๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Müttefekun Aleyh Hadisler => Konuyu başlatan: Vatan Var Olsun ! üzerinde 09 Ekim 2011, 20:33:56



Konu Başlığı: Boşanma Bölümü
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 09 Ekim 2011, 20:33:56
18-) Boşanma Bölümü
(Kitâbu't-Talâk)


970-) Abdullah b. Ömer (r.a.)'dan. Kendisi Rasûlüllah (s.a.v.) dö­neminde hanımını hayızlı iken boşamış, bunun üzerine Ömer b. Hattab Rasûlüllah (s.a.v.)'e bunun durumunu sormuş, Rasûlüllah (s.a.v.) de: "Ona söyle hanımına dönsün, sonra da temizlenip tekrar hayız olup tekrar temizleninceye kadar yanında tutsun, bundan son­ra dilerse yanında tutar, dilerse ona dokunmadan (yaklaşmadan) önce boşar. İşte Allah'ın emrettiği kadınların boşanması ile il­gi isüre budur, "buyurdu.

(Allah'ın emrettiği kadınların boşanması ile ilgili süre şu ayette bildirilmektedir: «Ey Peygamber, kadınları boşayacağınızda onlan sürelerinde boşayınız, süreyi de sayıp iyi belleyiniz...Bekleme sürelerini doldurduklarında ya onları güzel bir şekilde yanınızda tutun yahut güzel bir şekilde onlardan ayrılın. Sizden olan iki adil kimseyi de şahit tutunuz...» (Talak: 1-2) [1001]

 

971-) Yunus b. Cübeyr'den. Şöyle demiştir: "Abdullah b. Ömer'e (kadını adetini gördüğü sırada boşamayı) sordum: "Ben, Abdullah b. °mer de hanımını adetini görürken boşamıştım. Babam Ömer, durumu Hz- Peygamber (s.a.v.)'e sordu, o da hanımına dönsün ve iddeti bit­meden önce boşasın, diye emir verdi." dedi. Ben: "Bu, bir boşanma İarak sayıldı mı?" dedim. Abdullah b. Ömer de: 'Tabi, ne sanıyorsun aciz kalsa veya ahmaklık etse bile" dedi"[1002]

 

972-) İbni Abbas (r.a.): "Bir kimse, hanımının kendisine haram ol­duğunu, söylemesi bir tür yemindir. Kefaretini vermesi gerekir. Sizin için Allah'ın Rasûlünde güzel örnekler vardır. (Ahzab: 21)" demiştir.

(İbni Abbas (r.a.)'a 'hanımım bana haram olsun' diyen kimsenin hükmü sorul­ması nedeniyle yukarıdaki sözü söylemiştir.) [1003]

 

973-) Âişe (r.a.)'dan, Şöyte demiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.), Zeyneb b. Cahş'm yanında bir süre kalır ve orada bal şerbeti içerdi. Bu­nun üzerine ben ve Hafsa "Hz. Peygamber (s.a.v.), hangimizin yanına girerse: "Sen meğâfir mi yedin, meğâfir kokuyorsun" diyecek'' diye an­laştık. Daha sonra birimizin yanına girdi o da bu şekilde söyledi. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Hayır meğâfir yemedim Zeyneb b. Cahş'ın evinde bal şerbeti içmiştim ama bir daha içmeyeceğim" buyurdu. Bunun üzerine

«Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah'ın sana helâl kıl­dığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.

Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalanna haber verip Allah da bunu Peygamber'e açıklayınca, Pey­gamber bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber bunu ona haber verince eşi: Bunu sana kim bildirdi? dedi. Peygamber: Bi­len, her şeyden haberdar o!an Allah bana haber verdi, dedi.

Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz ne iyi, çünkü kalpleriniz e-ğildi. Ve eğer Peygamber'e karşı birbirinize arka çıkarsanız (bilin ki) onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve müminlerin iyileridir. Bunun ar­dından melekler de (ona) arkadır» (Tahrim: 1-4) ayeti indi.

«Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz» Âişe ve Hafsa'ya hitap etmektedir.

«Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti.» ifadesi de, bal şerbeti içmiştim, sözü içindir." [1004]

 

974-) Hz. Aişe (r.a.) anlatır: "Rasûlüllah (s.a.v.) bal ve tatlı çeşitlerini severdi. İkindi namazından çıktıktan sonra hanımlannın yanına girer ve on­lara yakınlık gösterirdi. Birkeresinde Ömer'in kızı Hafsa'nın yanına girdi ve normalde kaldığından daha fazla kaldı. Bu yüzden ben kıskandım ve sebe­bini araştırdım, sonunda bana: "Hafsa'ya akrabalanndan bir çömlek bal hediye edildi, o da bundan Hz. Peygamber (s.a.v.)'e bal şerbeti içirdi." de­nildi. Ben de; "Vallahi biz ona bir oyun kuracağız." dedim, akabinde Şevde bintü Zema'ya: "O, biraz sonra seninle yakın olacaktır, sana yaklaştığında: "Meğâfir mi yedin?" dersin. O da sana: "Hayır" diyecektir. O zaman sen de kendisine: "Pekiyi sen de bulduğum bu koku da nedir?" dersin, o da sana: "Hafsa bana bal şerbeti içirdi" diyecektir. O zaman sen de kendisine: "Öyleyse balı yapan arı Urfut Ağacı'nda yayılmıştır." dersin. Ben de bu şe­kilde diyeceğim. Ey Safiyye sen de bu şekilde söyle" dedim. Şevde, şöyle derdi: "Vallahi senden çekindiğimden Rasülüllah (s.a.v.) kapıya gelir gelmez, bana emrettiğini hemen uygulamaya başlamak istedim" Hz. Pey­gamber (s.a.v.) kendisine yaklaştığında Şevde: "Ey Allah'ın Rasûiü, meğâfir mi yedin?" dedi, o da: "Hayır"dedi. Şevde: "Pekiyi sende buldu­ğum bu koku da nedir?" dedi, o da: "Hafsa bana batşerbetiiçirdi." dedi, Benim yanıma döndüğünde kendisine aynısını ben de söyledim, Safiyye'nin yanına döndüğünde o da aynı şeyleri söyledi. Sonra Hafsa'nın yanına döndüğünde: "Ey Allah'ın Rasûiü yine sana ondan içireyim mi?" dedi. O da: "Ona ihtiyacım yok Şevde: "Vallahi, Peygamber'! o baldan mahrum etük" der, ben de kendisine: "Sus kanşürma!" derdim."

(Meğafir, bir ağaçtan çıkan reçine olup kötü kokusu olan bir maddedir) [1005]

 

975-) Âişe (r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.), ayrılma konusunda hanımlarını serbest bırakma ile emrolunduğunda önce be­nim görüşümü almaya başladı ve bana: "Ben, sana bir durumu dile getireceğim. Ancak, anne ve babanın bu konudaki görüşünü simadan karar vermekte acele etmemelisin."buyurdu. Halbuki kendisi, anne ve babamın bana ondan ayrıimamı emretmeyeceklerini iyi biliyordu. Sonra şöyle buyurdu: "Şüphesiz kiF Yüce Allah: «Ey Peygamber, eşlerine de ki: "Eğer dünya hayatını ve süsünü itiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim ve sizigüzelce boşayayım! Yok eğer Allah'ı, Rasulünü ve âh/ret yur­dunu istiyorsanız; muhakkak ki Allah, içinizden iyi davranan hanımlara büyük mükafat hazırlamıştır."» Ahzâb: 28-29) buyur­muştur" Ben de: "Ne konuda anne ve babamın görüşünü alacakmı-şım. Ben, Allah'ı, Rasulünü ve âhiret yurdunu istiyorum" dedim, Rasûlüllah (s.a.v.)'in diğer hanımları da benim gibi yaptılar"[1006]

 

976-) Hz. Aişe (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.), «O kadınlardan dile­diğini geriye bırakır, dilediğini de yanına alırsın, ayrı durduğun kadınlardan arzu ettiğini tekrar istemende sana bir sakınca yoktur.» (Ahzâb: si) ayeti inmesinden sonra da yine (yanında kalacağı) kadı-\ nın nöbet gününde bizden izin isterdi." demiştir. Hadisi rivayet eden Muâze: "Senden izin istendiğinde ne derdin?" dedim: "İzin verme işi bana kaldı ise Ey Allah'ın Rasûlü, ben hiçbir kimsenin bana karşı tercih edilmesini istemem," derdim." demiştir. [1007]

 

977-) Âişe (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.), ilâ hadisesinden sonra kendişinin yanında kalmak veya ayrılmak üzere bizi serset bıraktı. Bu ser­best bırakmayı boşanma olarak saymadık" demiştir[1008]

 

978-) İbni Abbas (r.a.)'dan. şöyle demiştir: "Bir ayeti Ömer b.Hattab'a sormak istediğim halde kendisine karşı duyduğum saygıdan . - dolayı bir türlü ona soramıyordum, bir yıl bekledim. Ta ki hac için yola çıktı, ben de kendisiyle birlikte yola çıktım. Dönerken yolun bir kısmın­da abdest bozmak için arak ağaçlığına doğru yöneldi. Abdestini bozun-caya kadar kendisini beklemeye başladım. Sonra yola devam etti ben de kendisiyle birlikte yürüdüm ve: "Ey müminlerin emiri, (Tahrîm: 4. â-yette sözü edilen ve) Rasûlüllah (s.a.v.)'in hanımlarından, ona karşı birbir­lerine arka çıkan kimlerdi?" dedim: "Bunlar, Hafsa ile Âişe'dir" dedi. Kendisine: "Allah'a yemin olsun ki, bu konuyu bir yıldır sana sormak stiyordum. Ama sana karşı duyduğum saygıdan dolayı bir türlü soramıyordum" dedim: "Böyle yapma! Benim bildiğimi zannettiğin ne varsa hemen sor. Eğer biliyorsam onu sana bildiririm" dedi ve şöyledevam etti: "Allah'a yemin olsun ki, cahiliyye döneminde biz, kadınları adam yerine koymuyorduk. Ta ki, Yüce Allah onlar hakkında indirdiği hükmü indirip haklarını onlara verene kadar. Bir keresinde ben kendi kendime bir işi görüşürken hanımım bana: "Şöyle şöyle yapsan" dedi. Ben de ona: "Sana ne oluyor da benim düşüneceğim bir işe karışıyor­sun!" dedim. O da: "Ey Hattaboğlu, sen de bir tuhafsın. Sen kendine karşılık verilmesini istemiyorsun ama gel gör ki kızın, Rasûlüllah (s.a.v.)'e karşılık veriyor, hatta o, gününü öfkeli olarak bile geçiriyor" dedi. Hemen elbisemi alıp evden çıkarak Hafsa'nın yanına girdim ve ona: "Ey kızcağızım, senin Rasûlüllah (s.a.v.)'e karşılık verdiğin hatta o, gününü öfkeli olarak bile geçirdiği doğru mu?" dedim. Hafsa: "Allah'a yenim olsun ki, biz, Rasûiüİlah (s.a.v.)'e karşılık veriyoruz" dedi: "Bile­sin ki, ben seni, Allah'ın cezası ve Rasûiünün gazabına karşı uyarıyo­rum. Ey kızcağızım, şu kendi güzelliğini beğenen ile Rasûlüllah (s.a.v.)'in ona olan sevgisi senin ayağını kaydırmasın!" dedim ve ora­dan çıkıp akrabam olan Ümmü Seleme'nin yanına girdim onunla da konuştum. O da: "Ey Hattaboğlu, sen de bir tuhafsın. Her şeye karıştın nihayet Rasûlüllah (s.a.v.) ile hanımlarının arasına da mı karışmak is­tersin!" dedi. Bu cevabı beni tuttu ve içimde hissettiğim üzüntümü bi­raz yatıştırdı. Bunun arkasından onun yanından çıktım, (ümmü seleme)(r.a.)'ın cevabı üzerine Hz. Ömer (r.a.), Efendimiz (a.s.)'m hanımlarına dargınlığının farkına va­ramamış bir ayın sonuna doğru fark edip tekrar işe müdahale etmiş, Rasûlüllah (s.a.v.) ile ko­nuşmuş onun gönlünü almıştır.) Bu arada benim Ensardan bir arkadaşım vardı. (Rasûlüllah (s.a.v.)'in yanında) bulunmadığım zaman o bana haberleri geti­rir, o bulunmadığı zaman da ben ona getirirdim. Bu sıralarda Gassanlıların bir kralından endişeliydik. Onun bizim üzerimize yürüye­ceği söylenmiş, bu yüzden kalbimiz ayakta idi. Derken Ensarlı arkada­şım bana geldi kapıyı çalıyor: "Aç! Aç!" diyordu: "Gassanlılar mı geldi?" dedim: "Bundan daha kötü! Rasûlüllah (s.a.v.), hanımlarından uzaklaş­tı" dedi: "Hafsanın da Âişenin de burnu sürtülsün!" dedim ve elbisemi alıp dışarı çıkarak Rasûlüllah (s.a.v.)'in yanına vardım. Kendisi özel (özel oda, diye çeviri yaptığımız yer, içerisinde gıda maddeleri, silah vs eşyaların saklandığı ve üst kaünda da Rasûlüllah (s.a.v.)'in bazen yalnız kalmak için çıkıp kullandığı iki katlı odadır. Bu daireye 'Hızâne' üst kat odaya da 'Meşrebe' denilmekte İdi. Bir nevi özel kat olan bu yerle Bilal (r.a.) görevli idi ve anahtarı da onda bulunuyordu. Üst kata çıkmak için merdiven va­zifesi gören oyulmuş hurma kütüğü kullanılıyordu. Bakınız, M. Hamidullah, İsiâm Peygamberi,

madde: 1350/36 ve 1835/2) Oraya basamakla çıkılıyordu. Merdivenin başında da Rasûlüllah (s.a.v.)'in siyahi hizmetçisi bulunuyordu; "Ben, Ömer" dedim ve arkasından içeri girmem için bana izin verildi. Daha önce ha-nımlarıyla yaptığım görüşmeyi ve onların sözlerini anlattım. Ümmü Seleme'nin konuşmasına gelince Rasûlüllah (s.a.v.) tebessüm etti. Kendisi bir hasır üzerinde idi ve hasırla vücudu arasında bîr şey yoktu, başında ise hurma lifi ile doldurulmuş bir yastık vardı. Ayaklarının ya­nında, serpilmiş bir miktar karaz ağacı yaprakları baş ucunda da tabak­lanmamış bir deri vardı. Hasırın, Rasûlüllah (s.a.v.)'in yan tarafına bı­raktığı izleri de gördüm. Bu yüzden ağladım: "Niye ağlıyorsun?''diye buyurdu: "Ey Allah'ın Rasûlü, Kisra ve Kayser hayatlarını yaşıyorlar. Sen ise Allah'ın Rasûlü iken böylesin" dedim. O da: "Dünyanın onla­rın, âhiretin de bizim olmasına gönlün razı değil mi?" buyurdu." [1009]

 

979-) İbni Abbas (r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Yüce Allah'ın, hakların­da: «Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz, (yerinde otur.) Çünkü kalpleriniz kaymıştı.» (Tahnm: 4) diye buyurduğu Hz. Peygamber (s.a.v.)'in iki hanımını Ömer'e sormayı sürekü arzu ediyordum. Nihayet Ömer hacca gitti ben de kendisiyle birlikte hacca gittim. Yolun bir kısmı­na geldiğimizde abdest bozmaya yöneldi, ben de ibrikle kendisiyle git­tim. Abdest bozmak için uzaklaştı sonra yanıma geldi. Eline su döktüm abdest aldı. Kendisine: "Ey müminlerin emiri, Yüce Allah'ın, haklarında: «Eğer ikiniz de Allah'a tevbe ederseniz, (yerinde olur.) Çünkü kalple­riniz kaymıştı.» (Tahrîm: 4) buyurduğu iki kadın kimdi?" dedim. Ömer: "Ey İbni Abbas, sen de bir tuhafsın. Bu ikisi Hafsa ile Âişedir" dedi -hadisin ravilerinden Zührî: "Allah'a yemin olsun ki, sorduğu sorudan hoş­lanmadı ama bu hususta hiçbir şeyi de ondan saklamadı" demiştir.- Ö-mer şöyle anlatmaya başladı: "Biz Kureyşliler, kadınlara hakimdik. Medi­ne'ye geldiğimizde kadınlarının erkeklere hakim olduğu bir topluluk bul­duk. Arkasından bizim kadınlarımız da onların kadınlarından bunu Ögmeye başladılar. Benim evim (Medine'nin dışındaki yamaçlarda bulunan) Avâli'deki Ümeyye b. Zeydoğu Harın in içerisinde idi. Bir gün hanımıma kızdım bir de ne göreyim o bana karşılık vermekte. Onun böyle karşılık vermesini beğenmedim. O da: "Benim sana karşılık vermemi niye yadırgıyorsun? Allah'a yemin olsun ki, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hanımla­rı da kendisine karşılık vermekte, onlardan birisi de bütün gün geceye kadar ona küs durmaktadır" dedi. Hemen gidip Hafsanın yanına girdim: "Sen, Rasûlüllah (s.a.v.)'e karşılık veriyor musun?" dedim: "Evet" dedi: "Sizin biriniz bütün gün geceye kadar ona küsüyor duruyor mu?" dedim: "Evet" dedi; "Sizden kim bunu yaparsa zarar ve ziyana uğrar. Sizden bi­riniz, Rasûlünün öfkelenmesi nedeniyle Allah'ın ona gazaba gelmeyece­ğinden emin midir? Böyle olursa o, helak olmuş demektir. Sen, Rasûlüllah (s.a.v.)'e karşılık verme! Ondan bir şey de İsteme, aklına ne gelirse benden iste. -Âişe'yi kastederek- Arkadaşının, Rasûlüllah (s.a.v.)'e senden daha güzel ve sevimli gelmesi senin ayağını kaydırmasın!" de­dim. Ensardan benim bir komşum vardı. Rasûlüllah (s.a.v.)'in yanına nö­betleşe inerdik. Bir gün o iner bir gün ben iner vahiy ve diğer bilgilen o bana getirir, ben de ona getirirdim. Bu sıralarda Gassanlıların bizimle savaşmak için atlarını nalladıklarını konuşuyorduk. Derken bir keresinde arkadaşım inmişti sonra akşamleyin bana geldi ve kapımı çalıp seslendi. Hemen çıktım: "Büyük bir olay oldu" dedi: "Ne oldu, yoksa Gassanlılar mı geldi?" dedim: "Bundan da büyük ve uzun bir mesele... Hz. Peygam­ber (s.a.v.), hanımlarını boşamışL" dedi: "Hafsa yandı, helak oldu. Za­ten bunun olmasını bekliyordum" dedim. Nihayet sabah namazını kıldık­tan sonra elbisemi giydim ve aşağıya inip Hafsanın yanına girdim. Hafsa ağlıyordu: "Rasûlüllah (s.a.v.), sizi boşadı mı?" dedim: "Bilemiyorum, kendisi şurada özel odasına çekildi" dedi. Hemen siyahi hizmetçisine git­tim ve: "İçeri girmek için Ömer'e izin isteyiver" dedim. İçeri girdi sonra yanıma çıktı: "Kendisine seni söyledim ama bir cevap vermedi" dedi. tu­radan ayrılıp mesciddeki minberin yanına gidip oturdum. Baktım ki min­berin yanında bir topluluk oturmakta, bazıları da ağlıyordu. Kısa bir süre oturdum ama içimdeki üzüntüme hakim olamadım tekrar hizmetçiye git­tim ve: "İçeri girmek için Ömer'e izin isteyiver" dedim. İçeri girdi sonrayanıma çıktı: "Kendisine seni söyledim ama bir cevap vermedi" dedi. Ben de geri döndüm, birde ne göreyim hizmetçi beni çağıyor: "Haydi içeri gir, sana izin verdi" dedi. Hemen içeri girdim ve Rasûlüllah (s.a.v.)'e selam verdim. Baktım kendisi hasır örgüye yaslanmış, hasır da yanına iz yap­mış. Kendisine: "Ey Allah'ın Rasûlü, hanımlarını boşadın mı?" dedim. Ba­şını bana doğru kaldırdı ve: 7/a//r"buyurdu: "Allahü Ekber!" dedim ve şöyle devam ettim: "Ey Allah'ın Rasûlü, bizi bir görseydin. Hani bir za­manlar biz Kureyşliler kadınlara hakimdik. Medine'ye geldiğimizde kadın­larının erkeklere hakim olduğu bir topluluk bulduk. Arkasından bizim ka­dınlarımız da onların kadınlarından bunu öğrenmeye başladılar. Bir gün hanımıma kızdım bir de ne göreyim o da bana karşılık vermekte. Onun böyle karşılık vermesini beğenmedim. O da: "Benim sana karşılık ver­memi niye yadırgıyorsun. Allah'a yemin olsun ki, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hanımları da kendisine karşılık vermekte, onlardan birisi de bü­tün gün geceye kadar ona küs durmaktadır" dedi: "Onlardan kim bunu yaparsa zarar ve ziyana uğrar. Onlardan birisi, Rasûlünün öfkelenmesi nedeniyle Allah'ın ona gazaba gelmeyeceğinden emin midir? Böyle olur­sa o, helak olmuş demektir." dedim. Bu söz üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) tebessüm etti. Arkasından: "Ey Allah'ın Rasûlü, Hafsanın yanına girdim ve: "Arkadaşının, Rasûlüllah (s.a.v.)'e senden daha güzel ve sevimli gelmesi senin ayağını kaydırmasın!" dedim. Bu söz üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) yine tebessüm etti: "Ey Allah'ın Rasûlü, biraz daha sohbet edebi­lir miyim?" dedim: "Evet"â\ye buyurdu. Oturdum ve başımı kaldırıp o-dada göz gezdirdim. Allah'a yemin olsun ki, içeride üç deriden başka gö­ze dokunan bir şey görmedim: "Ey Allah'ın Rasûlü, ümmetine bolluk vermesi için Allah'a dua etsen. İranlılar ve Rumlar, Allah'a kulluk etme­dikleri halde Allah onlara bolluk vermiştir" dedim. Derhal doğrulup otur­du ve: "Ey Hatta boğlu! Onların, güzel ikramları dünyada veril­miş bir toplum olduğundan şüphen mi var" buyurdu: "Ey Allah'ın Rasûlü, benim için Allah'tan bağışlama dile" dedim. Kendisi, hanımlarına kırıldığından dolayı bir ay yanlarına girmeyeceğine yemin etmişti. Niha­yet Yüce Allah, bu konuda kendisine uyarı gönderdi."

(Nihayet Yüce Allah, bu konuda kendisine uyan gönderdi, sözünden maksat «Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçinkendine haram ediyorsun?» rjahrim: i) âyeti ile yapılan uyan olduğu bildirilmiştir. Rasûlüllah (s.a.v.), hanımlarının sürtüşmesi nedeniyle onlardan bir ay ayn kaldı ve yuka­rıdaki hadiste geçen Özel odasında ikamet etti. Bu olaya ilâ hadisesi denilir.) [1010]

 

980-) Yahya b. Said, Abdurrahman b. Hakem'in kızı ile evlendidaha SOnra da onu boşadı, {boşanan kadının o yerde iddet süresin! beklemeden kızınbabası) onun yanından çıkardı. Urve b. Zübeyr, onları kınadı. Onlar da: "Daha önce Fatıma b. Kays da böyle çıkmıştı" dediler. Urve: "Ben de,(Fatima b. Kays'ın durumunu öğrenmek için) Aİşe'nİn yanma vardım  bu durumukendisine bildirdim. O da: "Fatıma b. Kays hakkındaki hadisi (uygulamayı) söylemende bir fayda yoktur" dedi" demiştir. [1011]

 

981-) Diğer bir rivayette İse Âişe (r.a.): "Bunu söylemende Fatima b. Kays için bir fayda yoktur" demiştir. Bu sözü ile orada ikamet etme ve nafakayı kasdetmiştir.

(Yüce Allah: «Boşadığınız eşlerinizi, imkânlarınız nispetinde oturdu­ğunuz meskenlerin bir bölümünde iddetlerini tamamlayıncaya kadar otur­tun.» (Talâk: 6} buyurmuştur. Buna göre yukarıda sözü geçek boşanmış kadının iddet süresinde kocasının evinde kalması gerekirken kızın babası kocasının yanından çıkarmıştır. Bu arada Hz. Peygamber (s.a.v.), döneminde aynı durum meydana gel­miş, Efendimiz (a.s.) boşanan kadının kocasının evinden ayrılmasına izin vermiştir. Aişe (r.a.), yukarıdaki sözü geçen boşanan kadının babası tarafından çıkarılmasını Talâk; 6. âyete dayanarak eleştirmiş, onlar da Efendimiz (a.s.)'ın uygulamasını ör­nek göstermişlerdir. Âişe (r.a.)'a göre efendimizin o zamanki uygulaması özel bir tasarrftur, aslolan Talâk: 6. âyetteki hükümdür. Bu nedenle: "Fatıma b. Kays hak­kındaki hadisi (uygulamayı) söylemende bir fayda yoktur" demiştir.) [1012]

 
982-) Ömer b. Abdullah, Abdullah b. Utbe'ye mektup yazmış ve mektupta Sübey'a (r.a.)'nın kendisine şunları bildirdiğini söylemiştir. Sübey'a (r.a.), Bedir gazilerinden ve Âmir b. Luayoğullarının yanında kalan Sa'd b. Havle ile evli imiş. Sa'd b. Havle (r.a.), veda haccında ve­fat etmiş, bu sırada hanımı da hamile imiş. Vefatından kısa bir süre sonra hanımı doğurmuştur. Sübey'a (r.a.), nifastan temizlendikten son­ra kendisine dünürcü gelenler için giyinmiş kuşanmış, bu sırada Abdü'd-Dâroğullarından Ebû's-Senâbil b. Ba'kek adında bir kimse Sübey'a (r.a.)'ın yanına girmiş ve: "Ne oluyor da böyle giyinip kuşan-mışsın? Herhalde evlenmek istiyorsun. Allah'a yemin olsun ki (vefat edeneşinin vefatından) dört ay on gün geçmedikçe sen evlenemezsin" demiş, Sübey'a (r.a.), şöyle devam eder: "Bu kimse bana böyle söyleyince ak­şamleyin üzerimdeki elbiseyi çıkardım. Bunun arkasından Rasûlüllah (s.a.v.)'e vardım ve kendisine bu durumu sordum. Kendisi, çocuğu do­ğurduğum zaman iddet süresindeki yasakların artık bana helal olduğu-; na fetva verdi ve uygun gördüğümle evlenebileceğimi söyledi"[1013]

 
983-) Süleyman b. Yesâr, şunları bildirmiştir. Ebû Seleme b. Abdurrahman ile İbni Abbas (r.a.), Ebû Hureyre (r.a.)'m yanında bu­luşmuşlar. Ebû Seleme b. Abdurrahman ile İbni Abbas (r.a.), eşinin ve­fatından birkaç gün sonra doğum yapan kadının hükmü hakkında ko­nuşuyorlarmış. İbni Abbas (r.a.): "Bu kadının iddet süresi, iki sürenin en uzun olanıdır" demiş, Ebû Seleme de: "Kadın doğum yapmakla iddet yasakları helal olur" demiş ve her ikisi bu konuda tartışmaya baş­lamışlar. Ebû Hureyre (r.a.) da, Ebû Seleme'yi kastederek: "Ben de ye­ğenimin görüşündeyim" demiştir. Bunun üzerine konuyu sormak için, İbni Abbas (r.a.)'ın hizmetçisi Küreyb'i Ümmü Seleme (r.a.)'a gönder­mişler. Küreyb, durumu sorup gelmiş ve Ümmü Seleme (r,a.)'tn: "Sübey'a el-Eslemî de eşinin vefatından birkaç gün sonra doğum yaptı. Kendisi durumunu Rasûlüllah (s.a.v.)'e bildirdi. O da evlenebileceğini söyledi" dediğini bildirmiştir. [1014]

 
984-) Hz. Peygamber (s.a.v.)'in hanımı Ümmü Habibe (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.): "Allah'a ve âhiret gününe inanan bir kadına, kocasının ölümü üzerine dört ay on gün yas tutmasından baş­ka, hiçbir öiü için üç günden fazla yas tutması helâl olmaz."buyurdu" demiştir.

