz aydınlatıcı ve sevindirici, hiçbir kimsenin bilmediği nimetler vardır.» ayetini okumuştur. [1901]

 

1871-) Ebû Hureyre (r.a.)'dan. Rasûlüilah (s.a.v.): "Şüphesiz  cennette bir ağaç vardır ki binekli bir kimse gölgesi altında yüz yıl yürür, "buyurmuştur. [1902]

 

1872-) Sehl b. Sa'd (r.a.)'dan. Rasûlüilah (s.a.v.): "Şüphesiz cennette bir ağaç vardır ki binek/i bir kimse yüz yıl gölgesi al­tında yürür de sonuna varamaz." buyurmuştur. [1903]

 

1873-) Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Şüphesiz cennette bir ağaç vardır ki idmanlı süratli bir ata binmiş bir kimse yüz yıl gölgesi altında yürür de sonuna varamaz," buyurmuştur. [1904]

 

1874-) Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.): "Rasûlüilah (s.a.v.) şöyle buyurdu demiştir: "Şüphesiz Allah Tebâreke ve Teâlâ cennetliklere: "Ey cennet halkı!" diye seslenir. Onlar: "Buyur, emret Rabb'imiz" derler. Allah: "Halinizden memnun oldunuz mu?" buyurur. Onlar: "Bizim memnun olmayacağımız hiçbir şey yok, yarattıklarındanhiçbir kimseye vermediğini bize verdin" derler. Aiiah: "Ben, size bunlardan daha üstün olanı vereceğim!" buyurur. Onlar: "Ey Rabb'imiz, artık bu nimetlerden sonra hangi şey daha üstün ve değei olabilir?" derler. Allah: "Size, rızamı koyuyorum, artık bundan sonra size asla kızmam, "buyurur." [1905]

 

1875-) Sehl b. Sa'd (r.a.)'dan. Rasûlüilah (s.a.v.): "Şüphe yok ki, cennetlikler cennetteki köşkleri sizin semadaki yıldızları seyrettiğiniz gibi seyredecekler" buyurmuştur. [1906]

 

1876-) Ebû Said el-Hudrî (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Şüp­hesiz cennetlikler, cennetteki yüksek köşktekileri kendileri ile aralarındaki yükseklikten dolayı, doğudan veya batıdan ufukta duran parlak yıldızı seyrettiğiniz gibi seyredeceklerdir" buyurdu. Oradakiler: "Ey Allah'ın Rasûiü, buralar artık Peygamberlerin mevkileridir. Onlardan başkası buna erişemez." dediler, o da: "Hayır öyle değil, ca­nım elinde olan Allah'a yemin olsun ki, bunlar Allah'a inanmış Peygamberleri tasdik edip doğrulamış kimselerdir, "buyurdu. [1907]

 

1877-) Yine Ebû Hureyre (r.a.): "Rasûlüilah (s.a.v.): "Cennetegi­recek olan topluluğun ilk bölüğünün şekilleri mehtaplı gecedeki Ay gibi olacaktır. Onlar cennette tükrük, balgam çıkarmazlar, sümkürmez, büyük-küçük abdest bozmazlar, onlann cennetteki kullandıkları eşyaları altındandır. Tarakları ise altın ve gümüş­tendir. Buhurdanltklartndaki tütsüleri ödağacı, kokuları misktir. Herbrrinin güzellik ve letafetten adeta baldırlarının iliği görülebilinen iki hanımı vardır. Cennettekilerin aralarında an­laşmazlık ve düşmanlık bulunmaz. Kalpleri tek bir kalp olarak sabah-akşam Allah'ı teşbih ederler." buyurûu" demiştir. [1908]

 

1878-) Abdullah b. Kays (r.a.)'dan. Rasûlüilah (s.a.v.): "Cennet­te içi oyularak inciden yapılmış çadır vardır ki, eni altmış mil uzunluğundadır. Her köşesinde bir hanım vardır ki onu başkalan göremez. Mü'm/n/er böylece hanımlarını dolaşırlar. İki cennet vardır kî kap ve içerisindeki diğer eşyaları gümüşten­dir. Yine iki çeşit cennet daha vardır ki kap ve içerisindeki di­ğer eşyaları şundandır (altındandır.) Adn Cenneti'ndeki topluluğun Rablerine bakmalarının arasında, Allah'ın yüzündeki büyüklük ridasmdan başka bir şey bulunmayacaktır, "buyurmuştur. [1909]

