๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Müntehab Ehadis => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 29 Ekim 2010, 19:09:44



Konu Başlığı: Müntehab ehadis
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 29 Ekim 2010, 19:09:44
Kitaba Başlarken


Allahu Teâlâ buyuruyor ki:

“Muhakkak Allah mü’minlere büyük ihsanda bulunmuştur. Zira onlara kendilerin­den öyle bir peygamber göndermiştir ki, (o, insanlardan oiduğu için insanlar, onun yüce sıfatlarından rahatça, istifade etmektedirler.) O Rasûl, onlara Allah’ın ayetle­rini okuyor. (Ayetlerle onları İslam’a davet ediyor, nasihat ediyor.) Onları fena huylardan temizliyor (ahlaklarını güzelleştiriyor.) Onlara Allah’ın kitabını ve hikmeti (kendi sünnet ve yaşam tarzını) öğretiyor. Şüphesiz onlar, o Rasûlün gelmesin­den önce açık bir sapıklık içindeydiler.” [2]                                         

Yukarıdaki ayetin izahında ve ayette geçen konu üzerinde Mevlâna Seyyid Süleyman Nedvî rahmetullahi aleyh, Mevlâna Muhammed İlyas rahmetullahi aleyh ve Onun Dînî Daveti adlı eserinin önsözünde şöyle yazıyor: “Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem e nübüvvet işi olarak şu görevler verilmiştir: Kur’an tilaveti yoluyla davet etmek, tezkiye etmek, Kur’an ve hikmeti öğretmek. Kur’an-ı Kerim ve sahih hadis­lerin naslarıyla şu tesbit edilmiştir ki, Hâtemün Nebiyyîn sallallahu aleyhi vesellem’in ümmeti, kendi peygamberine tâbi olarak âlemdeki milletlere gönderilmiştir.”

Cenâb-ı Hak Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Siz insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten menedersiniz.” [3]                                                               

Ümmet-i Müslime, nübüvvet görevlerinden olan hayra davet, emri bilma’rûf ve nehyi anilmünker görevinde kendi peygamberinin vekilidir. Bundan dolayı Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem’e nübüvvet işi olarak verilen, ayetleri tilavet yo­luyla davet, tezkiye, Kur’an’ın ve hikmetin tâlimi aynı şekilde ümmeti müslimenin mesuliyet alanına girmiştir. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem, ümmetini, davet, tâlim, teallüm, zikir ve ibadet üzerine can ve malını harcayan kimseler ola­rak yetiştirmiştir. Bu ameller diğer meşguliyetler üzerine tercih edilmiştir. Her halükârda o amellerin eğitim ve talimi yaptırılmıştır. Bu amellerle fazla ilgilenmekle birlikte, sıkıntı ve meşakkatlere karşı sabır öğretilmiştir. Ümmet başkalarına fay­dalı olmak için kendi can ve malını harcayan kimseler olarak yetiştirilmiştir ve

“Allah’ın dini uğrunda gerektiği gibi çalışıp çabalayın...” [4] Buyruğunu yerine getirmek için peygamberlerin mizacı üzere, nefs terbiyesi, mücahede, fedakârlık ve baş­kalarını kendine tercih etmenin öyle bir manzarası oluşturulmuştur ki, ümmetin en yüksek dereceli topluluğu bu tarz üzere meydana gelmiştir. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in bu amellerinin ümmetin genelinde yüzde yüz yaşandığı devrin Hayrul Kurun - Devirlerin en hayırlısı olduğuna şehadet edilmiştir.

Sonra her asırda havas (yani ümmetin büyük zâtları) sırasıyla bu nebevî görevlerin edasına tam teveccüh göstermişler ve bütün güçleriyle çalışmışlardır. İşte onların mücâhedelerinin nurudur ki, onunla İslam sarayı aydınlanmıştır.

Bu asırda Allah celle celaluhu, Hz: Mevlâna Muhammed İlyas rahmetullahı aleyhi’in yüreğine dinin yok olmasından dolayı o kadar ateş, sıkıntı ve ıstırab, ümmet için o kadar derd, keder ve gam doldurmuştu ki, kendi zamanındaki din büyüklerinin naza­rında onun benzeri ancak kendisiydi. O her an Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in Allahu Teâlâ’dan getirdiği bütün hayat tarzı’nı bütün dünyada ihya etmek için muzdarip olurdu. O tam bir kararlılıkla şuna davet ediyordu ki, dinin ihyası için yapılan çalışma ve çabalamanın makbul ve müessir olması için o çalışmada Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem’in tarzı ve tertibi canlandırılmalıdır. Öyle dâvetçiler yetiştirilmeli ki, onlar ilim ve amelde, fikir ve görüşte, davet tarzı ile manevi zevk ve hallerinde Enbiyâ aleyhisselam ile ve husûsen Muhammed sallallahu aleyhi vesellem ile özel bağlılık ve münasebetleri olmalıdır. İmanlarının sıhhatiyle, zahirî salih amellerinin yanısıra onların batını halleri de nübüvvet üslûbu üzere olmalıdır. Onlarda Allah sevgisi, Allah kokusu ve Allah ile irtibat hâli bulunmalıdır. Ahlak, âdet ve yaşam  tarzların da Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in sünnetine ittibâ etmeye önem ver­melidirler. Allah için sevmek, Allah için buğz etmek, müslümanlara lütuf ve rah­met, Allah’ın yarattıklarına şefkat, onların davetlerinin itici gücü olmalıdır. Enbiyâ aleyhimüsselam’in sık sık tekrarladıkları usûle uygun olarak Allah’ın vereceği ecri talep etmekten başka hiçbir gayeleri olmamalıdır. Onlarda Allahu Teâlâ’nın rızâsı için öyle bir din ihyası aşkı olmalıdır ki, Allah yolunda canı ve malı değersiz kılma arzusu onları çeke çeke (peşine takıp) dolaştırmalıdır. Makam ve mevki, mal ve servet, izzet ve şöhret, gösteriş ve fiyaka, şahsi rahat ve konforun hiçbir hayali bu yolda onlara manî olmamalıdır. Onların oturup kalkmaları, konuşmaları, davranışları, kısaca onların hayatlarının her coşku ve hareketi, o tek yönde toplanmalıdır.

Din için çalışma ve çabalamada Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem’in tarzını ihya etmek, hayatın bütün bölümlerini Allah celle celaluhu’uun emirleri ve Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in hayat tarzına getirmek ve din çalışması yapan kişilerde bu sıfatları oluşturmak için altı tane sıfat kararlaştırılmış, zamanımızdaki hak ehli ulemâ ve meşâyıh bunu teyid etmişlerdir. Hz. Mevlâna Muhammed İlyas rahmetullahi aleyh’in ferzend-i reşidi Hz. Mevlâna Muhammed Yûsuf rahmetullahi aleyh, bir dâvetçiye ve mücâhide yakışan hayatını, bu çalışmayı o tarza yükseltmek ve o sıfatların hâmili olan bir topluluk hazırlamak için feda etmiştir. Bu yüce sıfatlar hakkında muteber hadis, sîret ve târih kitaplarından Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem ve Sahâbe-i Kiram radıyallahu anhum’un hayatındaki olayları örnek olarak Hayatüs Sahabe adlı üç ciltlik eserinde toplamış ve bu eser, kendisi hayattayken (bihamdillah) yayınlanmıştır.

Mevlâna Muhammed Yûsuf rahmetullahi aleyh bu sıfatlar (altı sıfat) hakkında da seçilmiş hadislerden bir mecmua hazırlamıştı. Ancak onun tertib ve tekmilinin son aşamasından önce bu fâni âlemden, ebedi âleme irtihal eyledi. O, birçok hizmetçi ve dostuna bu eseri hazırladığını zikretmişti. Bundan dolayı Allahu Teâlâ’ya şükreder ve sevincini izhar ederdi. Onun kalbinde nasıl büyük bir azim olduğunu ve bu eserdeki her bir rengi nasıl açıklayıp, gönüllere yerleştire­ceğini ancak Allah bilir. Ama Allahu Teâlâ’nın indinde böyle takdir edilmişti (ve o vefat etti.) Şimdi Müntehab Ehâdîs adlı bu eser Urduca tercümesiyle birlikte takdim edilmektedir.

Bu kitabın tercümesinde kolay ve genel olarak anlaşılan bir dil tercih edil­meye çalışılmıştır. Hadislerin manalarının açıklanması için bazı yerlerde parantez içinde kısa ibareler ve fâideler yazılmaya gayret edilmiştir. Mevlâna Muhammed Yûsuf rahmetullahi aleyh, kitabının müsveddesini ikinci defa gözden geçirme fırsatı bulamadığından, kitab üzerinde çok çaba göstermek gerekmiştir. Hadis metinle­rinin düzeltilmesi, râvilerin cerh ve ta’dîli, hadislerin tashih, tahsin ve taz’îfi, ğaribûl hadis vs.nin şerhi de bu çabaya dahildir. Bu konuda göz önünde tutulan kaynak­ların fihristi kitabın sonunda zikredilmiştir.

Bütün bu çalışmalarda mümkün olduğu kadar ihtiyatlı ve dikkatli olmaya özen gösterilmiştir. Ûlemâ-i Kiram’dan bir topluluk da bu çalışmaya tam bir gay­retle yardımcı olmuşlardır. Allah celle celaluhu onla’rö mükâfatın en üstününü lütfet­sin. Beşerî hataların olması mümkündür. İlim erbabından ricamız şudur ki; kitabın içinde herhangi bir şeyin düzeltilmesini gerekli gördüklerinde lütfen bizi bundan haberdar etsinler.

Bu eseri Mevlâna Yûsuf rahmetullahi aleyh hangi maksatla te’lif ettiyse ve bu eserin ehemmiyetini Mevlâna Seyyid Ebul Hasen Ali en-Nedvî rahmetullahi aleyh nasıl açıkladıysa, bu maksat ve ehemmiyetin gereği olarak, kitab her türlü ilâve ve kısaltmadan korunmalıdır.

Allahu Teâlâ’nın, tebliğ etmeleri ve yaymaları için Enbiyâ aleyhimüsselam’ın vesile kıldığı ilimlerden tam olarak istifade etmek için şu hususlara dikkat edil­melidir: Bu ilme uygun bir yakîn oluşturulmalıdır. Allah celle celaluhu’nun yüce fermanı ve Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem’in mübarek sözlerini okurken ve dinlerken kişi kendinin hiçbir şey bilmediğini kabul etmelidir. (Yani insani müşahededen kesin olarak uzaklaşılmali, gaybî haberlere kesin olarak inanılmalıdır.) Okunan ve din­lenilen her şey gönülden tasdik edilmelidir. Kur’an-ı Kerim okumak ve dinlemek için oturulunca “Allahu Teâlâ bana hitab ediyor” diye, hadisi şerif okumak veya dinlemek için oturulunca da “Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem bana hitab ediyor” diye düşünülmelidir. Bir kelâm okunurken ve dinlenirken, kelâm sahibinin azameti kişiyi ne kadar kaplarsa ve o kelâma ne kadar teveccüh edilirse, kelâmın tesiri o kadar fazla oiur. Kur’an-i Kerim’de Allahu Teâlâ, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem’e hitaben şöyle buyurmuştur:

“Rasûle indirilen kitabı dinledikleri zaman (Kur’an’ın tesiriyle) gözlerinden yaşlar boşandığını görürsün. Bu, onların hakkı tanımalarından dolayıdır.” [5]

Başka bir ayeti kerimede Allahu Teâlâ Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem’e hitaben şöyle buyuruyor:

“Allah’ın Kelâmı’nı dinleyip de, sonra onun en güzeline uyan kullarımı müjdele! / İşte Allah’ın hidayet verdiği kimseler onlardır. İşte kâmil akıl sahipleri onların tâ kendileridir.” [6]                                                                                     

Sahihi Buhâri’de şöyle bir hadis geçmektedir:

Hz. Ebû Hûreyre radıyallahu anh’dan rivayet edilmiştir: Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu; “Allahu Teâlâ göklerde bir hükmünü uygulamaya başiadığı zaman melekler o hükmün heybet ve azametinden dolayı titrerler ve kanatlarını çırparlar. Allahu Teâlâ’nın buyruğu (meleklere) düz ve kaygan bir kaya üzerinde çekilen zincirin çıkardığı ses gibi (gelir). Sonra kalplerindeki korku gideri­lince birbirlerine

“Rabbiniz ne hüküm verdi?” derler. Diğerleri,

“Hakkı emretti. O gerçekten yücedir ve herşeyden büyüktür” derler (Allah’ın hükmü, melekler ta­rafından anlaşılınca, onu uygulamaya başlarlar.)”

Bir başka hadiste şöyle buyurulmuştur:

Hz. Enes radıyallahu anh diyor ki: Peygamber sallallahu aleyhi vesellem (önemli) bir söz söylediğinde anlaşılsın diye onu üç defa tekrarlardı. [7]

O halde hadisi şeriflerin üçer defa okunup dinlenmesi uygun olur. Hadisleri dikkatle, muhabbetle ve edeble okumanın ve dinlemenin alıştırması yapılmalıdır. Başka şeyler konuşulmamalı, abdestli olunmaya ve diz üstü oturmaya gayret edilmelidir. Bir şeye yasianılmamah, nefisle mücahade ederek bu ilimle meşgul olunmalıdır.

Maksat şudur ki; Kalb, Kur’an ve hadisten etkilenip, tesir almaya başlamalı, Allahu Teâlâ ve O’nun Rasûlü sallallahu aleyhi vesellem’in vaadlerine karşı kuvvetli bir iman meydana gelerek, din için öyle bir talep olmalıdır ki, insanlar her amelde Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem’in yolunu ve fıkhî meseleleri Ûlema-i Kirâm’dan öğrenip amel yapan kimseler olarak yetişmelidirler.

Şimdi bu kitaba Mevlâna Yûsuf rahmetullahi aleyh’in kendi yazmış olduğu Emâni’l Ahbâr Şerh’u Maâni’l Âsâr adlı eserin önsözünün ilk kısmıyla başlan­maktadır.

                                                                                                               Muhammed Sa’d Kandehlevî

                                                                                                                         Kâşif’ül Ulûm Medresesi Yeni Delhi


 

Bütün hamdler, zamanın geçmesiyle tükenmeyen nimetlerini, bol bol ihsan etmek için insanı yaratan Allah’a aittir. O nimetler, O’nun öyle hazinelerindedir ki, o hazineler vermekle tükenmez, akıllar ona ulaşamaz. Allahu Teâlâ insanın içine öyle kabiliyet cevherleri gizlemiştir ki, insan onları işleyerek Rahman’ın hazinele­rinden istifade edebilir. Yine aynı kabiliyetleriyle ebedî olarak Cennet’te kalma saadetine erişebilir.

Allah’ın rahmeti, salâtı ve selâmı bütün enbiyâ ve rasûllerin efendisi olan, kendisine günahkârlara şefaat etme şerefi verilen ve bütün âlemlere rahmet ola­rak gönderilen Muhammed sallallahu aleyhi vesellem üzerine olsun. O öyle bir peygam­berdir ki, Allahu Teâlâ Levhi Mahfuzu ve Kalemi yaratmadan önce onu bütün nebiler ve rasûllerin efendisi kılmak ve fermanını kullarına ulaştırma şerefini ihsan etmek için seçmiştir. Yine Allahu Teâlâ onu, Kendi sınırsız hazinelerinde bulunan nimetlerinin tafsilâtını beyan etmesi için intihab etmiştir. Kendi yüce Zâtının kim­seye açılmamış olan ulûm ve maârifini ona açmış, hiçbir mukarreb meleğin ve nebiyyi mürselin bilemediği şân-ı yüce olan sıfatlarını ona münkeşif eylemiştir. İnsanın içine konup saklanılan selâhiyet ve kabiliyetleri onun mübarek sinesine açmıştır. O fıtrî selâhiyetier sayesinde kul, Allahu Teâlâ’ya yakınlık kazanır ve dünya ve âhiret işlerinde onlardan yardım alır. Allahu Teâlâ, sevgili Habibi sallallahu aleyhi vesellem’e, insandan her an sâdır olan amellerin düzeltilmesinin yollarını öğ­retmiştir. Çünkü amellerin düzgün olmasıyla insan dünya ve ahiret kurtuluşuna erişir. Onların bozulmasıyla da iki cihanda hüsran ve mahrumiyete düşer.

Allah celle celaluhu Sahâbe-i Kiram’dan razı olsun. Onlar, tertemiz ve yüce olan peygamberden, sayıları ağaçların yapraklarından ve yağmur damlalarından daha fazla olan ve her an nübüvvet kandilinden zuhur eden ilimleri, tam ve kâmil derecede tahsil etmişlerdir. Sonra bu ilimleri nasıl ezberlemek ve korumak gere­kiyorsa o şekilde ezberlemiş ve korumuşlardır. Onlar, seferde ve hazarda Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem’in sohbetinde kalmışlar, onunla beraber davet, cihad, ibadet, muamelât ve muâşerât alanlarında bulunmuşlardır. Daha sonra da o amel­leri Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem’in sohbetinde bulunarak, o’nun tarzına uygun olarak öğrenmişlerdir.

Ne mutlu, Sahaben Kiram radıyallahu anhum topluluğuna ki, onlar hiçbir vâ­sıta olmadan Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem’in ağzından ilimleri ve onlarla amel etmeyi öğrenmişlerdir. Sonra o ilimleri sadece kendi temiz ve pâk zâtlarıyla sınırlı tutmamışlar, bilakis kalplerinde muhafaza ettikleri ulûm ve maârifi ve işledikleri amelleri başkalarına ulaştırmışlardır. Böylece bütün âlem rabbani ilimlerle ve Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi vesellem’in ruhanî amelleriyle dolup taşmıştır. Nitekim bunun neticesinde bütün âlem, ilmin ve ehli ilmin yuvası ve beşiği olmuş, insanlar nurun ve hidâyetin menbaı, abdiyyet ve hilâfetin kaynağı haline gelmiş­lerdir.

Muhammed Yusuf Kandehlevi Rahmetullahi aleyh



[2] Âli İmran: 3/164.

[3] Âli İmran: 3/110.

[4] Hac: 22/78

[5] Mâide: 5/83.

[6] Zümer: 39/17-18.

[7] Buhâri.