๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Mükayeseli İbadetler İlmihali => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 26 Ağustos 2012, 15:21:53



Konu Başlığı: Tarifenin Değiştirilmesi
Gönderen: Sümeyye üzerinde 26 Ağustos 2012, 15:21:53
29. Tarifenin Değiştirilmesi: [487]


Daha önce ifade edildiği gibi, Kur'ân-ı Kerîm'de zekâtın öde­necek miktarı konusunda özel ve rakama dayalı kesin bir açık­lama yapılmamıştır. Bu sükûta ve bazı tatbikata dayanarak, zekât oranlarının değiştirilebileceği ve özellikle de eksiltmekten çok art­tır ilabileceği görüşü ileriye sürülmektedir.

Özellikle M. Hamidullah, M. A. Mannan, M. Ahmed'in zik­rettiği Ebu'î-Kelâm Azad, Fazlu'r-Kahman ve Salih Tuğ bu mikta­rın değişmez olamayacağını savunmaktadırlar:

Zekât mevzularından elde edilen gelirin harcanacağı yerlerle ilgili olarak açık emirler veren Kur'ân-ı Kerîm'in, zekât miktarla­rına ait açık bir şekilde, ne kaide, ne miktar beyan etmemiş olması dikkate değer. Kur'ân-ı Kerîm'in bu sükûtu, Hz. Peygamber'in ve O'nun yakın haleflerinin âdetlerine titizlikle uyarak hükümete halkın faydasına ve refahına göre gelir hükümlerini değiştirmekte geniş bir serbestlik bıraktığı şeklinde tefsir edilebilir. Hatta bunu, konu hakkında İslâm'ın elastikiyeti olarak anlayabiliriz. Bu se­beple, Hz. Peygamber zamanındaki zekât tarifelerine kesin ve de­ğişmez gözüyle bakılamaz. Hz. Peygamber'in tespit etmiş olduğu vergi mevzularının ve miktarlarının asgarî sınırlar olduğu söyle­nebilir. Hz. Peygamber, zekât mevzularının oranlarını “kendi ce­miyeti için ve kendi gününde mevcut ekonomi çeşidi için” uygula­mıştır. Bu şekil teferruatı, sosyal ve ekonomik şartlardaki değiş­meyle değişebilir. Bizzat Hz. Peygamber muhtelif vesilelerle deği­şik nispetler tayin etmiştir. Msl., diğer dinlere tanıdığı bazı muafi­yetlerle beraber, Taif ahalisini zekâttan muaf tuttuğunu biliyoruz. [488] İslâm Peygamberi ve Halifeler devrinde yegâne vergi, zekât idi. Hz. Peygamber zamanında gümrük resmi olarak yabancı kervan reisleri, bir ondalık ödemeye başladılar. İkinci Halife Ömer, ya­bancıların bu vergisini Medine'ye dışardan getirilen bazı gıda maddeleri için yarıya indirdi. Hz. Ömer gibi yüksek bir otoritenin bu misali bize İslâm'ın malî siyasetinin derunî prensiplerine nüfuz etmek imkânını bahşeder. [489] Özellikle Hz. Ömer zamanında sahabe zekât nispetleri üzerinde düşündüler ve bugünkü nispetleri tayin et­tiler. Hz. Peygamber'in sağlığında da, msl., yabancı tehdidine karşı ülke müdafası için halkı fevkalade yardımlara çağırmak mecburiyeti hasıl olurdu. İşte bu uygulamalara dayanarak klasik hukuk­çular, msl. İbn Hazm, hükümetin âfât manasmdaki en-neva'ib de­nen ve tam manasıyla geçicilik vasfı taşıyan yeni vergiler tarhetmesinin yahut buhran boyunca vergi nispetinin yükseltilmesinin mümkün olduğu neticesine varmıştır. Çünkü Hz. Peygamber'in tespit ettiği nispetler, asgarî hadlerdir. Kuraklık ve açlık gibi içti­maî hayatı tehdid eden hallerde, asgari geçim miktarı (seddu'r-ramk) kendilerine bırakılmak ve istisna edilmek suretiyle, zen­ginlerin bütün mallarını içine alan ve bu mallara eşit bir vergi konabilir. Bu vergi memleketin ihtiyaç sahibi olan fakirleri ara­sında taksim edilebilir. [490] Hukukçular görüşlerini ileri sürerken, şu hadiseye de dayanmaktadırlar: Askeri bir sefer esnasında Me­dine'den uzakta bulunduğu bir sırada, birliğe ait yiyecekler tama­men tükendi. Hz. Peygamber kendisinde azık olarak bir parça ek­mek, birkaç hurma vb. bulunan herkesin bunları getirmesini em­retti. Bu emri, istisnasız herkes yerine getirdi. Sonra Hz. Peygam­ber bu yiyecekleri eşit şekilde aralarında dağıttı. [491]

