Konu Başlığı: Ortak Malda Zekâtın Birlikte Ödenmesi Gönderen: Sümeyye üzerinde 27 Ağustos 2012, 13:46:21 Ortak Malda Zekâtın Birlikte Ödenmesi: a) eş-Şafiî'ye göre, ortakların her biri için nisab şart değildir. Ortak mülkiyete bakılmaksızın, tek kişinin mülkiyetindeynıiş gibi malların bütünü dikkate alınarak zekât birlikte ödenir. b) Malik'e göre, ortak mallarda zekât birlikte ödenir, ancak ortakların her biri için nisap şarttır. İbn Rüşd'e göre, ortak inallar konusundaki bu görüşlerden hayvan ortaklığında ikinci görüş tercihe şayandır, fakat bunun dışında nisabın bir kişiye ait olması zekâtın ruhuna daha uygundur. Şirketlerin veya genel olarak tüzel kişilerin zekât mükellefliği konusu, günümüzde de hem teorik, hem de mevzuat çalışmaları açısından tartışmalıdır[414]. Yusuf Kardavî'ye göre, zekât idaresi ihtiyaç duyunca, şirketlerin zekâtı için eş-Şafiî'nin görüşü tercih edilebilir. Muhammed Ebu Zehra, zekâtın (sınaî) şirketlerden alınacağını, ortakların zekât ödemeyeceğini benimsemektedir. Çünkü zekât, onlara gelenden mahsub edilmiştir. Gelir onlara safi olarak ulaşır. Nitekim, Ebu Zehra'nın başkanlığında hazırlanan 1948 tarihli zekât kanunu tasarısı, ticarî olsun, sınaî olsun, şirketlerin sermayelerini ve hisselerini zekât konusu yapmıştır. Suudi Arabistan'da bütün anonim ve zekât mükellefi olan diğer şirketlerden zekât tahsil edilmektedir. [415] Bütün ticarî ve sınaî şirketler, 393 sayılı Zekât Kararnamesi (Lâihatu'z-Zekât) gereğince, ödemesi gerekli zekâtı belirlemek üzere muntazam muhasebe defterleri tutmakla yükümlüdür. 1986 tarihli Sudan Demokratik Cumhuriyeti Zekât Kanunu (m. 12), “kişi” tabirini kullanarak zekât mükellefini belirtir. Bu, tüzel kişileri de içerir; malikler birden çok olunca veya mülk, tek bir mülk kabul edilebilecek biçimde karışınca, nisabı bulduğu takdirde tek bir mülk gibi zekât ödeneceği anlamına gelir. Bu anlayış, özellikle şirketler, ortaklıklar, şayi mülkiyet ve aile mülkiyetine uygulanır. Kuveyt'te de kamu ve özel sektör şirketlerinin zekât mükellefi olacağına dair bir tasarı bulunmaktaydı. Buna göre, ortaklarından biri müslüman olduğu ve sermayesi belli bir miktarı (yarım milyon dinarı) aştığı takdirde, Kuveyt'te iş yapan şirketler zekât mükellefidir. Osman Huseyn Abdullah'ın hazırladığı zekât kanunu tasarısı (m. 2/3, 11/3) da, şirketlerin gerçek kişiler gibi işlem göreceğini, zekâtı müdür veya başka sorumlunun ödeyeceğini ve bir maldan iki kez zekât ödenmeyeceğini düzenlemiştir. . Hukukî mevzuat elverdiği takdirde, bizzat şirketler de bu konuda iç düzenleme yapabilirler. Nitekim, Mısır'da 1977'de kabul edilen 48 sayılı Faysal İslâm Bankası Kanunu (m, 3), bankanın, bütün işlem ve faaliyetlerde, özellikle faizli muamelenin haramlığı ve şer'an gerekli zekâtın ödenmesinde, İslama bağlı kalacağını öngörür. Bankanın ödediği zekât, üretim giderlerinden kabul edilir. Zekâtın ödenmesi ve şer'î yerlere harcanması işlemini, Ezher şeyhi ile Vakıflar Bakanı yürütür. [416] Yine Mısır'da, 1980'de 115 numaralı kararla kurulan Milletlerarası İslâm Üretim ve Yatırım Bankası'nın kuruluş sözleşmesinin 52. maddesi, bütün genel masraflar ve zekâtın da içinde yer aldığı diğer giderler çıkarıldıktan sonra şirketin yıllık safi gelirinin dağıtılmasını düzenlemiştir. Buna karşılık, Mısır'da 1983-1984 tarihinde hazırlanan zekât kanunu tasarısı (m. 2), Hanefi Mezhebinin yolundan giderek, ortak malda zekâtın her ortağın malik olduğu ölçüde ödeneceğini benimsemiştir. Böylelikle, bu tasarının, şirketin ve genel olarak tüzel kişilerin zekât mükellefi olmasını kabul etmediği anlaşılır. 2- Nisap: Kavram: Sözlükte “dikilen ve konan işaret, sınır” manasına gelen “nisab”, hukuk dilinde “Zekâtın farz olması için tespitedilen en az miktar” demektir. “Nisabı, Asgari Geçim İndirimi veya özellikle Zekâtın İstisna Sınırı olarak da ifade etmek mümkündür. Nisap, kişiyi zengin kılar ve ona bazı mükellefi iki er yükler. Nisaptan az malı olanlar, zengin sayılmaz ve onların bu malları nisabı bulana kadar aslî ihtiyaç olmakta devam eder. Buna göre nisap, temel ihtiyaç fazlası olma durumuyla yakından ilgilidir. Nisap ile bir asgarî hayat standardı çizgisi çizilmiş olmaktadır. Bu çizginin üstünde kalanların bir çeşit sosyal güvenlik vergisi mükellefi olmaları, gerek vergileme prensipleri açısından, gerekse sosyal güvenlik prensipleri açısından son derece uygundur. Modern denilen vergileme prensipleri içinde de daima bir istisna haddi sözkonusudur. Bu had, gelir vergisinde asgari geçim indirimi [417] şeklinde uygulanmaktadır. Asgari geçim indirimi seviyesi ile fitre ve zekâttaki hayat standardı çizgisi, birbirinden çok farklıdır. Burada, önemli olan, herkesin mükellef olması değil, belirli bir ekonomik güce ulaşmış olanların vergi mükellefi olmasıdır ki, bu bakımdan, fitre ve zekâtta çizilen çizgiyi, çok daha modern ve çok daha makul saymamız gerekir. Çünkü hiçbir mal varlığı olmayan asgari ücretli bir kimseyi vergi ödemeye mecbur tutan bugünkü sistemimiz, bu insanın ilelebet değil bir dikili ağaç, evine bir halı bile almasına imkân vermez. Zira asgari ücret, -aileyi de dikkate almadan- insanın sadece tüketim ihtiyaçlarını karşılamaya yeter asgari geliri belirlemektedir. Bunun tamamen vergiden müstesna tutulması da, maksadı sağlamaya yetmez. İnsandan vergiyi, belirli bir varlık birikimine/asgari/sahip olduktan sonra ve belirli bir geliri aşmak şartıyla almak gerekir. İşte bu nokta da, ancak İslâmiyet'in ruhu içinde çizilen asgari hayat standardı çizgisinin üstüne çıkabilenleri mükellef saymak suretiyle gerçekleştirilmiş olmaktadır. Vergide iktidar (ödeme gücü) [418] bakımından ele aldığımız zaman, gerçekten vergi ödeme gücü, kanaatimizce, ancak ferdin gelir ve varlığını birlikte mütala etmekle çizilebilir. Hele bu vergi, bir sosyal güvenlik vergisi ise mutlaka varlık ve gelirin beraber ele alınması gerekir. Sahibi bulunduğu sosyal meskeni yanan bir aile reisinin, ancak ortalama bir kirayı içine aldığı kabul ve farz edilen bir asgari ücretle, yeniden ev sahibi olması mümkün olmadığı gibi, aynı ücrete sahip fakat ev sahibi olan diğer bir kimseyle aynı vergi ödeme gücüne sahip, olduğu da iddia edilemez, işte modern