Konu Başlığı: Irak Mektebi Gönderen: Sümeyye üzerinde 24 Ekim 2012, 08:25:14 II. Irak Mektebi: İlk tâbi'ûn devrinde Medine Mektebi kadar meşhur olmamakfe beraber, Ebu Hanife devrinde parlayacak olan ikinci mektep Irak ve Küfe Mektebidir. Bu mektebin üstad olarak tanıdığı sahabe âlimleri, Hz. Ömer, Ali b. Ebi Talib ve İbn Mes'ud'dur. Hz. Ömer'in tesiri Medine Mektebinde olduğu gibi dolaylıdır ve Abdullah b. Mes'ud vasıtasıyla olmuştur. Bu iki sahabî birbirine karşı takdir hisleri besliyor, Hz. Ömer, Kûfe'lilere "İbn Mes'ud'a ihtiyacım olduğu halde sizi kendime tercih ettim" derken, kendi görüşünü onunki namına terkediyordu. İbn Mes'ud hemen hiçbir meselede Hz. Ömer'e muhalefet etmemiştir. Hz. Ali'nin tesiri ise halifeliğinde ve Kûfe'de bulunduğu kısa süre içinde olmuştur. Bu sahabî üstadların yetiştirdiği başlıca Küfe Mektebi mensupları Alkame b. Kays, el-Esved b. Yezid, Mesruk b. el-Ecda,' Ubeyde b. Amr, Şurayh b. el-Haris ve İbrahimu'n-Neha'i'dir. Bunlara göre de sahabenin en âlimleri, sözleri alınmaya en lâyık olanları kendi hocalarıdır. Bu mektep -o devrede- din namına yalan söylenmeye başlanmış olduğu için hadis rivayetinde ihtiyatlı ve çekingen davranıyordu. Hz. Ali'nin râvilere yemin ettirişi, İbn Mes'ud'un hadis rivayet ederken sararıp titremesi ve yahut "Hz. Peygamber'in dediği gibidir" cümlesini ilâve etmesi, bu mevzuda onlara örnek teşkil eden hadiselerdir. Buna mukabil Kûfe'liler mesail ve fetvadan çekinmiyor, bunları hükmün doğrudan doğruya Allah ve Resulüne isnad edilmesine tercih ediyorlardı. Bu mektebin sahabeden aldığı veya bizzat istinbat ettiği hüküm ve fetvaları topladığım kitaplar kaydediyorsa da, toplu olarak bunları bize kadar ulaştıran bir eser ele geçmemiştir, ancak Muhammed eş-Şeybani'nin el-Âsâr, İbn Ebi Şeybe'nin el-Musannefve Abdurrezzak'ın el-Cami'inde bu fetva ve re'ylere dağınık olarak raslanmaktadır. Bu iki mektebin fark ve hususiyetlerini şöylece özetlemek mümkündür: 1)Bu mektepler bir âlimin mezhebine bağlılık veya prensip farklarından doğmuş olmayıp, yer, memleket ve hoca farkına bağlı olarak meydana gelmiştir. Her mektep kendi hocalarını diğerininkilere tercih etmektedir. 2)Hadisi delil olarak alma ve tatbik etme bakımından bu iki mektep arasında fark yoktur. Hatta İmam eş-Şafîî' Cima'u'l-İlm'inde haber-i vahidle amel meselesini münakaşa ederken hücumlarını daha çok Medine'ye yöneltmiştir. Buna mukabil İhtilafu'l-Hadis'te haber-i vahidle amel eden Kûfe'li tâbi'ûnun isimlerini zikretmiş, "Sahih haberi reddeden bir âlim bilmiyorum" demiştir. Hadisin tatbikî olanını ifade eden "sünnet", Kûfe'lilerce sadece Hz.peygamber'e ait olursa muteberdir; Medine'liler ise sünneti Ehl-i Medine'nin tatbikatına da teşmil etmişlerdir. 3)Bundan sonraki mezhep ve mekteplerin teessüsünde, çeşitli mânâ ve tatbikatıyla büyük rol oynayacak olan re'yin bu bölünmede tesiri zayıftır, Medine'li fukahadan re'yin aleyhine çıkan sözleri, ya Kur'ân-ı Kerîm'in re'y ile tefsirine ya da itikadî re'ye bağlamak durumundayız. Çünkü nassın bulunmadığı yerde ictihad ve istidlal ile hükme varmak mânâsında olan re'yi, her iki mektep mensubu fukaha kabul ve tatbik etmiştir. 4)Re'y, nassların açıkça temas etmediği yerlerde bahis mevzuu olduğu için fukaha bu gibi meselelerde daha çok akıl, örf, âdet, maslahat gibi prensiplere dayanmışlardı. Tabiî daha kapalı bir muhit olan Hicaz örf ve âdeti ile dış teması daha çok olan Kûfe'ninki arasında farklar vardır. İki mektep arasındaki ictihad ihtilafında bu hususun da rolü büyük olmuştur. 5) Medine'de ashabın, Kûfe'ye nispetle daha çok olması, orada hadis ve eser malzemesinin çok bulunmasını neticelendirmiş, bu bakımdan da iki mektep arasında bir fark ortaya çıkmıştır. Ayrıca Küfe Mektebi, bir taraftan Hz. Ali ve İbn Mes'ud'un bu husustaki tutumları, diğer taraftan da itikadî ve siyasî mezheplerin tesiriyle hadis uydurma hareketinin başlaması yüzünden, Resulullah'a nisbet edilen "merfu hadis" rivayetinde çekingen davranıyorlardı. 6) Hukukçuların Medine'li ve Kûfe'li şeklinde ayrılışları, icmâ'a da tesir etmiştir. Artık vuku bulan icmâda, bütün bir İslâm dünyası hukukçularının ittifakı aranmıyordu. Bir belde âlimlerinin icmâı yeterli bulunuyordu. İleride tedvîn olunan fıkıh kitaplarında bu türlü icmâlara rastlanmaktadır. |