> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Mükayeseli İbadetler İlmihali > Dünya Hükümleri Açısından Mükelleflik Durumları
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Dünya Hükümleri Açısından Mükelleflik Durumları  (Okunma Sayısı 459 defa)
27 Ağustos 2012, 14:26:48
Sümeyye

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 29.261



Site
« : 27 Ağustos 2012, 14:26:48 »



Dünya Hükümleri Açısından Mükelleflik Durumları:
 

Aslî Kâfir:

“Mekke'de nazil olan ilk âyetlerde tek ve semavî bir Allah'a inanmanın sonucu bütün insanlara tevcih edilen zekât mükellefi­yeti, Nahl: 16/90'dan da anlaşıldığı gibi, Allah'ın emrettiği bir ve­cibe manasında vazedilmiş bulunmaktadır. Allah'ı bir Rabb olarak benimsemiş mü’min, bu vecibeyi bir kul sıfatıyla yerine getirmeye kendini mecbur hissedecektir. [282] İnanmayanların aynı şekilde mallarından bir kısmını bu yollarda sarf etmeleri ise, El-Enfal: 8/36'da gösterildiği gibi, Allah katında aynı kabule mazhar olma­makta, onların mal tahsisleri zekât, sadaka, nafaka vs. şeklindeki mükellefiyetlerini yerine getirmesi manasına alınmamaktadır. Acaba gayrimüslimler zekât ismi altında toplanan umumî vergi­leri ödeyebilirler mi? Kur'ân âyetlerinden en-Nisa: 4/38'de, Allah'a ve ahiret gününe inanmaksızın mallarını sırf gösteriş olsun diye harcayanlar (infak edenler)'ın durumu, bir müslümanın vaziye­tinden addedilmekte ve Allah katında makbul olmadığı tebarüz ettirilmektedir.    Bu âyet, mekkî olan el-Enfal: 8/36 ile karşılaştırıldığında,  daha da tamamlayıcı bilgi elde edilebilmek­tedir.” [283]

Bu konuda, klasik hukukçular, şu açıklamayı yapmak­tadırlar: [284]

1) ÜM'e göre,  müslüman olmayana  (aslî kâfire)  -namaz ve oruç gibi- zekât da farz değildir; zira onlar furu ile muhatab olmaz­lar; müslüman olduğunda önceki durumundan dolayı edasıyla da muhatap değildirler. Bu  gibilerin yapacakları en  büyük ibadet, iman edip gerçeğe dönmektir.

2) Malikî Mezhebine göre, zekâtla mükellef olmak için, müslüman olmak şart değildir;  ancak, ödenen zekâtın  sahih  olması için, mutlaka müslüman olma şartı aranır.

Umumî olarak görülür ki, hiçbir devirde İslâm'ı temsil eden­ler, yolları üzerindeki hiçbir milleti veya devleti peşinen “şu veya bu vergiyi ödeyin” diye bir mükellefiyet altına sokmamışlardır, ilk teklifleri daima İslâm'a girmeye davet şeklinde kendini gös­termiştir. Cevap olumlu veya olumsuz olsun, ancak bunlara bağlı diğer şartlar arkasından gelmiştir. İşte bu teklife olumlu cevap vermenin sonucu olan zekât ödemek, İslâmlığın neticesi, diğer bir deyişle müslüman olmanın tabiî sonucudur; bu bakımdan zekât mükellefleri İslâm devleti içinde daima muslini tebaadan ola­gelmişlerdir. Olumsuz cevap halinde ise, zekâttan ayrı hususî ver­gilere (müslüman olmayanlardan zekât yerine devletin takdir edeceği ölçüde adına cizye ve haraç denen vergiler) tâbi tutulmuşlardır.

Ancak, akdedilmiş olan muahede ve resmi vesikalar tetkik edildiğinde, bu kaidenin beynelmilel siyaset ve İslâm dininin yayılmasını temin eden bazı istisnalarının bulunduğunu gözleyebi­liriz. İlk göstereceğimiz istisna, Hz. Peygamber'in Taif ahalisini İslâm'a girmelerine mukabil zekât ödemekten muaf tutması, diğerleri de çeşitli kabile ve bölgeler ahalisiyle akdedilen anlaşmalarda zekât mükelleflerine dair bazı istisnalardır. Diğer istisnaî ve calibi dikkat bir durum da, Benu Tağlib ile Halife Öme­r'in akdettiği sulhtur. Bu sulh akdinin yazılı metni elimizde bu­lunmamakla beraber, hadis musannafatı arasında bunun mündericatı hakkında bilgi edinebilmekteyiz. Buna göre, mezkur ahali­den İslâm'a girenler umumî zekât kaidelerine tâbi olacaklar ve fakat Hıristiyan olarak kalanlar, gerek vergi mevzuu ve gerekse nispetleri bakımından zekât hükümlerine bağlanacaklardı. Şu hemen ifade edilmeli ki, burada sözkonusu olan vergi cizyedir. [285] Bu sulhnamede, tatbiki gözetilen husus, sadece, mevzu ve nispetler hu­susunda zekât hükümlerinin tatbik edilmesidir. Hatta vergi nispeti umumî zekâttan farklı olarak, “onlara çifte sadaka yüklenmiştir” şeklinde ifade edilmektedir. Anlaşılacağı gibi, bu gibi vakıalar, bütün gayrı müsait şartlara rağmen, İslâm'ın yayılma azim ve enerrsinden ve bir de toleransından ileri gelen istisnaî tatbikattandır.

İslâm'ı kabul eden ve zekât ödeyen bir kimse, artık İslâm devletinin himayesine de (zimmetullah ve zimmetu rasulih) mazhar olmaktadır; bu himaye can, mal ve araziye şamildir. Resmî vesikalarda, İslâm'ı kabul ve zekât ödenmesi şartıyla bu himaye tanındığı gibi, bazı bölgelerle yapılan anlaşmalarda zekât ödenme­sine de hacet kalmaksızın sadece Allah'a ve Rasulüne iman bile aynı himaye hakkının doğumuna müncer olmaktadır. Taif misa­linde de olduğu gibi bu gibi istisnaî muahedelerden gaye, bu halk­lara İslâm'ı hakiki cephesiyle tanıtabilmek ve gönüllerini kazana­bilmektir. Nitekim, bu gibi halk grupları, hakikaten İslâm kültürü ile bağdaşmalarını müteakip, kendiliklerinden bu nevi istisnaî haklarından vazgeçmişler ve bütün hükümleriyle müslüman camiasına dahil olmuşlardır. [286]

Ibn Rüşd'ün belirttiğine göre, çoğunluk zimmîlere zekât yük­lenmeyeceği kanaatindedir; içlerinde eş-Şafiî, Ebu Hanife, İbn Hanbel ve Sevrfnin bulunduğu bir grup hukukçu, Hz. Ömer ta­rafından Benî Tağlib hıristiyanlarına yüklendiği gibi, onlara müslümanların zekâta tâbi mallarından alınan iki katı vergi ko­nulabileceği görüşündedir. İmam Malik'in bu konuda bir görüşü olmadığını belirten İbn Rüşd, kendi görüşünün onlara böyle bir vergi konulmasının usûle aykırı düştüğü yolunda olduğunu ifade eder.[287]

Günümüzün değişen şartları karşısında, İslâm devletinin va­tandaşı olan gayri müslimlerin zekât mükellefliğiyle ilgili ko­numlarının ne olacağı tartışmalıdır. [288] Zekât, dinî-malî yönü olan bir farz ibadettir. Bu durum karşısında, müslümanlarla ilgili bir ibadetin gayr-i müslimlere de mecbur kılınması, inanç hürriyetine aykırıdır; buna karşılık, sadece müslüman vatandaşlara özgü kılınıp, sosyal dayanışma alanında kayırılmaları suretiyle de, vatandaşlar arasında eşitlik ilkesine aykırılık sözkonusudur. İşte bu durum, konunun enine boyuna incelenmesini ve günümüz şartlarına uygun bir çözüm üretilmesini zorunlu kılmaktadır.

Yusuf el-Kardavî zekâtla mükellef olmayan İslâm ülkelerin­deki gayrimüslimlerden vergi adı altında zekât miktarına eşit herhangi bir vergi tahsil edilip edilemeyeceğini şöylece tartışmaktadır: [289] Konunun Şûra İçtihadına muhtaç bulunduğunu, ancak böyle bir içtihada kadar kendi düşüncesinin, “sosyal da­yanışma vergisi” gibi adlar altında, onlardan zekât miktarı vergi tahsil edilebileceği yolunda olduğunu belirtir. Bununla ilgili olarak, Hz. Ömer'in, Benî tağlib hıristiyanlarına zekâtın iki katı vergi tarhettiğini, esasen dinlerinin de bunu gerektirdiğini [290] açıklar. Bu durumda, Hz. Ömer'in uygulaması, bir örnektir, uygu­lamadaki miktar vb. yönünden bağlayıcılık yanı olmaz, bütün bun­lar zaman ve zemin şartlarına göre değişir. Onlardan alınan vergi, yine kendilerine özel bir kuruluşla harcanır.

Çağdaş İslâm hukukçularından Abdulkerim Zeydan [291] ve Muhammed Ebu Zehra [292] da gayrimüslimlere böyle bir verginin yüklenebileceğini savunmaktadırlar.

