Konu Başlığı: Zekât Mevzularını Geniş Çerçevede Düşünenler Gönderen: Sümeyye üzerinde 18 Ağustos 2012, 08:58:21 Zekât Mevzularını Geniş Çerçevede Düşünenler: Genel Açıklama: Buna benzer konularda görüş belirten -görüşleri meşhur olmasa da- bazı maliki ve hanbelî hukukçular ve Zeydiye Mezhebinin Hâdeviye kolu ile çağdaş hukukçulardan Muhammed Ebu Zehra, Abdulvehhab Hallaf, Abdurrahman Hasen, İbrahim Fuad ve Yusuf Kardavî'ye göre, âyet ve hadislerde malda belli bir hak. bulunduğunun belirtilmesi, zekâtın farz olma illeti olan artıcığılın akılla kavranılması dolayısıyla kıyas yapılabilmesi ve zekâtın hikmet ve ruhuna uygun olması gerekçesiyle, bu gibi mallar zekâta tâbidir. Nitekim klasik hukukçular, Hz. Peygamber devri toplumunda bulunmayıp hakkında âyet ve hadis bulunmayan mallar için kıyas, nasların umumî hükümleri ve zekâtın farz olma hikmetini gözönünde tutarak zekât ödenmesi gerektiğini kararlaştırmışlardır. [1110] Msl., ticaret malları hakkında bir nas bulunmadığı halde, İbnu'l-Munzir onların zekâta tâbi olması hakkında icma bulunduğunu nakletmiş, yalnızca bazı tutarsız şüphelerle Zahirî Mezhebi onları zekâta tâbi tutmamıştır. Balın ve madenlerin zekâta tâbi tutulması hep bunların örneğidir. Ayrıca, zekâtla ilgili çeşitli hükümlerin çıkarılmasında, bütün mezhepler ve hukukçular kıyası kullanmışlardır. Zekâta tâbi malların temel hususiyeti artıcı ve gelir sağlayıcı olmalarıdır. Sanayi inkılabından, sosyal ve teknik gelişmelerden sonra dünyanın tanıdığı gelir ve kira için hazırlanarak büyük gelirler sağlayan taşınmazlar, üretim için meydana getirilen fabrikalar, her türlü eşyayı taşıyan kara, deniz ve hava ulaşım araçları gibi mallar ortaya çıkmıştır. Özellikle “sabit sermaye” veya sahibine büyük gelir sağlayan “hareketli sermaye” olarak bilinen bu gibi malların özelliği, mülkiyetleri el değiştirmeden ya kiraya verilmek veya üretimde kullanılmak suretiyle büyük gelirler sağlamalarıdır. Mükelleflerin şahsî ve meslekî ihtiyaçları için edindikleri ev, dükkân, âlet ve eşyayı zekâttan istisna tutma prensibini[1111] bu mallar için de geçerli kılmak uygun görülmemektedir. Çünkü bu malların otobüs, gemi, kiraya verilen ev, düğün salonu, fabrika, dükkân, inşaat-hafriyat araçları gibi bazıları, dünden farklı olarak günümüzde yaygın ve mühim gelir kaynakları arasına girmiştir. Üretimde kullanılan makina ve fabrikalar -dünün basit âletlerinden farklı olarak- sahiplerinin bizzat el emeğine ihtiyaç bulunmaksızın işçiler vasıtasıyla” üretim yapan gelir kaynaklandır. Öteki zekât mevzuu mallara göre, astronomik rakamlara varacak derecede gelirler getiren bu gibi malların zekâttan istisna tutulması adalete uygun düşmemektedir. Burada, bu genel açıklamaya, sanayi ürünleri, kira geliri, ulaştırma ve inşaat-hafriyat araçlarıyla ilgili bazı özel açıklamaları da ekleyelim. Sanayi Ürünleri: a) Ebu Yusuf’tan rivayet edilen görüşe göre, boyahane sahipleri