๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Mükayeseli İbadetler İlmihali => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 29 Ağustos 2012, 15:07:58



Konu Başlığı: Zekâtın Amaçları Ve Fonksiyonları
Gönderen: Sümeyye üzerinde 29 Ağustos 2012, 15:07:58
6. Zekâtın Amaçları Ve Fonksiyonları: [84]

 

Vergi konulurken, bunun hangi maksada dayandığı, toplum hayatında, ne gibi tesirler yapacağı ve sonuçlar doğuracağı gözönünde tutulur. İyi veya kötü, haklı veya haksız; bir dayanağı olma­yan vergi, zaten düşünülemez ve sözkonusu olamaz.

Vergiler başlıca malî, ekonomik ve sosyal amaçlar için ko­nulurlar. Verginin malî amacı, devlete gelir sağlamak; ekonomik amacı, millî ve ferdî ekonomiyi kalkındırmaya yardımcı olmak; sosyal amacı da, toplum içinde israfın ve türlü kötülüklerin ön­lenmesine ve sosyal adaletin gerçekleşmesine hizmet etmektir.

İslâm'ın beş rüknünden biri olan ve temizlemek manasına gelen zekât, bunu üç yönde gerçekleştirir:

1. Ahlâkî Yönden: Zekât ahlâkî temizlik yönünden; hırs, tamah ve zenginlerin hak yedikleri fikrini yok eder. Fakirlik prob­lemini çözmede onları canlı ve sorumlu kılar. İnsan ruhunu hırsa bağlı olarak direkt oranla büyüyen servet hakimiyetinden kurtarır. Zengin, devlet tarafından gerek ferden, gerekse müştereken bütün millet fertlerinin hayatları için basit ve zarurî şeylerin teminini gözetme hususunda sorumlu kılınmıştır. Müslümanlar için sosyal güvenden daha sağlam temeller atılmıştır. Müslümana göre, bu­günkü hayat, insanlara ölümden sonraki daha güzel hayata kendi­lerini hazırlamaları için verilmiş bir fırsattır. Kur'ân-ı Kerîm müslümanı şöyle ikaz eder:

“Siz, sevdiğiniz şeylerden (Allah yo­lunda) harcayıncaya kadar, asla iyiliğe ermiş (birr u taat etmiş) olamazsınız.  Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.” [85]

Zengin için, çok kıymetli olan maldan isteyerek verilmedikçe, sos­yal güvenliğe uiaşılmayacaktır. Bundan dolayı da, onlar asla iyiliğe ermeyeceklerdir. Zekâta hakim olan ruh, ibadet ve Allah'a yaklaşmadır. Asıl hikmeti de, nefsin pintilik, ihtiras, egoistlik, mala düşkünlüğü, katı yüreklilik ve fakirlerin hakkını yemek gibi kötü hasletlerden arınması, fakirlere gösterilen şefkat ve mer­hamet sebebiyle ve Allah'ın rızasına nailiyet dolayısıyla, malın temizlenmesi ve bereketin hasıl olmasıdır. Kur'ân-ı Kerîm de bu noktaya işaret etmiş, hemen hemen zekâtın hikmetini bu hususa hasretmiş ve Hz. Peygamber'e hitaben şöyle buyurmuştur:

“Onların mallarından sadaka al ki, bununla kendilerini (günahlarını) te­mizlemiş, bununla onların (hasenatını) bereketlendirmiş, (kendilerini muhlisler mertebesine yükseltmiş) olasın.” [86]

Faizle zekâtı karşılaştırarak da şöyle buyurmuştur:

“İnsanların mallarında artış olsun diye faiz (cinsin)den verdiğiniz şey (nakit, mal, sadaka vs.) Allah katında artmaz. Al­lah'ın rızasını dileyerek verdiğiniz zekât ise, işte sevaplarını kat kat arttıranlar onlardır.” [87]