Zekât, İslâmî bir ibadettir. İslâm, hiçbir gayri müslimi, İslâm inançlarını benimsemeye ve herhangi bir İslâmî ibadeti yapmaya zorlamayan bir dindir. [293] Ama İslâm devletinde azınlık olarak gayr-i müslim vatandaşların bulunması, bu devletin hiçbir şekilde, İslâm hukukundan ve yönteminden uzaklaşmasını, onun yerine İslâm'a aykırı düşen laik veya dinsiz bir çözümü benimseyip önemli ve sembol bir ibadeti ihmal etmesini haklı kılmaz. Aksi bir davranış, müslüman çoğunluğun din ve onun sosyal ve ekonomik temellerinde kusurlu davrandığı ve dev­letin azınlığın hakkını çoğunluğunkine üstün tuttuğu, azınlığın çoğunluğa egemen olduğu anlamına gelir. Her iki sonuç da, din, medeniyet ve millet çıkarları açısından kabul edilebilir nitelikte değildir.             

Zekât, hem bir ibadettir, hem de bir malî mükellefiyettir. Bir ibadet oluşu yüzünden İslâm zekâtı sadece müslümanlara farz kılmış, gayri müslim vatandaşlara farz kılmamıştır. Burada, bir ibadet oluşu, bir malî mükellefiyet oluşuna üstün tutulmuştur. İnanç ve ibadet hürriyeti dikkate alınarak gayri müslimlere farz kıhnmadığma göre, İslâm devletinin zekâtı müslümanlara farz kılmaktan ve onlar için uygulanacak sosyal   güvenlik  kanunu yapmaktan kaçınması da inanç ve ibadet hürriyetiyle uygunluk göstermez. Bununla birlikte, İslâmî bir ibadet oluşundan dolayı İslâm toplumundaki gayri müslimler zekât mükellefiyetinden muaf tutulmuşlarsa da, bunun yerine kadın, çocuk, yoksul ve âciz­lerin muaf olduğu cizye vergisi konulmuştur. Bu vergi sayesinde, tslâm toplumunda koruma, güvenlik ve pekçok başka hizmetlerden art rlanmışlardır.

Cizye, gayr-i müslimlerin savunma ve savaş, daha doğrusu askerlik görevinden muaf tutulması dolayısıyla konulmuştur. Oysa günümüzde durum değişmiştir ve İslâm ülkelerindeki gayr-i müsîim vatandaşlar, müslümanlar gibi silahlı kuvvetlerde hizmet etmektedirler. Bu yüzden, İslâm devletinin gayr-i müslim vatandaşları kendi rızalarıyla zekât kurumuna müslüman va­tandaşların ödediği zekâta karşılık olacak bir meblağı ödemeyi kabul etmesi mümkündür. Böyle bir düşüncenin kabulü, aynı ku­rumun gayri müslim vatandaşları için de benzer özellik ve yararı sağlayıcı nitelikte olmasını gerektirir.

İşte bu düşünceden hareketle, çağdaş bazı hukukî düzenleme­lerde de bu konuya yer verilmiştir. Mısır'da Muhammed Ebu Zehra başkanlığında 1948'de hazırlanan zekât kanun tasarısı (m. 8), hem müslüman, hem de gayr-i müslim vatandaşların zekât mükellefi oldukları yolunda bir kural koymuştur. Bu kanunun gerekçesinde, Hz. Ömer'in Benî Tagleb Araplarına yaptığı uygulama, dayanak olarak gösterilmiştir.

Ancak ÜM ile Zahirî Mezhebine mensup İbn Hazm, gayr-i müslim vatandaşlardan zekât alınmasını hiçbir şekilde tasvip et­mez. [294] Bu yüzden, gayr-i müslimlerden zekât alınması düşüncesi için fıkhı bir zorluk da sözkonusudur.

Ayrıca, gayr-i müslim vatandaşlar da, zekât mükellefi olma yolunu seçmeyebilir ve buna razı olmayabilirler. ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Dünya Hükümleri Açısından Mükelleflik Durumları
« Posted on: 28 Mart 2024, 12:08:30 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Dünya Hükümleri Açısından Mükelleflik Durumları rüya tabiri,Dünya Hükümleri Açısından Mükelleflik Durumları mekke canlı, Dünya Hükümleri Açısından Mükelleflik Durumları kabe canlı yayın, Dünya Hükümleri Açısından Mükelleflik Durumları Üç boyutlu kuran oku Dünya Hükümleri Açısından Mükelleflik Durumları kuran ı kerim, Dünya Hükümleri Açısından Mükelleflik Durumları peygamber kıssaları,Dünya Hükümleri Açısından Mükelleflik Durumları ilitam ders soruları, Dünya Hükümleri Açısından Mükelleflik Durumlarıönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes