Konu Başlığı: Birinci başlık zekât alacaklısı Gönderen: Sümeyye üzerinde 28 Ağustos 2012, 14:29:09 BİRİNCİ BAŞLIK ZEKÂT ALACAKLISI: [217] Zekât koymak yetkisine sahip olan, kişiler ve mallar üzerinde iradesini kullanan kamu organına Zekât Alacaklısı denir Zekât alacağının esası, devletin zekât koyma yetkisine dayandığına göre, zekât alacaklısı bizzat devlet veya onun yetkili kıldığı kamu kuruluşlarıdır. Zekât Alacaklısı sıfatıyla devletin zekâtla olan ilişkilerini ayrıntılı olarak incelemek gerekir. 14. Hukuk Kaynaklarında Konunun İşlenişi: Zekât, asla bir ferdî-ihtiyarî yardım ve ferde bırakılmış bir mükellefiyet değildir. O, devletin kontrol edeceği ve zekât ödemeleri farz olanlardan tahsil etmek ve gereken yerlere dağıtmak suretiyle sadece bu fariza ile uğraşan düzenli bir idarî mekanizmanın yürüteceği içtimaî, iktisadî, malî ve hukukî bir müessesedir: 1- Kur'ân-ı Kerîm: Kur'ân-ı Kerîm'de vergi teşkilatına dair delil olma konusunda, Tevbe: 9/60 âyetinde rastladığımız “zekât memuru (âmilûn)”, yani vergi işlerinde çalışan kimseler şeklindeki ibaresiyle bu âyet, başlıca üç özellik taşımaktadır: 1) Vergi işleriyle uğraşanların mevcudiyeti kabul edilmektedir, 2) Bunların toplanan vergiler üzerinde maaş şeklinde bir hakka sahip olduğu açıklanmaktadır, 3) Ayetin başındaki “sadakalar” tabirinin devletin hususî memurlar marifetiyle toplattırdığı tarifine uygun vergi olduğu anlaşılmaktadır. Kur'ân-ı Kerîm'de yine aynı Tevbe: 9/103 âyetin de, mekkî olan En'am: 6/199 âyetinde Peygamberimize bir kısım malları almasına (tahsil etmesine) dair verilen selahiyetin tafsil edildiğini görmekteyiz. Bu sonuncuya göre, Hz. Peygamber'e “mallardan sadaka olarak” bir kısım alması ve veren kimseye dua etmesi emrolunmaktadır. İşte Hz. Peygamber, mükelleflerin artması, toplanan vergi miktarının çoğalması neticesindedir ki, bu işle uğraşacak vazifelileri tayin etmeye başlamış oluyordu. Bu vazifelilerden bir kısmı devlet merkezi olan Medine'de sözkonusu malî meseleldrin naili için istihdam edilmiş ve bir kısmı da Medine dışına, taşraya tahsilat ve hatta dağıtım için gönderilmiş bulunmaktadır. Âyetlerde geçen “sadaka” tabirleri, Cumhur tarafından “zekât” olarak yorumlanmıştır ve bu hitap, Hz. Peygamber ile ondan sonra müslümanlarm işlerini idare edenlerin hepsine aittir. [218] Nitekim, Hz. Ebu Bekr devrinde zekât ödemek istemeyenler, bu âyete dayanarak, hitabın sadece Hz. Peygamber'e ait olduğunu iddia etmişler, ancak bu tefsir sahabece kabul edilmemiştir. 2- Sünnet: Sözlü Sünnet: 1) Hz. Peygamber, Yemen'e gönderdiği Mu'az b. Cebel'e şöyle demiştir: “Onlara, zenginlerinden alınıp fakirlerine verilecek olan bir sadakayı Allah'ın kendilerine farz, kıldığını bildir. Eğer bunu kabul ederlerse, mallarının kıymetlilerinden sakın ve mazlumun bedduasından kork! Zira, Allah ile mazlum arasında duanın kabulüne engel olacak bir perde yoktur.” [219] Bu hadiste, devletin zekât memuru olan Mu'az b. Cebel'e, zenginlerden zekât tahsili ve onu dağıtma yetkisi tanınmıştır. İbn Haceri'l-Askalanî ve eş-Şevkanî'nin belirttiğine göre, bu hadisten, zekât tahsil ve dağıtma işini bizzat yapması veya vekiline yaptırması İslâm devlet başkanına ait bir vazife olduğu sonucu çıkarılır, vermeyen olursa zekât cebren tahsil edilir. [220] 2) Amillerin gönderilmesi konusunda olduğu gibi, kimlerin, hangi maldan ve ne kadar zekât ödeyeceğini açıklayan birçok hadis bulunmaktadır. [221] Uygulamalı Sünnet: Zekâtla ilgili sözlü sünneti, uygulamalı sünnet de desteklemekte ve konuya önemli bir açıklık kazandırmaktadır. Bu