๑۩۞۩๑ İslami İlimler Dunyası ๑۩۞۩๑ => Müridin Dersleri => Konuyu başlatan: ღAşkullahღ üzerinde 11 Aralık 2007, 16:40:09



Konu Başlığı: Râbıta-i Mevt (Ölüm Rabıtası)
Gönderen: ღAşkullahღ üzerinde 11 Aralık 2007, 16:40:09
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
   "De ki; Şüphesiz kendisinden kaçtığınız ölüm muhakkak sizi bulacaktır. Sonra da görülen ve görülmeyen (her şeyi) bilen Allah'a döndürüleceksiniz. O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir." (Cuma; 8 )

   Yine, Allah-u Zülcelal şöyle buyurmuştur:
   "İnsanların hesaba çekilecekleri gün yaklaştı. Hal böyle iken onlar, gaflet içinde yüz çevirmekteler. Rabb'lerinden kendilerine ne zaman yeni bir ihtar gelse, onlar bunu hep alaya alarak, kalpleri oyuna eğlenceye dalarak dinlemişlerdir." (Enbiya; 1-3)

   Peygamber Efendimiz (S.A.V) bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
   "Lezzetleri gideren (ölümü) çokça hatırlayın." (Tirmizi; Kıyamet:26, Nesai; Zühd:31, Ahmed b. Hanbel:2/293)

   Hz. Peygamber Efendimiz (S.A.V) diğer bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
   "Ademoğlunun ölüm hakkında bildiğini eğer hayvanlar bilmiş olsalardı, (onun dehşetinden vücutları eriyeceği için) semiz bir et yiyemezdiniz." (Feyzü’1-Kadir,5/315)

   Hz. Aişe (R. Anha), Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e: "Ya Rasulallah! Şehitlerle haşrolacak birisi var mı?" diye sorunca, Efendimiz şöyle buyurdular:
   "Evet, kim günde yirmi defa ölümü hatırlarsa, o şehitlerle haşrolacaktır." (Zebidi,İthafu’s-Se'ade, 14/16)

   İmam-ı Gazali bu hadis-i şerifin açıklamasında şöyle buyurmuştur:
   "Bu fazilete erişmenin sebebi şudur: Şüphesiz ölümü düşünmek, bir aldanma yeri olan dünyadan kalbi çekmeyi ve ahirete hazırlanmayı gerektirir. Ölümden gafil olmak ise dünyevi şehvetlere dalmaya sevkeder."

   Şeyh Fethullah Verkanisî (K.S) şöyle buyurmuştur:
   "Nakşibendi Tarikatının temeli ve esası, Zâtî muhabbet olduğundan, ölüm râbıtasına büyük önem verilmiştir. Mürid, bu ölüm râbıtası ile kalbini masivadan kurtarır. Şu halde salik, korkuya kapılmak için râbıta etmez, tam aksine râbıta ile kendisini korkudan kurtarır. Kalbine bu râbıta vasıtasıyla, Allah-u Zülcelal'in sevgisini ve Zâtî muhabbetini celbeder.

   Başlangıçta ölüm korkusu olursa, muhabbetin celb edilmesine engel olur. Mürid, ölüm râbıtası ile nefsini korkutmayarak, önce ölüm râbıtası ile yola girmiş olur. Yani ölüm râbıtasında, müridin en önemli görevi ölümden korkmayı, Zâtî muhabbete çevirmektir. Bunun üzerine, korku geliyorsa, şeyhinin ruhaniyetinin beraberinde olduğuna inanmakla, mürid korkuyu izale eder."

   Seyda-i Tahi (K.S): "Eğer ben ebrarın ameliyle emrolunsaydım, şüphesiz ölümden bahsetmeyi kendime adet edinirdim." buyurmuştur.

   Mürid, iki muhasebeye devam etmekle, gaflet diyarının vermiş olduğu uykudan uyanır: 

1-Günahları terk etmek ve emirleri yerine getirmek için ölüm ve mürşid râbıtası yapmalıdır. Ruh bununla uyanır ve nefsi esir eder. 
2-Beşeri gafletinden dolayı, müntesipten herhangi bir günah sadır olduğu takdirde, derhal tevbe etmelidir. Her an kendisinden bir günahın sadır olup olmadığını kontrol etmelidir. Küçük ve büyük bir günah işlenilmiş ise tevbe-istiğfarla yapmamaya azmetmeli ve istikamete yönelmelidir. Zamanı hayırla geçmiş ise Allah'a hamdetmelidir. İstikametin daha kâmil mertebesine çalışmalıdır.
   Böylelikle ateş kıvılcımı, büyük bir odun parçasına girip, her tarafını ateş yaptığı gibi, cezbenin kıvılcımı da kalbe isabet eder. Zikir onu üfürür, râbıta alevlendirir, madde halinde bir enerjiye dönüşür ki tüm maddeler orada kemmiyetleşir. O enerji ile göz, maddenin ötesini görür, kulak da öteden sesler duyar. Sarayın içindeki hazineler de müşahede edilir.
 


Konu Başlığı: Ynt: Râbıta-i Mevt (Ölüm Rabıtası)
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 25 Şubat 2011, 01:42:08
Esselamu aleykum ; Ölümün kimi ne zaman nerede ve nasıl yakalayacağını Yüce Yaradan dan başka kimse bilemez.Öyleyse nedir bu gaflet , malayağni işler , dünya sevgisi... Her an ölüme hazır olmak zorundayız.Her günah bizi sarsmalı , "kendine gel her an yolculuk başlayabilir "demeli. Ölüm rabıtası ahirete hazırlık için çok önemli bir adımdır. Rabbim kalbimizi bedenimizi uyanık kılsın inş .

Allah razı olsun hocam emeğinizi sağlık


Konu Başlığı: Ynt: Râbıta-i Mevt (Ölüm Rabıtası)
Gönderen: Zehibe üzerinde 04 Mart 2011, 20:46:45
Aleyna ve aleykumusselam, amin ecmain inş Aişe kardeşim.Ayet ve Hadislerle konu çok güzel anlatılmış.Rabbim anladığımızı her zaman uygulamayı nasip eylesin.Allah (cc) razı olsun değerli hocam.Dua ile...


Konu Başlığı: Ynt: Râbıta-i Mevt (Ölüm Rabıtası)
Gönderen: Vatan Var Olsun ! üzerinde 23 Nisan 2011, 18:00:02
Allah razı olsun hocam..
Ölünü çokça hatırlamak masivadan günahlardan bizleri uzak tutar.İnş her zaman ölümü çokça hatırlayanlardan oluruz.
İnsan hiç ölmeyeceğini zannediyor. Böyle düşündüğü için en yakını vefat ettiği zaman inanamıyor.Halbuki ölüm tabir caiz ise burnumuzun ucunda...


Konu Başlığı: Ynt: Râbıta-i Mevt (Ölüm Rabıtası)
Gönderen: muhsin iyi üzerinde 22 Temmuz 2011, 07:36:32
               3
Şimdi de rabıtanın nasıl yapıldığına, sofinin bu konuda karşılaştığı problemlere ve sıkıntılara biraz  değinmek istiyorum.
Bilin ki, fakir bir kimse ile kimse uğraşmaz. Evini kilitlemese de içeriye hırsız girmez. Hırsızın gözü zenginin evindedir. Zengin evini kırk kilitle muhafaza etse de hırsızlar yine de girecek bir delik bulmaktalar. Bunun gibi rabıta da zenginin evindeki değerli eşyalar gibidir. Şeytanın tüm derdi bu evdeki rabıta nimetini çalmaktır. Rabıta onu adeta çıldırdır. Öyle bir vesvese fırtınası estirir ki, gönül kulağı açık olanlar bile buna çok şaşırırlar.
İnsanın gönül kulağı açık olsa bile şeytanlar nefis damarıyla da çaktırmadan vesveselerine devam ederler. Hiçbir zaman umutlarını yitirmezler. Çünkü bir insan ömrünün her saniyesi ile Allah’ı zikretse bile fenafişşeyh ve onun tabi neticesi fenafillah (yani veli) olamaz, ama zikre o kadar yüklenmeden rabıta yolu ile bu makamlara ulaşabilir. Bunu ben değil sadatlar, başta Gavsı Hizani olmak üzere tüm sadatlar dile getirmiştir. Şeytanlar bunu bildiği için rabıtada müthiş vesvese verirler.
Aslında rabıtasını doğru dürüst yapan kişi Allah’ın izni ile vesveseye de düşmez. Şeytanın bizimle uğraşması hep rabıtadaki ihmallerimiz neticesidir. Mübarekler diyor ki, zikrin nuru aysa rabıtanın nuru güneş gibidir.
Rabıta ile nefis dize gelmektedir. Zulumatları uçup manevi alemdeki şeyhin nefsine benzemeye başlamaktadır. Manevi alemdeki şeyhin nefsi ise en az mutmainne makamındadır. Çünkü velilik bu makamla başlar. Tabii her veli şeyh olamaz. Şeyh kişi ise mutlaka velidir, şeyh olabilmesi için ayrıca sadatlardan ve Hz Rasulluhtan silsile ile icazet alırlar. İşte böyle bir şeyh bulunmaz bir incidir. Rabıtası ile müritleri nura, feyze,  nisbete gark ederler.  Nasıl güneş baharda ekilen tarlaları, bahçedeki ağaçları sıcaklığı, enerjisi, aydınlığı ile ürün verecek bir biçimde olgunlaştırırsa gerçek bir mürşit de böyledir. Müridün nefsini emmare, levvame, mülhime basamaklarından yukarı doğru çeker, mutmaine basamağına ulaştırıp Allahın dostu kılar. Ama bu işlem sabır ister, hepsinden önemlisi nefis ve şeytanla mücadele ister. 
Şeytanın yardımcısı nefstir. Nefs hiç rabıtayı sevmez. Çünkü nefsin  temel arzusu baş olma sevdasıdır. Rabıta bunu kırdığı için insanların büyük çoğunluğu tasavvufa değil ama rabıtaya karşıdırlar.
Rabıta yaparken nefis ve şeytan şu vesveseleri çok verir. Bak sen şeyhini gözünde canlandıramıyorsun.  Kaşı olmadı, gözü böyle değildi, simasını değiştirdin, sakalını dedene benzettin, sen bu rabıtayı yapamayacaksın bırak bari, rabıta zamanı boşa harcamaktır, ne nur ne feyz ne nisbet üzerine geliyor,  rabıta yapacağına şu önemli işine bak, rabıta ile şeyh kendisini insanlardan büyük görmekte, rabıta Allah ile arana kul sokmaktır… vb. Bütün bunlar rabıta karşısında kuduran şeytanın ve nefsin hezeyanlarıdır.
Öncelikle şunu söyleyeyim ki, rabıta için şeyhinizi gözünüzün önünde canlandırmanıza gerek yoktur. Sadece şeyhinizin karşınızda veya yanınızda olduğunu varsayın. Yani siz şeyhin huzurundasınız. Bu yeter de artar bile. Ama muhabbetin aşırılığında istemeseniz bile şeyh gözünüzün önünde canlanır. Tabii insanın her günü aynı olmaz. Bazen muhabbet düşebilir, böyle zamanda onun varlığının karşınızda ve yanınızda olduğunu varsaymanız da rabıtanın nimetlerine ulaşmada yeter. Şeyhin bir kaşı, bir burnu, bir sakalı bile rabıta için yeterlidir. Hatta size ilginç gelecek, değil şeyhin fiziki portresi mekanında olduğunu düşünmeniz bile rabıtadaki nimetleri oluk oluk üzerinize yağdıracaktır. Bunları biz deneyimlerimizle bildiğimiz gibi sadatlar da böyle söylemişlerdir.
Rabıtanın nimetlerine kavuşmak istiyorsak sadece akşam namazından sonra yapılan suri rabıta ile yetinmemeliyiz. Bu konuda hırslı olmalıyız. Akşam namazından sonraki rabıta derstir. Yapılmazsa olmaz. Adabına uygun olarak yapmaya çalışalım. Çok bereketlidir.
Bir de manevi rabıta vardır. Buna maiyyet rabıtası da denir. Bu her yaptığımız işte, her an rabıtalı olmaktır. Bu rabıtada şeyhini sakın sureten canlandırmaya çalışma, zira nefis bıkar, sen de yorulursun, terk edersin, bir daha da dönüp manevi rabıtaya bakmazsın. Zorlanırsın. Hem şeyhi sureten canlandırmakla onun senin yanında olduğunu varsayma ile yapılan rabıtaların kazançları arasında o kadar büyük bir fark yoktur. Peygamberimiz s.a.s amellerin az da olsa devamlı olanının daha hayırlı olduğunu söylemiştir. Nefsin de dilini anlamak gerekir. Onun da bazı işlerde hakkı vardır. Manevi rabıtada şeyhi gözünün önünde canlandırmayacaksın ama şeyhin daima senin yanında olduğunu farz edeceksin. Bu nefis için fazla enerjiye mal olmayacağı için sana zamanla bir meleke kazandıracaktır. Tabii nefis sahibini dinlemeyen eşekler gibi bazen bu işten kaçacaktır. Ama sen aklına gelir gelmez manevi rabıtaya devam edeceksin. Bir de göreceksin ki, zamanla bu iş sana meleke olmuş, artık istemesen de manevi rabıtaya geçmektesin. Şunu söyleyeyim ki, manevi rabıtayı alışkanlık haline getiren aynı silahlı bir kişidir. Ona yanlış yapanlar sadatlardan tokat yemeye, güzellik yapanlar da yardım almaya başlarlar. Allah hepimize manevi rabıtayı nasip eylesin. Amin.
 İşte tasavvufta makam kazanmak isteyenler bu manevi rabıtayı ihmal etmemelidir. Hem işini yapıyorsun, hem dinleniyorsun, hem sohbet ediyorsun, hem yürüyorsun, hem yemek yapıyorsun, hem dinleniyorsun… hem de şeyhim benim yanındadır düşüncesi ile zamanın manevi anlamda kazanca dönüşüyor. Tek sorun bunu yaşamına sokup alışkanlık ve meleke haline getirmek. Biraz üzerinde durursan nefsin de buna alışır. Sigara gibi zararlı bir alışkanlığı nasıl bırakmada nefis zorlanıyorsa bu manevi rabıtaya da nefis bir alıştı mı, hele ilerleyen zamanda bir de tadını almaya başladı mı istese de bırakamaz. Çünkü nefis alışkanlıkların tutsağıdır. Bu konuda iradesi zayıftır. Başlangıçta onu ikna ettikten sonra biraz zorlamak gerekir.
Bu rabıta hayatının içine girdi mi şeytan da sana pek bulaşamaz, yani vesveseye pek düşmezsin. Biz bunu ihmal ettiğimiz için bu konuda çok sıkıntılar yaşadık. Kel olduktan sonra ilaç az fayda eder. Yani bilgisayar virüs kaptı mı temizlemek zaman alıyor, ama koruyucu oldu mu anında müdahale ediyor. Bu manevi rabıta vesveseye düşmekten Allahın izni ile müridi korur. Şeytanlar pek yaklaşamazlar böyle bir kişiye.
Üçüncü önemli rabıta çeşidi telebbüsü rabıtadır. Bu rabıta kendini yok farz edip şeyhi üzerine giydirmektir. Telebbüsü demek zaten elbise demektir. Yani şeyhi bir elbise gibi üzerine giymektir. Bu rabıtayı uyurken yaparsanız şeytandan ve bütün afetlerden emin olusunuz. Yemek yerken yaparsanız yediğiniz yemeğin hafifliğini hissedersiniz. Bütün o yedikleriniz adeta nura dönüşür. Ben yemek yerken şöyle bir düşünceyle bunu alışkanlık haline getirdim. Dedim ki nefsime, öğünde kaç lokma yiyorsun, ne var ki telebbüsü rabıta ile yiyip de her lokmada Allah’a şükür ve hamd kılsan. Beş dakika dişini sık. Sayılı lokmalar var. Nefsim bu konuda halen benimle oyun oynamakta, ama bazen on ikiden vurduğum oluyor, ama bu az oluyor. Zira nefis yemek yerken aynı köpekler gibi davranıyor. Nasıl bir kemiği ağzına alan köpek yanına yaklaşana hırlarsa nefis de telebbüsü rabıtada huysuzlanıyor, onu ihmal etmek istiyor. Allah her birimize yemeklerde telebbüsü rabıtayı nasip etsin. Amin.
Tabii ibadetleri yaparken özellikle vird ve zikri çekerken hayaline hem kendini şeyhin mekanına atmalısın hem de telebbüsü rabıta yaparak çift rabıtayla malı götüreceksin. Zikir de ayrı bir kazanç olacak.
Kitaplara baktığınızda sadatlar o kadar çok değişik rabıta türleri anlatmışlar ki… Bunlara ben hayali rabıta diyorum. Mesala şeyhini deniz farz edeceksin kendini de o deryaya karışmış bir damla. Başka bir tanesinde şeyhini çadır olarak düşüneceksin kendini de o çadırın içinde göreceksin. Şeyhini başındaki kavuk olarak hayal edeceksin… Bütün bu rabıta türlerinin ortak paydasında şeyhin vücudu ortadan kalkıyor , yerine başka nesneler konuluyor, bu nesnelerle mürit kendisini ilişkilendirerek nur, feyz ve nisbete gark oluyor. Bu rabıta türleri zor gibi görünse de aslında çok kolaydır, biraz da bereketlidir. Nefsin de az da olsa hoşuna gider. Fantezi gibi. Ara sıra yapmakta fayda vardır. Nefse aynı yemeği verirseniz bıkar ve homurdanır. Biraz değişiklik onun iştahını artırır.
Mürit günlük hayatında bu rabıtaları arabanın vitesleri gibi kullanmalıdır. Birinden nefsi bıkınca diğerine geçmelidir. Daha doğrusu günlük yaşamın şartlarına göre, kolaylık ve zorluk açısından birini bıraktığında diğerine yönelmelidir. Hayatı, günlük yaşamı baştan sona rabıtalı olmalıdır. Dediğim gibi bu bir incidir katır boncuğu değildir. Rabıtanın kıymetini bilelim.
Dualarınızla. Allah kusurlarımızı bağışlasın, sadatların da himmetini nasib eylesin. Selamun aleyküm.


Konu Başlığı: Ynt: Râbıta-i Mevt (Ölüm Rabıtası)
Gönderen: muhsin iyi üzerinde 04 Aralık 2011, 13:03:38
Vahdaniyet Murakabesi (Murakabe-i Vâhidiyet), Mülhime Nefis, Fenafillâh
Murakabelerin en tesirlisi vahdaniyet murakabesidir. Bundan öte murakabe çeşidi de yoktur. Bu murakabe kişiyi fenafillâha götürür.

   Fenafillâh kendini (nefsini) Allah’ta (c.c.) yok etmedir. Bir insan kendi elleri ile canına kıyabilir mi? Biraz zor ama elbette yapanlar da vardır. Zor olmasının nedeni ölümden korkudan ziyade ölürken çekilecek acının gözde büyütülmesidir. Zira çok insan duygusal olarak hayattan bezip ölüme hazır hale gelebiliyor. İçerisine düştüğü depresyon hali ile ölümden pek korkmamakta ama ölürken çekilecek acı gözlerde biraz büyütülmektedir. Elbette intihar etmede bir Müslüman’ın bundan başka ebedi hayatını ceza yurdu olan cehennemde geçirme korkusu da vardır. Müslüman’ı intihar etme gibi kötü bir düşünceden alıkoyan en önemli etken öldükten sonra tekrar dirilişin ve hesabın olmasıdır.

   İnsanın intihar edenlere bakıp da onlardaki cesarete hayran kalarak, niçin ben Allah’ın rızasının gizli olduğu yolda nefsimi fenaya erdirmiyorum, diyesi gelmektedir. Hâlbuki nefsini fenaya erdiren bir kul bu dünyadan göçmediği gibi nefsi de ölmemektedir. Sadece kişiliğinde haramlardan zevk alan nefsi ıslah olmaktadır. Elbette fenafillâha eren bir nefis mubah olan şeylerden zevk almaya devam eder. Yalnız mubah da olsa her şeyi bir ibadet çeşnisi ile yapar. Örneğin yemek yemek mubahtır. Bizler yemek yerken sadece lezzetine bakarız. Yemeğin tadı ile meşgul oluruz. Ama fenafillâha eren bir nefis yemek sırasında Rabbi ile meşgul olur. Yemeğini murakabe ile yer. Sanki Rabb’inin sofrasında yiyormuş gibi büyük bir edeple ve şükran duygusuyla hareket eder. Kuşkusuz yemekten lezzet almada nefsini fenafillâha erdiren kişi daha büyük bir lezzet almış olur. Aslında nefsiyle yemek yiyen kişi, çoğu kez edebi bir tarafa koyduğu için hep başka yemekleri hayal ederek veya yemeğinde kimi nesneleri eksik görerek kendisine lezzet almaktan ziyade zulmeder. Yemek ona zehir gibi olur. Yemekten morali bozulmuş olarak kalkar. Nefsini fenaya erdiren bir sofi için bu Allah’a (c.c.) büyük bir nankörlüktür, hatta bir küfürdür. Onun zevk almadığı, şükran duygusu duymadığı hiçbir yiyecek yoktur. Diğer bütün mubahlar da bunun gibidir.

   Nefis fenafillâha ermekle yok olmamakta, ölmemekte,  sadece ıslah edilmektedir.    

   İnsan istemese de her doğan gün onu ölüme yaklaştırmaktadır. Ölüm Allah ile daha doğrusu Allah’ın mahremi olan gayb âlemi ile randevu saatidir. Aslında kutsal bir andır. Ama insan bilmediği şeyden korktuğu için ölüme karşı da aynı tavrı takınmaktadır. Mevlana Celaleddin Rumi (k.s.) bu durumu anne karnındaki çocuğun haline benzetir. Bebek dünyayı tanımadığı için anne karnının dar ortamını terk edip de bu aydınlık ve geniş dünyaya gelmek istemez. Doğarken de korku ve kaygıdan çığlıklar atar. Ağlar durur. Oysa geldiği yer önceki yerinden daha güzeldir. İnsan da ölümü ve ölümle gidilecek yeri bu anne karnındaki bebek gibi görmektedir. Herkes ölümden büyük bir kaygı ve korku duymaktadır. Oysa cennet yanında bu dünya bir hiçtir. Hadis-i şeriflerden anlaşılacağı üzere insan oraya gidince bu dünyaya bir daha dönmek istemeyecek, dünya ona bir çöp yeri gibi gözükecektir.

   Tasavvuf, hadis-i şerifte belirtilen ölmeden önce ölme sırrını yaşamak sanatıdır.

   Fenafillâh kişinin haramlardan çekindikten sonra mubahlara bile bakmayarak nefsini Allah’ın (c.c.) varlığı karşısında yok eyleme uğraşıdır.

   Fenafillâh haline ölüm düşüncesini nefse kabul ettirilerek ulaşılır. Vahdaniyet murakabesinin bir yarısını bu ölüm düşüncesini nefse kabul ettirme cehdi oluşturmaktadır. Vahdaniyet murakabesinin diğer yarısını ise Allah’ın (c.c.) var ve tek olduğu, O’ndan başka varlık bulunmadığı düşüncesi meydana getirmektedir.

   Nefis ölümü hiçbir zaman kabullenemez. Herkes ister farkında olsun ister olmasın ölümü her zaman kendisinden uzak görür. Elbette kişi fani, ölümlü olduğunu kabul eder, ama ölümün ona ansızın, bu gün, şu anda geleceğini kabul etmek istemez. Sanki bu konuda Allah’tan (c.c.) ahit veya aman almış gibi herkes ölümden bir eminlik duygusu içerisindedir.

   Bir mutasavvıf böyle düşünmez. Yani vahdaniyet murakabesini yapan sofi ölümü nefsine tabiri caizse özümsetir, içselleştirir. Ölüm hayatın en sevimli ve heyecanlı anı olur. Mevlana Celaleddin Rumi (k.s) bu ana şeb-i arus (düğün gecesi) diye boşuna dememiştir.

   Vahdaniyet murakabesi ile ulaşılmak istenen makam, hiçliktir. Tamamen her şeyiyle yok olarak bu yoklukla Allah’ın (c.c.) varlığını birlemek amaçlanır. Bu kulluktan da öte bir şeydir. Bu aşk makamıdır. Aşk ortaklık kabul etmez. Aşk da seven yoktur, seven hiçtir. Sadece sevilen vardır.

   Bir insan ibadetle ancak kulluk makamına ulaşır. Allah bu makamı elbette cennetle ödüllendirecektir. Kimse bu makamı küçük göremez. Görmemelidir. Bu makamdan öte olan aşk makamında ise kişinin kendisini yok etmesi ve hiçliğe ulaşması beklenir. Kulluk makamında insan yaptığı ibadetlerle kendisinde bir varlık ve enaniyet görebilir. Allah bu makamdaki kişiyi cennetle ödüllendirecektir ama bu makamdan tam olarak razı olmaz. Zira kulluk makamında az da olsa nefis vardır. Çünkü kişinin yaptığı ibadeti görmesi, var sayması bile az çok nefse işaret eder. Bu nefsin altında bir kendini beğenme, gurur duyguları mutlaka bulunur.  Ama aşk makamında nefis hiç olduğu için Allah (c.c.) bundan tam anlamıyla razı olur. Allah’ın gerçek rızası kulun bu aşk makamındaki hiçliğe ulaşması ile tecelli eder. Aşk makamında sofi, şu kudsi hadisteki hali yaşar. İbadetlerinden gurur duyması şurada dursun, onları gözü görmez. Kendi varlığından bile utanç ve rahatsızlık hisseder: ‘Vücudun, varlığın öyle bir günahtır ki onunla başka bir şey mukayese edilemez bile.’

   Allah’ın (c.c.) ibadete ihtiyacı yoktur. Çünkü yerde ve gökteki melekler ona ibadet etmektedirler. Ama insanın ibadete ekmek, su gibi ihtiyacı vardır. Bu nimetle ebedi hayatını cennette geçirebilir. Allah âşıklarınınsa dileği kendilerini ona kurban etmektir. Onların gözü cennette değildir. Sadece Allah (c.c.) rızasını gözetirler.

   Vahdaniyet murakabesi, nefsi Allah’ta fani etmenin, yani fenafillâha ulaşmaya çalışmanın bir çeşit alıştırmaları, antrenmanlarıdır.

   İnsana verilen hayal melekesi çok önemlidir. Hayallerimizde niyetlerimiz, özlemlerimiz, isteklerimiz ve daha da önemlisi aşklarımız gizlidir. Hadis-i şeriflerde belirtildiği üzere müminin niyeti amelinden üstündür. Ameller niyetlere göredir. Allah (c.c.) kulun kalbine bakmaktadır. Bu açıdan sofi vahdaniyet murakabesi ile kendisini mezarda kemikleri bile çürümüş vaziyette hayal ederek bununla Allah’ın varlığını ispat etmeye başladığında büyük bir amel işlemiş olur. Bu durum,  kelime-i tevhidin insanın kendi nefsinde ispatı demektir. Çünkü insan nefsi emmare düzeyinde iken kendini ilah gibi görür. Tüm amacı nefsini tatmin etmektir. Dostlukları da düşmanlıkları da hep nefis hesabına göredir.

Kelime-i tevhit ve nefy ü ispat zikri ile sofi bir çeşit vahdaniyet murakabesi yaparak La-ilahe (ilah yoktur) kılıcı ile nefsini yok edip illallah (ancak Allah vardır) gerçeğini ispat eder.

Kelime-i tevhit ve nefy ü ispat zikrinin amacı, nefsin belini kırmaktır. Nefsi zayıflatmaktır. Onun için letaif derslerinden sonra onlar gelir. Nefis, kelime-i tevhit ve nefy ü ispat kazmalarıyla deşilmedikçe ruh ve letaifler özgürlüğüne kavuşup emir âlemine yükselemezler. Kelime-i tevhit ve nefy ü ispat zikrini çekerken vahdaniyet murakabesinde olmak bu zikrin daha feyizli ve bereketli geçmesini sağlar.

    Vahdaniyet murakabesi ancak gerçek bir aşkın eseri olarak yapılabilir. Zira akıl nefis hesabına çalışır. Nefis ise hiçbir zaman varlığını yok etmeyi arzulamaz. Aşk ruha ait bir duygudur. Ruh ibadetlerle biraz canlanınca Allah’a (c.c.) karşı böyle bir duygu ile yanıp yakılmaya başlayabilir. Bu diyardaki gurbeti hissedip asıl vatanına, yani Allah’a (c.c.)  kavuşma isteği duygularını yaşayabilir. Bu durum ise ilahi aşkın işaretidir.

   İşte vahdaniyet murakabesi bu ruh haline kadar yükselmiş sofilerin meşgalesidir. Diğer sofilere ölüm kadar soğuk ve uzak görünür. İlgili sofiye ise aşk gibi tatlı gelir.

   İnsan bazı şeyleri istemediği zaman kendisini biraz zorlarsa, yani istekli gibi hayaller kurarsa, Allah ona bunları nasip edebilir. Çünkü hadis-i şeriflerde belirtildiği üzere kalpler Allah’ın (c.c.) elleri arasındadır, onları istediği yöne çevirebilir. Hidayet Allah’tandır. Yine ayeti kerimelerde (İnsan suresi 30, Tekvir suresi, 29) belirtildiği üzere Allah (c.c.) dilemedikçe biz dileyemeyiz. Vahdaniyet murakabesi bu açıdan kalbi dua mesabesindedir. Allah (c.c.) elbette dualara icabet edendir.

İnsan nefsini Allah’ta (c.c.) fani etmek istediğinde büyük bir zevke gömülür. Kendinden adeta geçer. Nasıl içki içen insanlar alkol yardımı ile benliklerini uyuşturduklarında bu halden büyük bir zevk alırlarsa fenafillâh halleri de böyledir. Belki binlerce kez daha zevklidir. İnsanın iradi olarak Allah’ın (c.c.) rızası yolunda nefsinden geçmesi,  âlemlerin yaratıcısı tarafından daha dünyada iken fena zevki ile ödüllendirilir. Bunun ahretteki karşılığını ise bilememekteyiz. 

Fenafillâh zevklerini anlatmak ise imkânsızdır. Çünkü haller sözlerle anlatılamaz.

   Nefis,  anasır-ı erbadan (toprak, su, hava, ateş) yaratılmıştır. Anasır-ı erba ise Allah’ın (c.c.) ‘Ol’ emri ile yokluktan meydana gelmiştir.  Dolayısıyla nefsin eğilimi dünyaya ve yokluğa doğrudur. Allah’ın (c.c.) rızasına girmesi zordur. Kişinin nefsine vahdaniyet murakabesini uygulaması ise Allah’ın rızasını celbeder. Allah (c.c.)  sofinin kendi elleri ile nefsinin boğazını sıkmasını rızasıyla ödüllendirir.  Allah’ın rızasının olduğu şeyler ise hem dünyada hem de ahrette ödüllendirilir.

   Vahdaniyet murakabesi insanın nefsinden soyunması, nefsini etkisiz hale getirmesi ile yapılmaya başlanır. Bunun için çok şey düşünmeye gerek yoktur. Kendinizi mezarlığa yerleştirip vücudunuzun çürüdüğünü ve sadece iskeletinizin kaldığını varsaymanız yeterlidir.  Hatta iskeletinizin kemikleri de yavaş yavaş çürümeye, toprağa karışmaya başlamaktadır. Bu hali zihninizde canlandırdıktan sonra sadece Allah’ın var olduğunu diğer bütün varlıkların, evrenin de aslında yok olacağını düşünmenizdir. Bu düşünceleri ruhunuzda uzun süre muhafaza etmeye çalışın. Kendinizi mezarda kemiklerinizi bile çürümüş halde hayalinizde canlandırırken sadece Allah’ın gerçek anlamda var olduğunu düşünmeniz vahdaniyet murakabesinin temelini teşkil eder. Yani vahdaniyet murakabesi iki temel düşünceden oluşmaktadır: Kendini yok etme, Allah’ı var kılma. Bu düşünceler nefse çok ağır geldiği için nefis bunlardan kaçmak isteyebilir. Siz elinizden geldiğince, on beş dakika, yarım saat, bir saat bu düşünceleri hayal dünyanızda canlı tutmaya çalışın, Allahın izni ile hem nefsiniz eriyecek hem de Allah’tan nur ve feyz dalgaları almaya başlayacaksınız. Bu murakabe ile nefsin zamanla beli kırılır. Yine bu düşünceler ruha çok zevkli geldiği için yavaş yavaş haz almaya da başlanır. Çünkü ruh nefsin adeta düşmanıdır. Ten kafesinde de sanki nefsin esiridir. Ruh Allah’tan (c.c.)  ilahi bir nefha (soluk) olduğu için O’na kavuşmak ister. Vahdaniyet murakabeleri sırasında nefsin dizlerinin bağı çözüldükçe ruha bir canlanma gelir. Zira bu sırada Allah (c.c.) kuluna da rahmeti, rızası ile de yönelir. Feyz ve nur dalgaları ile o kişiyi sarar ve sarmalar.

   Vahdaniyet murakabesi şu ayet-i kerimelere dayanır: ‘O’nun Zatından başka her şey yok olacaktır. (Kasas suresi, 88)’ , ‘Sizin ilahınız tek bir ilahtır. Ondan başka ilah yoktur. (Bakara suresi, 163).’

   Vahdaniyet murakabesi en iyi yatakta başını yastığa koyduktan sonra uyumadan önce yapılabilir. Yatağa uzandıktan sonra kişinin kendisini sözünü ettiğimiz şekilde kabirde varsayması çok daha kolaydır. Ayrıca bu durum bütün varlıkları yokluğa verip sadece Allah’ın (c.c.) var ve bir olduğu düşüncesi için de çok uygun bir ortam sağlar.

   Bazı kitaplarda vahdaniyet murakabesi için kişinin ölüm sahnesini baştan sona (Azrail Aleyhisselam’ın canı alması, teneşirde yıkanma, namazının kılınması, gömülme, hesap vb.) hayalinde canlandırmasından söz edilse de bu etkili bir yöntem değildir. Zira bu sırada bu murakabenin ikinci temel esası olan Allah’ın varlığının ve tek oluşunun ispatı pek etkisiz kalmaktadır. O açıdan kişinin kendisini mezarlıkta bir mezarda çürümüş halde hayal ederek tek var olan, ebedi olan Allah’ın (c.c.) murakabesini altında olması daha etkili bir yöntemdir. Vahdaniyet murakabesinde amaçlanan şeyleri daha etkili ve verimli bir şekilde gerçekleştirir.

   Vahdaniyet murakabesi mülhime nefse ulaşan sofilere uygundur. Diğer alt kademedeki sofilere ağır gelir. Ama onu yaparlarsa bundan büyük kazanç elde ederler.

   Sofiler levvame nefiste dünya kadınlarıyla mülhime nefiste cinni dişi şeytanlarla imtihan edilirler.

   Mülhime nefse ulaşıp da cinni şeytanların dişileri ile imtihan edilen sofiler için de vahdaniyet murakabesi ilaç gibi gelir. Zira insan her ne kadar zinaya karşı çıksa da cinni şeytanların dişileri tabiri caizse sofiye adeta tecavüz ederler. Ne yapıp edip onu yoldan çıkarırlar. Onun nefsini harekete geçirecek şekilde cinsel tacizlerde bulunurlar. Maksatları zina ile sofinin üzerindeki nur ve feyz dalgalarını yok etmektir. Onu ruhen zayıflatmaktır. Kendilerine esir ve bağımlı hale getirmektir. Ayrıca ruhen zayıflayan sofiyi çarpmak isterler. Yani bazı organlarında kısmi felç halleri meydana getirmek en temel hedefleridir.

Cinni şeytanların mülhime nefisteki sofilere oynamadıkları tiyatro sahnesi kalmaz. Onlara hep sağdan yaklaşırlar. Sofilerin onların hiçbir sözüne ve teklifine zerre kadar kıymet vermesi doğru değildir. Yaptıkları tehdit ve şantajları ise köpek havlamaları ile bir tutması gerekir. 

   Nur ve feyz dalgaları şeytanları çok müthiş rahatsız ederler. Mülhime nefse ulaşan sofinin bu nur ve feyz dalgalarını artırması ve belli bir dereceye getirmesi gerekir. Onun için azami derecede ibadetlere ağırlık vermelidir. Bir yandan da nur ve feyz hazinesini dağıtmamak, daha doğrusu elden çıkarmamak için cinni dişi şeytanlara dikkat etmesi gerekir. Erkeğin nefsi vahdaniyet murakabesi sırasında adeta yok olur. Çünkü ölüm düşüncesi hadisi şerifte belirtildiği gibi bütün zevklerin zehridir. Vahdaniyet murakabesi ile bu cinni dişi şeytanların bütün çabaları boşa gittiği gibi bu sırada artan nur ve feyz dalgaları ise onları uzaklaşmaya da mecbur kılar. Telebbüsü rabıta da bu cinni dişi şeytanları uzaklaştırır, ama vahdaniyet murakabesi kadar tesirli değildir.

   Vahdaniyet murakabesi ile insanın cinsel isteklerinin yok olması o ana mahsustur. Allah kendi yolunda nefsini fani kılan kulunun cinsel arzularını asla yok etmez. Evliya menkıbelerinden de anlaşılacağı üzere daha da güçlendirir. Çünkü bilindiği üzere cinsel arzu bastırma mekanizması ile artar. Evliya yolundaki insanlar fantezi dünyalarında bile bu tür istekleri bastırdıkları için onların bu konuda güçleri normal insanların üzerindedir.

   Emmare ve levvame nefisteki sofiler cinni şeytanlarla çeşitli duyularıyla temasta iseler ve bu yüzden çeşitli sıkıntılar yaşıyorlarsa onlar için bu sıkıntılardan kurtulmada ve rahatlamada en etkili yöntem telebbüsü rabıtadır. Bu nefis makamlarında sofilere vahdaniyet murakabesi ağır gelir ve kullanışsızdır.

Mülhime nefisteki sofi sermayeyi bu cinni dişi şeytanlara kaptırmazsa kısa zamanda nefsi mutmainneye erer. Artık beden ülkesinde kontrolü ele geçirdiği zaman bir telebbüsü rabıta ile veya murakabe çeşitlerinden birisi ile kendisine eziyet etmek için yaklaşan cinni şeytanları uzaklaştırmayı başarabilir.

Mutmainne nefis,  ibadetlerden haz alınan bir makamdır. Ayrıca bu makamda nefis Allah’a tam manasıyla tevekkül ettiğinden büyük bir huzuru da yaşar. Oysa mülhimede iken nefis, büyük sıkıntılar içerisindedir. İbadetlerden gerçek manasıyla haz almadığı gibi Allah’a (c.c.) da tam olarak tevekkül etmediğinden artan ibadet hayatını da endişe ile izler. Kısacası mülhime nefis hızla geçilmesi gereken karanlık, basık, dar bir koridor gibidir.

Allah hepimize rızasını nasip eylesin. Amin.    

Muhsin İyi


Konu Başlığı: Ynt: Râbıta-i Mevt (Ölüm Rabıtası)
Gönderen: Ekvan üzerinde 04 Aralık 2011, 14:11:16
Allah razı olsun çok önemli konuya değinmişsiniz rabıtasız olmazzzz...


Konu Başlığı: Ynt: Râbıta-i Mevt (Ölüm Rabıtası)
Gönderen: Mehmed. üzerinde 16 Temmuz 2015, 23:25:47
Ve aleykümüsselam ve rahmetüllah,  Rabita kelime anlamı olarakta düşünmek demektir İnsan ne dusunurse onu söyler onu hisseder . Rabbim ( celle celaluhu ) bizleri hayırlısini dusunenlerden eylesin.


Konu Başlığı: Ynt: Râbıta-i Mevt (Ölüm Rabıtası)
Gönderen: Pelinay üzerinde 28 Temmuz 2015, 17:11:52
Olum her an kapimizi calabilir.insallah bunun bilincinde yasayip,olum icin hazirligibi gorenlerden oluruz.Allah razi oluruz.Allah razi olsun hocm.


Konu Başlığı: Ynt: Râbıta-i Mevt (Ölüm Rabıtası)
Gönderen: Ceren üzerinde 28 Temmuz 2015, 20:54:30
Aleykümselam.İnsan ölüm rabıtası yaptığında nefsine hakim olur ,söz dinletir.Ölüm rabıtası yaptığında ahiretini kazanmak için ,Allahın rızası için çalışır.Rabbim bizleri rabıta yaparak nefsine hakim olan kullardan olalım inşallah...


Konu Başlığı: Ynt: Râbıta-i Mevt (Ölüm Rabıtası)
Gönderen: Sevgi. üzerinde 25 Ağustos 2015, 04:25:00
  Aleykümüsselam ecmain.

En büyük ibret ölümdür..Onun için tasavvuf ehli olan Allah(c.c.) sevgili kulları her zaman ölümü hatırlamışlardır..Allah (c.c.) bizleri kendi engin rahmetiyle afv-u mağfiret eylesin inşaAllah .Amin ecmain...