 

1879-) Ebû Hureyre (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): ''Allah, Â-dem'i altmış arşın (yaklaşık 40 metre) boyunda yaratmış ve: "Haydigit, şuradaki meleklere selâm ver, onların sana verdikleri selâmı, se­nin selâmınla, zürriyetinin selâmını dinle" buyurdu. O da: "es-Selâmii A/ey küm ("Sefam üzerinize olsun)" dedi. Onlar: "es-Selâmü Aleyke ve Rahmetullahî (-Selâm ve Allah'ın rahmeti se­nin üzerine olsun)" diyerek "Ve Rahmetullahi" ilavesini yaptılar. Cennete giren herkes Âdem suretinde olacaktır. Mahlukâti^yst^-hşından) şu ana kadar süreklieksilmektedir, "buyurmuştur.

(Hadisimizde Âdem (a.s.)'sn yaratıldığında boyunun aitmiş arşın olduğu bildirilmek­tedir. Aslına bakılacak oiursa bu bilgiler gayb sının İçerisine girer. Efendimiz (a.s.) böyle diyorsa öyledir. Bu günkü insanın boyuna bakarak belki bunu yadırgayanlar olabilir. Bu konuda fazla biigirniz olmadığndan bu hususta sükût etmeyi uygun görmekteyiz. Ancak altmış arşın akien yadırganırsa belirtelim ki bizim alışık olmadığımız buna benzer bir bilgi Kur'ân-ı Kerim'de de mevcuttur. Yüce Rabb'imiz Kur'ân-ı Kerim'de Nûh (a.s.)'ın tufandan önce kavminin arasında dokuz yüz elli sene kakfeğını bildirmektedir. (Ankebût: 14-15} Nûh (a.s.)'ın, kavmi helak olduktan sonra da yaşadığını göz önünde bulundurursak kendisinin bin yılı aşkın bir Ömür sürdüğünü söyleyebiliriz. Bu günkü veya geçmiş tarihteki insanlann dünyadaki ortalama yaş sürelerini incelediğimizde bin yıldan fazla bir ömrün imkaniyeti de aklen izah edilmeyebilir. Neticede belirtmek istediğimiz bunler bizce gayb konulardır. Böyle konularda haberi getirene itimadımız varsa tasdik edip sükût ederiz.

Bu konuyu bir araştırmacının şu sözleriyle bitirmek istiyoruz: "...Hz. Âdem'in (a.s.) ne zaman yaşadığnı bilemiyoruz. Ağaçların 200 metre olduğu, dinazorların ya­şadığı dönemlerde bizim gibi ufak tefek insanların yaşadığını düşünme, hayat müca­delesi ağsından insana ters gelir Kocaman kertenkelelerin, dev dinazorların yanında öyle insanların olması gerekir ki hayatla mücadelede mevcudiyetini koruyup neslini

SÜrdÜrebilSİH..." (Doç. Dr. Arif Sarsılmaz-Metin Bedir, Hz. Âdem'in Boyu, Semti dergisi, Seyı: 169, s.

34) Yazarlarımız ekolojik değişmeye dikkat çekerek bu değişme nedeniyle yok oian veya vücudunda değişmeler olan canlılara değinirler, meselenin biyoloji ve genetik bilimi açısından izahını yapmaya çalışırlar. Ayrıca bir dinazor ayağının yanında bulu­nan ve boyu ayağın yaklaşık dörtte birine ulaşan insan fotoğrafı getirerek mesele konusunda fikir vermeye çalışırlar. Konuyu uzatmamak için fazla alıntı yapmadık. Daha fazta bilgi edinmek isteyenler ilgili yazıya bakabilirler) [1910]

 

1880-) Ebû Hureyre (r.a.)'dan. Rasûlüilah (s.a.v.): "Sizin ateşi­niz, cehennem ateşinin yetmiş parçasından bir parçadır." bu­yurdu, kendisine: "Ey Allah'ın Rasûİü, dünya ateşi azab için elbette ye­terlidir." denildi: "Dünya ateşlerine altmış dokuz kat ilave edildi, bunların her biri tıpkı dünya ateşigibidir, "buyurmuştur. [1911]

