Konu Başlığı: Hububat Dışındakiler İçin Gönderen: Sümeyye üzerinde 21 Ağustos 2012, 13:39:23 II. Hububat Dışındakiler İçin: [995] Ölçü ve tartı ile mübadele edilen -msl., pamuk vb. bağ, renk, balya, demet gibi değişik şekil ve hesaplarla alınıp-satılan ürünlerde nisabın miktarının ne olacağı da ihtilaflıdır: a) Ebu Yusuf a göre, -naslarda geçtiğinden ve yoksulların yararına olduğundan, ülkenin hububat cinsinin en düşük olanının 5 vesk'lik değeri esas alınır. Buna göre, bir ülkede ölçülen en ucuz ziraî mahsul arpa ise bunun 653 kg. para olarak değerine ulaşan -msl., pamuk da- zekâta tâbi olacaktır. b) Muhammed eş-Şeybânî'ye göre, beş misi (ç. emsal) esastır; bu da en üstüne göre düzenlenir. Ancak, pamuk özel olarak, beş hami (ç. ahmal; bir hami, 300 menn'dir, tümü 1500 menn eder); za'feran ve şeker kamışının 5 menn olması gerekir. Kısaca, “her cins için kullanılan en büyük birim” esastır. Bu görüş, uygulamada büyük güçlükler doğurur. c) Zeydiye Mezhebine göre, bu gibi ürünler için 200 dirhem, yani nakit nisabı ölçü olur. d) Davud ez-Zahirî'ye göre, ölçülemeyen maddelerde nisap aranmaz, ne çıkarsa tümü zekâta tâbi olur. e) İbn Hanbel'e göre, her üründe beş vesk (1600 Irak rıtlı), yani 653 kg. Yunus Vehbi Yavuz'a göre, -vesk'in tercihine bağlı olarak- her ürün için bir ton esastır. Yusuf Kardavî ve Hayreddin Karaman, bu görüşlerden Ebu Yusuf’unkinin tercih edilmesi, ancak en düşük vasıflısının değil, orta seviyedekinin esas alınması gerektiğini benimsemektedirler. Bunun tespiti de, şüphesiz her bölge ile zaman ve iktisadî şartlara göre değişik olarak düzenlenir. Onun içindir ki, konu uzmanlarına havale edilmelidir. 1948 tarihli Mısır zekât kanunu tasarısı, ziraî ürünlerde elli cüneyhin matrah dışında tutulmasını benimsemiştir. Hesaplanması: 1) Nisap hesabı meyve olgunlaştıktan, diğerleri kabuğundan ayrıldıktan sonra yapılır. [996] 2) Nisap hesabında senelik ihtiyaçlarla ürünün yetişmesi için yapılan masraflar hesap dışı bırakılır. Öşre tâbi ürünlerde de, çiftçi ve bakmakla yükümlü olduklarının senelik ihtiyacı üründen ayrılarak, kalanı üzerinden zekât ödenir. [997] Libya Zekât Kanunu'na (m. 9) göre, sadece hasat, harman ve ayırma için yapılan masraflar matrahtan düşülür. Günümüzde sulama kanal ve motopomlarla yapılmakta, ayrıca verim için sun'i gübreler kullanılmakta ve ilaçlamalar yapılmaktadır. Bütün bunların yapılabilmesi için de, işçi ve amele ücreti ödenmektedir. Ziraî yatırımın bu nevi girdileri, hayvan veya âlet ile su çekip sulama külfetinden daha az değildir. İçtihada muhtaç bu yeni külfet ye girdilerin oran yönünden veya nisabın hesaplanması yönünden zekâta tesir edip etmediği tartışılmıştır: [998] a) Selef hukukçularına göre, sulama dışındaki hiçbir külfet, öşrün oranını % 10'dan 5'e düşürmez. b) İkinci gruptaki Atâ, İsmail b. Abdilmelik vb. hukukçulara göre, sulama dışındaki külfet ve masrafların tutarının üründen çıkarılması ve geri kalandan sulama şekline göre öşür ödenmesi gerekir. [999] ABT/SAT (Arap Birliği Teşkilatı Sosyal Araştırmalar Toplantısı), ayrıca, ekin ve meyve zekâtının safi gelirin % 5'i üzerinden tahsil edilmesini kararlaştırmıştır (m. 2). c) Hanefî ve Zahirî Mezhebleri ile Malik ve eş-Şafiî'ye göre, hiçbir masraf öşrün oranını düşürmez; maliyet ne olursa olsun ürünün tamamı üzerinden zekât ödenir. Bu üç görüş içinde uygulamaya