๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Mükayeseli İbadetler İlmihali => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 29 Ağustos 2012, 15:05:59



Konu Başlığı: Zekâtın Prensipleri
Gönderen: Sümeyye üzerinde 29 Ağustos 2012, 15:05:59
7. Zekâtın Prensipleri: [95]

1- Vergi Prensiplerinin Gelişmesi Ve Zekât:

İyi bir verginin toplum üzerinde olumlu bir tesir yaratması, onun bir takım esas ve kaidelere bağlı olmasında, ileri gelir. Yaklaşık ikiyüz yıl önce, Adam Smith tarafından ortaya konulmuş olan bazı kaide ve prensipler, aradan geçmiş olan bu zamana rağmen, modern vergi açısından bugün de geçerliliğini ve değerini korumaktadır.

Konuya girmeden önce, İslâm'da dünyevî (dindışı) ve uhrevî (dinî) sahalar arasında bir ayırım olmadığı gibi, klişe vergileri ve devlet vergileri, dinî vergiler ve dindışı vergiler diye bir ikilik de bulunmadığını belirtmek yerinde olacaktır. Zekâtın müslümanlardan, cizyenin gayrimüslimlerden alınması, zekâtın dinî bir vergi, cizye ve haracın dindışı bir vergi olduğu manasına gelmez. Al­lah'ın egemenliği temeline dayanan bir devlet, din ve dünya işleri arasında kesin bir ayırım yapamaz. Bunlar, bir paranın iki yönü gibi birleşirler. Bu İslâm devletinde vergilerin toplanması konu­sunda da geçerlidir. Zekât gibi, haraç ve cizye de arkalarında Kur'ân ve Sünnet'in yaptırım gücünü taşırlar. Bu açıdan, bu çeşit vergi­lerin yüklenmesi, dinî bir nitelik taşır. Son olarak, gelirlerin top­lanmasıyla ilgili bu ayırım sathîdir. Çünkü İslâm devletinde bü­tün vergilerin amacı, tektir. Bu amaç, ister müslüman olsun, ister gayrimüslim olsun, halkın bütünüyle refahının sağlanmasıdır. Azınlıkların ezilmesi, İslâm'da yerilmiştir. Çünkü azınlıklar, İslâm devletinin mukaddes emanetidir. Bu sebeple, dinî ve dindışı gelirler biçiminde bir ayırım geçerli değildir.

Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi İslâm'dan önce gelen din­lerde zekât müessesesi, yavaş yavaş gelişmiş ve mükemmeliyetine islâm dininde erişmiştir. Zekât, mükemmel bir vergi ve ibadet sis­temi olarak göze çarpar. Bu yüzden son birkaç yüzyıldır geçerli olan saf materyalist vergi teorileriyle karşılaştırılamaz. Bu teori­ler,  kaynaklarını halklarının çeşitli safhalarındaki sosyo-ekonomik şartlara borçludurlar: Feodalizmin ortaçağı, sanayi ihtilalin­den hemen önceki merkantalist dönem ve modern çağ gibi. Sözge­lişi, vergi hakkındaki “Fayda Teori si”ni alalım: Bu teoriye göre, bir ferdin ödemesi gereken vergi miktarı, onun devletten elde ettiği fayda miktarına orantılı olmalıdır. Bu, şimdi bize saçma gibi gö­rünüyor, fakat feodal vergilerin nakit olarak ödendiği ve devlet ge­lirinin feodal lordlardan olan alacaklara bağlı olduğu ortaçağda, böyle bir teori zamanının mevcut düzenine uygun düşüyor olabi­lirdi.

“Fayda Teorisi” yerini zamanla “Malî Teori”ye bıraktı. Bu teorinin temsilcileri, gelirin adaletli veya adaletsiz bölüşümüyle il­gilenmediler. Sadece devlet için gerekli gelirin mümkün mertebe tedbirli bir biçimde toplanılması usullerini araştırdılar. Bu teoriye göre, nispeten az bir karşı koymayla elde edilebilecek büyük mik­tardaki herhangi bir gelir iyidir.

Vergiyi sarfiyat açısından açıklayan bir başka teori bulun­maktadır: Bu teoriye göre, belirli vergiler, lüks ve gereksiz mallar tüketimini kısıtlamaya yardım eder. Bu, vergi koymanın hedefini kısmen açıklayan bir teoridir. Çünkü lüks mallar tüketimini en­gelleyen vya azaltan mevcut usullerin iyiye en yakını budur.

Sosyo-politik teoriye göre, vergi, bir gelir kaynağı oluşu yanında, iktisadî ve sosyal bir âlet sayılır. Bu teoriyi savunanlar, vergiyi, gelir adaletsizliğini azaltan, yüksek ve düşük gelirler arasındaki açığı gideren bir âlet telakki ederler. Buna karşılık, te­orinin bazı taraftarları, vergiyi, gelir adaletsizliğini azaltıcı veya gelirleri çoğaltıcı bir âlet olarak görmekten çok, sanayi amacına hizmet eden bir araç olarak değerlendirirler.

Son zamanlarda, düşüncenin gelişmesi, sosyo-politik teori yö­nünde olmuştur. Veraset vergisi konulması, gelir vergisi gibi konu­lardaki çalışmalar, hep, günden güne gittikçe hız kazanan bu eğilime işaret etmektedir. Bu eğilim, bin üç yüzyıl öncekilere göre, İslâm vergi kavramına çok daha yakın bir yaklaşımdır.

Zekâtın hedefi, Kur'ân-ı Kerîm'de kesin bir şekilde ifade edilmiştir: Zekât, yoksulların ve muhtaçların yararına, Allah'ın emrettiği bir farizadır. Ayrıca zekât toplamakla vazifelendirilmiş olanlar da, bundan yararlanırlar. Zekât, keza İslâm'ın yayılması, kölelerin ve borçluların salıverilmesi amaçlarıyla ve Allah yolun­da olanlar için de kullanılır. Böylece, zekâtın harcama alan­larının belirtilmesi, onun konuluş amacını gösterir. Hz. Peygam­ber, Muaz b. Cebel'i Yemen valisi olarak tayin ettiği zaman, kendisine namazı ve zekâtı emretmiş ve bu sonuncusu hakkında

“Zenginden al, yoksula ver” buyurmuştur. [96]

Bu son nokta, zekât ile sosyo-politik teori arasındaki ayrılığı belirler ve zekâtın önemini ortaya koyar:

“Zekât, serveti temizle­mek ve saflaştırmak için alınır. Zekâta namazdan sonraki ikinci mevkii veren önem, İslâm devletinde onun toplanmasını ko­laylaştıran bir usul takip eder.”

İşte, zekât ile günümüz kamu maliyesinin kaynakları arasında böyle bir temel farklılık bulunmaktadır.

 
2- Adam Smith'in Vergi Pensipleri Ve Zekât: [97]

 

Sözün başında da belirtildiği gibi, Adam Smith'in ileri sürdüğü dört kural, hâlâ güçlü kamu maliyesinin temeli sayılır. Onun kurallarının ne dereceye kadar yeterli olduğunu görmek için zekât kavramıyla karşılaştırılması ilgi çekici olmalıdır. Bu kural­lar; adalet, belirlilik, uygunluk ve iktisat başlıkları altında özet­lenmiştir




[95] Ahmed, İslâm İktisadı, s. 152; Kardavî FZ, c. II, s. 1038-1052; Mannan, İslâm Ekonomisi, s. 377, 394-396; Sıddıkî, İslam Devletinde Mali Yapı, s. 25-27; Erginay, Kamu Maliyesi, s. 34-70; Nadaroğlu, Kamu Maliyesi Teorisi, s. 291-321.

[96] Buhari: Zekât, 1; Nesaî: Zekât, 1.

[97] Erginay, Kamu Maliyesi, s. 34-58; Kardavî, FZ, c. II, s. 10.38-1052; Mannan, İslâm Ekonomisi, s. 406-409; Sıddıki, İslâm Devletinde Malî Yapı, s. 28-37.