AKAİDE GİRİŞ
• Akaid Kelimesinin Sözlük ve Terim Anlamları
• İnanılması ve Reddedilmesi Gereken Esaslara Örnekler
• Akaid İlminin Ele Aldığı Konular
• Akaid İlminin Önemi ve Gayesi
• İtikad Esaslarının Değişmezliği
• Akaidde Ölçü: İslâm Akaidinin Kaynakları
• İctihadî Hükümlerin ve Şahsî Yorumların Akaidde
• Bağlayıcı Olmaması, Mutlak Doğru-Göreceli Doğru
• Sorular Bu üniteyi bitirdiğinizde aşağıdaki amaçlara ulaşmanız beklenmektedir:
* Akaid kelimesinin sözlük ve terim anlamlarını tanımlamak.
* İnanılması ve reddedilmesi gereken esaslara örnekler vermek.
* Akaid ilminin ele aldığı konuları açıklamak.
* Akaid ilminin önemi ve gayesini açıklamak.
* İtikad esaslarının değişmezliğini örneklerle izah etmek.
* İnsanları küfürle itham etmede hassas olmak.
* Akaidde delil ve ölçünün vahy olduğunu kavramak.
* Zannî delil ve şahsî yorumların göreceli doğrularını, kesin itikadî
hükümlerle karıştırmamak.
Akaidin Sözlük ve Terim Anlamı Sözlük anlamı olarak Akaid, düğümlemek anlamına gelen akd kökünden türemiş olan akîde kelimesinin çoğuludur. Aynı kökten türeyen i’tikad kelimesi ise; düğüm atmışcasına bağlanmak, bir şeye gönülden inanmak, o şeyi gönülden benimsemek anlamına gelir. O halde Akîde gönülden bağlanılan şey demektir.
Terim olarak akîde: İslâm Dini’nde inanılması ve reddedilmesi gerekli olan esaslara denir. Bu esaslardan bahseden ilme de Akaid ilmi denir.
Bu tanımda geçen inanılması gerekli esaslar; Allah’ın varlığına, birliğine, kudretinin sonsuzluğuna, meleklerine, kitaplarına (vahye), peygamberlerine, âhiret hayatına, kaza ve kadere, Kur’ân-ı Kerim’deki emir ve yasakların tümüne inanmak demektir. Reddedilmesi gerekli esaslar ise; küfür, şirk, nifak, fitne, kullara kul olmayı gerektiren düzen ve hayat görüşleri, her türlü yanlış inanç, düşünce ve hayat şekilleri, bâtıl inanç ve hurâfelerdir.
Akaid İlminin Konusu Akaid’in konusu İslâm’da inanılması ve reddedilmesi gereken esaslardır. İslâm akîdesini oluşturan konular, Kur’ân-ı Kerim’de ve mütevâtir hadislerde farklı yorumlara gerek bırakmayacak şekilde açık ve kesin olarak yer alan hükümlerdir. Meselâ, Allah’ın varlığı ve birliği, melekler, kitaplar, peygamberler, âhiret, küfür, şirk, münâfıklık vs. ile ilgili, Kur’an’da anlamı açık ve kesin hüküm ifâde eden âyetler akaid ilminin konusudur.
Akaid İlminin Önemi ve Gayesi Akaid, İslâm dininin temelidir. İslâm dinini bir yapı olarak düşündüğümüzde, bu yapının temelini akaid oluşturur. Nasıl ki, bir binanın temeli olmadan yükselmesi, ayakta durması, sarsıntılara dayanması mümkün değilse, Akaid ilmi olmadan da İslâm binasının yükselmesi, müslümanın inancının sağlam olması mümkün değildir.
İnsanın hayata bakışı, dünya görüşü ve davranışlarının tümü inancıyla alâkalıdır. Bu yüzden müslümanların ve müslüman fert ve ailelerden meydana gelen İslâm toplumunun sağlam bir akîdesi olmalıdır.
Akaid ilmi sayesinde müslüman;
1) Neye, niçin ve nasıl iman etmesi gerektiğini bilir.