bez boyamak için boya ile ilgili malzeme, satın alırlarsa, bu boyadan zekât ödemeleri gerekir. Yine ona göre, bir mal ticarî maksada yakınsa, ticarî mal kabul edilir. Aksine, ticarî maksat taşıyan bir malı eğer sahibi kendi ihtiyacı için kullanmaya niyet ederse, o takdirde bu mal ticarî olmaktan çıkar. Dolayısıyla, zekâttan istisna olur. [1112] b) İslâm Araştırmaları Kurumu (İAK); II. Fıkıh Kongresi'nde (m. 3), sanayi ürünlerinin zekâta tâbi olacağı esası benimsenmiştir. [1113] c) Mahmud Ahmet ise zekât konusunda yaptığı değişik açıklamalara, sanayi ürünlerinin zekâta tâbi olması konusunu da ekleyerek, halihazır İslam ülkelerinde bunlardan dolayı zekât ödenmeyeceği görüşünü savunur: “Prensip olarak sanayii zekâttan muaf tutamayız; ancak doğacak muhtemel zararları gözönüne alınca, gelir vergisi yerine, sanayi ve ticarete vergi konması gerekir. Çünkü sanayi ve ticarete konacak zekât ülkenin servet gelişmesini önleyecek, hatta işsizliğe, satınalma gücünün azaltılmasına ve bu yüzden de üretimin daha da engellenmesine yol açacak, sermayenin daha da azaltılması hususunda her çeşit tehlike mevcuttur. Bugün sanayi ürünlerine ve ticarete zekât konması hususunda birkaç pratik zorluk bulunmaktadır: aa) Zekâtı servet vergisi olarak tarheden İslam devletinde gayrimüslim azınlıkların bulunduğunu düşünelim: Şüphesiz devlet sadece müslümanın servetini vergilendirecektir; zira gayrimüslimleri zekât ödemeye mecbur etmek itirazlara yol açacaktır. [1114] Bu da İslâm ticaret ve sanayiinin İslâm devletinde engeller içinde olması demektir. İslâm devleti ticaretlerini ve sanayilerini gayrimüslimlere devretmeye müslümanları zorlamış olacaktır. Şüphesiz bu da İslâm'ın en yüksek menfaatlerine aykırıdır. bb) Birinci durumun tam tersine nazarî İslâm devletimizde, gayrimüslim azınlığın hiç bulunmadığını düşünelim: Bu durumda benzer servet vergisini koymayan diğer ülkelere nispetle İslâm devleti kendi ticaret ve sanayiini handikaplara itecektir. Bu da İslâm devletinin öz ticaret ve sanayiini baskı altında tutmaya ve dünya pazarlarında, yabancı ülke ticaretini ve sanayii teşvikine kadar gidecektir. Yalnız bir tek halde sanayie servet vergisini koymak uygun olur: İşletmecilik şartları içinde eğer bir atelye ve sanayi bir sene çalışmadan kalırsa, ona servet vergisi koymak gerekir ve bu durumda o birikmiş servet muamelesi görür.” Mahmud Ahmed, halihazır islam ülkelerindeki sanayi ürünlerine ve ticarete zekât konup konmaması hususunda, yarınki şartların ne olacağım dikkate alarak bazı açıklamalar yapmaktadır. “Önceden göremediğimiz yarınki şartlarda sosyal ihtiyaçlar için gelir temini maksadıyla, ticarete ve sanayie servet vergisi koyma zaruretinin doğması mümkündür. Bu halde eskiden beri olagelen vergilendirme esaslarına dönmekten bizi alıkoyacak hiçbir şey yoktur. Bununla birlikte biz istikbal için spekülasyon yapacak değiliz; zira biz sadece günümüzün İslâm