๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Mükayeseli İbadetler İlmihali => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 29 Ağustos 2012, 14:54:35



Konu Başlığı: Zekât ve vergi bölümü
Gönderen: Sümeyye üzerinde 29 Ağustos 2012, 14:54:35
3. BÖLÜM ZEKÂT VE VERGİ

 
9. Vergi Ve Zekâtın Tarihçesi:
 
1- Tarihte Vergi Olayı: [119]

Vergi, tarihî ve sosyal bir kurumdur. Bir vakıa olarak vergi­ye tarihte, insan cemiyetlerinin ortaya çıkışından itibaren rastlanmaktadır. En basit içtimaî nüve olan aileden, klan, kabile, şehir-devlet ve devlet şeklindeki topluluklara geçildikçe, vergi de kendi yapısı içinde değişikliklere uğramış ve çeşitli cemiyetlerde değişik yönlerde gelişmiştir.

Vergi insan cemiyetlerinde sun'i bir müessese değil, belki de en tabiî bir içtimaî müessesedir; cemiyet halinde yaşamanın kat'i zaruretlerindendir.

Kökeninde vergiler, ihtiyarî bir mahiyet gösterirler. Devirlerine göre kabile reisi, derebeyi veya krallara verilen bir nevi he­diye ve yardımlar, vergilerin ilk şekillendir. O zamanlar, devlet egemenliğini ellerinde bulunduranların başlıca gelirleri, bu hediye ve yardımlar yanında, kendi mülk kaynaklarından meydana ge­lirdi. Kamu hizmetlerinin henüz gelişmemiş olması dolayısıyla bu sınırlı gelirler, yeterli idi. Fakat zaman içinde devletlerin hizmet­leri arttı. Derebeyi veya kabilelerin yerine, merkezî devletler geç­tikçe mülk gelirleri yetersiz   kaldı. Bunun sonucunda, ihtiyarî yapıda olan hediye ve yardımlar, zamanla zora dayanan bir şekil aldı.

Vergi niteliğinde olan ödemelerin kelime bakımından geçir­diği gelişme, bunu açıkça göstermektedir. Gerçekten, ilk zamanlar yardım adını taşıyan ödemeler, daha sonraları ülkeye göre rica, lü­tuf, ihsan şekillerini aldı. Zamanla fedakârlık ve nihayet zorunluluk veya yükümlülük anlamına gelen kelimeler ortaya çıktı.

Çeşitli yabancı dillerde, bu kelime değişikliklerini izlemek müm­kündür. Meselâ Fransızcada “aide (yardım),” “contribution (vazife, fedakârlık)” ve “impot (cebir)” kelimeleri bir gelişme halinde yerleşmiştir. Yurdumuzda da “imdadiye,” “iane,” “mükellefiyet” ve “vergi” kelimeleri böyle bir gelişme sırası göstermiştir.

Geniş anlamda vergilerin tarihi, çeşitli ülkelerin vergi sis­temlerinin geçirdiği gelişmeleri açıklar; bunun için, bir ülkenin eski devirlerde uygulanmış vergileriyle, bunlardan halen uygu­lanmakta olanların geçirdikleri değişiklikleri, esas ve yapılarına göre araştırmak usulü uygulanır. Çeşitli ülkelerde, bu gibi konuları inceleyen monoğrafik eserler vardır. Ülkemizde bu anlamda ye­terli eserler azdır ve yalnız bir kısım maliye kitapları İslâmiyette, Osmanlı Devletinde ve Cumhuriyet döneminde vergilerin tarihine ilişkin açıklamalara yer vermektedir. Yabancı dille yazılmış bazı eski eserlerde de, Osmanlı devrinin vergileri, maliyesi ve borç­lanmaları hakkında, geniş ve faydalı bilgiler vardır.

Bugünkü modern cemiyetlerde görülen vergi, binlerce yıllık insanlık tarihinde, gitgide gelişen içtimaî ve iktisadî şartlara tâbi olarak günümüze kadar gelmiştir. Bu gelişme ödeme şekli açısından üç ana safha halinde gösterilebilir:

1) Hizmet Olarak Vergi: İktisadi mübadele vasıtalarının henüz ortaya çıkmadığı ve henüz ferdî mülkiyet kavramının belirmediği safhada, bu iptidaî cemiyet şartlarında nakdî ve aynî şekilde vergilere rastlanmayacağı meydandadır. İnsanlık tarihinde rastlanan ilk vergi ödemeleri, “hizmet görmek veya emeği ile iştirak etmek”    şeklinde içtimaî yaşamadan doğan umumî müşterek ihtiyaçların giderilmesi tarzında kendini gösterir. Bu safhada fert, henüz mal mülk sahibi olmamıştır, yegâne serveti emeğidir. Bu durum, çok uzun asırlar devam edip gitmiştir.

2) Mal Olarak Vergi: Nihayet cemiyette mülkiyetin umumî esaslarının ortaya çıkmaya başladığı ikinci safhada fert, mülkiyet kavramını tanımaya başlamış ve iktisadî mübadele vasıtası bizzat eşya olmuştur. Bu devir, takas suretiyle alışverişlerin yapıldığı de­virdir. İşte bu safhada fertler kamu hizmetlerinin görülmesine aynî ödemeler  şeklinde katılmaktadırlar. Bu suretle vergi genellikle, emeği ile katılma veya hizmet görme şeklinden ayrılmış, aynî mü­badelenin bir sonucu olarak, mal şeklinde verilmiştir.

3) Para Olarak Vergi: Bu devrede,  aynî mübadele ekono­mici devam ederken, bir taraftan para ortaya çıkmış ve iktisadî mübadele vasıtası olarak kullanılmaya başlanmıştır. Paranın mü­badeleyi kolaylaştırması ile para ekonomisi gelişip yayılmıştır. Bu suretle kişiler müşterek ihtiyaçların karşılanmasını gerektiren kamu hizmetlerine para ile katılmışlardır.

Bu tarzda üçlü bir ayırma, tarihi yönden birbirinden kafi hu­dutlarla ayrılamazlar. Bunlardan biri ortaya çıkmakla diğeri ta­rihe karışmış, ortadan kaybolmuş değildir. Cemiyetin iktisadî ve içtimaî tekâmül seviyesi, birbirine göre azalan ve çoğalan nispetlerde, bu üç şekilde ödenen verginin her devirde hayatiyet kazana­bilmesini   sağlayabilmektedir.

Vergi, toplum hayatında, zamana göre, nasıl bir görünüş arz ederse etsin, aslı ve esası bakımından bugünküne göre bir farklılık göstermez.

Şimdi, bu genel görünüşten sonra, verginin tarih içinde çeşitli toplumlarda ve ülkelerdeki durumunu özetleyelim:

Devlet, içtimaî bir görünüş olarak ortaya çıkışından itibaren, kendi fonksiyonlarını ifa için muhtelif malî kaynaklara muhtaç olmuştur. Bu malî kaynaklar arasında vergi, özellikle önemli bir yer tutmuştur. Özellikle  ilk çağlarda istisnasız bütün siyasî teşekküllerin başvurdukları en önemli bir malî gelir kaynağı olmuş  bulunmaktaydı.  Milad’dan çok önceleri yaşamış devletlerde yürürlükte olan vergi ahkâmı, kanun ve kaidelerine dair ayrıntılı bilgilere sahip değilsek de, bu cemiyetlerde verginin varlığını bize haber verecek kadar izlere  rastlanmaktadır. Cemiyetten cemiyete değişik olarak, ister toplumun başında bulunan ferdin mutlak kuv­vete   dayanan şahsî arzusundan, ister dinî cemiyetlerde ruhanî icaplardan, ister bir tarafın  diğerine galip gelmesinden ve ister ödeyenin tamamen  şahsî rızasına dayanmasında doğsun, Babil, Mısır, Iran, Arap yarımadası, Yunanistan, Roma ve nihayet Çin gibi devletlerde tahsil olunan muhtelif vergilere gayet açık olarak raslanır.   Ruhanî-asker-hakim vasıflarını kendinde toplamış bu gibi cemiyet başkanlarına fertlerin yaptığı sunular (les   offrandes)'ın amme menfaati olan işlere sarf edildiği tespit edilmektedir, ilkçağlarda yaşamış bu devletlerin yapısı genellikle dinî idi; dine dayanır, bütün kuvvet ve hayatiyetlerini dinden alırlardı. Bu göz önünde tutulacak olursa, gerek ilâhlar ve gerekse ilâh adına mabed veya hükümdara hediye olunan muhtelif ödemelerin de, dinî gaye­lerde faaliyette bulunmayı kendine esas umde edinen devlete tediye olunan vergiden başka bir şekilde tavsifi yanlış olur. Her ne kadar bunlar, kurbanlar ve mabedlere verilen hediye ve sunuşlar vasfında ise de, devletin o devirde sahip olduğu sözü edilen dinî yapı göz önüne alınıp, mesele siyasî yönden düşünülecek olursa, bunlar kolaylıkla vergi olarak nitelendirilir.

Mısır'da, Firavunlar devrinden sonra ve İskender istilası zamanında bu dinî vergilerden ayrı birçok sivil vergilere rastlanmaktadır. Mısır'da bir çeşit toprak vergisi, alım satım vergisinin bulunduğu papirüsler üzerindeki yazılardan anlaşılmıştır. Bunlar­dan iltizam suretiyle tahsili cihetine gidilen ziraî vergiler, bina vergisi, meslek ve sanat vergisi ve nihayet lüks vergisi malumumuzdur.

Ahdi Atik'te, gerek mısır, bağlar, ekin gibi toprak mahsulle­rinden ve gerekse hayvan sürülerinden 1/10 oranında olmak üzere İbranilerin muhtelif vergiler tahsil ettiklerine dair bilgiler vardır. [120] Bunlardan ayrı olarak topraktan alınan ilk turfanda mahsul Yahova'nın evine aittir, [121] mutlaka ona takdim edilmelidir.

Yine Ahdi Atik, Genesis XIV/20'de, Peygamber İbrahim'in ganimetin 1/10'ini galibe tahsis ettiğini okumaktayız. Keza Levililer XXVII/l-34 ve Num. XVIII/l-32'de, Peygamber Musa'nın, gerek ruhban sınıfının (Levililer-Levi oğullan) ihtiyaçları ve gerekse mabedlerde görülen hizmetlere mukabil, 1/10 nispetinde çeşitli mevzular üzerine vergiler emrettiğini görüyoruz (doğum fidyesi, turfandalık, ilk doğan hayvan, öşür vs.). [122] Esasen, ilk İbranî kral­ları mısır tarlalarından, bağ ve sürülerden 1/10 nispetinde bir vergi almaktaydılar. [123] Mukaddes kitaplarda gösterilen bu hususlar, muh­telif iktidarlarca da nazarı itibara alınmış ve tatbik mevkiine geçi­rilmişlerdir. M.S. 778'de kral Charlemagne tarafından kanunlaştırılan ve İngiltere, Almanya, Fransa ve İskandinav devlet­leri tarafından da iktibas edilen bu 1/10 nispetindeki dinî vergiler,1789 Fransız İhtilaline kadar yürürlükte kalmışlardır.

Yunanlılarda ve Romalılarda asil ve hür insanların teşkil et­tikleri idarecilerin, amme işlerine ait sahalarda kullanılmak üzere esirler, köylüler, vasal ve mağlup milletlerden tahsil ettikleri bazı vergilere rastlamaktayız. Yunanlılar mağlup milletlerden alınan tribut vergisini, bundan ayrı olarak gümrük ve ticarî mu­amelelerden alınan sair vergileri tanımaktaydılar. Daha bol tarihî materyallerin bize öğrettiğine göre, Yunanda olduğundan da geniş gelişmiş vergiler, Roma hukukî mevzuatında hayatiyet kazanabilmiştir. Roma'da vergilerin hukuk hükümleri içerisinde, za­manına göre, yüksek bir seviyeye ulaştığı tarihî bir gerçektir. Bu ülkede;  toprak vergisi,  başvergisi,  gümrük vergisi,  kapı vergisi, alım satım vergisi adlarını taşıyan vergiler alınmakta idi. Ro­malılar İtalya arazisini (solum italicum), fethedilen topraklardan (colonie iuris italici) ayırırlar, bunun üzerindeki fertlere mülkiyet hakkı tanıyıp arazi vergisinden muaf tutarlardı. İkinci tür arazi­deki fertler, sadece intifa hakkına sahip olup arazi vergisi (tributum soli) öderlerdi; bu araziler devlet mülkiyetinden sayılırdı. Keza Roma'da gümrük (portoria, telonea), alım-satım (entesima rerum  venalium) ve baş vergileri (tributum capitis) tanınmaktaydı.

Bizans İmparatorluğunda rastlanan vergi mevzuatı, Roma'da mevcut olandan esasta pek farklı bir manzara arz etmemektedir. Bizans'ta her bakımdan en önemli vergi, arazi vergisi (jugatio)'dir. Muhtelif devirlerde girişilen ıslahat ile farklı görünüşlerde olan bu vergi, aynı zamanda muhtelif eyaletlerde de -özellikle Mısır'da-değişik mahiyetler alıyordu. Her sene İmparator bütün eyaletler için ihtiyaçlara göre değişen top yekün yıllık bir vergi tahakkuk ettirir; bu, teşkilat hiyerarşisi içinde taksim olunurken, neticede köye varıncaya kadar her idarî-mülkî bölümün ödeyeceği nispet tespit edilirdi. Roma İmparatorluğunda Mısır'dan başka bütün eyaletlerde nakden ödenen bu vergi, III. asırda Diokletiyan ıslahatıyla aynî şekilde ödenmeye başlanmıştır. Vergi nakdî şekilde tahsil olunu­yorsa, bu işi, hususî memurlar (exactores) yürütürdü. Gerek vergi­lendirme ve gerekse tahsil için muayyen bir hiyerarşiye dayanan sağlam bir vergi teşkilatına her devirde rastlanmaktadır. Mısır'da vergiler aynen tahsil olunmakla beraber, bazı devirlerde nakden tahsil edildiği ve hatta bu iki şıktan biri mükellefin seçimine dahi bırakıldığı olmuştur.

Roma imparatorluğunun zapt ettiği topraklar ahalisinden tah­sil ettiği önemli bir vergi de baş vergisidir (tributum capitis). Bu vergi, İslâm fütuhatına kadar yaşamıştır.

Justinien'in yaptığı ıslahat arasında, bina vergisi adında bir vergi koyduğunu görmekteyiz. Bu vergi, şehir dahilinde bulunan evlerden tahsil olunurdu. Muayyen hayvanlardan (sığır, deve, ko­yun, keçi, merkep) alınan hayvan vergisi de bu arada zikre değer.

Yine Bizans'ta bugünkü gelir vergisini andıran dikkat çekici bir vergi (chri-sorgyron) vardır ki san'at ve ticaret erbabından alınırdı. Bu verginin alım-satım muamelelerinden olan nispeti % 10'du. Bu gibi ticarî muamelelerden alınan vergilerin yanında mültezimlere havale edilmiş gümrük vergisi (portoria, vectigalia) mahiyetinde, gelen ve giden eşya, insan ve hatta hayvanlardan alınan vergiler vardır; oranı % 10'a kadar varabilmektedir.

Tamamen dinî mahiyette olan ve mabedlere sunulan şeylerden % 4 oranında alınan kurban vergisi diyebileceğimiz bir vergi de zikre değer mahiyettedir.

Bunlardan ayrı olarak tereke vergisi, tescil vergisi (chartitakion), hediyelerden alınan vergiler gibi muayyen nispetler altında tahsil edilen vergiler de vardır.

Sasanîler, başlangıçtan itibaren kuvvetli bir devlet bürokrasi­sine sahip bulunuyorlardı, Kubaz'ın (487-531), kollektivist rejime son veren teşebbüsüyle, mahsulün fertler arasında taksimi usulü kaldırılmış ve vergilendirme rejimine dönülmüştür. Bilhassa oğlu Enoşirvan (531-578) devrinde, hakikaten vergi rejimi çok sağlam esaslara bağlanmış bulunmaktadır. Özellikle bu işin tahakku­kunda, kuvvetli bürokratik yapı önemli rol oynamıştır. Bu değişiklik ile

a) ekili arazi ölçüldü,

b) mahsul nevileri tespit edildi,

c) meyve veren ağaçlar sayıldı ve

d) nüfus sayımı yapıldı. Bu tespit edilen duruma göre, arazi miktarına ve üzerinde ekili mahsulün nevine göre değişen nispetlerde arazi vergisi tahakkuk ettirildi. Bu vergi, dörder aylık vadelerle üç defada tahsil olunur, bu işlere Vastryöshânsâlâr adında hususî bir memur bakardı. Arazi vergisi yanında, 20 ilâ 50 yaş arası fertlerden tahsil edilen baş vergisi de zikre değer. Bu vergi mükellefleri, tabakalara ayrılmış olup, her bir tabaka 4-7-8-12 dirhem olmak üzere değişen nispetlerde vergi öderlerdi. Bu vergilerin arazi vergisine bakan memurlardan ayrı Hutukhshbadh namında hususî bir memuru vardı. Asiller sınıfı, ordu mensupları, din adamları, devlet memurları, şahın hizmet­kârları baş vergisi ödemekten muaftılar. Bu iki esas, vergi yanında arazî mahiyette fertlere yüklenen bazı malî mükellefiyet­ler de yer almaktaydı. Nevruz ve Mihrican günleri alınan mecburi hediyeler, fevkalade devlet masraflarına halkın cebren iştirak etti­rilmesi, karşılıklı muahedelerle tespit olunan gümrük vergileri bunlardandır.

Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşundan önce Orta ve Ön Asya'da atalarımızın kurdukları çeşitli Türk devletlerinde ne gibi vergilerin bulunduğu, nasıl bir vergi sistemine sahip oldukları hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Bu konu ne yazık ki tümü ile ele alınıp işlenmemiştir.

Yalnız, Türklerin “Ortak” adı verilen bir çeşit ticaret şirketi kurup işlettikleri; bazı malları mübadele vasıtası olarak kul­landıkları; sonradan madenden para yaptıkları; kara ticaretinde olduğu gibi deniz ticaretinde de oldukça ileri bir seviyede bulunduk­ları ve hatta bugün bütün dünya ülkelerinde kullanılan çek'in ilk defa Türkler tarafından ortaya çıkarıldığı göz önünde tutulursa, onlarda da belli bir vergi sisteminin bulunduğunu kabul etmek gere­kir. [124] Bu arada Göktürklerde vergiler, bütün göçebe devletlerinde olduğu gibi, göçebelerin en değerli varlığı olan sürü hayvanları ile ödenmektedir. [125]

Arap Yarımadası, şu veya bu vasıfta vergiyi yakından tanıyordu. Yarımadada, İslâm'dan asırlarca evvel kurulmuş ister devlet, ister şehir-devlet ve ister kabile organizmalarında olsun vergi, muhtelif şekil ve suretler altında bilinmekteydi.

Yarımadada, İslâm'dan önce hayatiyet kazanmış devletler genellikle hukukî yapılarını dine bağlamış bulunuyorlardı, dinî devletlerdi. Devlet başkanları, aynı zamanda en yüksek dinî otorite olup halk ile tanrılar arasında aracı rolünü oynamaktaydı. Bu bakımdan, bu devletlerde mevzu vergiler, daha ziyade dinî mahi­yette idiler. Mabedlerde din adamlarının çok çeşitli suretlerde top­landıkları ve halkın ilahlara takarrub niyetiyle verdiği takdimler (sunular, les offrands), ister aynî ister nakdî olsun vergilerden sayılmak gerekir. Bu şekilde ilahlara sunulmak üzere toplanan şeylerin nevileri altın, gümüş (mamul eşya veya heykel olarak), canlı hayvan (at, boğa), ziraî mahsuller ve bunların turfan­dalıkları olmak üzere çeşitlidir.

Yanmada Arap devletlerinde, Romalıların trubut diye ad­landırdıkları galibin mağluptan tahsil ettiği vergi de tanınmaktadır. Sonraları kabile ve şehir devletlerinde de devam eden, ticarî emtianın getirildiği panayırlarda tahsil edilen ve 1/10 nispetinde, gümrük vergisi diyebileceğimiz bir vergi, Yarımadada birçok devletin tahsil ettiği bir vergi idi.

Yan demokratik bir yapıya sahip kabile organizmalarında, dinî bazı vergi izlerine bol miktarda rastlamaktayız. Toprak sahip­leri, arazilerinden elde ettikleri mahsulün muayyen bir parçasını topraksız muhtaçlara tahsis ederlerdi. [126] Yine, bu toprak sahiplerinin, bir kısım toprak mahsulünü veya besledikleri sürülerden bir kısım hayvanı Allah'a diğer bir kısmı ise putlara tahsis ettikleri bir vakıadır. [127] Bu tarz dinî vergi izleri muvacehesinde, kendi böl­gelerinde periyodik panayırlar tertip eden ve bunların eşhuru'1-hurum (haram aylar) esasına göre güvenli bir şekilde işleyişini üze­rine alan kabilelerde, bu pazarlara Yarımadanın ve hatta bunun dışındaki topluluklara mensup (Bizanslı, İranlı, Habeşli) tüccar­ların getirdiği ticarî emtiadan aldıkları 1/10 nispetinde aynî bir vergi de tespit olunmaktadır. İşaret edildiği şekilde, “gümrük ver­gisi” yanında dindışı bir vergi hareketi olarak münferit bir vakıa da olsa, Medine'de yaşayan Benu Nadir Yahudi kabilesinde fevka­lade amme menfaatlarına sarf edilmek üzere kabile fertlerinden toplanan ve bir fon (kenz) olarak saklanan vergiyi zikretmek zaru­reti vardır.

Mekke şehir-devletinde Curhum ve Qatûra klanları müştereken şehre hakimken, birinciler, şehrin Ma'lat (yukarı-şehir) kısmında otururlar ve şimalden gelen kervanlardan 1/10 nispetinde gümrük vergisi diyebileceğimiz bir vergi toplarlardı. Qatûra klanı ise Mesfele (aşağı-şehir) bölgesinde ikamet eder ve gü­neyden gelen kervanlardan aynı surette bu vergiyi tahsil ederdi. Sonradan ortaya çıkan hukukî birçok yeni durum neticesi, işaret edilen bu vergi aynı mahiyette kalmamakla beraber, kaybolmamış ve hatta İslâm hukuku içinde yeni bir veçhe ve anlayışa bürünerek devam etmiştir. [128]

Qureyş kabilesi başkanı Qusayy b. Kilâb’ın, Bizanslıların da yardımıyla takriben MS. IV. asır sonlarında Huza'alıları bertaraf edip Mekke'de iktidarı ele geçirdiğinde giriştiği malî ıslahat arasında, malî teşebbüsler de bulunmaktadır. Her sene hac mev­simi münasebetiyle Yarımadanın her tarafından gelen hacılara büyük ziyafetler vermek ve fakir hacıların dönüş masraflarını karşılamak gayesiyle, Mekke sakinlerine “Rifade” adında aynî bir mükellefiyet vazetmiş ve bunun idare ve tahsili işini, muhtelif müesseselerini yeni baştan kurduğu Mekke Şehir-Devleti fonksi­yonları arasına katmıştır.

Bu nevi vergiler haricinde, beledî bazı vergiler de vardır ki bunlar doğrudan doğruya dini mahiyettedirler: Kabe'yi ziyarete ge­len yerli ve yabancı hacılar, kendi zenginlikleri ile mütenasip bazı eşyaları oraya takdim ederlerdi. Ayrıca diğer putlara da un, süt ve tereyağ gibi şeyler de takdim edilirdi. Bunlar hususî, bir kuyu içinde yine hususî muhafızlar vasıtasıyla saklanır ve biriktirilirdi; bu hediyeler (adaklar) yanında, ganimetten alınan bir mik­tar hisse, düşmandan alman silahlar, turfanda mahsuller de bugün malûmumuzdur. Bütün bu şeyler el-Emvalu’l-Muhaccere şeklinde isimlendirilmektedir. Toplanan ve mallar, icabında şehri tehdit eden tehlikelere karşı kullanılabilmekteydi.

Bundan başka, gerek zemzem kuyusu memurlarına ve ge­rekse putperest Mekke'de fal oklarını idare edenlere verilen ve hac elbisesi için gelen hacılardan alınan ücretler (hacıların ikameti için ayrıca alman özel vergilere Harım denir) de beledî vergiler arasında sayılabilirler.

İslâm'ın zuhuruyla, devletin bilhassa ganimetten aldığı 1/5 Hisseye değişik bir mahiyette İslâm'dan evvel de tesadüf etmekteyiz. Harplerde, her muharip hissesini kendi eliyle alır ve ganimetten elde ettiği bu parçanın 1/4 (mirba') İslâm mevzuatından farklı ola­rak ordu kumandanının şahsına verirdi. Ayrıca, kumandana “safi” (seçme) hakkı tanınmıştır. Bunun yanında, bölünemeyen ganimet (el-fudûl), düşmanın mağlup olmasından veya umumî yağmadan önce elde edilen ganimet (nasita) ordu kumandanına aittir.





[119] Tuğ, İslâm Vegi Hukuku,  s. 1-13; Erginay, Kamu Maliyesi, s. 18-19, Nadaroğlu, Kamu Maliyesi Teorisi, s. 207-211.

[120] Tevrat, Tesniye, XIV/22-29; Tekvin, XXVIII/22.

[121] Tevrat, Çıkış, XXXIV/26.

[122] Tevrat, Tesniye, XIV/28-29. Krş. Maide: 5/12.

[123] Tevrat, I. Samuel, VIII/15-17. Daha geniş bilgi için bkz. Budda, Hilmi Ömer, "Sami Dinlerde Kurbanın Mahiyeti, Daru'l-Funun İlahiyat    Fakültesi Mecmuası, sayı, 11 (1929), s. 81-102.

[124] Togan, Zeki Velidi, Umumî Türk Tarihine Giriş, s. 115 vd., 293 vd.; Öztuna, Yılmaz, Türk Tarihinden Yapraklar, s. 285-286. Şimdilik kısa bilgiler için için bkz. Arsal. S. M., Türk Tarihi ve Hukuk I (İslâmiyetten Evvelki Devir), İstanbul 1947; Caferoğlu, Ahmet, "Uygurlarda Hukuk ve Maliye Istılahları", Türkıyat M., c. IV; Eberhard, W., "Eski Türk Devletleri'nin Ekonomisi Hakkında İncelemeler",  Belleten, lX/36 (1945), s. 485-494; X/37 (1946) 81-95;7  A?  o6)' 255'266; Tabakoğlu, Ahmet, Türk İktisat Tarihi, İstanbul 1987.

[125] Üçok, C.-Mumcu, A., Türk Hukuk Tarihi , (Ankara 1981), s. 23.

[126] Kalem: 68/17-34.

[127] En'am: 6/136-139, Nahl: 16/56.

[128] Bkz. aşağıda 13.1.3.1.