Konu Başlığı: İsraf Bakımından Gönderen: Sümeyye üzerinde 02 Eylül 2012, 13:52:18 İsraf Bakımından: İslâm, birçok âyet ve hadiste israfı yasaklamıştır. İsraf, malın lüzumsuz yere ve ölçüsüzce harcanması demektir. Aç, çıplak, ilaçsız, tahsilsiz, işsiz vb. muhtaç müslümanlara yardım etmek varken, binlerce mal ve para sarfederek heybetli, süslü ve masraflı kabirlerin yapılması israf sınırları içine girmektedir. Müslümanlar kabirlerini yaptırırken daha önce geçen dış şekil ve bu iki esasla ilgili hükümleri gözönünde bulundurmalı, ifrat ve tefritten sakınmalıdır. Kabir üzerinde bina yapmak, bu binaları mescid ve mabed haline getirmek, buralarda kurban kesmek ve mum yakmak, öbür din mensuplarında görülen ve İslâm cemiyetine geçmesi daima muhtemel olan hususlar olduğundan, Hz. Peygamber, mezarla ilgili konuların sade ve tabiî olmasına özel bir alâka göstermiştir, dikkati çekecek kadar yüksekçe mezarların tesviye edilmeleri için emir vermiştir. [546] Vehhabîler bu hadise dayanarak mezarlar üzerine yapılan bütün türbeleri yıkmışlar ve Huddâmu’l-Me’âbid (Mabed Yıkanlar) adını almışlardır. Rasulullah, Hz. Ali’ye, “Rastladığın resimlerin hepsini silecek, karşılaştığın yüksek mezarların tümünü yerle bir edeceksin” diye emir vermişti. Gariptir ki şiiler, Hz. Ali’nin kabri üzerinde büyük bir mabed inşa etmişlerdir. Kabir ve mezar ziyaretleriyle ilgili olarak bir yığın bâtıl inanç ve hurafeler meydana geldiğinden, Hz. Peygamber, ilk zamanlarda kabir ziyaretlerinden mutlak surette ümmetini alıkoymuştu. Fakat zamanla İslâm esaslarına bağlılık pekişip Allah’tan başkasına ibadet etmek prensibi müslümanlarm gönlüne yerleşince, başlangıçta ortaya konan hükümler yumuşatılmış, kabir ziyaretlerine izin verilmiş, hatta teşvik edilmiştir. Kabir hakkındaki hükümlerin yumuşatılması, çok az sayıda bazı sahabenin mezarlar üzerine kubbe yapmalarına imkân vermiş oldu. Hz. Ömer, Hz. Peygamber’in zevcesi Hz. Zeyneb’in kabri üzerine kubbe kurdurtmuştu. [547] Aynı şekilde Hz. Aişe, kardeşinin kabri üzerine bir kubbe kurdurtmuştu. Fakat sonradan İbn Ömer bunu kaldırtmıştı. Muhammed b. Hanefîye’nin İbn Abbas’ın kabri üzerine bir kubbe kurduğu da rivayet edilmektedir. Hz. Ali’nin torunu Hasan b. Hasanvefat edince, hanımı Fatma, mezarı üzerine kubbe kurdurtmuştu. Fakat bir sene sonra bu kubbe kaldırılmıştır. Rivayete göre, Osman b. Maz’un vefat edince, Rasulullah mezarının başına bir adamın kaldıramayacağı büyüklükte bir taş diktirmişti. Hz. Peygamber, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’e ait naaşların bir hücre içerisinde bulunuşu da, kabir üzerine bina yapmayı ve kubbe kurmayı yasaklayan hadislerin hükümlerinin mutlak olmadığını, bu hadislerin umumî olan hükümlerini takyid ve tahsis eden sahabeye ait bir takım tatbikatın bulunduğunu göstermektedir. Kehf sûresinin 31. âyetinde zikri geçen ve birer veli olan ashab-ı kehf in mezarları üstüne türbe ve mescid yapılmış olması da, bu meselede dikkat edilmesi lâzım gelen bir noktadır. Bu gibi naslar İslâm’da türbe mimarîsinin vücud bulmasına ve kabir yapma işinin gelişmesine imkân vermiştir. Kabir üzerine yapılan bina ve kubbelerle ilgili olmak üzere verilen örnekler, çok ender rastlanan istisnaî hallerdir. Sözkonusu kubbelerle ilgili rivayetlerin bazılarını da, ihtiyatla karşılamak gerekir. Genel olarak sahabe, tâbi’un ve etbeuttabi’în devresinde, mezarların sadece bir karış kadar yükseltilmesi uygun görülmüş, fazla yükseltilmesi veya kabir üzerine bina, kubbe ve mescid yapılması ve mezar için inşaat malzemesinin kullanılması hoş görülmemiştir. Aşere-i Mübeşşere, Muhacir, Ensar için, Bedir, Uhud... gibi yerlerde şehid düşenlerin kabirleri üstüne türbe ve mescid yapmak düşünülmemiştir. En hayırlı çağda yaşamış olan ilk üç neslin bu gibi hususlara önem vermemeleri, oldukça açıktır ve manâlıdır. Büyük müctehidlerin açıklamalarında ve mezhep imamlarının eserlerinde, konuyla ilgili İslâmî görüş bir kere daha açık ve kesin şekilde ifade edilmiştir. İmam-ı Azam, mezar üzerine bina yapılmasını ve mezarların işaretlenmesini mekruh görmüştür. Diğer müctehid imamlar da, bu esaslara göre açıklama yapmışlardır. Mezarlıkta esas olan sadelik, tabiîlik ve tevazudur. Süs ve gururu gösteren bir manzaranın, kabristanda bulunmaması icabeder. Hz. Peygamber, kabristanın şehre benzetilmesini yasaklamıştır. Tuğla ve ağaç gibi ümran için kullanılan inşaat malzemesinin, kabir yapımında kullanılması bunun için mekruh sayılmıştır. Sa’d b. Ebi Vakkas, kabrinin, Hz. Peygamber’in kabri gibi, lahid biçiminde ve kerpiçten yapılmasını vasiyet etmişti. Lahid, defince kazmak, dibinin kıble yönüne girmek, bu oyuk kısmı kerpiçle kapatmak şeklinde yapılan kabirdir. Fakat, toprağın elverişli olmadığı yerlerde, kerpiç yerine mertek de kullanılabilir. Kısaca, müslümanın kabri sade, tabiî ve mütevazı; mezar yapımında kullanılan malzeme basit ve ucuzdur. İslâm kabristanısadeliği, tabiîliği, bakınııhlığı ve intizamıyla örnek durumundadır. İhtişam, debdebe, tantana, tezyinat ve azametten uzak olduğu kadar, bakımsızlık ve intizamsızlıktan da uzaktır. Camide saf oluşturarak Allah’ın huzuruna duran insanlar gibi, mezarlıkta yatan müslümanlar da, görünüş itibarıyla birbirine mutlak surette eşittir. Bu eşitliği bozan imtiyazlar, İslâm’da yoktur. Eyyub Sultan, Mevlâna ve Hacı Bayram Velî gibi, bütün müslümanların kabulüne mazhar olmuş büyük mürşidler ile Osman Gazi, Orhan Gazi, Yavuz ve Fatih gibi hükümdarlar için yapılan türbeleri istisnaî olarak yasağın ve kerahatin dışında görmek gerekir: Fazilet ve adalet abidesi olan bu insanlar için sonradan yapılmış olan türbeler ahlâkın, fazilet ve adaletin yayılmasını, dinî ve millî şuurun canlı olarak ayakta tutulmasını ve yeni nesillere tanıtılmasını temin eder. Bundan dolayıdır ki, din ve millet düşmanları, İslâm memleketlerini işgal ettikleri zaman ilk iş olarak bu çeşit türbeleri tahrip ederler. Yunanlıların, Osman ve Orhan Gazi türbelerine karşı besledikleri kin ve gayzın ne şekilde tezahür ettiği, Bursa işgal edildiği zaman görülmüştür. En azından, “Düşmanın istemediğini istemek” kaidesi bu çeşit türbelerin meşruiyetini tespit etmeye yeter. Bu vatanın “manevî hakikat sahipleri olan büyük insanlara yapılan türbeleri çok değil, az görmek lâzımdır. Bir memleketi maddeten ve manen fetheden ulema ve ümera için yapılan âbidelerin tenkit konusu edilmesi, kendisine bir bağ bağışlayan babasına evlâdının bir salkım üzümü esirgemesinden daha makul değildir. İslâm’ı ve İslâm tarihim hal diliyle yeni nesillere en veciz şekilde anlatarak dinî ve millî şuuru güçlendiren bu çeşit eserlere saygılı olmak, manevî değerlere bağlı olan herkes için bir borçtur. Kime ait olursa olsun türbe, mezar ve mezar taşlarının birer kıymetli vesika durumunda olduğu konusunda şüphe yoktur. Tarih ve sanat bakımından, türbe ve mezarların taşıdığı önemi müdrik olanlar, bu çeşit ata yadigârı eserleri tahrip ve imha değil, ihya ederek muhafaza ederler. Yapılan eserleri yıkmak, kültür ve medeniyet düşmanlığının ve en azından cehalet ve taassubun neticesidir. İslâm’ın gelişme ve ilerleme seyrini bilmeyen cahiller, bu konuda talihsizlikle nitelenebilecek teşebbüslerde bulunmuşlardır. Bazı türbelerde, İslâm’ın hoş karşılamadığı bir takım hususların bulunması, bunları yıkma sebebi olamaz. Hz. Peygamber, Hz. Aişe’ye, “Araplar Kabe’yi tamir ederken hatalı temelle attılar, Hz. İbrahim’in temelleri üzerine kurmadılar. Eğer Arapların müslümanlığı yeni olmasaydı Kabe’yi yıkar ve Hz. İbrahim’in temelleri üzerine kurardım.” buyurmuşlardı. Hz. Peygamber’in yapmadığı bu işin, O’ndan sonra yapılmaya kalkışılması, İslâm cemiyeti için,zarar olmuştur. Abdullah b. Zubeyr h. 64’te Kabe’yi Hz. Peygamber’in arzu ettiği şekilde inşa etmiş, h. 74’te Haccac, Kabe’yi yine eski haline getirmiştir. Bir takım sosyal menfaat ve maslahatları gözönünde tutarak, Kabe’nin hatalı inşaat şeklini değiştirmeyen Rasulullah’ın bu hakimane hareket tarzını, türbe ve mezar konusunda yol gösteren bir rehber saymak gerekmektedir. Tarih boyunca, İslâm memleketlerinde, türbe ve mezar yapılırken daima İslâm’a uygun hareket edildiğini söylemek gülünç olur. Şiilerin tonlarca altın ve gümüş harcayarak Kerbelâ ve Necef’te inşa ettikleri muhteşem ve müzeyyem mescidlerin ve türbelerin, İslâm anlayışına ters düştüğü bir gerçektir. Birer âsâr-ı atîka olan bu gibi eserlerin muhafaza edilmesi lüzumu ve cevazı başka, yenilerinin yapılmasının caiz olmaması daha başkadır. Şehirlerde gecekondu semtlerinde tahtadan, tenekeden ve mukavvadan yapılan sağlığa aykırı köylerde, toprak ve kamıştan yapılan meskenlerde yolsuz, susuz ve ışıksız bir şekilde oturanların bulunduğu bir memlekette, mezarları için onbinlerce, yüzbinlerce, hatta milyonlarca paranın sarfedilmesini caiz görmek asla mümkün değildir. Bu çeşit masraflı mezarlar ne yerin altındakilere, ne de üstündekilere huzur verir. Cemiyet için sadece bir sıkıntı kaynağı olur. Masraflı mezar yapan kişilere İslâm’ın mezar konusundaki talimatı benimsetildiği takdirde, önemli bir meselemiz halledilmiş olacaktır. Ölümden sonra iyi ve devamlı bir hatıra bırakarak yaşamanın ve hayırla yâdedilmenin yolu mezar yapmak değil, hayrat bırakmak ve cemiyet için faydalı olan müesseseler kurmaktır. Şu gökkubbede bakî kalan hoş sadalarını dinlediğimiz büyüklerin yolu budur. Kabir ve türbelerin, mezarlıkların koruma ve bakımı için şu konulara dikkat etmek gerekir: (a) Kabir ve mezarlığı güzelce korumak, temiz tutmak ve ağaçlarla donatmak gerekir; planlı yapılarak âhireti hatırlatan bir yer niteliği kazandırılmalıdır. (b) Mezarlık ne kadar eski olursa olsun korunmalıdır; bir zaruret olmadıkça, kabirlerin başka yere nakledilmesi doğru değildir. (c) Cenaze gömüldükten sonra açılmamalı ve cenaze çıkarılmamalıdır; kabirlerin üstünden geçilmemelidir. (d) Mezarlıklarda uyumak, çevresini kirletmek, yeşil otlarını yolmak ve ağaçlarını kesmek mekruhtur; yer açmak gibi sebeplerle ağaç kesilebilir. (e) Mezar başlarına ağaçlar, çiçekler dikilmelidir; çünkü Peygamberimiz, “Ağaçların kuruyana dek ölünün kabir azabını azaltacağını” ifade etmiştir; çiçek koymak yerine dikmek daha uygundur. [546] Müslim, Cenalz: 31; Ebu Davud, Cenaiz: 68; Tirmizi, Cenaiz: 56; Nesai, Cenaiz:99; Ahmed, Musned: c. I, s. 150. [547] Buradaki kubbe yapmak yerine kubbe kurmak tabirinin kullanılması, o zaman kubbe kelimesinin şimdiki mânâda olmayışıdır. İbn Esir, kubbeyi "çadır kumaşından mamul küçük ve yuvarlak bir odacıktan ibaret olup Arapların kullandıkları bir çeşittir" şeklinde tarif eder. |