2. İktisadi Yönden: Zekât, servetin kendisini, eşit olmayan fırsatlardan istifadeyle gittikçe daha az ellerde toplanma temayü­lünün şerrinden temizler. Zekât, az kimseden malların fazlalığını alır ve onu hayatın  zaruretlerini  sağlamak maksadıyla  çok olan diğer insanlara verir. Servet, kendisine hiç ihtiyaç duyulmasa bile insanların peşinde koştukları bir şeytan değildir. Sonu olan re­fahtır, yoksa servet değildir. İslâm kazanılan bir    liranın başkasının cebinden alınan bir lira olduğuna inanmaz. İslâm'a göre servetin verimli bir şekilde iktisabı, bütün cemiyeti zen­ginleştirir. Bunun için, servet kazanma teşvik edilmiştir:

“Artık o namaz kılınınca yeryüzüne dağılın; Allah'ın fazlından nasip arayın, Allah'ıçok zikredin; ta ki  umduğunuza kavuşasınız.” [88] Kur'ân-ı Kerîm, Allah'ın fazlını aramayı o kadar çok emrediyor ki, Hz. Peygamber, onu, müslümanlar için ibadetin hemen arkasından yapmaları gereken önemde saymıştır:   

“Dürüst vasıtalarla servet iktisabı, ibadet farizasının hemen yanında ge­lir.” Servet kazanma hususunda herkes bütün gayretini gösterince, Kur'ân-ı Kerîm şu haberi verir: 

“Onların mallarında sailin ve yoksulun bir hakkı vardır.” [89]

3. Sosyal Yönden: Zekâtın temizleme ameliyesini tatbik ettiği üçüncü saha, sosyal sahanın tamamıdır. Bir  yanda  fakir halkın, diğer yanda milyarları olanların bulunduğu millet, pek ta­lihsiz bir millettir. Bu, sadece halkın büyük bir çoğunluğunun bakımsız, çıplak, sağlıksız ve bu yüzden de beceriksiz olduğu için değil, belki de bunların yanında milletin sanayi ve ticareti durgunlaştığı ve donduğu için talihsiz bir millettir. Krizler başgösterir. Milletin büyük çoğunluğu, fabrikaların ardarda imal ettikleri mal­ları ve mağazaların vitrinlerinde teşhir ettikleri eşyayı elde ede­bilmek için satın alma gücüne sahip değildir. Yığın halindeki stokları için pazar bulamayınca, fabrikalar imalatı durdurmaktan başka ne yapabilir? Bu, işsizliğe sebep olur ve böylece satmalına gü­cünü azaltır. Kara kara fakirlik bulutları kesifleşip bütün milleti sarıncaya kadar, meşhur daire deveranına devam eder. Hatta bu yüzden milyonerler bile fakirleşirler. Fakat İslâm'da bu böyle değildir; İslâm, milyonları kazanmayı hedef edinmez; fakat bütün memlekette bir, tek kişinin bile hayatın asgarî zaruretleri temin edilmemiş olarak kalmaması vazifesini devlete yükler. Hali vakti iyi olan, bunun için ödeme yapacaktır. Herkes için gıda, giyim, mesken, eğitim ve tıbbî yardım sağlanınca da milletin hayat sevi­yesi gibi, verimliliği de ıslah edilmiş olacaktır. Onların becerik­liliği de kendilerine yüksek ücretler temin edecektir ki böylece masraflarını karşılayabildikleri nispette iyi yaşamaya başlayacaklardır. Neticede de, fabrikaların imal ettikleri ve mağazaların sattıkları mallar için talepte bir artma olacaktır. Bu­nun neticesinde de, imalata bir artma, buna binaen daha çok istih­dam, bundan da daha fazla satınalma gücü ve daha fazla iş imkanı olacak ve bütün millet kalkınıncaya kadar böylece devam edecek­tir. Zekâtı ödemekle zenginler fakirleşmez; ticaret ve sanayideki genişleme dolayısıyla onlar servet kazanmaya devam ederler.