en müsait olanı, Muhammed Ebu Zehra ve Yusuf Kardavî'nin de belirttiği gibi, ikinci gruptaki hukukçuların görüşüdür. [1000] Borç ve haraç dışındaki işçilik, ilaç, gübre, tohum, kira ve vergi gibi harcamalar ve geçim masrafları, İbn Abbas, İbn Hazm, eş-Şafiî ve Ebu Hanife'ye göre -borç olsun olmasın- nisap ve matraha tesir etmez; İbn Ömer, Atâ ve İbnu'l-Arabi'ye göre -borç olmayıp peşin ödenmiş bulunsa da- mahsulden düşülür ve geriye kalan nisabı dolduruyorsa zekâtı ödenir; bazı sahabe ve tabiîn müctehid-leri ile Ahmed b. Hanbel'e göre bunlar borç ise matrahtan düşülür. Yusuf Kardavî'nin de ifade ettiği gibi, zekâtın mana ve ruhu ikinci görüşü destekler. Gelir vergisinde de borçlar ve masraflar matrah dışı kalır: “Türk Gelir Vergisi Kanununda işletme hesabı bakımından maddede sözü edilen ziraî hasılat, hesap dönemi içinde tahsil edilen veya alacak olarak, tahakkuk eden para miktarlarıdır. Ziraî kazanç ise, bu hasılattan, yılı içinde ödenen veya borçlanılan giderlerin çıkarılmasından arta kalan miktardır (m. 55). Görüldüğü üzere, ziraî kazançta bir çiftçinin yılı içinde üretmiş olmakla birlikte satmadığı mahsulün değerleri hasılata girmemektedir. Oysa ticarî kazançlarda, özellikle mal alım satımı ile uğradan tüccarlarda, stok itibariyle dönem başı ve dönem sonu sonuçları gözönünde tutulmaktadır. Sözüedilen hasılat miktarının içeriği, her türlü ziraî mahsullerin satış bedelleri, ziraat makina ve âletlerinin başka çiftçilerin ziraî işlerinde çalıştırılması karşılığından herhangi bir tüketim maddesi veya üretim aracı alınması halinde, alman madde veya aracın emsal bedelleridir (m. 56). Öte yandan hasılatın bulunmasında gözönüne alınacak giderler veya borçlanılan miktarlar başlıca şu unsurlardan oluşur: İşletme ile ilgili olarak tohum, gübre, fide, yem, ilaç ve benzeri maddeler için ödenen bedeller; satılmak üzere satın alman ziraî mahsul veya hayvanların bedelleri; işletmede çalıştırılan işçilere ödenen ücret ve prim gibi paralar; ziraî tesisat, makine, âlet ve taşıtların çalıştırma, bakım ve tamir giderleri vb. Buna karşılık, GVK'nun 41. maddesinde ticarî kazançlar bakımından indirilmesi kabul edilmeyen giderler -teşebbüs sahibi ile eş ve çocuklarının ziraî işletmeden çektiği paralar gibi-, aynı şekilde ziraî kazançlar için de kabul edilmez.” Yine aynî vergilerin tenkit edildikleri noktalardan biri de şudur: “Ayın olarak ürün üzerinden alman vergiler, hem adaletsiz, hem de çok masraflıdır. Gerçekten bu vergiler gayrisafi ürün üzerinden alındığı ve ürünün elde edilmesi için yapılan masrafları gözönünde tutmadığı için, vergi yükü, safi ürüne göre, mükelleften mükellefe değişmektedir. Örneğin 100'er ürün elde eden iki mükellefin gayrisafi ürünleri üzerinden 10'ar olduğu varsayılırsa, safi ürüne göre, birinci mükellefin gerçek vergisi % 20 (safi miktar üzerinden 10) ve ikincisinin % 14.3 (safi miktar 70 üzerinden 10) oranında olur. Buna göre, masraf arttıkça vergi oranı da artmakta olduğundan, aşar, tarımın gelişmesini engelleyen ve yine adaletsiz olan bir vergi sayılır. Öte yandan, ürün olarak alman değerlerin toplanması, saklanması ve gerektiği hallerde satılması büyük masrafları gerektirir. Bu sebeple bu vergiler, verimsiz oldukları ve mükellef üzerinde baskı yarattıkları için terkedilmişlerdir.” [1001] Bu gibi özellik ve durumlar, öşürde de dikkate alınarak, zekâtın ruhuna uygun çözümler üretilmelidir. 3) Nisap ve matrahın hesaplanması, öncelikle öşre tâbi her cins ürünün kendisiyle yapılır. Ayrı ayrı nisabı bulmayan hububat ve meyva cinslerinin birbirine eklenmesi hukukçular arasında tartışmalıdır. Hukukçuların ittifakına göre, ziraî-ürünlerde kalite açısından bazı farklılıklar bulunsa bile, meyve ve hububattan her kalem bir Sınıf oluşturarak (yani üzüm üzümle) nisap hesabında birbirine eklenebilir, böyle bir durumda zekât iyi, orta ve kötünün hissesine göre alınır; ancak İbnu'l-Munzir'in belirttiğine göre, kuru hurma, kuru huoubat cinsi ile buğday, arpa ve çavdarın birbirini tamamlamalarında ihtilaf edilmiştir: [1002] a) Ebu Hanife, Muhammed, eş-Şafiî, Ahmed, Sevrî ve Zahirî Mezhebine göre, her birinin ayrı birer ismi bulunduğu için, ziraî ürünler birbirine eklenmezler. Yani, buğday, ancak buğdayla tamamlanabilir. b) Ebu Yusuf tan bu konuda dört görüş rivayet edilmektedir: 1) Aynı arazide ekilen ziraî ürünlerden -msl., buğday, arpa ve mercimek- her birinin nisabı öncelikle kendi başına yapılır ve nisabı tamamlamak için birbirine eklenirler. 2) Her cinsin nisabı kendi başına yapılır, birbirine ekleme sözkonusu değildir (bununla ilgili olarak aynı cinsten iki nevi mahsul elde edilince ne yapılacağı konusunda bir rivayet yoktur), 3) Muhammed eş-Şeybanî'nin de katıldığı bu görüşe göre, iki üründen kızıl veya beyaz buğday gibi trampa edilmesi halinde birinin fazla olması caiz değilse -ister aynı, ister ayrı arazide elde edilsinler- birbirine eklenirler, fakat birinin fazlalığında -arpa ve buğday gibi- trampası caiz değilse eklenemezler, her birinin nisabı ayrı yapılır. 4) İki gelir, -cinsleri farklı da olsa- aynı mevsimde elde edilirse birbirine eklenirken, aynı mevsimde elde edilmeyenler eklenmezler. c) Malikî ve Hanbelî Mezheblerine göre, aynı sınıfa giren ürünler, nisap hesabında birbirine eklenebilir: Malik'e göre, mercimek, nohut ve fasulye aynı cinsten sayıldığı gibi, buğday, arpa ve çavdar gibi hububat da aynı cinsten kabul edilir. Ona göre, bu tür ziraî ürünlerde esas olan, yiyecek olarak insana yararmdaki birliktir. Aynı özelliği taşıyıp, aynı yararı sağlayanlar, tek bir sınıf kabul edilirler. Libya Zekât Kanunu (m. 17), bu konuyu,, şu şekilde düzenlemiştir: “Aşağıdaki sınıflar, her maddedekiler ayrı bir cins kabul edilmek suretiyle birbirine ilâve edilerek nisabı buldukları takdirde, zekâtları ödenir: a) Altın ve gümüş; b) Buğday ve arpa, c) Kuru hurma, d) Yağlı tohumlar, e) Baklagiller, f) İnek ve manda, g) Koyun ve keçi, h) Develer.” Ancak, şunu iyi bilmek gerekir: Yılın iki ayrı mevsiminde meydana gelen ürünler birbirine eklenmez; Hanbelî Mezhebine göre, bir yılın ürünleri -yılda iki kez alınsa da- birbirine eklenir. 4) ABT/SAT’nın kararma göre, ilk planda elli cüneyh nisaptan istisna edilir (m. 2-b). 5) Öşre tâbi ürünlerin bir kısmı ticarî gaye olmaksızın saklanıp üzerinden bir yıl geçtikten sonra satılarak nisap miktarına ulaşacak kadar para elde edilirse, bu para için üzerinden bir yıl geçmedikçe zekât ödenmez; ticaret için saklanan ürünler, ticarî zekât statüsüne tâbi olurlar. 6) Ürünün Tahminle Tespiti: [1003] Hz. Peygamberin, hurma ve üzümleri ölçü veya tartı olmaksızın tahminle tespit ettiği olmuştur. Uzman ve tecrübeli kişiler, ödenecek miktarı tespit edebilmek için bu yola girerler. Tahmin, hem mükellef ve hem de zekât ödenecek kişi açısından çifte yarar taşır. Bu yolla mükellef, ürününde dilediği gibi tasarruf edebilme imkânı bulur, tükettiği kısmın zekâtını tazmin ederken, hak sahiplerinin vekili olan âmil de bu miktarı talep etmeye hak kazanır: a) Tahminin Caiz Olup Olmaması: a) Cumhur'a (Hz. Ömer, Sehl, Mervan, el-Kasım b. Muhammed, el-Hasenu'1-Basri, Atâ, Zuhrî, Amr b. Dînar, Malik, Şafiî, Ahmed, Ebu Ubeyd, Ebu Sevr'e) göre, hasaddan önce fakat ona yakın bir zamanda devletçe çıkacak ürünün tahmini olarak tespiti caizdir: 1) Zuhrî, Evzaî ve Leys'e göre, tahmin bütün ürünlerde caizdir. 2) Cumhur'a göre, tahmin sadece hurma ve üzüm için caizdir. Bunun dışındakiler -msl. zeytin- için yapılmaz. Çünkü hurma ve üzüm, görünür ve toplu bir haldedir, zeytinler ise dağınık ve gizlidir. Ayrıca, ötekilerin bu vaziyette yenmeleri de imkân dahilindedir. 3) Zahirî Mezhebine göre, ürünün tahminle tespiti sadece hurma için söz konusudur. b) HanrT Mezhebine göre, ziraî ürünlerin ne miktarda çıkacağının tahminle tespit edilmesi, asla caiz değildir. Bu, bir gaybı bilmedir, hükme esas olmayacak zan ve tahmindir. Henüz ağaçta olan taze meyvanın değerinin tespit edilmesi ve gelecekte bunun tesliminin istenmesi, mal sahibinin haklarını azaltır. Çünkü bu ikisi arasında, hem miktar, hem de satış şartları bakımından fark vardır ve bu durum faiz olarak yasaklanmıştır. Bu iki görüş arasındaki fark, faiz yasağının farklı bir biçimde yorumlanmasından ileri gelmektedir. Faiz, teknik olarak, servet mübadelesinde, iki taraftan, sadece birisi lehine, karşılıksız olarak, fazladan bir şeyi taahhüt etmek diye tanımlanır. Bu fazlalık, teslim şartında veya sadece aynı cins malların mübadelesindeki hacim veya ağırlık fazlalığından ibaret olabilir. Msl., altının altınla veya ilerde teslim edilecek gümüşle mübadelesi veyahut altının altınla, gümüşün gümüşle eşit olmayan miktarlardaki mübadelesi, bir faiz hareketidir. Faiz, sünnette, birbirinden farklı yorumlanan altı belirli nesne bakımından yasaklanmıştır. Hanefîler, bunları hacim veya ağırlıklarıyla satılan nesneler olarak yorumlar. Şafiîler, bunları altın, gümüş ve yiyecek maddeleri anlamında yorumlar. Nihayet ma-likîlere göre, altın, gümüş ve gelecekte kullanmak veya teslim etmek için muhafaza edilen dayanıklı yiyecek maddeleri bakımından, sonuçtaki eşitsizliktir. [1004] Yusuf Kardavî'ye göre, ihtiyaç ve şartlara göre, tahmin caiz olmalı ve bu mütehassıslarca yapılmalıdır. Teknik imkânlarla tahmin yapılabilecek veya çiftçinin ihtiyaç duyduğu ürünler için tahminde bulunulmalı, başkaları için böyle bir yola gidilmemelidir. b) Yanılma Payı ve Sonuçları: a) Yanılma Payı: Hz. Ömer, belirli bir miktarı mal sahiplerine bırakmıştır. Henüz öşrü ödenmemiş ürünlerden yemek doğru değildir, fakat öşrünü daha sonra ödemek niyetiyle yenmesi helaldir: 1) Yetişmeden Önce Yemek: Ürün henüz yetişmeden yenmişse Ebu Hanife'ye göre zekât tazminat yoluyla ödenir; Ebu Yusuf ve Muhamed'e göre ödenmez; bazı hukukçulara göre, aşırı gitmeksizin belli bir miktar yenebilir. 