Kur'ân-ı Kerîm'in vergi mevzuları ve onların nispetleri hak­kındaki sükûtu, hukukçuların çıkardıkları neticeyi teyid eder. Öy­leyse klasik hukuk kitaplarında nakledilen nispetler farz olarak tayin edilmiş değildir. Bilakis ictihad konusudur. Ekonomik şart­lara ve her asırdaki cemiyetin ihtiyaçlarına ve bölgelerine göre bir nispeti tayin etmek devletin vazifesidir.

Konumuzla ilgili olarak M. A. Mannan'ın çağdaş iktisadî hayat açısından açıklamasını dikkatle inceleyelim: “Günümüz müslüman dünyasının hemen her yerinde, bütün dünyada olduğu gibi, yükselen fiyatlar problemiyle karşılaşmaktayız. Sebeplerin ayrıntılarına girmeksizin, zekât gelirlerinin satmalına gücünün fiyat yükselmeleri sırasında düştüğü ve zekât almaya hak kazan­mış olan yoksulların güç durumda kalacağı söylenebilir. Bu se­beple, vergilenen malların ve vergi oranlarının değişen şartlarla birlikte değişmeyeceğine inanmak için bir sebep yoktur. Çünkü İs­lâm'ın ictihad kapısı daima açıktır, kapanmamıştır. Zekât oranla­rının klasik hukuk kitaplarındaki gibi aynen kabul edilmesine karşı, zekâtın özünü ve manasını gözönünde tutarak dünyanın he­men hemen bütün müslüman ülkelerinin ekonomisinde görülen enflasyonist eğilimler karşısında İslâm devletinin zekâtın oranı­nın tespit edilmesine esneklik getirebileceği kanaatini taşımakta­yız. Burada, zekât oranının gerçek manada değil, parayla ilgili manada değişmesini amaçlamaktayım. Msl., yirmi yıl önce bir ki­şinin iki buçuk riyale on kilo pirinç alabildiğini düşünelim: Eğer bugün aynı parayla yarım kilo pirinç alınabiliyorsa bu ne demek­tir. Bu durumda paranın değerindeki yüzde elli oranındaki azalma, zekât oranının yüzde elli arttırılmasını haklı kılar. Eğer buna izin verilmezse, zekâtın tahsil amacı, gerçekleşmemiş olur. Çünkü paranın kendisi bir değer taşımaz, o bir değişim değeri taşı­dığı için değerlidir. Bu sebeple, eğer mevcut zekât oranının değişim değeri sıfıra inerse, zekâtın sosyal adaleti sağlamak açısından taşıdığı önem kaybolacaktır. Öyleyse, fiyatların yükseldiği dönem­lerde zekât gelirinin satmalına gücü düştüğünden ve zekâttan pay alan yoksullara daha sınırlı bir gerçek gelir aktarımı sözkonusu olacağından, zekât oranının daha esnek bir çerçeve içinde düzen­lenmesi gerekir. Esasen zekât, bir amaç değil, amaca götüren bir araçtır. Bu sebeple, zekâtın özü, ayrıntılı kurallarında değil, varo­luş amaçlarında aranmalıdır.” [492]

Mahmud Ahmed ise şunları söylüyor:

“Her zaman için sabit ve değişmeyen olayın, zekât prensibi olduğu, şekil teferruatının ise öyle olmadığı açıkça anlaşılmalıdır. Şüphesiz müslümanlar bu halde mutlak olarak Kur'ân-ı Kerîm'in ruhuna uygun hareket edeceklerdir. Ayrıca, Cenab-ı Hakk el-Bakara: 2/177 âyetinde şekille­rin mühim olmadığını beyan eder. Takva ve taat, yüzümüzü doğuya ve batıya çevirmekte değildir, prensipler mühimdir. Bazı maksat­larla muntazam olarak yardımlarda bulunmamız icabetmektedir. Hangi maksada, hangi şekil uyarsa biz onu kabul edeceğiz.” M. Ahmed,

“İbn Hazm'in Hz. Ali'den naklettiği görüşü teyid edici ola­rak zikreder ve Hz. Ali'den belirttiği gibi zenginlerin daima fakir­lerin ihtiyacına yetecek nispette” ödemede bulunmaları hususunun, ölümsüz bir zekât prensibi olacağını benimser. [493]

İslâm vergi hukukunun ortaya çıkışını inceleyen Salih Tuğ'un açıklaması ise şöyledir:

“Peygamber'in vazettiği bu nispetler değiştirilebilir mi? Bu değiştirme arttırma şeklinde mi olur, yoksa eksiltme şeklinde mi? Bu suallerin cevaplarını biz, bizzat Hz. Pey­gamber'in kendi ifadelerinde ve tatbikatında bulabilmekteyiz. Yazmış olduğu mektuplarda bu mesele, resmen ele alınmaktadır; bunlardan biri Yemen'de Hemdan'a yazılan yazıdır. Burada vergi mevzuları ve nispetleri gösterildikten sonra,

“Kim ki iyi bir şekilde bu nispeti fazlalaştırır, bu onun için hayırlıdır” demektedir. Yine, kendisine zekâttan başka belli ve muayyen bir malî mükellefiyet olup olmadığının sorulması üzerine:

“Hayır, yoktur, fakat sen tatavvu' olarak ziyade edebilirsin” tarzında bir cevap vermektedir. [494] Bunlardan ayrı olarak Hz. Peygamber, umumî mahiyette mallar üzerinde zekâttan ayrı bir hakkın bulunduğunu müteaddit hadisle­rinde belirtmiş bulunmaktadır. [495] Bu hadisler ve ayrıca Halife Ömer ve Osman devirlerinde vergi nispetleri sahasında girişilmiş olan bizi teyit eder mahiyetteki tatbikat mevacehesinde, Hz. Peygamber'in muhtelif resmî yazılarında rakam olarak gösterilen vergi nispetleri kati ve nihaî mahiyette de olmamakta ve

(1) Fertler re'sen,

(2) Devlet başkanı takdir yetkisini kullanarak, vazedilmiş vergi nispetlerini aşmaktadırlar. Yine bu hadisler karşısında biz, Hz. Peygamber'in tespit etmiş olduğu vergilerin ve bunlara ait nis­petlerin asgarî hadler olduğu neticesini çıkarabiliriz. Filhakika, sonraki devre mensup klasik müellifler de bunun böyle olduğunu eserlerinde zikretmiş ve ileri sürmüş bulunmaktadırlar. [496] Vergi nispetleri sahasında gösterilmeye değer diğer bir vakıa da Hz. Ömer'in Benu Tağlib kabilesine çifte sadaka, yani zekâtın iki katı cizye yüklemesidir.” [497]

Zekâtla ilgili iki ciltlik geniş bir araştırması bulunan çağdaş hukukçulardan Yusuf Kardavî ise, mütehassıs olmayan bazı çağdaş araştırıcıların, ekonomik şartların gelişmesi ve değişmesine para­lel olarak, hükümetlerin arttırabilmesi için zekât oranlarının ye­niden gözden geçirilmesi gerektiğini savunduklarını belirttikten sonra, kendi görüşünün aşağıdaki gerekçeyle oranların sabit kal­ması yolunda olduğunu açıklar: [498]

“1) Bu görüş, açık naslara ve Raşid Halifelerin uygulama­sına aykırıdır.

2) Ondört asırdan beri çeşitli siyasî ve iktisadî hal ve şart­larda olanca malî sıkıntıya rağmen zekât oranlarının arttırılması gerektiğini savunan çıkmamış, bu da bir icma-ı ümmet meydana getirmiştir. Oranların arttırılmasını  savunmak, bu icmaa karşı çıkmak demektir.