Kur'ân-ı Kerîm'in sadakayı faizle karşılaştırması bun­dandır:

“Allah faizin bereketini tamamen giderir. Sadakası verilen malları ise arttırır (...).” [90] Faiz bir fren vazifesi yapar, üretimin genişlemesini geciktirir ve fiilen de iktisadî sistemi “bütün fayda­lardan mahrum eder. Zekât ile riba (faiz) ters doğrultudadırlar. Başından sonuna kadar, ahlâkî ve manevi yönlerden birbirlerine zıddırlar. Aynı şekilde, gerek faktörleri, gerek hedef ve gayeleri, gerekse ruhtaki, fertteki, toplum ve insanlık üzerindeki tesirleri arasında tam bir tezat vardır.

Ribanın ruhu; Allah'a isyan, O'na meydan okuma, katı kalp­lilik, müfrit cimrilik, son derece mala düşkünlük, hangi yoldan olursa onun mal çoğaltmak ve üretmek, fakirin ihtiyaç ânını kol­lamak ve onu istismar etmek gibi kötü hasletler olurken, zekâtın ruhu da; Allah'tan korkma, O'na itaat etme, O'nun rızasını ka­zanma, fakirlere acıma, onların yarasını sarma ve her türlü şahsî çıkarlardan uzaklaşıp ihlâsa sarılma gibi yüce meziyetler olmak­tadır.                                                                               

Zekâtın neticesi ve ruhî tesiri; imanın artması, kalbin ferah­laması, nefsin temizlenmesi, cömertlik ve kereme ahşmasıdır. Ribanın sonucu ise; kalbin katılaşması, ruhun körleşmesi, ahlâkın bozulması, nefsin bencilleşmesi, insanın kemirilmesi, insan ha­yatının öldürülmesi ve insan şerefinin çiğnenmesi, toplumdaki za'afların kollanıp  sömürülmesidir.

Evet, zekâtın neticesi; toplumda eşitlik ve kerem ruhunun yayılması, cemiyet fertleri arasında karşılıklı sevgi ve güvenin sağlanması, kalplerde ülfetin yerleşmesi, mallarda bereketin çoğalıp insanlar arasında zenginliğin yayılmasıdır. Faizin sonucu ise, toplumun malını, fertlerin alın terlerinin mahsulünü bir yerde veya bir kişide veya mümkün olan enaz sayıdaki fertlerde istif et­mekten ibarettir. Bu durumda, böylesi toplum tefecisi, bütün ark'ları kendisine akıp da susuz kalan şehirdeki bir havuza veya Binbir Gece Masallarındaki denizci Sindibad'ın seferlerinde geçen mıknatıs kayaya benzer: Rivayete göre, tufan bir gemiyi mıknatıs bir kayaya çarptırır, kaptan ağlar. Sebebi sorulduğunda, “Allah bizi bu mıknatıs kaya ile imtihan etmektedir. Çünkü o mıknatıs kaya, gemideki bütün çivileri çekip toplar, gemi de param-parça olur ve denize batar” der. Neticede de dediği olur. Bir memleketteki tefeci veya tefecilik de, malı çekmede mıknatıs gücüne sahiptirler. O sa­yede hayatı birbirine bağlayan çivileri çekerler, hayat teknesi par­çalanır, cemiyetin asil kanı akar ve iktisadî hayat felce uğrar, artık yaşasa da felçli ve kötürüm olarak yaşar. Ölse de muztarip ve soyulmuş olarak ölür.

İşte bunlardan dolayıdır ki Kur'ân-ı Kerîm ribayı, zekâtı övdüğü kadar yerer. Hatta onu övdüğünden çok daha kuvvetli ve çok daha feci olarak kötüler.

Serveti doğuran bütün kaynaklar (güneş, ay, yıldızlar, dünya, yağmurları getiren bulutlar, bulutları süren ve çiçeklerin döllen­mesini sağlayan rüzgârlar, bütün tabiî olaylar), Allah'ın insanlığa bağışlarıdır. İnsanın geçimini ve rahatını sağlaması için Allah'ın bağışladığı kaynaklar ile insan hünerinin ve emeğinin birleşmesi sonucunda mallar üretilir. İslâm'ın tanıdığı sınırlar çerçevesinde bu mallan kullanma yetkisi de insana verilmiştir. Bu sebeple, üre­tilen mallardan kalifiye ya da düz işçinin, sermayeyi sağlayan kişinin ve insanlığı temsil eden toplumun pay alması hakkı vardır. Toplumun, üretilen maldaki hakkı zekâttır. Bu, toplumun yararı için ayrıldıktan sonra, geri kalan arttırılmış olur ve mal­dan pay alma hakkı kazananlar arasında bölüşülebilir.