(Kadının yas tutması, siyahlara bürünüp ziynetlerini kuüanmamasıdır denilmiştir.) [1015]

 

985-) Zeyneb bintü Ebî Seleme (r.a.)'dan. Şöyle demiştir: "Kardeşi vefat ettiği sırada Zeyneb b. Cahş'ın yanına girdim. Bir koku istedi ve kokuyu süründü sonra: "Allah'a yemin olsun ki benim koku sürünme is­teğim yoktu. Ancak, Rasûlüllah (s.a.v.)'i minberde: "Allah'a ve âhiret gününe inanan bir kadının, kocasının ölümü üzerine dört ayon gün yas tutması dışında üç günden fazla bir ölü için yas tutması helal değildir"'diye buyururken işitmiştim" dedi"[1016]

 

986-) Ümmü Seleme (r.a.)'dan. Bir kadının kocası vefat etmişti. Kadının gözlerinin rahatsız olmasından endişelendiler. Bu nedenie Rasûlüliah (s.a.v.)'e gelip gözüne sürme çekmesi için izin istediler, o da: "Gözüne sürme çekemezi Sizden biriniz önceleri en kötü elbiseleri içerisinde veya evinin en kötü yerinde bekleyip ka­panır neticede bîr yıl olduğunda bir köpek geçer de bir deve tezeği atardı (böylece yas tutmaya son verebilirdi) bu nedenle dört ay on gün geçmedikçe sürme çekmesin." buyurdu. [1017]

 

987-) Humeyd b. Nâfi, şöyle demiştir: "Zeyneb b. Ebî Seleme (r,a.)'a: "Kocası ölen kadının bir yıl sonra tezek atması nadir?" dedim. Zeyneb b. Ebî Seleme (r.a,): "Cahiliye döneminde bir kadın kocası ve­fat ettiğinde bir yıl geçene kadar evin dar bir yerine kapanır, en kötü elbiselerini giyer, hiçbir koku sürünmezdi. Bir yıl geçtikten sonra bir hayvan, eşek veya bir kuş getirilir onu üzerine sürerdi. Üzerine sürdü­ğü o şey genelde ölürdü. Sonra yas yerinden çıkar arkasından kadına bir tezek verilir oda bunu fırlatıp atardı. Bundan sonra istediği koku ve diğer şeyleri kullanabileceği o eski haline dönerdi" dedi"[1018]


988-) Ümmü Atıyye (r.a.): "Kocasının ölümü üzerine dört ay on gün yas tutması dışında üç günden fazla bir öiü için yas tutmamız ya­saklanırdı. Bu yasta ne sürme çeker ne koku sürünürdük. Yemen işi asb elbisesinin dışında da boyalı elbise giymezdik. Birimizin bu halde iken âdet görmesinden dolayı boy abdesti aldığında temizlik sırasında °ir parça koku almasına izin verildi. Bize ölünün arkasından gitmek de yasaklanırdı." demiştir. [1019]



[1001] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 295.

[1002] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 295-296.

[1003] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 296.

[1004] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 296.

[1005] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 297.

[1006] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 297-298.

[1007] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 298.

[1008] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 298.

[1009] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 298-300.

[1010] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 300-303.

[1011] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 303.

[1012] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 303.

[1013] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 303-304.

[1014] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 304.

[1015] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 304.

[1016] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 304-305.

[1017] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 305.

[1018] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 305.

[1019] Muhammed Fuâd Abdülbâki, (Tahhik, Abdullah Feyzi Kocaer), Müttefekul Aleyh Hadisler, Hüner Yayınları: 305.