๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Müridin Edepleri => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 11 Aralık 2007, 22:07:18



Konu Başlığı: İyilerle Arkadaş Olmak
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 11 Aralık 2007, 22:07:18
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:                    "Ey Muhammed! Rabblerinin rızasını dileyerek sabah akşam O'na ibadet edenlerle birlikte kendini tut, sabret. Sakın dünya hayatının aldatıcı ziynetine kapılıp gözünü ashabından ayırma. Kötülük yapacağını bildiğimiz için kalbini bizi anmaktan uzaklaştırdığımız, arzularının kölesi olmuş, işigücü haddi aşmak olan kimseye sakın uyma." (Kehf ; 28)
Allah-u Zülcelal bu ayet-i kerimeyle, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e ister fakir, ister zengin olsun, Allah'ın ibadetinde bulunan iyi kişilerle beraber olmayı, nefsini onlarla beraber hapsetmeyi emretmiştir. Allah-u Zülcelal'in Hz. Peygamber sallallahu            aleyhi ve sellem'e emrettiği şey, bize de emirdir. Aynen biz de Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in mutabaatını yapmalıyız.
Dünya ziynetine, kötülüğe, günahlara, heva-i nefsine tabi olan kimselere uyduğumuz zaman, bu ayet-i kerimenin tersine hareket etmiş oluruz. Allah'ın emir ve nehiylerine uyan, O'na itaat eden kimselerle, ister fakir olsun ister zengin olsun, beraber olmak, Allah'ın emirlerinden bir emirdir.
Bu ayetin inişine sebep olan olay şudur: Müslümanların                yoksullarından olan Suhayb, Ammar, Habbab ve diğerleri, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte oturup onun              yanında bulunuyorlardı. Kafirlerin liderleri ise, bunu istemiyor ve onların Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in yanından uzaklaştırılmalarını istiyorlardı. Diyorlardı ki:
"Şu fakir nsanları yanından kovarsan, biz de senin yanına gelir ve seninle otururuz. Biz müslüman olursak diğer insanlar da Müslüman olurlar. Bizim sana uymamıza onlar engel oluyorlar. Çünkü onlar alçak bir topluluktur."
Zünnun-i Mısri şöyle demiştir:
"Allah-u Zülcelal, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e hitap ederek onu uyarmıştır. Buyurmuştur ki: "Ruhu, canı ve kalbiyle bizimle olanlarla ol. Onlar sabah akşam bizim huzurumuzu terk etmeyen kimselerdir. Ey Peygamber! Bizim huzurumuzdan ayrılmayanları koruyup, onları gözetmen gerekir. Onları terk etmen gerekmez."
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onlarla iftihar ederek şöyle buyurmuştur:
"Allah, ümmetimden öyle büyük zatlar yaratmıştır ki, nefsimi onlarla beraber hapsetmeyi, bana emretti." (Tefsir-i Ruhu'l-Beyan)
Fakir arkadaşlarımıza bir sadaka verdiğimiz, bir iyilik yaptığımız zaman, onunla onlara minnet ve eziyet yapmamalıyız. Allah-u                Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
"Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu; her başağında yüz dane olmak üzere, yedi başak veren bir danenin durumu gibidir. Allah, dilediğine kat kat verir. Allah'ın lütfu geniştir. O bilendir." (Bakara; 261)
İşte, Allah-u Zülcelal bir kişi mü'min kardeşine sadaka verdiği zaman, onu bir  daneden, yedi yüz daneye kadar artıracağım buyuruyor. İnsan mü'min kardeşine sadaka verdiği zaman:
"Sen ne zamana kadar bana yük olacaksın, ne zamana kadar gelip benden böyle isteyeceksin!" diye ona eziyet etmemelidir.           Halbuki şöyle düşünmelidir:
"Bu benden sadaka istemeye geldi, bu sayede bana hamallık yapacak. Benim malımı ahirete götürecek, benim ahirette köşkler almama vesile olacak!" Bunun için ona dua etmeli, onu sevmeli ve takdir etmelidir. Çünkü, o fakir olmasaydı bu mal ahirete nasıl giderdi? Ahirete gitmez dünyada kalırdı.