vergileme prensibi içinde düşünülememiş veya tatbik edilememiş olan bu husus, zekâtta çizilen asgari sınır ile tam olarak gerçekleştirilmiştir. Hangi seviyede ekonomik gücü olanların vergi mükellefi sayılması gerektiği hususu, günümüzde, bilhassa Türkiye'de çok tartışılmaktadır. İslâmî düşüncenin getirdiği varlık da asgariyi dikkate almadan yapılacak vergi reformlarının modern olamayacağı açıktır.” [419] Şart Olması: [420] Cumhur'a göre, bütün zekât mevzuları için nisaba ulaşmak şarttır, ancak bazı hukukçular ziraat ürünlerinde nisap aranmayacağı görüşündedirler: a) Cumhur ile Ebu Hanife'nin görüşünü birleştirmeye çalışan Davud ez-Zahirî'ye göre, sadece ölçüye giren ürünlerde nisap aranır, -pamuk, za'feran, yeşillikler gibi- ölçüye girmeyenlerde bu şart aranmaz. b) Zeydiye Mezhebinden el-Bakır ve en-Nasır'a göre, hurma, üzüm, buğday ve arpa için nisap şartı aranır, diğerlerinde ise nisabı bulmak gerekmez. c) İbn Abbas, Zeyd b. Ali, Nehaî, Ebu Hanife, -bir nakilde- Atâ, Mücahid, Hammad b. Ebi Süleyman ve Ömer b. Abdilaziz'e göre, öşür ödemek için elde edilen ürünün nisabı doldurması şart değildir; ürün az olsun, çok olsun zekâta tâbidir. Bunlardan Ebu Hanife, zekâta tâbi malların cinsinde de, miktarında da nasların mutlak ve umumiliğine dayanmıştır Cumhur'un görüşünün tercih edilmesi, şüphesiz zekâtın ruhunu daha iyi yansıtır. Çünkü zekât, zenginden fakire uzanan bir çeşit yardımdır. Zenginlik ise, belli bir servetle gerçekleşir. Birikim ve üretimden zekât alınabilmesi için belli bir birikim ve üretim seviyesine ulaşmak gerekir. Bu seviye yoksulluk çizgisinin üstünde bir seviyedir ve Kur'ân'da belirtilmemiş, zaman ve mekana bırakılmıştır. Kur'ân-ı Kerîm'de bu seviye, yoksulluk çizgisinin üstü olarak belirlenmiş, başka hiç bir maddî ölçüye yer verilmemek suretiyle zamana ve mekana göre değişebileceği gerçeği gün gibi aşikâr kılınmıştır. Gerçekten, “yoksula, muhtaca.., verin” emri içinde zamana ve mekana göre değişmesi gereken bir asgari geçim seviyesi gizlidir. İslâmiyet'in ilk döneminde ve dört halife devrinde bu çizgi hadislere göre tatbik edilmiştir. Çizginin bir ülkedeki hayat sıtandardı ile yakından ilgili olduğu, zekâtın varlık ve üretime dayalı olmasından kolaylıkla anlaşılabilir. Bu seviye de, ekonomik gelişmeye paralel olarak, devamlı yükselen bir seviyedir. Zekât, bu yükselişi, bütün cemiyete yaymak gibi, son derece önemli bir rol oynamaktadır. Yoksulluk çizgisinin üstünde olan bu çizgi, günümüzdeki asgari ücret ve asgari geçim seviyesi gibi çizgilerden farklıdır. Bu farklılık, asgarî ücreti ve asgarî geçimin, sadece gelire nispetle ifade edilmiş çizgiler olmasındandır. Zekât ise, sadece üretim (yani gelir) değil, aynı zamanda varlıkla da ilgilidir. Bu sebeple, zenginlik çizgisi de diyebileceğimiz bu asgari hayat standardı çizgisini çizmek çok daha zordur. Yeterlilik çizgisi varlıkla ilgili olarak, eskiye kıyasla çizilmez. Çünkü günümüzde varlık veya sermaye unsurları son derece çeşitlenmiştir. Sadece altın, gümüş ve hayvandan ibaret değildir. Varlığa dahil taşınır ve taşınmaz malların bir kısmı da sermaye malı vasfında değildir. Dolayısıyla, sermaye malı vasfında olmayan ve hemen hemen hudutsuz çeşidi olan değerlerin hangileri ve ne kadarı zenginlik çizgisinin altında tutulacaktır ve çizginin gerçek seviyesini bulmak için bunlara asgari ne kadar sermaye malı eklemek gerekecektir? Bu sorunun cevabı nasıl verilirse verilsin, netice itibarıyla bir “kabul”den ibarettir. Konuyu uzun uzun tartışmak, daima mümkündür ve tartışmaya da açmak gerektir. İnsanın asgari ihtiyaçlarını, sadece belirli bir gelir seviyesi ile karşılamaya imkân yoktur. İnsanoğlu, istihlakinden arttırdığı gelirinin bir kısmı ile ailesine zaruri olan dayanıklı tüketim mallarını alır ve ev-bağ sahibi olmaya çalışır. O halde bir tek çizgi ile asgariyi çizmek daima yanlıştır. Bu sebepledir ki, İslâm hukuku, her iki asgariyi birden dikkate almaktadır: Varlık unsurlarına yapılan ilavelerin bir kısmı iddihar edilen değerler olabilir, bir kısmı dayanıklı tüketim malları (lüks), bir kısmı da istihdamı mümkün istihsal malları olabilir. Hangi gruba girerse girsin varlık çizgisi seviyesini geçen varlık unsurları zekâta tâbi olmaktadır. Gelirden servete aktarılan 'üzerinden bir yıl geçen ve iktisadî hayata dahil edilmeyen altın, gümüş, para, mücevher.., gibi unsurlar sadece zekâta tâbi olmakla kalmaz, aynı zamanda gösteriş istihlakinin, israf ve lüksün sebebini de teşkil eder. Bu ise, ideal müslüman tipinin hayat tarzına ters düşen bir durumdur. O halde zekât, fakirlik çizgisinin üstünde bir seviyeden itibaren alınıp verilebilmektedir. Böylece insanların aile, mal, mülk ve eşya sahibi olmaları teşvik edilmekte, fakat harcamalarının lüks ve israftan uzak tutulması sağlanmaktadır. Ölçüsü: Klasik Devir İçin Nisabın Ölçüsü: Nisabın miktarıyla ilgili olarak Kur'ân-ı Kerîm'de herhangi bir emir yoktur. Bu miktar, sadece A'raf: 7/199, Furkan: 25/67 ve Bakara: 2/219 âyetlerinde “el-Afv,” yani mükellefin ihtiyaç fazlası, gibi çok umumî bir ifadeyle açıklanmıştır. [421] Konuya açıklık kazandıran hadisler ve Hz. Peygamber'in uygulaması [422] ile bunlar ışığında ileriye sürülen hukukçuların görüşleridir. Bu miktarlar, günümüzdeki karşılıklarıyla aşağıdaki tabloda gösterilmiştir. [414] Abdullah, Zekât, s. 87-89, 201, 205. [415] 05.01.1383 tarihli ferman. [416] Dr. Muhammed Abdulhaüm'in Mecelletu'd-Dîrâsâti't-Ticariyye (bi-Camiati'l-Ezher)'de (sayı: 4, 1984), İslâm bankalarının zekât fonuyla ilgili muhasebe ve tartışması organizasyonuna dair bir incelemesi vardır. Özeti için bkz. Abdullah, Zekât, s. 200-201. [417] Bkz. yukarıda 7.2.1. [418] Bkz. yukarıda 7.2.1. [419] Yazgan, Turan, Sosyal Güvenlik Açısından Zekât, s. 45-47. [420] Debusî, Esrar, c. I, v. 132-a; Bilmen, HFK, c. IV, s. 81; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 242; İbnu'l-Munzir, Kitabu'l-İcma, s. 32; Kardavî, FZ, c. I, -s. 36ı-362. Ayrıca bkz. aşağıda 81-II. l. B.b. [421] Bkz. aşağıda 25.3. [422] Buharı: Zekât., 32; Müslim, Zekât, 1; Malik, Zekâl, 1, 2; Kardavî, FZ, c. I, s. 261; Yavuz, İZM, s. 170-171; Diyanet İşleri Başkanlığı 26.11.181 tarih ve 7 sayılı genelgesi. |