Konu Başlığı: Iskat Gönderen: Sümeyye üzerinde 05 Ekim 2012, 14:53:20 Iskat (Namaz Keffareti): Tanımı: Namaz, oruç, kurban, adak, keffaret gibi ibadet ve borçları ifa etmeden vefat etmiş bir kimseyi bu borçlardan kurtarmak için fukaraya nakdî bedellerini vermeye "Iskat" ya da "Iskat-ı Salât" (namaz borcunu düşürme) denir. Devirde ve ıskattaki ödemenin nakdî veya aynî karşılığına ise "Fidye" denir. Dayarağı: Kur'ân ve hadislerde ıskat ve devire ait bir nas olmadığı gibi, Hz. Peygamber, ashâb, tâbi'ûn ve tebeu't-tâbiîn devirlerinde bu ınânâda ıskat ve devir de yoktur. Bu konuda icmâ ve kıyas da bulunmamaktadır; İmam Muhammed eş-Şeybanî hariç, hiçbir mezhep imamından bu konuda herhangi bir görüş de rivayet edilmemiştir. Naslar mazereti dolayısıyla oruç tutamayan kimsenin fidye verebileceğini ifade etmektedir.[144] Fukahanın cumhuru, mazeretsiz olarak oruç yemiş ve vefat etmiş kimse namına mirasçılarının fidye verebileceğine hükmetmişlerdir. Müteveffa vasiyet etmişse bu kıyas hükmü daha da kuvvetli olmaktadır. Çünkü hükümde esas "mazeretli kimselerin tutamadıklan oruca karşı fidye vermelerinin gerektiğini" nassın ifade etmesidir. Ölen kimse artık oruç tutamayacağı için, bunun durumu, hasta veya çok ihtiyar kişilerin durumuna kıyas edilmiştir. Muhammed eş-Şeybanî'nin ez-Ziyâdât adlı kitabında "Ölü kılamadığı namazlar için fidye verilmesini vasiyet etmişse, inşaallah bu caizdir ve onun işini görür" dediği, hanefî usûl ve fürû kitaplarında yazılıdır. Bunun için hanefî hukukçular, onun bu görüşünün kıyas değil, "ilhak" (katma) olduğunu belirtmişlerdir. Böylece namaz, oruca katılmıştır. Burada "katma" tabiri kullanılmış, kıyas denilmemiştir; çünkü namazla oruç farklı olduğu gibi, oruç fidyesinin illeti de ictihadîdir. eş-Şeybanî'nin “inşallah” demesi, hüküm şüpheli olduğu içindir. Eğer vasiyet de etmemişse, şüphe daha da kuvvetlenir. Muhammed eş-Şeybanî'den nakledilen bu sözü, onun söyleyip söylemediği de kesin olarak bilinmemektedir. Nitekim İbn Âbidin (1198-1252) el-Minnetu'l-Celîl li-Beyâni Iskatı mâ-Ale'z-zimmeti Min Kesîr ve Kaili adlı risalesinde konunun üç ayrı ez-Ziyâdât nüshasında araştırıldığı halde eş-Şeybanî'ye nisbet edilen bu sözün bulunamadığını, bu konunun hanefî hukukçuların istihsanı (iyi ve güzel bulması) ile başlamış olmasından başka bir dayanağı olmadığını kaydetmektedir. Lütfı Şentürk de konu ile ilgili İstanbul'daki kütüphanelerde yaptığı araştırmada bu sözün eş-Şeybanî'ye ait olduğunu tespit edemediğini ve bu ibareyi yazma Ziyâdât kitaplarında bulamadığını belirtir; ancak, Âşir Efendi Kütüphanesi 114 numarada kayıtlı Hasîrî'nin Ziyâdât'ında, ölen kimsenin oruç borcu olur da bunun için fidye verilmesini vasiyet eder veya varisleri teberruda bulunurlarsa, inşallah bu fidyenin oruç borcu için kifayet edeceği yazılıdır. Şunu belirtmek gerekir ki matbuu bulunmadığı gibi, el yazması da çok az olan herhangi bir Ziyâdât kitabında bu kaydın bulunması bunun yokluğunu gerektirmez. Gerçekten de ictihad mertebesine yükselmiş âlimlerin usûl ve fürû kitaplarında bu hükmü eş-Şeybanî'ye izafe