Konu Başlığı: Ziraî Ürünlerin Zekât Statüsü Gönderen: Sümeyye üzerinde 18 Ağustos 2012, 08:55:45 B. Ziraî Ürünlerin Zekât Statüsü: 1) Muhammed Ebu Zehra, Abdulvehhab Hallaf ve Abdurrah-man Hasen'e göre, bu gibi mallar -tıpkı zirai ürünler gibi- zekâta tâbidir; safi geliri tespit edebilmek mümkünse bundan % 10 mümkün değilse tümü üzerinden % 5 oranında zekât ödenir. [1133] Arap Birliği Teşkilatı'nca Dımaşk (Şam)'da Aralık 1952'de düzenlenen bir toplantıya M. Ebu Zehra, A. Hallaf ve Abdurrahman Hasen tarafından sunulan raporda, başlıca şu görüşlere yer verilmektedir: “Mallar zekâta tâbi olup olmamak açısından üç kategoride ele alınır: a) Sahiplerinin oturması için edinilen evler, malikinin ihtiyacını gidermek üzere iddihar edilen azıklar gibi şahsî ihtiyaçların giderilmesi için elde bulunan mallar, -artıcılık özelliğine sahip olmadıklarından- zekâta tâbi olmazlar. b) Kendi özelliği dolayısıyla (iddihar edilip iktisadî hayattan çekilseler bile) veya kendisi aracılığıyla kazanç sağlamak üzere edinilen mallar ittifakla zekâta tâbidir. Hz. Peygamber'in de kendilerinden zekât tahsil ettiği mallar bunlardır. Aynı zamanda, başka mallar da bunlara kıyas edilirler. c) Artma ve şahsî ihtiyacı giderme arasında bulunan malların (zînet eşyası, çalıştırma ve nema için tutulan hayvanların) zekâta tâbi olması hukukçular arasında ihtilaflıdır. Bu sınıflamayı günümüzdeki uyguladığımızda, fıkhî istinbatın yapıldığı çağda bilinmeyip, çağımızda fiilen artıcı-gelir getirici özellikteki bazı malları da zekâta tâbi tutmak gerektiği sonucuna ulaşırız. Bunlara başlıca iki tür malı sokabiliriz: aa) Sınaî Aletler: Bunlar, sahibine gelir sağlamak için sermaye kabul edilir. Msl., büyük bir fabrika sahibi, bunun idaresi için işçiler kiralamak suretiyle, bizzat bu âletlerle gelir sağlar. Sermayesi yine bizzat bunlardır, öyleyse, onlar birer namî mal sayılırlar, Bunlar mesleki ihtiyaç için kullanılan âletlere de benzemez. Eskiden kullanılan sanat ve meslek âletleri iptidaî âletlerdir. Bu yüzden, işyerlerindeki üretim, tamamen kendi atelyesinde bizzat çalışan sanat ve meslek sahiplerinin maharetine bağlıydı. Oysa bugün üretim işini, fabrikalar yapmakta ve fabrikaların da sermayesini bu sanat âletleri meydana getirmektedir. Fabrikalardaki üretim, gelir itibariyle iki amile dayanır: Çalışan el ve planlayan fikir; fabrikanın sermayesi. Birincisindeki gelir işe, ikincisindeki gelir fabrika kuran ve imkânlarını hazırlayan sermayeye aittir. İşte bu sebeplerden dolayı, sermayeye mahsus, olan mala zekât düşer. Çünkü bu tür mallarda artık zekâtın farz olmasının sebebi gerçekleşmiştir. Aslında, fabrikalara zekâtın düştüğüne dair hüküm verirken, klasik hukukçuların görüşlerine aykırı açıklamada bulunulmuş olmaz. Öncelikle, klasik hukukçular böyle bir meseleyle karşılaşmadılar. Bu sebeple de, konuyla ilgili açıklamada bulunamazlardı. Bu mallar, dün gelir getirmezken, bugün gelir getiren mallardan biri haline gelmiştir. Fabrikanın kendi üretim araçları, zekâtın dışında tutulmalıdır. bb) Gelir Getiren Akar (Taşınmazlar): Bunlar da şahsî ihtiyacı gidermek üzerre değil, gelir sağlamak üzere edinildiklerinden, artıcı mal sayılır ve zekâta tâbi olurlar. Evler iki kısımda incelenebilir: a) Malikinin Oturması İçin Edinilenler: Bunlar -klasik hukukçuların kararlaştırdıkları üzere- zekâta konu olmazlar. b) Gelir İçin Edinilenler: Bu çeşit evler, zekâta tâbidir. Bu hükmü vermekle, klasik hukukçuların görüşlerine aykırı düşmüş olmayız. Zira onlar devrinde evler, genellikle şahsî oturma için kullanılır, nadiren gelir için edinilirdi. Gelir getirmelerinin nadir oluşuna bakarak konuyla yeterince ilgilenmediler. Fakat çağımızda binalar, yalnızca şahsî ihtiyaç için değil, büyük kazançlar için de edinilmektedir. Şu halde, onlar zekâta tâbi olmalıdırlar. Bu hükmü, onları zira araziye kıyasla elde etmekteyiz. Yine, bunda da klasik hukukçuların görüşlerine ve gerekçelerine dayanmaktayız. Hz. Peygamber'in, menkul mallarda sermayenin % 2.5, artıcı sabit mallarda yalnızca gelirin % 10'unun zekâta tâbi tuttuğunu görmekteyiz. Onun sabit ve menkul mallar arasında, zekâta tâbi kısım ve oran yönünden yaptığı bu ayırımı, çağımızdaki gelir getiren ve üretimde bulunan mallarda da uygulayarak menkul malları sermaye üzerinden % 2.5, sabit malları gelir ve artış üzerinden % 5 veya % 10 oranında zekâta tâbi tutarız. Benimsediğimiz bu esasa göre, gelir getiren mallar ve sabit sınaî âletlerden zekât % 5 veya % 10 oranında ve gelir üzerinden ödenir. Maliyet unsurları çıkarıldıktan sonra safi gelir -sınaî şirketlerde olduğu gibi- % 10, safî gelirleri tespit edebilmek mümkün değilse -çeşitli binalarda olduğu gibi- % 5 üzerinden zekât ödenmelidir;” 2) Yusuf Kardavî de, prensip olarak, sahih kıyasa dayanan bu görüşü benimsemektedir; ancak, yaptıkları kıyasa çeşitli noktalardan itirazda bulunarak biraz farklı düşünür: [1134] “a) Bu görüş, fabrika ve gelir getiren binaları zekâta tâbi tutmakla birlikte, onlar için genel bir kural koymamaktadır. Böyle bir genel kuralla, onlara benzeyip gelir getiren diğer sermaye de zekâta tâbi tutulabilir. Çağımızda sığır ve tavuk için edinilen toprakların önemli bir hayvanı gelir sağladığı şüphesizdir. Otobüs, nakil araçları, ticarî gemi ve uçaklar, tören vb. sebeplerle kiraya verilen âletlerin bulunduğu binalar da böyledir. İşte bu gibi yeni ortaya çıkan mallar için, “Müstegallât” (Gelir Getiren Mallar) kaidesini koymakla, büyük bir kolaylık elde ederiz. Gelir sağlama, -bina ve otobüslerdeki gibi- ister malın kiraya verilip ücretinden istifade, isterse -fabrikalarda olduğu gibi- üretim ve onun satımı, piyasa için üretim yoluyla olsun; gelirin kaynağı ister -ürettiklerini bala kıyas ettiğimiz tavukta ve süt ineklerinde olduğu gibi- hayvan, isterse diğer eşya olsun; gelir sağlayan ister - bina ve fabrika gibi- akar, isterse -otobüs ve âletler gibi- menkul olsun sonuç değişmez. Şu halde, sabit ve menkul şeklinde bir ayırıma gitmeye gerek yoktur. Sabit malı % 10, menkulü % 5 oranında zekâta tâbi tutmayı esas alan bu görüş, arının ürettiği menkul mallardan olan balın % 10 oranında zekâta tâbi tutulması karşısında tutarsız kalmaktadır. b) Kiraya verilen ev vb.nin, zirai topraklara kıyas edilmesi de tutarsızdır: “Toprağından gelir elde eden toprak sahibiyle, binasından gelir elde eden arasında bir fark yoktur.” Zirai ürünlerde zekât, zirai toprağın mülkiyetine değil, ziraat yapma fiiline bağlı olduğundan, Cumhur'a göre kiracı bile olsa zekât bizzat ziraat yapan tarafından ödenir. [1135] Burada makisun aleyh (büyük önerme), toprağını kiraya verip, icar şeklinde bir bedel alan toprak sahibi olmalıdır. İşte bu toprak sahibi, burasını kiraya verip, gelir elde edene benzer. Şu halde, -daha önce maliki tahsil edince zirai arazi icarının zekâtının ödenmesi şeklindeki tercihimize uygun olarak [1136] burada da aynı esası benimsemeliyiz. c) Binalar ile zirai toprakların kıyası, şu açıdan da tutarsızlık gösterebilir: Zirai topraklar daimî bir gelir kaynağıdır, zaman geçmesiyle yıpranma ve eskime sözkonusu olmaz. Oysa fabrikalar ve binalar, geçici birer kaynaktır, uzun veya kısa vadede ömrünü tamamlar, artık bir daha bu amaçla kullanılamaz olur. İşte bu noktaları gözönünde tutarak, yapılan kıyası doğru kabul edebiliriz.” Kısacası, Yusuf Kardavî, sanayi tesisleri ve gelir getiren fakat hakkında nas bulunmayan tesislerin ürünlerinden, ürün değeri belirliyse % 10, belirli değilse % 5 oranında zekât alınması gerektiğini kabul etmektedir. Ancak, kıyasın şekline ve matrah tespit usulüne itiraz ederek, bugünkü vergi memurlarının matrah hesaplamalarının daha sağlam olduğunu, binaenaleyh zekâtların bu usule göre tespit edilmesi gerektiğini savunur. Çağdaş hukukçulardan Mustafa Ahmed ez-Zerka da bu görüşe katılmakta, bu mallara, kiraya verilen uçak, gemi, otobüs, taksi vb. ulaşım araçları ile müteahhitlik firmalarına veya başkalarına kiraya verilen inşaat ve hafriyat araçlarını, suyu satılan veya kiraya verilen artezyenleri ve yapı taşı çıkaran işletmeleri de katmaktadır[1137]. 1986 tarihli Sudan Zekât Kanunu (m. 29) ile 1983-4 tarihli Mısır zekât kanunu tasarısı, sanayi ürünlerinin zekâta tâbi oluşu konusunu ele almamıştır. 1984 tarihli Sudan Zekât Kanunu (m. 58) ise, bu konuyu ele almış ve onları zekât konusu yapmıştır. Osman Huseyn Abdullah'ın hazırladığı zekât kanunu tasarısına (m. 18) göre, taşıma, otel, seyahat, sigorta, banka, komisyon, sözleşme, av vb. ticarî faaliyetler için, safi gelirden % 10, bu bilinmiyorsa toplam gelirin % 5'i üzerinden zekât ödenir. [1138] [1133] Kardavî, -FZ, c.I, s. 476-479. [1134] Kardavî, FZ, c. I, s. 476-479. [1135] Bkz. yukarıda 81 2 113. [1136] Bkz. yukarıda 81 2 113. [1137] ez-Zerka, M. A.: "Cevânib mine'z-Zekât Tahtâcu ilâ Nazarin Fıkhıyyin Cedîd", Mecelletu' Ebhâsi'l-İktisadi'l-îslâmi, cild: I, sayı: 2 (1984), s. 83-93, özellikle s. 92. [1138] Abdullah, age, s. 83, 227. |