Allah-u Zülcelal başka bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
"İnananlar arasında kötü söz ve davranışın yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada da, ahirette de acı veren bir azap vardır." (Nur; 19)
Bu ayet-i kerimeden çok açık olarak anlaşılıyor ki mü'minler bir vücut gibi olmalıdırlar. Nasıl bir insan, kendi nefsi için kötü bir şey istemiyor ise diğer mü'min kardeşleri için de onu istememesi lazımdır. Allah-u Zülcelal, yapmamızı istediği şeyleri sevmektedir. O'nun istediği şekilde olmamız lazımdır. Öyle olduğu zaman, Allah-u Zülcelal bize yardımcı olacak, feyzini, nisbetini bizim üzerimize gönderecektir.
İbn-i Ömer radıyallahu anh'dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Mü'min mü'minin kardeşidir. Mü'min, kardeşine zulüm ve hakaret yapmaz. Bir mü'min, diğer bir mü'min kardeşinin bir hacetini yerine getirirse, Allah-u Zülcelal de onun hacetini yerine getirir. Kim, mü'min kardeşinin bir ayıbını, kusurunu örterse, Allah-u Zülcelal de kıyamet gününde onun kusurlarını örter." (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi)
Peki, kimin kusuru yoktur? Hepimiz kusurluyuz. O kusurları               örtmek istemiyor muyuz? İstiyoruz. Öyleyse, dünyada mü'min kardeşlerimizin kusurlarını örtmeliyiz ki, Allah-u Zülcelal de kıyamet gününde bizim kusurlarımızı örtsün. Birbirimize yardımcı olmamız lazımdır ki, Allah-u Zülcelal de kıyamet gününde bize yardım etsin.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den önceki cehalet devrinde, kafirler kızlarını diri diri toprağa gömüyorlardı. Öyle bir cehalet içindeydiler. İbn-i Amr radıyallahu anh'dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Kim mü'min kardeşinin kusurunu örterse, sanki o diri diri gömülmüş olan kızları ihya etmiş gibi sevap kazanır."  (Ebu Davud)
Nasıl bir kişi, bir insan ölürken, onu hayata döndürmeye sebep olursa, ne kadar sevap kazanacaksa, bir mü'minin kusurunu örtmek de Allah'ın yanında öyle kıymetlidir. Allah-u Zülcelal, o kişiye bir insanı hayata döndürmüş gibi sevap verir.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem diğer bir hadis-i şerifte ise şöyle buyurulmuştur:
"Mü'minin hali ne acayiptir? Mü'minin her hali, onun için hayırdır."  (Müslim)
Hasta olursa hayırdır. Zengin olursa hayırdır. Yemek yerse hayırdır. Aç olursa hayırdır. Ne olursa, onun için hayırdır. Niçin? Yemek yeyince 'elhamdülillah' diye şükrettiği zaman, hayır olur. Aç kaldığı zaman, halinden memnun olur, tevekkül ederse, hayır olur. Yani mü'minin başa ne gelirse, onun için hayırdır. Yeter ki insan mü'min olsun.
Fakat biz Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem gibi dünyanın aslını, hakikatini anlamadığımız için onu el üstünde tutuyor ve muhabbet besliyoruz, onun her şeyine katılıyoruz. Oysa biz, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem gibi dünyanın hakikatini bilseydik, nefsimiz dünyada rahat edecek, dünya için hiçbir zaman telaşa düşmeyecektik.
İbn-i Erkam isminde bir sahabe şöyle anlatmıştır:
"Bir gün Ebu Bekir Sıddık'la oturuyorduk. Hz. Ebu Bekir            radıyallahu anh su istedi. Ona biraz su ile bal getirdiler. Su ve balı ağzına yaklaştırdı, ağladı ve ağzından uzaklaştırdı.
Orada bulunan cemaat de ağladı. Bir müddet beraber ağladılar. Cemaatin ağlaması durdu. Fakat o ağlamaya devam etti. Oradakiler 'artık konuşmaz her halde' dediler. Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh bir müddet durduktan sonra, göz yaşlarını mendile sildi. Ona:
"Ya Eba Bekir! Seni bu derece ağlatan neydi ?" dediler. Şöyle cevap verdi:
"Bir gün Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem ile beraberken, eliyle bir şeyleri itiyor gibiydi. Ve sanki: 'Benden uzak dur, benden uzak dur' diyordu. Sordum "Ya Resulallah! Birşeyleri uzaklaştırıyorsun ama ben kimseyi göremiyorum." Buyurdular ki:
"Dünya, içindeki bütün debdebesiyle karşımda temessül etti, bana kendini kabul ettirmek istedi; ben de ona (benden uzak dur) dedim. O da bir kıyıya çekilirken; 'Vallahi sen benden kurtulsan da, senden sonrakiler benim elimden kurtulamayacaklar' dedi. İşte bu bir bardak su ile dünya bana kendini kabul ettirdi endişesiyle ağladım." (Müslim)
Onların hayatına bir bakınız. Oysa biz nasıl danyaya daldık. Hiç olmazsa Şah-ı Nakşibend'in şu sözüne uyalım. Şah-ı Nakşibend bir gün, cemaatine güzel bir yemek verip onlara şöyle demiştir:
"Biz bu yemeği yiyeceğiz, hiç olmazsa bununla çok ibadet edelim. Nefis bir hayvan gibidir. Biz ise ona binmişiz. O bizi dağların tepesinden, yukarılardan aşağıya doğru düşürmesin. Madem ki yiyoruz, o yediğimizle ibadet edelim. Nefsin başına bir gem vurup ona fırsat vermeyelim. Bu yemekleri yedikten sonra, ona fırsat verirsek, azgınlaşır."
Hz. Hafsa radıyallahu anha, bir gün babası Hz. Ömer radıyallahu anh'a şöyle dedi:
"Ya baba! Allah, halifeliğin zamanında, sana o kadar fetihler nasip etti ki dünyayı fethettin. Rızıklar çoğaldı. Niye biraz yumuşak elbise giyip, güzel yemekler yemiyorsun?"
Hz. Ömer radıyallahu anh şöyle cevap verdi:
"Ya Hafsa! Sen Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in zamanını, onun o durumunu hatırlamıyor musun? Unuttun mu? Ben ölünceye kadar, Allah'ın rızasını kazanmak için Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ve Hz. Ebubekir radıyallahu anh gibi nefsime karşı şiddetli olacağım."
Hz.  Aişe radıyallahu anha şöyle anlatmıştır:
"Bir gün, fakir bir kadın kapımıza geldi. Yanımda üç tane hurma vardı, ona verdim. Kadının yanında iki tane yetim kızı vardı. O üç hurmadan birini bir kızına, diğerini öbür kızına verdi. Üçüncü hurmayı ağzına götürmek için teşebbüs etti. Kızları hurmalarını yedikten sonra, onunkini de almak istediler. Kadın hurmayı yemedi, o bir hurmayı ikiye bölerek, bir parçasını bir kızına, öbür parçasını diğer kızına verdi."
Hz. Aişe radıyallahu anha, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem eve gelince:
"Ya Rasulallah! Bu gün bir kadın geldi. Onun haline hayret ettim. Kadın, kendi ağzındaki hurmayı ikiye bölerek, kızlarına           paylaştırdı, kendisi yemedi." diyerek, olayı anlattı. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"O hurmayla, Allah-u Zülcelal o kadına cennet hediye etti." (Buhari, Müslim, Tirmizi)
Biz şefkatli ve merhametli olursak, Allah-u Zülcelal de bize şefkat ve merhametle davranır. Çünkü Allah-u Zülcelal şefkat ve merhamet sahibidir.
Ebu Zer radıyallahu anh'den rivayetle Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Her birinizin, her eklem yerinin bir sadakası vardır. Her sübhanallah, bir sadaka yerine geçer. Her elhamdülillah bir sadakadır. Her lâ ilâhe illallah... bir sadakadır. Her Allah-u ekber bir sadaka olur. İyiliği emretmek bir sadaka, kötülüğe mani olmak bir sadakadır. Onun kıldığı iki rekat duha namazı bütün bunları karşılar." (Müslim)
İşte böyle fırsatlar elimizdedir. Onun için bu fırsatları vakit geçmeden değerlendirelim. Çünkü önümüzde çok büyük bir olay vardır. Bu olaylara hazırlanmamız lazımdır.