2) Yetiştikten Sonra Yemek: Ebu Hanife, Sevrî ve Maliki Mezhebine göre, hasada yakın olgunlaşıp toplanmazdan önce yenen ürün, nisap hesabına katılır; Şafiî Mezhebine göre, mal sahibi ile ailesinin yediği istisna edilir; Ebu Yusuf ve Muhammed de mükellefin kendisi ve ailesi için gerekli yiyecek miktarını öşürden muaf sayar, hatta olgunlaşmadan tümü yenebilir. Burada konuyu değişik olarak değerlendiren görüşün zikri de uygundur: Zahirî Mezhebi, eş-Şafiî ve Leys'e göre, ölçülür hale gelmezden önce yenirse, zekâtı ödenmez; daha sonra yenirse ödenir. Yusuf Kardavî de bu görüşü benimsemektedir. Fakat Sıddıki ve Yusuf Kardavî'nin belirttiği gibi, bu konu, makul tüketimin nisap hesabına katılmayacağı şeklinde çözümlenebilir.[1005] Tahminde bulunurken, şu şekilde hareket edilir: a) Şafiî Mezhebine göre, tahminde bulunurken vasiyet, yakın akrabaya verilecek hediye, gelen geçenlerin yiyebileceği ve bozulabilecek miktar tahminin istisna ve muafiyet sınırları içine alınır. Tahmin ürünün farz olma zamanında yapılır. b) Ahmed b. Hanbel, İshak, Leys, Ebu Ubeyd ve İbn Hazm'e göre, tahminde, ürünün 1/3 (üçte biri) veya 1/4'i (çeyreği) mükellefe bırakılır. Çünkü kendisi, ailesi, misafirleri, komşuları, arkadaşları ve isteyenler ile kuş vb. hayvanlar, gelip geçenler yiyerek tüketimde bulunabilir. İbn Hazm, daha da ileri giderek, şöyle der: Hasada kadar düşen, kuş, hayvan ve yoksulların aldığı, hasad zamanı tasadduk edilenler hep dışarda bırakılır. Zekât ürün ancak ölçülebilecek hale gelince farz olduğundan, bundan öncesi nazarı itibara alınmaz. Memur, bunların çokluğuna göre, iki orandan birini takdir edebilir, istisna böylece takdir edilir. Tahminci, bu miktarı bırakmasa da, mükellef onu nisap hesabına katmaz. Ödemeyi mükellef kendisi yaptığı takdirde, aşırı gitmeksizin yine bu şekilde hareket edilir, ancak aşırı gitmemeye özen gösterilmelidir. b) Yanılmada Ödeme Durumu: a) Malik ve Medineli yedi hukukçudan biri olan el-Kasım b. Muhammed'e göre, ödenecek miktar değişmez, aynen uygulanır. b) İbn Hazm'e göre, ürünün çokluğuna ve azlığına göre, ikmal veya geri verme yollarından biri uygulanır. c) Ebu Ubeyd'e göre, fahiş hatada ödenecek miktar tamamlanır veya geri alınır. Fakat insanların çoklukla yanıldığı miktar hoşgörülür. Yusuf Kardavî de Ebu Ubeyd'in görüşünü benimseyerek, yanılmanın büyüklüğü halinde fazlalık için ödem'e, azlık için geri alma şeklinde hareket edilmesini savunur. [997] Ebu Zehra, İslâm'da Sosyal Dayanışma, s. 169; Karaman, age, c. I, a. 160; Kardavî, FZ, c. I, s. 391-397; Yavuz, ÎZM, s. 188. [998] Karaman, age, c. T, s. 159-160. Ayrıca bkz.Bilmen, HFK, c. IV, a. 79; Kardavî, FZ, c. I, s. 391-397; Yavuz, İZM, s. 188; Malik: Zekât, 35. [999] ABT/SAT, m. 2-a. [1000] Ebu Zehra, age, a. 169; Kardavî, FZ, c. I, s. 396; Yavuz, İZM, s. 188. [1001] Erginay, Kamu Maliyesi, s. 26; Erginay, Vergi Hukuku, s. 168-169. [1002] Bilmen, HFK, c. IV, s. 81; Cezîrî, Fame, c. I, s. 617; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 243; İbnu'l-Munzir, Kitabu'l-İcma, s. 31; Kardavî, FZ, c. I, s. 484; Kâsânî, BS, c. II, s- 60-61; Malik: Zekât, 36; Maverdî, age, ş. 118; Serahsî, age, c. II, s. 3; Tahâvî, Muhtasar, s. 47. [1003] Ebu Ubeyd, Emval, s. 483-495; Kardavî, FZ, c. I, s. 381-385, 387, 389; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 245; Malik: Zekât, 34; Maverdî, age, s. 117; Yavuz, İZM, s. 425-427. [1004] Bu konuda bkz. Karaman: age, c. II, s. 183-236. [1005] Bilmen, HFK, c. IV, s. 80; İbn Rüşd, BM, c. I, s. 245; İbnu'l-Munzir, age, s. 31-32; Kardavî, FZ, c. I, s. 388-390; Kâsânî, BS, c. II, s. 63-64; Sıddıki, age, s. 74. |