๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Mükayeseli İbadetler İlmihali => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 20 Ekim 2012, 15:06:00



Konu Başlığı: Mezheplere Ayrılmanın Hükmü
Gönderen: Sümeyye üzerinde 20 Ekim 2012, 15:06:00
Mezheplere Ayrılmanın Hükmü[42]

İslâm dini tevhid dinidir. Tevhid, her şeyden önce, Allah Tealayı zâtında ve sıfatlarında bir ve tek kabul etmek, zâtında ve sıfatlarında O'na ortak koşmamak mânâsına gelir. Bunun yanında İslâm Dini mensuplarının birlik ve beraberlik içinde olmaları, ırk, dil, bölge vb. âmillerle ayrılıp parçalanmamaları da tevhidin icaplarındandır. Kur'ân-ı Kerîm bunu em­retmiş,[43] Rasul-i Ekrem Efendimiz de hayatı boyunca, fiil ve hareketleriy­le İslâm birliğini muhafaza etmeye çalıştığı gibi, birliğin devam ettirilme­sini birçok hâdisleriyle tenbih ve tekit etmiştir.

Bununla beraber Resulullah'ın vefatından sonra müslümanlar ara­sında ihtilafların ortaya çıktığı ve neticede bazı mezhep ve fırkaların doğ­duğu tarihî bir vakıadır.

İnsanlar arasındaki fikri ihtilaf bazı sınırlar dahilinde tabiî karşılanabilirse de içtimaî ayrılıklar, cemiyet bünyesini sarsacağı, müslüman topluluğu parçalara ayırıp güç ve kuvvetini zaafa uğratacağı için hiç şüp­he yok ki haramdır. Bilindiği üzere, İslâm dininde birliği esas alan iman sahasından başlamak üzere, çok sayıdaki ibadet şekilleri cemaat şuurunu uyandırıp devam ettirmekte, birçok emir ve yasak bu şuurun muhafa­zasını hedef almakta, ahlâki kaideler de buna yardımcı olmaktadır. Bina­enaleyh ırk, dil, bölge vb. bahanelerle müslüman topluluğun birlik ve be­raberliğini bozmak, ayrılık sebepleri icad edip onu parçalara bölmek el­bette İslâm'ın lafzına da, ruhuna da tamamen aykırı bir şeydir.

Bir dereceye kadar tabiî ve kaçınılmaz görülen fikrî ihtilaflara gelince bunları birkaç gruba ayrılmak lazımdır: Herhalde ideolojik olan ve do­layısıyla İslâm topluluğunu parçalamak istidadı gösteren fikir aynen yu­karıda olduğu gibi yasak ve haramdır. Cemiyet bünyesini sarsacak ihti­laflar yasaklanmış olduğu gibi, hakkında apaçık âyetler, sarih deliller bu­lunan dinî hükümleri ihtilaf konusu haline getirmek de nehyedilmistir. Bu kat'î hükümler, İslâm dininin, Cibril hadisiyle altı noktada hülâsa edilen iman esasları, yine aynı hadiste beş madde halinde sıralanmış İslâm'ın şartları, bunlardan başka farzlığı veya haramlığı kat'i delille sa­bit olmuş, bütün dinî meselelerden ibarettir. Dinin bu esas ve hükümleri­nin mevcudiyetinde ihtilaf etmek, başka bir ifadeyle Hz. Muhammed'in, Allah Teâlâ'dan alıp getirdiği katiyetle sabit olmuş talimatın birini veya birkaçını inkar etmek elbette caiz değildir.

Dikkat edilecek olursa burada ihtilaf konusu haline getirilmesi ya­sak olan şey, dinden olduğu kesinlikle bilinen bir hususun varlığında ih­tilafa düşmek, yani onu inkar etmektir. Buna karşılık onun varlığı kabul edildikten sonra mahiyet ve keyfiyeti üzerinde, yani anlaşılması husu­sunda delile müsteniden birbirinden farklı görüşler ortaya koymak, deği­şik neticeler elde etmek yasak değildir. İşte İslâmî mezhepler, bu metod ve anlayış farkından doğmuştur.

Bu girişten sonra mezheplerin doğduğu iki önemli sahayı inceleye­lim:

 
Usûl-i Dinde İhtilaf:

 

Akaid babında Resulullah ile ashab-ı kiramın yolunu te'vile giriş­meden, doğrudan doğruya takip eden muhafazakâr Selef âlimlerine göre, usûl-i dinde fırka ve zümrelere ayrılmak asla caiz değildir, zira cemaat hak ve isabetli olan yegâne yoldur, tefrika ise dalâlet ve azap vesilesidir. Selefıye'nin bu muhafazkar görüşü hürmete şayan olmakla beraber, tarihî vakıaya uygun düşmemektedir. Zira İslâm tarihinde, ehl-i sünnet ve'l-cemaate intisap eden ve onların yolunu takip ettiğini ilan eden itikadî fırkalar zuhur etmiştir. Bunlar Ebu Mansur el-Maturidi'ye nispet edilen Maturidiye ile Ebu'l-Hasan el-Eş'arî'nin tesis ettiği Eş'arîye mez­hepleridir. Tarih boyunca olduğu gibi, bugün de İslâm dünyasının büyük ekseriyetini kendisine bağlamaya muvaffak olan bu itikadî fırkaları ehl-i sünnet dışı kabul edip, bid'at ve dalâlete nispet etmek mümkün değildir.

O halde Resulullah'ın akaid sahasındaki sünnetinden ayrılmayan ve cemaat ruhunu zedelemeyen fikrî ihtilaflar usûl-i dinde de kabul edilme­lidir. El-Eş'arî'den itibaren mezhepler tarihi mevzuunda eser verenler, "ehl-i sünnet" adı verilen bu meşru dairenin sınırlarını çizmişler, hak yolda olmanın alâmetlerini tespite çalışmışlardır. Buna göre başta Selefiye (ehl-i sünnet-i hâssa) olmak üzere Maturidiye ve Eş'arîyye (ehl-i sün­net-i âmin) ehl-i hak ve ehl-i cemaattir. Bu üç fırka arasında, çoğu ferdî noktalarda da olsa, fikrî ihtilaflar bulunduğuna göre, usûl-i dinin bu ehl-i sünnet dahilindeki fikri hareketleri caiz ve meşru telakki edilmiş olur.

 
Furû-i Dinde İhtilaf:

 

İslâm müntesipleri arasında vuku bulan fikrî ihtilafların cevazı mü­nakaşa edilirken, bu ihtilafların, dinin usûlü ve fürûunu alâkadar edişi­nin gözönünde bulundurulması ayrı bir önem arzeder. Ümmet-i Muhammed'in furû-i dinde, yani fıkhı meselelerde ihtilaf etmesi en muhafaza­kâr zümre tarafından bile müsamaha ile karşılanmış, hatta rahmet te­lakki edilerek teşvik edilmiştir. Çünkü fıkhî meselelerin hükmünü tayin etmekteki fikrî hareket, daima İslâm hukukunu işlemekte ve onu her za­man ve her yerde uygulamaya müsait bir hukuk sistemi haline getirmek­tedir. Bunun aksi birçok dinî hükmün meçhul kalmasını, dolayısıyla tat­bikat ve hayat sahnesinden çekilmesini doğurur ki Kur'ân-ı Kerîm'de bu­nun için "küfr, zulm ve fisk" tabirleri kullanılmıştır."[44]

Furû-i dinde, hakkında nass bulunan meselelerin hükümlerini bu nasslardan istinbat ve istihraç etmekte, nass bulunmayan meselelerin hükümlerini de çeşitli metodlarla tespit ve tayin etmekte İslâm âlimleri başlangıçtan bugüne kadar fikir yürütmüşler, bunun neticesinde bir çok meselede birbirinden farklı görüşler elde etmişlerdir. Bu ihtilaflar çeşitli mecmualar teşkil ederek mezhepleri meydana getirmiştir. Ümmet-i Muhammed'in bu çeşit ihtilafı, fikir çapında kaldığı, içtimaî birliği sarsacak şekilde mezhep taassubuna ve fiilî çekişmeye dönüşmediği müddetçe mahzurlu sayılmamış, hatta rahmet telakki edilmiştir.




[42] B. Topaloğlu, "İslâm'da Mezheplere Ayrılmanın Hükmü", Nesil Dergisi, c. I, sa. 1, s. 18-21.

[43] Al-i İmran: 3/103; Enfal: 8/46.

[44] Maide: 5/44-45, 47.