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
"O gün Allah'tan korkanlar hariç dost olanlar birbirlerine düşmandırlar." (Zuhruf; 67)
Hz. Ali radıyallahu anh bu ayet hakkında şöyle anlatır:
"İki mü'min dosttan birisi vefat ederse, Allah-u Zülcelal'in huzuruna gittiği zaman, dünyadaki mü'min dostunu hatırlar ve ona dua der:
"Ya Rabbi! Benim dünyada filan dostum vardı. Onu dalalete, yanlış yola götürme! Onu yanlış yoldan muhafaza et!" der.  Mü'min, Allah'ın huzuruna gittiği, cennetle müjdelendiği zaman, dünyadaki mü'min dostunu bu şekilde hatırlar. Çünkü, mü'min dostu dünyadayken, kendisine yol göstermiş, nasihat etmiş, ona yardımcı olmuştu. Bunu hatırladığı için ona dua eder.
Dünyadaki mü'min dost da vefat ettikten sonra, ikisinin ervahı yan yana gelir ve birbirlerine yardımcı olmak suretiyle, cennette  keyf-u sefa ederler. İki kâfir dosttan biri ölüp de cehennem ateşiyle kendisine müjde verildiği zaman, o da dünyadaki dostunu hatırlar ve:
"Ya Rabbi! O bana küfürde yardımcı olmuştu. Kıyamet, cennet, cehennem yoktur, diyordu. Onu helak eyle!" diye beddua eder.
Dünyadaki kâfir dost da ölüp ruhları yan yana geldiğinde, birbirlerine düşman olurlar. İşte, ayette buyurulduğu gibi kâfirler dünyada güya birbirlerine dost olsalar da ahirette birbirlerine düşman olurlar. Çünkü dünyadayken birbirini saptırıyorlar, hak yoldan ayırıyorlardı. Fakat, mü'minlerin dostluğu ise ahirete kadar devam eder.
Allah-u Zülcelal, sadat-ı kiram'ı bize nasip ettiğinden dolayı, O'na karşı çok borçluyuz. Sadat-ı kiram -eğer hakiki olarak birbirlerinden izin almışlarsa- izinli olan sadat'ın her biri, zincirin halkaları gibidir. Zincirin halkaları vardır ve bunlar birbirine geçmiştir. En son da olan halkayı çektiğimiz zaman, bütün zincir bize doğru gelecektir.
İnsan sadat'ı sevdiği zaman, hayattaki sadat'a muhabbet beslediği zaman, direk Allah'ın muhabbetini kazanmış olur. Çünkü, hayatta olan sadat, zincirin son halkasıdır. Diğer sadat-ı kiram da son halkaya bağlanmış durumda olan zincirin diğer halkalarıdır. Bu zincir, Ebu Bekir Sıddık radıyallahu anh'dan, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e, ondan Cebrail aleyhisselam'a, Cebrail'den de Allah-u              Zülcelal'e kadar, halkalar şeklinde uzanır.
İnsan, sadat-ı kirama muhabbet beslediğinde, zincirleme                      şeklinde, bir saniyede Allah'ın muhabbeti insana gelir. Kişinin içinde bir ferahlık, bir huzur oluşur. Nasıl son halkayı çektiğimiz zaman, bütün zincir geliyorsa, biz de hayatta olan sadat'ı sevdiğimiz zaman, bu sevgimiz, zinciri harekete geçirerek, kişiye Allah muhabbeti getirir.
Bu fırsat elimizdeyken, onu değerlendirmeli, kıymetini bilme- liyiz. Sadat'ın muhabbeti, kalbimizden biraz eksildiği zaman, Allah'a olan muhabbetimiz de eksilir. Hiç kimse buna karşı çıkmamalıdır. Çünkü bu, çok tecrübe edilmiştir.
İmam-ı Rabbani şöyle demiştir:
"Herhangi bir kimsenin, bu sadat'a muhabbeti olduğu zaman, kalbinde dağlar gibi zulmet varsa bile hiç korkmayın, onun akıbeti (sonu) iyi olacaktır. O sadat'ın muhabbeti, onun akıbetini iyi             neticelendirecektir. Eğer kişide bu sadat'ın muhabbeti yoksa, veyahut da -neuzibillah- bilakis onlara münkirse, (onları inkar ediyorsa) onun kalbinde dağlar gibi nurlar olsa da ondan korkun. Onun sonu tehlikelidir."
Sadat-ı kiram, daima Allah'tan, Allah'ın dostlarından bahsederler. Bunun için üzerlerine Allah'ın rahmeti ve ihsanı yağar. Biz de onlarla beraber olursak, Allah'ın rahmeti ve ihsanı onlarla beraber, bizim üzerimize de gelir.
Lokman Hekim, oğluna şöyle demiştir:
"Oğlum! Bir meclise, cemaate gittiğin zaman, hiç konuşma. Onlara bak, onları dinle. Eğer Allah'ın zikriyle meşgul oluyorlarsa, fırsatı kaçırma, onlarla beraber ol! Çünkü onların üzerine Allah'ın rahmeti gelmektedir, senin üzerine de gelecektir. Eğer Allah'tan değil de gıybetten, koğuculuktan, dünyadan bahsedip vakitlerini gafletle geçiriyorlarsa, hemen onlardan ayrıl, başka bir yere git!"
Hz. Lokman'a 'Hekim' diyorlardı. Yani o, insanın maneviyatı için bir hekimdir. Onun sözü hakikaten ne güzeldir!
Arkadaşlık çok mühimdir. Hepimiz biliyoruz ki; insan arkadaşının, dostunun dini üzeredir.
Evzai şöyle demiştir:
"Elbisene değişik renkte bir yama vurduğun zaman, çok çirkin görülür. Fakat yama, elbisenin renginde olduğu zaman, insan onu fark etmez. İşte senin arkadaşın, sana benzemiyorsa, tıpkı o çirkin yama gibidir. Sen iyi olsan da o kötü arkadaşın, seni kötü ve biçimsiz yapar."
Allah-u Zülcelal, insanın güzel ahlaklı olmasını sevmiştir. Nitekim Ümame radıyallahu anh'dan rivayetle Hz. Peygamber                    sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Haklı da olsa, sürtüşme ve münakaşayı terkeden kişiye cennetin çevresinde bir köşk verileceğine, şaka da olsa, yalan söylemeyen kimseye cennetin ortasında bir köşk verileceğine, ahlakını güzelleştirene de cennetin en yüksek yerinde bir köşk verileceğine kefilim." (Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace)
Abdullah bin Amr radıyallahu anh'dan rivayetle Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: "Size, en çok sevdiğim ve kıyamet gününde bana mevkisi en yakın olanınızı bildireyim mi?" buyurdu ve bu sözünü iki veya üç defa tekrarladı. Ashap:
"Evet, bildir ya Resulullah!" deyince, Hz. Peyagmber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Ahlakı en güzel olanınızdır."  (Ahmed bin Hanbel, İbn Hıbban)
Ebu Hureyre radıyallahu anh'dan rivayet olunan bir hadis-i herif şöyledir:
"Bir adam Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in yanına gelerek:
"Ya Rasulallah! Bana, yapınca cennete müstahak olacağım bir şey söyle de daha senden başka kimseye bir şey sormayayım." dedi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ona:
"Muhsin ve iyilik sahibi ol, mü'min kardeşlerine daima ihsanda bulun." diye tavsiyede bulundu. Adam:
"Ya Rasulallah! Ben muhsin olduğumu, o vasfı kazandığımı nasıl bileceğim?" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Komşularına sor. Eğer onlar sana sen muhsinsin, iyisin, şefkat ve merhamet sahibisin derlerse, gerçekten sen şefkat, merhamet sahibi muhsin birisin. Yok eğer böyle demiyorlarsa, öyle değilsin." (İbn Mace)
Tabi, o adam komşularının bilmediği günahlar yapmış olabilir fakat, komşuları: "Allah için, biz bu adamdan hayırdan başka bir şey görmedik!" dediklerinde, Allah-u Zülcelal: "Siz ondan, zahiri olarak hep hayır gördüğünüzden dolayı, sizin onun hakkındaki şahitliğinizi kabul ettim ve onun bilmediğiniz günahlarını ve bütün günahlarını affettim." buyurur.
Burada bize çok büyük bir işaret vardır. İnsan devamlı olarak, kendisiyle Allah arasındaki hale çok dikkat etmesi lazımdır. Buna dikkat ettiği zaman, onun mü'min kardeşi de ondan hayırdan başka bir şey görmeyecektir. Hayırdan başka bir şey görmeyince de onun iyiliğine şahadet edecek, bu sebeple onun kıyamet gününde rahat etmesine ve Allah-u Zülcelal'in onu af ve mağfiret etmesine vesile olacaktır.