 

1881-) Ebû Hureyre (r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.): "Cennet ve cehennem atıştılar, cehennem: "Zorbalar ve büyüklenen kibirli­lere ayrıldım," dedi. Cennet de: "Aceb bana neden sadece in­sanların zayıflan, düşük, itibarıolmayanlarıgiriyor?"dedi. Allah cennete: "Sen benim rahmetimsin, seninle ben, kullarımdan di­lediğime rahmet ederim." buyurdu. Cehenneme de: "Sen de sa­dece benim azabımsm, seninle ben, kullarımdan dilediğime a-zap ederim buyurdu. Bunlardan her birisinin dolduracağı kadar kimseleri vardın Ama cehennem yine de dolmak bilmez, so­nunda Allah ayağını kor, bunun üzerine cehennem: "Yeter, ye­ter, yeter" der. İşte bu zaman artık cehennem dolar ve birbirine büzülüp çekilir, Allah Azze ve Celle mahlukatmdan hiçbinsine haksızlık yapmaz. Cennete gelince Allah Azze ve Celle cennet i-çlnden yeniden birtakım halk yaratır, "buyurdu." demiştir.

(Allah cehennemi bastırdığında küçülecektir. Cennet ise olanca genişliğince ka-lacaktir. Cehennem dolup yeter dediği halde cennette yine birtakım boşluklar, fazla­lıklar kalacak {Müslim, cenne: 37} Allah onun İçin yeni halk yaratacaktır.) [1912]

 

1882-) Enes b. Mâlik (r.a.)'dan. Hz, Peygamber (s.a.v.): "Şu bili­ne ki, cehennemin içerisine sürekli atılır, oda sürekli: "Daha var mı?" der. Sonunda Yüce Rabb ayağını cehennemin ağzına kor. Cehennem bir birine büzülüp çekilir ve: "İzzet ve keremin hakkı için yeter, yeter" der. Cennet de sürekli fazla yer kala­cak, sonunda Allah yeniden bir takım halklar yaratacak ve faz­la kalan yerlere yerleştirecektir." buyurmuştur.

(Hadiste geçen Allah için, el, ayak vb. tabirler mecazi anlam ifade eder, keli­me manası kasdedilmemiştir. Tıpkı şaşınp hayret eden bir kimseye "parmağını ısırdı" ifadesinin kullanılması gibi.

Allah'ın cehenneme ayağını basması, cehennemi tahkir etmesi anlamına da yo­rumlanmıştır. Allah cehennemi bastırdığında küçülecektir. Cennet ise olanca genişiğince kalacaktır. Cehennem dolup yeter dediği halde cennette yine birtakım boşluk­lar, fazlalıklar kalacak Allah onun için yeni halk yaratacaktır.) [1913]

 

1883-) Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Kıyamet günü ölüm, alacalı bir koç şeklinde getirilir, bir nldacı: "Ey cennet halkı!" diye bağırır. Onlar da başlarını uzatıp bakarlar: "Bunu tanıyor musunuz?" der. Onların hepsi onu görür: "Bunu tanıyor musunuz?" der. Onların hepsi onu görür: "Evet bu, ö-lümdür" der/er. Sonra: "Ey cehennem halkı!" diye bağırır. On­lar da başlarını uzatıp bakarlar: "Bunu tanıyor musunuz?" der. Onların hepsi onu görür: "Evet bu, ölümdür" derler. Arkasın­dan koç kesilir bundan sonra da: "Ey cennet halkı, artık Ölüm yoktur, sonsuzluk üzeresiniz. Ey cehennem halkı, artık ölüm yoktur, sonsuzluk üzeresiniz" denilir." buyurdu, sonra da: «On-lan, pişmanlık ve üzüntü gününe karşı uyar! Çünkü onlar gaf­let içerisinde ve iman etmemiş halde İken iş olup bitmiş olur.» (Meryem-. 39) ayetini okudu. Rasûlüllah (s.a.v.), gaflet içerisinde olanların ehli dünya olduğunu da belirtti." demiştir. [1914]

 

1884-) Abdullah b. Ömer (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Cennetlik­ler cennete, cehennemlikler de cehenneme girdiklerinde, ötüm getirilip cennet ve cehennemin arasına konulur, sonra da kesilir. Sonra bir nidacı: "Ey cennet halkı artık Ölüm yoktur. Ey cehennem halkı artık ölüm yoktur." diye seslenir. Bu haber üzerine cennetliklerin sevinçleri kat kat artar, cehennemlikle­rin de üzüntüleri kat kat artar" buyurdu." demiştir. [1915]

 

1885-) Ebû Hureyre (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Âhirette kâfirin iki omzunun arasındaki uzaklık, süratli giden biratlının üç günde alabileceğimesafe kadardır."'buyurmuştur.

(Kâfirin vücudunun büyümesi azap çeken yerin mesafesinin çok olması içindir. Bir santimlik yerin verdiği ızdırap ile bir metrelik yerin verdiği ızdırap bir olamaz, me­safe ne kadar büyük olursa duyulan acı da o derece büyük olur.) [1916]

 

1886-) Harise b. Vehb el-Huzâî (r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.)'i: "Bakın, cennetlikleri size bildireyim mi? Bütün zayıf ve mütevazı' kimselerdir ki bunlar, Allah'a yemin etseler Allah yeminlerinde onları doğru çıkarır. Bakın, cehennemlikleri de size bildireyim mi? Katı, cimri / böbürlenen ve kibirlenen kim­selerdir, "buyururken işittim." demiştir. [1917]

 

1887-) Abdullah b. Zema' (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.)'i hutbe verirken, Hz. Salih (a.s.)'ın devesini kesip öldüreni dile getirdiğini işit­miş. Rasûlüllah (s.a.v.); «En azgın eşkıyası deveyi kesmeye atıl­dığında...» yani tıpkı Ebû Zema'gibi kavminin içerisinde arka­sı olan güçlü ve zorba bir adam deveye atıldı." buyurdu. Hz. Peygamber (s.a.v.) hutbesinde kadınlara da değindi: "Sizden biriniz köle döver gibi hanımını dövmeye kalkar, arkasından da belki o günün sonunda hanımıyla yatar, "buyurdu. Bundan sonra onlara yellenmeden dolayı gülmelerine değindi ve: "Sizden biriniz yapageldiği bu şeye niye güler ki?"buyurdu."

Yine  kendisinden  gelen  diğer bir rivayette ise:   "Zübeyr b. Avvâm'ın amcası Ebû Zema'gibi" ifadesi vardır.

(Ebû Zema', Müslümanlara eziyet veren ve onları alaya alan bir kâfirdi. Mek­ke'de kâfir olarak ölmüştür.) [1918]

 

1888-) Yine Ebû Hureyre (r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Amrb. Luhay b. Âmir b. Luhay el-Huzâî'yi cehennemde bağırsaklarını sürürken gördüm. Kendisi adak develerini ilk defa ortaya ko­yandır, "buyurmuştur.

(İsmai! (a.s.) Mekke'de Kabe'yi yapmış ve buranın bakımı İsmail soyundan ge­len Müstarebe Araplarından olan kabileler yüklenmiştir. Bir ara Yemen'den gelen ve Müstarebe değil de asıl Araplardan olan Huzâa kabilesine mensup Amr b, Luhay Mekke ve Kabe'nin idaresini ele geçirmiştir. Bir müddet bu idare Huzâa kabilesinin elinde kaldı. Bu sırada Amr b. Luhay Kabe'de İsmail (a.s.)'ın dininde değişiklikler yaptı. Putları Kabe'ye yerleştiren ilk kimsedir. Putların dışında dinin niteliklerini bozu­cu din adına pek çok yeni şeyler ortaya koydu. Putlar adına adanan ve Hindistan'da­ki inekleri andıran adak develerine hiç kimse dokunamazdı, bunlar başıboş yayılırdı, inançlanna göre putlara adanan bu hayvanlara kudsiyet verilmiştir. İşte bu ilk sap­ma ve dinin bozulmasını başlatan Amr b. Luhay olduğundan dolayı cehennemde bu­nun cezasını çektiği bildirilmiştir.) [1919]

 

1889-) Hz. Aişe (r.a.): "Rasûlüifah (s.a.v.): "Sizler yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak kıyamette toplanacaksınız." buyur­du: "Ey Allah'ın Rasûlü, o zaman kadınlar ve erkekler birbirlerine ba­karlar?" dedim: "Ancak onların içinde bulundukları durum, bu­nunla ilgilenmelerinden daha zor olacaktın "buyurdu." demiştir.