etmeleri hiç yoktan bir isnad olamaz, herhalde bir bildiklerinin bulunması gerekir. Fidye verilmek suretiyle namaz borcunun ödenmesi, onun bir çeşit kaza edilmesi demektir. Oysa namaz, bu konuda, "makul olmayan misliyle kaza" türündeki bitkin ihtiyarın oruç fidyesine benzememektedir. Zira bu çeşit oruç fidyesinde eda ile kazanın birbirine benzer tarafı yoktur. Çünkü oruçla fidye arasında ne manen, ne de şeklen bir benzerlik bulunmaktadır. Oruç açlık iken, fidye tokluk vesilesidir. Böyle bir kaza çeşidinde kıyas cereyan etmez. Ayrıca namazın kaza edilmesi orucun kaza edilmesinden daha kolay olduğu gibi, bir insan vücutça ne kadar halsiz olursa olsun îma ile de namaz kılabilir; özür sahibi ise her namazda abdest alabilir. Kısacası oruçla namazı aynı şekilde incelemek mümkün değildir. Peygamberimizin uzun yıllar namaz kılmayan için, "Namazı terkeden kimseden Allah'ın koruması ve Peygamber'in şefaati kalkar" buyurduğu dikkate alınarak, bu ağır durumun parayla düzeltilmesi düşünülemez. Bunun yanında zenginin namaz borcunu parayla ödediği kabul edilirse, parası olmayan fakir ne yapacaktır? İşte kitap ve sünnet, kıyas ve icmâa dayanmamakla beraber, İslâm âlimlerinden bazıları, durumu müsait olan zenginlerin fidye-i salât (namaz fidyesi) vasiyet etmelerini veya varislerinin teberru yoluyla bunu vermelerini güzel (müstahsen) görmüşlerdir. Dirilerin ölüler için yapacakları dua ve verecekleri sadakalarda ölülere fayda umulur. Fidye-i salât kazaya kalmış namazların zimmetten düşmesini sağlamazsa da, böyle bir fidye vasiyeti, bir pişmanlık eseri olarak kabul edilmiştir. Bunun varis tarafından teberru edilmesi de bir şefkat alâmeti kabul edilir. Kazaya da artık imkan kalmadığına göre, bu fidyenin kabulü Yüce Mevla'nın lütfundan umulur. Dikkat edilirse görüleceği gibi burada namaz ve orucun ıskatı, fidye ödenmek suretiyle mümkün olmaktadır. Meselâ bir ölünün on yıllık namaz, bir aylık oruç borcu varsa, toplamı günde altı namazdan (vitir dahil) on yılda yirmibirbinaltıyüz (21.600) namaz, otuz gün oruç eder. Bunların her birinin fidyesini yuvarlak hesap yirmi lira kabul edersek mezkûr ölünün namaz ve orucunun ıskatı için dörtyüzotuzikibinaltıyüz (432.600) lira gerekir. Geçmiş namaz yirmi yıllık olursa ıskatın maliyeti bir milyona yaklaşır. Bu meblağ fukaraya ödendiği zaman namaz ve oruç borcundan kurtulunacağma dair bir âyet ve hadis bulunmayıp, oruç için kıyas, namaz için zan ve ümit vardır. Devir: Tanımı: Iskat için nakdî bedeli vermek yerine muayyen bir miktarı bir beze çıkılayıp fukaraya hibe etmek, sonra hibe yoluyla ondan geri almak ve borç bitinceye kadar bu işe devam etmeye "Devir" denir. Hanefî fakih Ebu'l-Leys es-Semerkandî'nin (ö. 393/?) en-Nevâzil adlı kitabına atfen şöyle bir fetva nakledilmektedir: Ölü ıskat için gereken malı bırakmamışsa, bir miktar mal (meselâ para) ödünç alınır, bir fakire "filana vekâleten bu meblağı onun şu kadar namazının fidyesi olarak sana veriyorum" denir ve verilir, o da "bunu ona vekâleten sana bağışlıyorum" der; bu alıp verme işi ıskat bitinceye kadar böylece devam eder. |