3) Hukukçular malda zekâttan başka hak bulunup bulunma­dığı konusunda eskiden beri ihtilaf etmiştir. [499] Zekât oranlarının arttırılması mümkün olsaydı, böyle bir ihtilaf bulunmazdı. Bu ihti­laf da, oranların her iki tarafça sabit olduğunu, meselenin ihtiyaç olunca malda zekâttan başka hak bulunup bulunmadığını gösterir. Böylelikle bu ihtilaf, aynı zamanda yukarıdaki icmaı pekiştirir.

4) Kıyası en çok kullanan Hanefî Mezhebi bile, miktarlarda kıyasın geçersizliğini savunur, hal böyleyken nas ve icmayla sabit olan oranlar nasıl arttırılabilir?

5) Zekât her şeyden önce dinî bir farzdır, İslâm'ın beş rük­nünden biridir. Bu vasfıyla o, sabit olma, ebedîlik ve birlik özellik­lerini taşır. Sosyal ve iktisadî hal ve şartlara bağh olarak arttırıl­masını savunmak onun bu özelliklerini yokeder. Çünkü bir devlet, oranı % 20, öbürü % 30 vb. yapacaktır. Bu ise, bütün asırlar ve bölge­ler için müslümanlarm birliğini ortadan kaldıracaktır.

6) Oranların arttırılmasını savunan, onların azaltılmasını; azaltılmasını savunan, tamamen kaldırılmasını da   savunabilir. Öyle asır gelir ki, devletin refahı ve malî kaynakları büyük oranda artar (msl., petrol böyledir), bu durumda arttırılmasını sa­vunanların, belli oranların eksiltilmesini, hatta zekâtın tamamen kaldırılmasını savunması gerekir. Bu ise, zekâtın sabit bir ibadet, daimî bir prensip olması itibarıyla mana ve hakikatini yokeder. Bir arttırmak, bir eksiltmek suretiyle devlet yöneticilerinin elinde oyuncak haline gelir.

7) Bu kapıyı açmak İslâm talimatının ve hükümlerinin bütü­nüyle değiştirilmesine götürür. Devletin ihtiyaçlarını   gidermek için, ihtiyaç miktarında ve maksadı gerçekleştirecek başka vergi­ler koyması en uygun çözüm yoludur.” [500] Kanaatimizce, Yusuf Kardavî'nin fikrine katılıp, ibadet vas­fını taşıyan ve cemiyet şuurunda böylece yerleşmiş bulunan zekâtın oranını yükseltmektense, ihtiyaç duyulduğunda yeni vergiler koy­mak daha elverişli bir yol olabilir. İslâm Hukuk Felsefesi'nde -bir hukuk kaynağı olarak- önemli bir yer tutan örf ve âdet, devletin ge­lirleri konusunda da kendini gösterebilir. Haddizatında tarihî ge­lişme ve uygulama da bu tarzda olmuştur. [501]

Bunlara ek olarak şunu da belirtmeliyiz ki, modern vergi hu­kuku açısından, vergide miktar ve oran konusunda itidal, yani öl­çülü olma ve vergi ödeme gücü problemi ayrı bir önem arzeder. Ma­liye politikası bakımından da yararlı olan “vergide ölçülü olmayı” sağlamak için devletin;

1) Vergi oranlarında mükellefin ödeme gücünün üstüne çık­mamasına,

2) Adalet prensibine bağlı kalınmasına,

3) Verimin gözönünde tutulmasına,

4) Ekonomik şartlara uyulmasına, dikkat etmesi gerekir. Oranın yüksekliği şikâyetlere ve ada­let bakımından haksızlıklara yol açar. Verginin arttırılması daha hassas bir meseledir. Oranm yükseltilmesi; vergiye karşı direnişin doğmasına, vergi esnekliğinin ve gelirinin azalmasına imkân verir. Vergi oranının artması, ekonomik hayatın gelişmesine de uygun olmalıdır. Aksi halde üretim gücü azalır; bunun sonucu, iş­sizlik baş gösterir ve bir takım sosyal problemler ortaya çıkar. Ver­gilerin çoğalması, kamu hizmetlerindeki artışın ve genişlemenin bir sonucu olduğu gibi, gelirler arttıkça vergi nispetlerinin yüksel­tilmesi (müterakki vergi) de, sosyal adaleti gerçekleştirmenin bir aracı olarak kabul edilmektedir. [502]