(Mahşerde çıplak olmak dünyaya nasıl gelmişlerse öyle olacaklarından dolayı­dır, öyle ki sünnet için kesilen parçalan bile tekrar iade edilerek dünyaya nasıl geldi­lerse o şekie döndürülecektir. İnsanlann mahşerdeki telâşı birbirlerini göremeyecek derecede olacaktır. Yüce Rabb'imiz de Kur'ân-ı Kerim'de bunu şöyle bildirmektedir «...İşte o gün kişi, kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve ev tatlarından kaçar. O gün, herkesin kendisine yetecek derecede işi vardır.» (Abese: 34-37) «O gün herkes kendi canıyla uğraşarak gelir.» (Nahi: m) [1920]

 

1890-) İbni Abbas (r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.), a-ramtzda ayağa kalkarak vaaz verdi, konuşma yaptı. Şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Sizler yalınayak, üstsüz çıplak ve sünnetsiz o/arak Al­lah'ın huzunurda haşrolacaksmız. "buyurdu ve: «O gün, göğü yazı tomarlarını d ürer gibi düreriz. Tıpkı ilk yaratmaya başladığımız gibi onu iade ederiz. Üzerimize söz, biz bunu mutlaka yapaca­ğız.» (Enbiyâ: 104 ayetini) okudu ve devamla şöyle buyurdu: "Bakınız, mah-lukattan kıyamet günü ilk giydirilecek olan İbrahim'dir. Bakınız, ümmetimden bir kısım kimseler getirilir ve kitapları sol tarafın­dan verilir. Ben de: "EyRabb'im, (bumar benim) ashabım" diyeceğim. Bana: "Senden sonra bunların neler ortaya çıkardığını sen bile­mezsin" denilecek Ben de salih kulunun (îsâ (a.s.ym) söylediği: «Ben onların içinde olduğum sürece onları görür, gözetlerim. Ancak sen, beni katına aldığında onları gözetleyen sadece sendin. Sen her şeyi görensin. Eğer onlara azab edersen onlar senin kulların­dır. Eğer onları bağışlarsan şüphesiz sen güçlüsün, hikmet sahi­bisin.» (Mâide: 117-118) ayetini okurum. Bunun üzerine bana: "Sen onlardan ayrıldığından bu tarafa onlar geri dönüp inkâr ettiler" denilir" buyu rmuştur. [1921]

 

1891-) Ebû Hureyre (r,a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "İnsan­lar üç fırka olarak haşrolunur: İstekliler, korkanlar ki bunlarbir deveye iki, üç, dört hatta on kişi binerek gelin Geri kalan­ları da ateş toplayıp getirir. Öğle sıcağında durduklarında on­larla durur, gecelediklerinde onlarla geceler, sabahladıkla­rında onlarla sabahlar, akşamladıklarında onlarla akşamlar

(peşlerini bırakmaz)" buyurmuştur.

(Hadiste bildirilen üç fırkadan istekliler, âhireti isteyip arzu edenlerdir. Korkan­lar ise âhiret için hazırlığı tam olmadığından endişe ile dünyadan ayrılanlardır ki bun­ların durumu değişiktir. Âhiret hazırlıkları farklı olduğundan kimisi bir deveye iki kişi kimisi üç batta on kişi biner bu durum onların âhiret için hazırladıkları şeyleri temsil etmektedir. Âhiret için hiçbir şeyi olmayanları ise ateş sürükleyip getirir.) [1922]

 

1892-) Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "O gün insanlar Âlemlerin Rabb'inin huzurunda ayağa kalkarlar.» (Mutaffifîn: 6) Öyleki herbiri iki kulağının yansına kadar ter içeri­sinde kaybolun "buyurmuştur. [1923]

 

1893-) Ebû Hureyre (r.a.)'dan. Rasûiüllah (s.a.v.): "Kıyamet gü­nü insanlar öyle terlerler ki sonunda dökülen terleri yerin yetmiş arşın dibine ulaşın Kimisine de terleri ağzına gem olup kulaklarına kadar ulaşır, "buyurmuştur.