İnsan biraz kitap okuduğu, bir şeyler öğrendiği zaman, iyi ve kötüyü birbirinden ayırabiliyor. İnsan: "Allah-u Zülcelal devamlı beni görüyor!" diye düşündüğü ve bu düşünceyle hareket ettiği zaman, kolay kolay günah işleyemez…
Allah-u Zülcelal, hayır işlerde bulunan kimseleri, Kur'an-ı             Kerim'de methetmiştir. Nitekim Allah-u Zülcelal, Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh'ı, Zekeriya aleyhisselam'yı ve onun ehlini, Kur'an-ı Kerim'de şöyle methetmiştir:
"Doğrusu onlar iyiliklerde yarışıyorlar, umarak ve korkarak bize yalvarıyorlardı. Bize karşı gönülden saygı duyuyorlardı." (Enbiya; 90)
Allah-u Zülcelal bu şekilde onları methetmiştir. Kim böyle yaparsa, o da bu methe layık olur. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den sonra  Peygamber gelmez ve ayet de gelecek değildir. Fakat Allah-u Zülcelal Kur'an'da bu kullarını methettiği için kim de onlar gibi davranırsa, bu methe mazhar olmuş olur.
Peki biz niçin Allah-u Zülcelal'in bizi methetmesini istemeyeceğiz? Elimizden geldiği kadar, korku ve reca (ümit) arasında,            Allah-u Zülcelal'in ibadetine ve hayırlara doğru gitmemiz ve acele etmemiz lazımdır.
Allah-u Zülcelal kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin...





Konu Başlığı: Ynt: İyilerle Arkadaş Olmak
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 07 Mayıs 2011, 10:16:04
Rabblerinin rızasını dileyerek sabah akşam O'na ibadet edenlerle birlikte kendini tut, sabret. Sakın dünya hayatının aldatıcı ziynetine kapılıp gözünü ashabından ayırma. Kötülük yapacağını bildiğimiz için kalbini bizi anmaktan uzaklaştırdığımız, arzularının kölesi olmuş, işigücü haddi aşmak olan kimseye sakın uyma." (Kehf ; 28)
Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim diye bir atasözü var.Gerçekten arkadaşın nasıl ise belli bir süre sonra sen de öyle oluyorsun.
Rabbim bizi hayra çağıran insanlarla karşılaştırsın..Amin.


Konu Başlığı: Ynt: İyilerle Arkadaş Olmak
Gönderen: Ceren üzerinde 16 Temmuz 2015, 21:16:45
Esselamu aleykum.Rabbim razı olsun paylaşımdan kardeşim.Allah bizi onun yolunda giden,onun rızasını kazanmak için uğraşan kullar ile dost olan kullardan eylesin inşallah....


Konu Başlığı: Ynt: İyilerle Arkadaş Olmak
Gönderen: Rüveyha üzerinde 16 Temmuz 2015, 21:45:28
Ve Aleykümusselam ve rahmetullah. Amin, amin, amin..Rabbim dostlarına dost eylesin, sevdiklerini, sevdirsin insaAllah


Konu Başlığı: Ynt: İyilerle Arkadaş Olmak
Gönderen: Pelinay üzerinde 30 Temmuz 2015, 15:58:02
Ve aleykumusselam ve rahmetullah,
"O gün Allah'tan korkanlar hariç dost olanlar birbirlerine düşmandırlar." (Zuhruf; 67)

Rabbim sırf rızası için dost olabileceğimiz,muhabbet besleyeceğimiz hayırlı arkadaşlıklar nasip eylesin inşalah bizlere.
Allah razı olsun hocm.çok güzel faideli bir yazıydı.


Konu Başlığı: Ynt: İyilerle Arkadaş Olmak
Gönderen: Mehmed. üzerinde 06 Ağustos 2015, 12:36:49
Ve aleykümüsselam ve rahmetüllah,  İyilerle dostluk yapmak bizlerin de iyilesmesine vesiledir. Rabbim ( celle celaluhu ) bizleri iyiler ile birlikte eylesin.


Konu Başlığı: Ynt: İyilerle Arkadaş Olmak
Gönderen: Sevgi. üzerinde 07 Ağustos 2015, 21:29:12
Aleyküm selam ecmain . öncelikle paylaşım için Rabbim Razı olsun.Çok açıklayıcı idi.Kişi arkadaşını iyi seçmelidir.Çünki kimi arkadaş doğruya vesile olur. Kimi arkadaş ise gaflete düşmeye vesile olur.