[487] Ahmed, İslâm İktisadı, s. 143-144; Fazlu'r-Rahman, İslâm ve iktisadî Adalet, s. 3, 32; Hamidullah, İslâm'a Giriş,  s.113-114; Hamidullah, İslâm'ın Hukuk İlmine Yardımları, s. 68-69; Hamidullah, İslâm Peygamberi, c. II, s. 217-219; Mannan, İslâm Ekonomisi, s. 403-404, 416, 425; Tuğ, İslâm Vergi Hukuku, s. 65-71.

[488] Ebu Davud: Sünen,  19; Hamidullah, el-Vesa'iku's-Siyasiyye, No: 181-182; Hamidullah, İslâm Peygamberi, c. II, s. 217.

[489] Ebu Ubeyd, Emval, H. No: 1660; Hamidullah, İslâm'ın Hukuk İlmine Yardımları, s. 68; Hamidullah, islâm Peygamberi, c. II, s. 217.

[490] îbn Hazm, el-Muhalla, c. VI, s, 156; Hamidullah, islâm Peygamberi, c. II, s. 217; Hamidullah, Modern İktisat ve İslâm, s. 49; Nevevî, Riyazu's-Salihin, H. No: 7, 584, 588, 590.

[491] Tuğ, age, s. 65; Hamidullah, İslâm Peygamberi, c. II, a. 219.

[492] Mannan, İslâm Ekonomisi, s. 403-404, 416, 425.

[493] îbn Hazm, el-Muhalla, c. VI, s. 158; Ahmed, İslâm İktisadı, s. 144. Hz. Ömer'in bunu destekleyen görüşü için bkz. Yavuz, İZM, s. 411. Atâ ve Ebu Ubeyd'in de bu görüşte oldukları nakledilir, bkz. aşağıda 113.3.2.

[494] Buharî: Zekât, 24; Nevevî, Riyazu's-Salihin, H. No: 7, 584-590.

[495] Darimî: Zekât, 13; Tirmizî: Zekât, 27.

[496] Bkz. yukarıda 11.

[497] Tuğ, İslâm Vergi Hukuku, s. 70-71.

[498] Kardavî, FZ, c. I, s. 244-246.

[499] Bkz. yukarıda 11.

[500] Zekât oranının arttırılmasını savunanlardan birinin Fazlurrahman olduğunu belirten Kardavî, onun Eyüp Han devrinin İslâm Araştırmaları Komisyonu başkanlığını işgal yaptığını, iktisatçılara uyarak nisabın 2939 Pakistan robiyesi olmasını da savunduğunu, bu fikirlerinin   Pakistan'da büyük tepkiler yarattığını, ülke  uleraasınca görüşünün reddedildiğini ve hatalı bulunduğunu anlatır. Buna el-Benuri'nin Mecelletu'l-Ba'si'l-İslâmî (c. XII, s. 2)'deki makalesi örnektir. Kardavî, inancının bozukluğu dolayısıyla, bu cesur profesörün daha sonra   vazifesinden uzaklaştırıldığını belirtir. (Fazlurrahman'ın bu konudaki görüşleri için bkz. Fazlu'r-Rahman, İslâmiyet ve İktisadî Adalet, s. 32).

Burada hemen belirtmeliyiz ki, zekât oralarının arttırılması sadecev Fazlu'r-Rahman tarafından savunulmamıştır, az önce de geçtiği gibi bunlar arasında M. A. Mannan, M. Hamidullah, M. Ahmcd de bulunmaktadır. Bu konudaki görüşünü paylaşmakla birlikte Kardavi'nin, sadece Fazlurrahman'a bakarak -bu bile tartışılabilir- bu görüşü savunanların mütehassıs olmadıklarını belirtmesi yanlıştır; kaldı ki, bizzat kendisi Hamidullah için "allâme" demektedir (Kardavî, FZ, c. I, s. 90).

[501] Debbağoğlu, A-, İslâm İktisadına Giriş, s. 343; Kardavî, FZ, c. I, s. 246.

[502] Bilge, Hukuk Başlangıcı, s. 209.