uygulamalarda Hz, Peygamber, birçok sahabeyi tespit, tahakkuk, tahsil, muhafaza ve tevzi konularında zekât memuru olarak vazifelendirmiştir, kimini Medine'de, kimini de taşrada istihdam etmiştir. [222] Hz. Peygamber, zekât memurlarına gerekli bilgileri verir, yumuşaklık ve tatlılıkla davranarak ve Allah hakkının alınmasında laubalilikten uzak kalarak, kolaylık gösterilmesini emir ve tavsiye eder, ammeye ait maldan çok az da olsa sakınmalarını öğütler, dönüşte de onlardan muhasebesini isterdi. Mal sahiplerinin de aynı şekilde zekât memurlarına görevleri konusunda yardımcı olması, kolaylık göstermesi en tabiî bir durumdur. 3- Sahabenin Fetvaları: Sa'd b. Ebi Vakkas, İbn Ömer, Ebu Hureyre, Ebu Sa'id el-Hudrî, Mugire b. Şu'be gibi sahabenin önemli temsilcileri, kendilerine yöneltilen çeşitli sorulara verdikleri cevaplarda, mükelleflerin zekâtını bizzat dağıtmasını uygun görmemiş, zekâtın devlete ödenmesi gerektiğini belirtmişlerdir. Ayrıca Râşid Halifeler de bu şekilde uygulamada bulunmuşlardır. Şu halde, Hz. Peygamber ve ilk Halifeler'in, ülkenin hemen her tarafına muntazam olarak zekât memurları göndermeleri ve bunu asla ihmal etmemeleri, zekâtın devletin idare ettiği bir müessese olduğunun uygulamaya yansımasıdır. Emevîler devrinde İslâm devletinin idarecilerinde bazı gayrimeşru davranışlar görülmesine rağmen sahabe, zekâtın devlete verilmesi görüşünde ısrar etmiştir. Zekâtın toplanıp sarfedilmesinde devletin aracılığına şu noktalarda ihtiyaç vardır: 1) Din ve merhamet duyguları zayıflamış bazı kimseler, kendi hallerine bırakılınca bu hakkı ödemeyebilirler. 2) Fakirin bu hakkını devletten alması, haysiyet ve şahsiyetinin incinmemesi bakımından daha uygundur. 3) Zekâtı fertlerin doğrudan fakirlere ödemesi halinde, bazı fakirler ihtiyacından fazla zekât alırken, bazıları bundan mahrum kalacaklardır. 4) Allah yolunda ve gönülleri kazanılacak olanlar gibi bazı sarf yerlerini takdir etmek, ferdi aşan bir saha olmaktadır. Zekâtı devlet idare etmekle bilikte, toplama ve dağıtma işinde nasları aşması mümkün değildir. Bu sebeple, zekâtın bütçe ve hazinesi, beytülmalin diğer fasıllarından ayrı tutulacak; cizye ve haraç, ganimetler ve sahipsiz mallara ait beytülmaller yanında, dördüncü olarak bir de zekât beytülmali bulunacaktır. [223] 15. Zekât-Devlet İlişkilerinin Tarihi Gelişmesi: Zekât-devlet ilişkilerinin tarihî gelişmesini, Hz. Peygamber ve Hulefa-i Raşidin devirlerindeki uygulamalara göre ele alabiliriz [217] Mavsili, İhtiyar, c. I, s. 104. Zekât için devletin teşkilatlanması ve bu teşkilatın işleyişinin ilk örnekleri için bkz. Tuğ, İslâm Vergi Hukuku, s. 25, 75-83; Yeniçeri, İslâm'da Devlet Bütçesi, s. 53-72. [218] Kardavî, Fakirlik Problemi, s. 109-110; Mavsılî, İhtiyar, c. I, s. 104; Tuğ, age, s. 76-77.- Delilerin geniş tartışması için bkz. Kardavî, FZ, c. II, s. 747-758. [219] Buhârî; Zekât, 63; Nesa'î: Zekât, 1, 146. [220] İbn Haceri'l-Askalanî, Fethu'l-Bari, c. III, s. 231; Şevkanî, Neylu'l-Eutar, c. IV, s. 124; Kardavî, Fakirlik Problemi, s. 111. [221] Bu konuda hadis kitaplarının ez-Zekât bölümleri başlıca kaynaktır. [222] Bunların isimleri, vazifeleri ve gittikleri yerler için bkz. Hasan-uz-Zaman, ilk islâm Devletlerinde Ekonomik Strüktür, çev. Sinan Ersoy, (İstanbul 1987), s. 156-157; Kardavî, FZ, c. 2, s. 749-752; Kettanî, et-Teratîbu’l-İdariyye, (Rabat 1346 h.), c. r, s. 396-400; Tuğ, age, s. 77-83; Yavuz, İZM, s. 421-423. [223] Kâsânî, BSr'c. II, s. 68-69; Karaman, İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri, c. II, s. 104-105. |