(İmam Müslim'in rivayetinde: "İnsanlar amellerine göre tere batacaklar' dır. Kimisi topuklarına kadar, kimisi dizkapağma kadar, kimisi köprücük kemiklerine kadar, kimisi de öyle batar ki terleri, ağzına gem olur," şeklin­de açıklama vardır. (Müslim, Cennet: 62)

Burada vurgulanmak istenilen o günün dehşeti ve bu dehşet karşısında insan­lann değişik durumlarıdır. İnsanlardan bazıları, hesabın zorluğu sebebiyle duydukları büyük sıkıntı ve bunalım içerisinde o derece terlerler ki, âdeta ter deryası içinde ka­lırlar. Bu tasvir, bazsian için hesabın ne kadar zor geçeceğini belirtir. Dünyada iken davranışlanmıza dikkat etmemiz ve Allah'ın huzurunda bizi utandıracak, zor duruma düşürecek davranışlardan kaçınmamız için bir uyarıdır.) [1924]

 

1894-) Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan. Rasûlüllah (s.a.v.): "Sizden biriniz vefat ettiğinde kendisine sabah akşam (âhiretteki) yeri gös­terilin Cennetliklerden ise cennetlik olarak, cehennemliklerden ise cehennemlik olarak kendisine: "Burası senin yerindir, so­nunda Allah seni kıyamet günü buraya gönderecektir." denilir." diye buyurmuştur. [1925]

 

1895-) Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a.): "Hz. Peygamber (s.a.v.) bir gün Güneş battığı sırada dışarı çıkmıştı, birden bir ses duydu, bunun üzerine: "Yahudiler kabirlerinde azaba uğruyorlar, "buyurdu." demiştir. [1926]

 

1896-) Enes b. Mâlik (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.)'in şöyle bu­yurduğunu rivayet etmiştir: "Kul kabrine konulup, arkadaşları ge­ri dönüp gittiğinde -bu sırada ayak seslerini bile duyar- kendi­sine iki melek gelip oturturlar ve: "Bu Muhammed denilen a-dam hakkında sen ne derdin?" derler. (Mümin); "Onun Allah'ın kulu ve Rasûlü olduğuna şahitlik ederdim." der. Bunun üze­rine: "Cehennemdeki yerine baki Allah bunu senin için cennet­te bir yer ile değiştirdi."denilir. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Her iki yeri de bir anda görür." buyurdu ve şöyle devam etti: "Kâfir veya münafık ise: "Bilemiyorum, insanların söyler olduğu şeyi söylerdim." diye cevap verir: "Zaten sen ne onlara ne de onların yoluna uyardın?" denilir ve demir bir topuzla iki kulağı arasına öyle bir darbe vurulur ki bunun sonucu bir çığlık atar, bu çığlığı insan ve cin hariç yanında bulunanların hepsi işitir." [1927]

 

1897-) ei-Berâ b. Âzib (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Mü'min kabrinde oturtulduğunda (sorular) getirilir. O da Allah'­tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasûlü ol­duğuna şahadet getirir. Bunun böyle olması, Allah'ın: «Allah, (kalplerinde) yerleşmiş değişmez söz ile iman edenlerin ayaklarını sabit kılar.» (ibrahim: 27) ayetinden dolayıdır." buyurmuştur. [1928]

 

