Konu Başlığı: İnsanın İbadeti Gönderen: Sümeyye üzerinde 02 Kasım 2012, 16:10:33 İnsanın İbadeti (İbadet bi'l-İhtiyâr): Yeryüzünde bulunan varlıklar üç büyük grupta toplanır: Canlılar cansızlar ve bitkiler. Bir müslümanın İbadeti (özellikle namazı), bu üç gruptaki yaratıkların ibadetlerini toplayıp temsil eder; yani insanın ibadeti adeta kâinatın ibadet modelidir. Bir müslümanın ibadeti bu üç zümredeki yaratıkların ibadetlerini biraraya toplar, bir müslümanın namazı: 1) Dağlar gibi ayakta dikilip durmak (kıyam), 2) Sair canlılar gibi eğilmiş bulunmak (rükû), 3) Kökleri ağızları demek olan bitkiler gibi yere kapanık kalmak (secde) şeklindedir. Yine namazda, bir şimşek gibi yüksek sesle Allah'ı tesbih etmek (Allahu Ekber), yıldızların gökte, doğup-yükselip-batmaları gibi bir takım inip çıkma, gölgeler gibi uzanıp kısalma hareketleri vardır. Yine namazda Kur'ân-ı Kerîm'i okuma vardır; mü'minin mekândan münezzeh olan Allah'ın huzurunda kabul edilişi vardır; bu yakın oluşta Hz. Peygamber'in Mi'rac'ı sırasında bizzat yaptığı gibi, gerçek ve pek yakın şekilde Allah ile selam alıp verme bulunur. O halde bir müslümanın namazı, kâinatta mevcut bütün varlıkların ibadetini ve hatta bütün dinlerde mevcut ibadetleri (pek özel İslâmî erkânın katılmasıyla) kendisinde toplamış, biraraya getirmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'e göre esasen insanların ve cinlerin yaratılış gayesi"Allah'a ibadet" etmektir.[18] Ancak kimi kula, kimi nefsine, kimi dünya menfaatlerine, kimi gazap ve ihtiraslarına, kimi gerçek diye tanıdığı bir hayale veya ideolojiye, kimi batıl mabudlara, kimi de yegâne mabud olan Allah'a olmak üzere kafiri-mü'mini, fâsıkı-âbidi, iyisi-kötüsü, maddecisi-ruhçusu ile bütün insanlar mutlaka ibadet etmektedir. Bütün insanlar gibi İslâm'ın da gayesi, insanı bütün batıl inanç ve kulluklardan kurtararak ona kendini ve Rabbı'nı tanıtmak, yalnızca O'na ibadet etmesini sağlamak, bütün varlığıyla O'na bağlanmak ve bu bağlılık içinde gerçek hürriyete kavuşturmaktır. İnsan mutlak mânâda hür değildir ve olamaz: Esaret, tutsaklık, insanın kendisinden aşağı veya ona denk olana bağlanması, kul ve köle olması, gecesini gündüzünü onun yoluna feda etmesidir; hürriyet ise bu bağlılıklardan kurtularak büyüklük ve kemaline sınır, yücelik ve azametine hudut bulunmayan Allah'a bağlanmak, O'na kul olmak, kâinata bu kulluk imanı içinde bakmak, her şeyi bu anlayış içinde yerine koymak, kısacası aslî varlığımız Allah'a ulaşmamızı engelleyen, bizi özümüze yabancılaştıran her şeyden -tasavvufî söyleyişle masivadan- kurtulmaktır. İşte bu sebeplerle, seçimini (iradesini) kullanmak suretiyle yerine getirdiğinden dolayı insanın ibadeti "İbadet bi'l-İhtiyar" adını alır. İnsanlar günah işleme kabiliyetlerinin bulunmasına rağmen, bu potansiyeli, mümkün olduğu kadar günah işleme yolunda harcamamak suretiyle sürekli bir gelişme ve yücelme içerisindedir. Bu potansiyelin iyi kullanılmasıyla melekler (hatta onlardan da ileri) derecesi, kötü kullanılmasıyla da hayvanlar derecesi elde edilir. İnsan, Allah'ın yeryüzündeki temsilcisi, halifesidir. Temsilcisi olduğu Allah'a varmak için insan uzun ve sınırsız güçlüğü bulunan bir yolu geçmek zorundadır. Başka bir deyişle, insan, şeklî varlığı tarafından yabancılaştırılan benliğini keşfetmedikçe özüyle kucaklaşamaz. Şeklî varlığın bozduğu benliği farkettiği anda ise, "sonu evveline döner" (Cüneyd-i Bağdadî), faniliği ölümsüzlük halini alır. Allah'tan gelip, tekrar Allah'a dönmenin adı tasavvufta "seyr" (veya sefer)'dir: 1) Seyr İlallah (Allah'a doğru seyr), 2) Seyr Fillah (Allah'ta seyr), 3) Seyr Maallah (Allah'la seyr). "Allah'a kadar seyrin sonu bellidir, fakat ötekilerin nihayetini bilemeyiz." Seyr İlallah, masivayı aşıp, Allah'a varma safhasıdır. Mutasavvıflara göre saadet işte bu anda doğar: "Saadet mefhumunun keyfiyeti, Allah'ın müşahedesi yolunda ilerleyip, kişinin kendi varlığına kavuşmasidir. Şekavet (mutsuzluk) ise, kişinin kendine müptela olarak Allah'ı unutmasıdır (Abdulhakim Arvasi). Saadeti elde etmenin biricik yolu olan seyr için tek azık hürriyettir. İmkanlar arasında seçim, hürriyet sayesinde olmaktadır..O yüzdendir ki "ubudiyetin kemâli hürriyettedir." (Ahmed b. Hadreveyh). Hürriyetle ubudiyet birbirini tamamlar. Bunlardan birinde ilerleyen, ötekinde de yücelir. Madem ki hürriyet kendimizi bulmaktır -tasavvufî söyleyişiyle masivadan kurtulmaktır- bizi bunlardan kurtaran her şey ve faaliyet hürriyetimizi genişletir. İşte "bunun için, "hürriyet, ubudiyetin son haddidir" (Ahmed b. Hadreveyh). Bu yüzden kâinatın insan dışındaki varlıkları ubudiyete yükselemez. "İçinde ubudiyet sırrım gerçekleştirene, dışında hürriyet bahşedilir" (et-Tüsteri). Muhammed İkbal ise namazı "Ruhun mihaniki hayattan hürriyete firarı" olarak nitelendirmektedir. İnsanın ibadetini geniş ve dar mânâda olmak üzere ele almak uygundur. |