Zekât ödeme emri Kur'ân-ı Kerîm'de bir nevi vermekten kaçınmak şeklînde cereyan etmektedir ki, umumiyetle namaz kılma emriyle birlikte zikredilmektedir. Namaz zengin ve yoksul bütün toplumun eşitliği ve kardeşliği duygusunu geliştirir. Zekât, zenginlerde yoksulların geçiminden sorumlu olduklarını fikrini uyandırır. Eğer kişi sosyal adaleti sağlamak, yoksulluğu yoketmek için bir şeyler yapmıyorsa, namazın öğretttiği İslâmî sosyal ve ahlâkî değerler manasını ve önemini yitirecektir.

Zekât, en ileri, en çağdaş bir kurumdur. Çünkü yoksulluğun yenilmesi uğrunda ekonominin bütün bölümlerine belirli yükümlü­lükler getirmektedir. Atıl servet üzerine konan % 2.5, tarım üretimi üzerine konan % 10 ve % 5, madenler üzerine konan % 20 oranındaki zekâtla, toplumun bütün sermayesi vergilendirilerek yoksulların ve düşkünlerin ihtiyaçlarının karşılanmasını amaçlamaktadır. Na­maz ve zekâtın birlikte geçtiği âyetlerle, müminlere namaz Al­lah'ın insan bedenine yüklediği bir vecibe ise, bunun yanında dev­lete, yani mensubu bulunulan camiaya vergi ödenmesi de yine o mü’minin malları üzerine, Allah'ın yüklediği bir mükellefiyet olduğu inancı kuvvetle anlatılmak istenmiştir.

“Allah'a ibadet edi­niz ve gerek mallarınız ve gerekse bedeninizle O'na olan vazifele­rinizi yerine getiriniz” şeklinde bir anlayış İslâm'ın gereklerin­dendir.

Kur'ân, zekât vermeyi şirkten tevbe etmek ve namaz kılmakla birlikte İslâm dinine girmeye, müslümanlarla kardeşliğe ve İslâm toplumuna katılmaya hak kazanmak için bir işaret saymıştır Allah Teâlâ, harbeden müşrikler hakkında,

“Eğer tevbe ederler, (tevbelerini tasdik için) namaz kılarlar, zekât verir­lerse yollarını serbest bırakın. Çünkü Allah çok yarlığayıcıdır, çok esirgeyicidir.” [91]

“Bununla beraber, eğer tevbe ve rücu ederler, namaz kılarlar, zekât verirlerse artık onlar dinde kardeşlerinizdir” [92] buyurmaktadır. Şu halde, şirk ve şirke götüren şeylerden tevbe etmeyen, müslümanlar arasında sosyal-dinî bir bağ olan namazı kılmayan ve sosyal-malî bir bağ olan zekâtı vermeyen bir kâfirin müslümanların cemaatine girmesi, her bakımdan kendisini onlardan bir fert kılacak ve kulpu kopmayacak şekilde onlara kendini bağlayacak bir din kardeşi olması mümkündür. Aralarındaki bağın kuvvetini ve bir kimsenin müslümanhğının her ikisi olmadan tamam olmayacağını göstermek üzere Kur'ân-ı Kerîm ve Sünnet'in üslûbu, daima namazla zekâtı birlikte zikretmektir. Şu halde, namaz dinin direğidir, onu diken dini dikmiş, onu yıkan dini yıkmış olur. Zekât ise, İslâm'ın köprü­südür, üzerinden geçen kurtulur, sapan helak olur.

Kur'ân-ı Kerîm, zekât vermeyi, mü’min ve yardımsever, takva sahiplerinin vasıflarından saymış, vermemeyi de müşrik ve münafıkların hususiyeti kabul etmiştir. Zekât, imanın mihengidir. Sahih bir hadiste zikredildiği gibi, zekât İhlasın delilidir. Zekât, İslâm'la küfür, imanla nifak, takva ile fücur arasını ayıran bir alâmettir. Allah Teâlâ'nın kendileri için kurtuluş yazdığı, Firdevs cennetini vadettiği ve kendilerine hidayet ve müjde nasip ettiği mü’minler zincirine bir kimse zekâtsız katılamaz. Zekât ödemeksizin, kimse namazını dosdoğru kılan, zekâtını veren ve âhirete tam iman eden muhsinler (iyiler) arasına giremez. Kimse zekâtsız, sâdık, mutteki ve iyilerden olamaz. Bakara: 2/217 âyeti de, iyiliğin şekle göre değil, öze göre, yani iman ederek, namaz kılarak ve ze­kât vererek gerçekleştiğini belirtir. Zekât vermeyen kimse, ne Al­lah'ın, ne Rasulünün, ne de mü’minlerin dostluğunu kazanabilir. [93] Beşerî kardeşlik, kralla tebaayı, derebeyle köylüyü ve patronla işçiyi omuz omuza Allah'ın huzurunda boyun eğdirmekle ancak gerçekleştirilmiştir. Bu kardeşlik, cami dışında da sağlam te­mellere oturtulmuştur. Nitekim kral, derebeyi ve patron; tebaanın, köylünün ve işçinin hayatlarıyla ilgili basit, zarurî ihtiyaçları için müştereken sorumlu tutulmuştur.

Zekât, fakirliği yoketmek için tamamen veya büyük çapta sarfedilmesi gereken yegâne millî gelir kaynağı değildir. Buna benzer daha birçok müessese bulunmaktadır. [94]

Allah'ın dikkat edilmesini istediği şey, “servetin sadece zen­ginler arasında dolaşıp durmamasıdır.” Zekât da aynı maksatla konmuş ve sarf yerleri gösterilmiştir. Sosyal adaleti ger­çekleştirmekten başka, zekâtın gelmiş ve geçmiş ve halihazır bütün ekonomik sistemlerde mutlak olarak hiçbir benzeri bulunmayan kendine has bir faydası mevcuttur. Zekât, servet teraküm ettirme­nin amansız düşmanıdır. Teraküm eden servet, zekâtın tarhedildiği birinci kalem matrahtır. Gerçekten, hiçbir laik sistem, ze­kâtın kazandığı muvaffakiyetle servet yığma meselesiyle başedemez; zira yığılmış servet, laik (demokratik) düzende yalnız sahiplerinin kabulüyle vergilendirilebilir. Servet sahiplerinin, ver­gilendiren idareyle kendi servetleri aleyhinde anlaşıp birleşmeleri için de sebep yoktur. Servet yığanlar iktisadî bakamdan en büyük canilerdir. Kur'ân-ı Kerîm'in, “onlar için şiddetli azap vardır” de­mesine şaşılmamalıdır.

 



[83] Kardavî, Fakirlik Problemi, s. 106-107.

[84] Bu konuda geniş bilgi için bkz. Ahmed, İslâm İktisadı, s. 127-129; Kardavî, Fakirlik Problemi, s. 93-96;   Kardavî, FZ, c. I, s. 45-92; Mannan, İslâm Ekonomisi, s. 392, 410; Nedvi, Dört Rükün, 115-187; Özek-Karaman, ibadet ve Müessese Olarak Zekât, s. 186-205; Yavuz, İZM, s. 86-163.

[85] Âl-i İmran: 3/92.

[86] Tevbe: 9/103.

[87] Rum: 30/39.

[88] Cum'a: 62/10

[89] Zariyat: 51/19.

[90] Bakara: 2/275-278.

[91] Tevbe: 9/5.

[92] Tevbe: 9/11.

[93] Maide: 5/55.

[94] Bu konuda bkz. Ebu Zehra, İslam'da Sosyal Dayanışma, İstanbul 1975; MusLafa Sibai, İslam Sosyalizmi, İstanbul 1976.