1898-) Ebû Talha (r.a.)'dan. Allah'ın Peygamberi Bedir günü emir buyurdu, Kureyş ileri gelenlerinden yirmi dört kişinin cesetleri Bedir ku­yularından pis ve pislik yayan bir kuyuya atıldı. Kendisi bir topluluğa ga­lip geldiğinde, üç gece oranın geniş meydanında kalırdı. Bedir savaşın­dan sonraki üçüncü gün olduğunda devesinin hazırlanmasını emretti, devenin üzerine yükler yüklenip bağlandı arkasından biraz yürüdü peşin­den de ashabı onu takip etti: "Kendisinin bir iş İçin gittiğini zannediyorduk," dediler. Sonunda kuyunun ağzına dikildi ve onlara: "Ey falan oğ­lu falan! Falan oğlu falan! Sizin, Allah ve Rasûlüne itaat etmiş olmanız (şimdi) sizi sevindirir miydi! Biz Rabb'imizin vadettiğinin gerçek olduğunu gördük. Siz de Rabb'inlzln vadettiğinin gerçek olduğunu gördünüz mü?"diye hem isimleri hem de babalarının isim­leriyle sesleniyordu. Bunun üzerine Ömer (r.a.): "Ey Allah'ın Rasûlü can­sız cesetlere ne konuşuyorsun?" dedi. Rasülüllah (s.a.v.) de: "Muham­med'in canı elinde olan Allah'a yemin olsun ki siz söylediğimi on/ardan daha iyiduyamazsınız, "buyurdu. [1929]

 

1899-) Aişe (r.a.)'dan. Hz. Peygamber (s.a.v.):' "Kim hesaba çekilirse azaba uğrar" buyurdu, ben de Allah Taâlâ: «...İşte böylesi kolayca hesaba çekilecektir.» (inşikâk: s) buyuruyor dedim, o da: "Bu senin dediğin (yaptığı işlerin) ortaya konulmasıdır, eğer inceden inceye hesaba çekilirse helak olur" buyurdu. [1930]

 

1900-) Hz. Aişe (r.a.)'dan. Rasülüllah (s.a.v.): "Hesaba çekilen herkes mutlaka helak o/ur." buyurdu: "Ey Allah'ın Rasûlü, Allah beni sana feda eylesin. Allah Azze ve Celle: «...Kitabı sağ tarafın­dan verilen kimseye gelince o, kolayca bir hesaba çekilecek­tir...» buyurmuyor mu?" dedim: "Senin dediğin (yaptığı işlerin) ortaya konulmasıdır. Ama kimin hesabı inceden inceye görülürse he­lak olur. "buyurdu[1931]

 

1901-) İbni Ömer (r.a.): "Rasülüllah (s.a.v.): "Allah, bir toplu­ma azap indirdiğinde, azap toplumun içerisinde bulunan her­kese isabet eder. Sonunda yaptıkları işlere göre tekrar dirilti­lirler, "buyurdu" demiştir.

(Bir toplumda kötülük çoğaldığında o toplum içerisinde yaşayan iyi kimselerin güçleri oranınca bu kötülüğü engellemeleri gerekir. Eğer bunu yapmazlarsa o top-iumla birlikte helak olurlar. Bu konada "Sahîh-i Buharı Muhtasarı Tecrîd-İ Sarih" isim­li çalışmamızdaki 2191. hadisin açıklamasına bakabilirsiniz.) [1932]

 
 
[1867] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 580.

[1868] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 580.

[1869] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 580-581.

[1870] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 581.

[1871] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 582.

[1872] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 582.

[1873] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 582.

[1874] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 582-583.

[1875] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 583.

[1876] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 583.

[1877] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 583.

[1878] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 584.

[1879] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 584.

[1880] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 584.

[1881] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 584-585.

[1882] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 585.

[1883] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 585.

[1884] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 585.

[1885] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 586-587.

[1886] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 587.

[1887] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 587.

[1888] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 587.

[1889] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 587

[1890] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 587-588.

[1891] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 588.

[1892] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 588.

[1893] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 588.

[1894] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 588.

[1895] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 588-589.

[1896] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 589.

[1897] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 589.

[1898] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 589.

[1899] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 589.

[1900] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 590.

[1901] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 590.

[1902] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 590.

[1903] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 590.

[1904] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 590.

[1905] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 590-591.

[1906] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 591.

[1907] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 591.

[1908] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 591.

[1909] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 591-592.

[1910] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 592.

[1911] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 593.

[1912] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 593.

[1913] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 593-594.

[1914] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 594.

[1915] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 594.

[1916] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 594.

[1917] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 595.

[1918] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 595.

[1919] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 595.

[1920] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 596.

[1921] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 596.

[1922] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 596-597.

[1923] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 597.

[1924] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 597.

[1925] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 597.

[1926] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 598.

[1927] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 598.

[1928] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 598.

[1929] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 598-599.

[1930] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 599.

[1931] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 599.

[1932] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 599.