iktisat sistemi ile alâkalıyız. Ticaret ve sanayii devletin teşvik ve desteğine tamamen muhtaç olduğu bir devir olan İslam devletlerinde bulunan şartlarda, sanayide ve ticarette kullanılan sermayeye vergi koymak, halkın refahını son derece rencide edecektir.” Mahmud Ahmed, “sanayi ve ticarete konacak servet vergisi yerine devletin gelir vergisinden elde ettiklerinden ayrılacak bir pay üzerine zekât konması” görüşünü benimser. [1115] Gerçekten de bu görüş, üzerinde dikkatle durulmaya değer niteliktedir. Çünkü, ülkenin iktisadî ve sanayi şartlarına göre durum düzenlenebilir. Kira Geliri: Klasik hukukçular devrinde ev, apartman, daire, kat, dükkan, pasaj vb. mesken ve ticarî yerler ihtiyaca yetecek kadar olduğundan, onlara zekât düşmezdi; ancak bugün sayılan yerlerde zekâtın farz olma sebebi, onlar devrinde olmadığından, bu gibi yerler hakkında hüküm verdikleri genellikle söylenemez. Hatta, yeni hukukçuların belirttiği gibi, bugünkü şartlar onlar devrinde bulunsaydı, belki klasik hukukçular da zekâta tâbi olacağı görüşünü benimseyeceklerdi. [1116] Yeni hukukçulardan Muhammed Ebu Zehra, A.Hallaf, A.Hasen, M.A/Mannan, M.Şeltut, S.A.Sıddıki, Muhammed Ali ve Ö.N Bilmen'e göre, kiradaki mesken ve ticarî yerler zekâta tâbidir. [1117] Yeni hukukçular, görüşlerini şu şekilde açıklamaktadır: Esasında, bu şekilde bir hüküm vermek, klasik hukukçuların görüşleriyle bir çelişki meydana getirmez. Onlarla aradaki fark, görüşlerde değil, görüşlerin uygulanmasmdadır. Çünkü onlar devrinde bu gibi yerler, gelir getiren mallardan değildi, aslî ihtiyaçtan sayılırdı. Oysa bugün bu gibi yerler gelir getiren önemli birer kaynaktır, yani zekâtın farz olma sebebi kendilerinde gerçekleşmiştir. Bu sebeple, verilen hüküm, belki onlardan ilhamla çıkarılmıştır. Ayrıca, bu gibi yerlerden elde edilen gelir, topraktan elde edilen gelirin çok üstündedir. Toprağı kiraya verip gelir elde edenler ile bu yerleri kiraya verenler arasında gerçekte bir fark yoktur. Bu durumda, toprağa zekât yükleyip, evleri ve gelir getiren benzeri yerleri bu yükümlülüğün dışında tutmanın mantıkî bir sebebi yoktur. Bu, tarım topraklarına karşı bir haksızlık olacağı gibi, halkın bina sahibi olmayı, toprak sahibi olmaya tercih etmesine de sebep olacaktır. Bütün bunlar yanında, msl., köylerdeki evler gibi gelir getirmeyen ve özel mesken olarak kullanılan evler ile gelir için bir apartmanı bulunan birinin, kendi oturduğu evine zekât düşmez; zaten bunlarda zekâtın sebebi de gerçekleşmemiştir; aynı zamanda bunlar aslî ihtiyaçtan sayılırlar. LZK (m. 34), 1986 tarihli Sudan Zekât Kanunu (m. 29) ve Osman Hüseyn Abdullah'ın hazırladığı zekât kanun tasarısı (m. 21/1), gayri menkul sermaye iradını zekâta tâbi tutmuştur. 1983-4 tarihli Mısır zekât kanunu tasarısı ise bu görüşe katılmamış, onları zekât dışı tutmuştur. Suudi Arabistan'da 22.03.1394 (h.) tarihli fetvaya göre, otellerden elde edilip, nisab bulan ve havelân-ı havli dolduran gelir, tıpkı kira geliri gibi zekâta tâbidir. [1118] Ulaştırma Araçları: Ulaştırma işletmelerinden elde edilen gelir, zekâta tâbidir. Çünkü bu gibi gelir, zekâtın sebebi olan artıcılık vasfını tam manâsıyla taşımaktadır. [1119] Dün gelir getirmedikleri veya bulunmadıkları için sanayi ürünleri, apartman, ev kirası ile hisse senetlerine daha önceki devirîerde zekât farz kılınmamış ve bunlar, hukukçular tarafından zekâttan istisna tutulmuşlardır. Çünkü bunlar hakkında hukukçuların bir şey söylemesi veya özel olarak hepsinin isim ve cinslerini saymamasındaki gerekçe, eski devirlerde sanat aletleriyle evlerde henüz zekâtın sebebinin gerçekleşmemiş olmasıdır. Fakat günümüzde bu tür mallar, zekâtın sebebi olan artıcılık vasfını tam olarak taşımaktadırlar. Öyleyse dün gelir getirmeyen ve fakat çağımızda gelir getiren fabrikalar, evler ve hisse senetlerinin zekâta tâbi olduğunu söylemek, hukukçuların görüşlerini zorlamadan, onlara herhangi bir muhalefette bulunmadan ve bid'ate kaçmadan, hatta yalnızca klasik hukukçuların konuyla ilgili temel ilkelerini günümüz meselelerine uygulama şeklinde verilen bir hüküm demektir. Fabrikaların zekâta tâbi kılınması, sahibi tarafından kullanılan el sanatları vb.âletlerin vazifelerinin yerine getirilmesini ortadan kaldırmaz; berberin, marangozun vb.’nin kullandığı âletler kendi başlarına değil, onları kullanan sanatkârın çalışmasıyla gelir getirirler. Bu sebepten, onlar kendi başlarına artıcılık vasfı taşıyan sermaye sayılmaz. İşte bu sebeplerle ve fabrikaların kendi üretim araçlarının büyüyen aktifleri olarak kabul edilmesinden dolayı bir esnafın ve sanatkârın, msl., berber ve marangozun sahip olduğu ve kullandığı araçlar zekâtın dışında tutulmalıdır. Çünkü bunlar, bir esnaf ve sanatkâr için, temel araç ve gereçlerdir; belirtildiği gibi bunlarsız hiç bir gelir sağlanamaz. 1986 tarihli Sudan Zekât Kanunu (m. 29), nakit, ticaret malı ve ziraî ürün dışındaki gelir getiren malları, yani gayrimenkul sermaye iratlarını, çiftlik ve hayvan ürünlerini ve ulaşım araçları gelirlerini de safi gelir üzerinden zekâta tâbi tutar. [1110] Bkz. yukarıda 24 2. [1111] Bkz. yukarıda 25 3.2. [1112] Serahsî, Mebsut, c. II, s. 198; Yavuz, Y. V. Gelir Getiren Bina, Sanayi Tesisleri ve Diğer Malların Zekâtı, s. 29. [1113] Ayrıca bkz. ABT/ SAT (m. 4) Ebu Zehre-Şekerci, ZH, s. 70. [1114] Bkz. yukarıda 17 1 2. [1115] Ahmed, Ulam İktisadı, s. 140, 149-152, 153. [1116] Ebu Zehra, İslâm'da Sosyal Dayanışma, s. 168; Mannan, İslâm Ekonomisi, s. 402 [1117] İAK, m. 3; ABT/SAT, m.3. Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s. 339; Ahmed, İslâm İktisadı, s.151; Ebu Zehra, age, s. 168, 170; Mannan, age, s. 402; 399; Sıddıki, age, s. 62; Şeltut, Fetâvâ, 8. 130; Tabbara, Rûhu'd-Dîni'l-İslâmî, s. 338. [1118] Abdullah, Zekât, s. 81. [1119] İAK, m. 3 a. Kardavî, FZ, c. I, s. 505; Şeltut, age, s. 130. |