2) Ancak sağlam bir akaid bilgisi sayesinde insan, imanını taklîdden kurtarabilir.
3) Bu bilgi ve köklü inanç sayesinde, kendisini kötü düşüncelerden ve zararlı inançlardan koruyabilir.
4) Bâtıl ve bid’at ehlinin görüş ve itirazlarına karşı, kendi inanç esaslarını savunabilir.
5) Diğer din mensuplarının yıkıcı yayınlarına karşı İslâm dininin inanç sistemini savnur. Meselâ; Hristiyanların Allah hakkındaki teslis (baba-oğul-kutsal ruh) inancına karşı, tek ilâh inancını ortaya koyar.
İnancı sağlam olan bir insan, dünya ve âhiret ile ilgili tüm işlerini İslâm’a uygun bir şekilde yapacaktır. Sağlam ve kâmil inanç, kalpte pasif bir şekilde yer tutmaz; aksine mutlaka inanç sahibinin yaşayışını yönlendirir.
İşte akaid ilminin temel gayesi, insanı inanç ve davranışta İslâm’laştırarak dünya ve âhiret saâdetine kavuşturmaktır. En önemli gayelerinden biri, yukarıda belirtildiği gibi, İslâm inancını her türlü sapık ve yıkıcı fikirlerden, bâtıl düşünce ve hurâfelerden korumaktır. Ayrıca inandığı halde bazı şüpheleri olan insanları bu şüphe ve tereddütlerinden kurtarmaktır.
Akîde, İslâm Dini’nin temeli olduğundan; dinin sağlamlığı, bu temelin sağlamlığına bağlıdır. Bu temelin sağlamlığı da kişiye cennet yollarını açar. Dünyanın huzur ve saâdetle dolması da ancak iman sayesindedir. İman etmek, huzur ve mutlulukla dolmak demektir. İmanlı insanlardan meydana gelen toplum da her devirde asr-ı saâdeti yaşayan, saâdeti asra taşıyan bir toplumdur.
Gerçek hürriyet, ancak iman sayesinde, tevhid sayesinde gerçekleşir. Tevhidî imana sahip olamayanlar; maddeye, eşyaya, mala, çevreye, dünyaya, zaaflara, şeytana, tâğutlara, egemen güçlere, nefse, hevâ ve hevese... görünmez zincirlerle bağlı ve bağımlıdırlar; özgür değillerdir. Kölenin kölesi, kulun kulu, âcizin emrindeki zavallıdır onlar.
İ’tikad Esaslarının Değişmezliği a) İ’tikad esasları, zamana, mekâna, kişilere ve toplumlara göre değişmez.
Allah tarafından Hz. Âdem’e, Hz. Nuh’a, Hz. Mûsâ’ya, Hz. İsa’ya... inanç konusunda ne emredilmişse, Hz. Muhammed (s.a.s.)’e de aynı esaslar emredilmiştir. Değişen sadece şeriatlardır. Yani bütün peygamberlerin tebliğ ettiği dinin temeli, tevhid inancına dayanır.
Tüm peygamberler gönderildikleri toplumlara, Allah’ın varlığı ve birliğini, kendilerinin Allah’ın elçileri olduğunu, âhiret diye bir hayatın varlığını haber vermişler; onları Allah’a kulluk etmeye, kendilerine itaate çağırmışlardır. Peygamberlerin bu ortak çağrısı Kur’ân-ı Kerim’de şu şekilde ifâde edilir:
“Andolsun biz Nuh’u kavmine gönderdik. ‘Ey kavmim, dedi; Allah’a kulluk edin, O’ndan başka ilâhınız/tanrınız yoktur.”[2]
“Andolsun Biz Semud kavmine kardeşleri Sâlih’i, ‘Allah’a kulluk edin’ demesi için gönderdik..”[3]
İbrâhim (a.s.) kavmine dedi ki; ‘Allah’a ibâdet edin ve O’ndan korkun. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.”[4]
“Şuayb (a.s.) kavmine şöyle dedi: ‘Ey kavmim Allah’a kulluk edin, âhiret gününe umut bağlayın.”[5]
“Biz hiçbir peygamberi Allah’ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir amaçla göndermedik.”[6]
“Andolsun Biz, ‘Allah’a kulluk edin ve tâğuttan, putlardan sakının’ diye (emretmeleri için) her topluma bir peygamber gönderdik.”[7]
Bütün peygamberlerin ortak mesajı olan bu itikadî esaslar, hem evrensel, hem de çağlar üstüdür. İlk insandan kıyâmete kadar tüm nesiller için her zaman ve her coğrafyada geçerlidir.
Şu halde herhangi bir kişi veya toplum meselâ şunu diyemez: “Kur’an’daki hükümler geçmişte kaldı. Bu günkü modern toplumda din kaidelerinin herhangi bir bağlayıcılığı yoktur. Din olsa olsa bir vicdan işi olabilir. Geçmişte putperestlik, içki, kumar, fâiz, zina, yasaklandı; namaz, oruç, zekât, hac, cihad, infak emredildi ama günümüzde bunların tümü geçerliliğini yitirdi. Çünkü bugün devletin izniyle açılan kumarhaneler, meyhaneler, genelevler, fâizli işlem yapan bankalar var. Kâbe’de hac yapmak yerine, bizim ulularımızı tavaf edip, saygı duruşu yaptığımız tunçtan, altından, gümüşten, bronzdan heykellerimiz, put imalathanelerimiz, tapınmak ve eğlenmek için yapılmış dev alışveriş ve eğlence merkezlerimiz var...”
İşte tüm bu ve benzeri sözleri kâfir olanlar, dinine bağlılığı pamuk ipliğinden daha zayıf olanlar söyleyebilir. Böyle insanlar ve bu insanlardan oluşan toplumlar şahsiyetsiz ve zayıf karakterlidir. Akîdesi sağlam olan bir müslüman ise, bu ve benzeri anlayışların tümünü reddeder. İnancını zamana, zemine ve mekâna göre değiştirmez.
b) İ’tikad esasları bir bütün olup bölünme kabul etmez. İslâm dininin bir kısmını kabul edip bir kısmını reddetmek, insanı dinden çıkarır.
Meselâ; “namazla ilgili emirleri kabul ediyorum; fakat fâizle ilgili emirleri kabul etmiyorum. Çünkü şu anda yaptığım ve ileride yapacağım fâizli ticaretime zarar veriyor. Oruçla ilgili hükümleri kabul ediyorum; fakat infak ve zekât ile ilgili hükümleri kabul etmiyorum. Kabul edersem servetimin azalmasından korkuyorum. Hem ben bu serveti kazanırken ihtiyaç sahipleri benimle beraber mi çalıştı?”
“Allah’ın varlığını, birliğini kabul ediyorum; fakat ben içkiden, kumar oynamaktan, zina etmekten, yalan söylemekten, insanları çekiştirmekten, onları birbirine düşürmekten, insanları kandırmaktan vazgeçemem. Bunların hepsi nefsime ağır gelen şeyler. Bu nedenle bu konularla ilgili âyetleri bir kenara bıraksak diyorum.”
İşte tüm bu ve benzeri inanışlar insanı bu dinin dışına çıkarır. Allah Teâlâ bu tür inanca sahip olan insanları Kur’ân-ı Kerim’de kınamakta ve cehennem azâbı ile tehdit etmekte, dinin bir kısmını kabul edip işine gelmeyen kısmını reddedenlere şu hitabı yapmaktadır: “...Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanların cezâsı, dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey değildir. Kıyâmet gününde de azâbın en şiddetlisine itilirler.”[8]
Biz, sağlam bir inançla Rabbimizin nefsimize kolay gelen hükümlerini kabul edip uyguluyor olabiliriz. Ama, aynı zamanda, nefsimize ağır gelen İlâhî emir ve yasakları da kabul edip hiçbir ayırım yapmadan yerine getirmeye çalışmalıyız. Burada şu hususa dikkat etmeliyiz: İslâm’ın hükümlerinin tamamını kabul ettiği halde, nefsine ağır geldiği için yerine getirmeyen ile; bu hükümleri kabul etmeyip inkâr eden veya ...
[
Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın