๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Mucize Ve Büyük Özellikleri => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 26 Aralık 2009, 23:28:53



Konu Başlığı: Zigarad Gazvesinde Vukua Gelen Mucize Ve Fevkaladelikler
Gönderen: Sümeyye üzerinde 26 Aralık 2009, 23:28:53
Zigarad Gazvesinde Vukua Gelen Mucize Ve Fevkaladelikler


Müslim, îmrân bin Husayn´ın şöyle dediğini haber verir: Müşrikler Medine otlağına baskın yaparak serbestçe yayılmakta olan develeri sürüp götürdüler. Bu meyanda bir kadını da esir etmişlerdi. Peygamberimizin el-Adbâ adındaki devesi de müşriklerin götürdükleri develer arasında bulunuyordu. Esîr düşen kadın, geceleyin develerin araşma girdi, hangisinin üzerine elini koysa, o deve yaramazlık edip bağırıyordu. Derken bir devenin üzerine elini koyduğunda, bu deve kendisine yakınlık ve uysallık gösterdi. O da bu deveye binerek oradan uzaklaştı ve Medine´nin yolunu tutarak geri geldi. Ona bu yakınlık ve uysallığı gösteren, Peygamberimiz´in devesi el-Adbâ idi. El-Adbâ, böylece hem kendisini kurtarmış, hem de o kadının kurtuluşuna sebeb olmuştur."

Beyhakı, Ebû Katâde´nin oğlu Abdullah tarikiyle şöyle rivayet eder: Bir gün Ebû Katâde, Medine´ye gelen satıcıdan bir at almıştı. Yolda kendisiyle karşılaşan Mes´ade el-Fizârî "Ey Ebû Katâde, bu atı ne yapacaksın?" diye takıldı. Ebû Katâde de: "Resûlüllah ile birlikte Allah yolunda gazaya gitmek için besliyeceğim!" dedi. Mes´ade:

" -Siz öyle bir gazada öldürmek ne kadar kolay olur!" dedi. Onun bu küstahlığına kızan Ebû Katâde:

-Öyle bir gazada, bu atın üzerindeyken seninle karşılaşmak isterim!" dedi. Mes´ade de alaylı bir şekilde:

" -Amîn" diyerek karşılık verdi. Bir gün, Ebû Katâde, sevdiği ve iyi baktığı bu atma, cübbesinin etek ucuna doldurduğu hurmaları yediriyordu. At, birden bire başını kaldırıp kulaklarını dikti. Ebû Katâde de:

" -Allah´a yemin ederim ki bu, bâzı atların kokusunu aldı!" dedi. Ne kadar ibretli ve hikmetlidir ki, onun bu sözünü işiten anası, derhal şu uyarıda bulundu:

" -Oğlum, sen ne yapıyorsun? Biz, aklı başında insanlar olarak, câhiliye çağında bile kehânette bulunmazdık. Şimdi, Peygamberimiz Muhammed´in (s.a.v.) getirdiği islâm Hidâyeti üzerinde bulunduğumuz halde mi, kâhinlik yapacağız?"

Fakat, Ebû Katâde´nin atı, yemini yerken birden başını kaldırır ve kulaklarını diker, Ebû Katâde de: "Vallahi atların kokusunu aldı!" der ve derhal atını eğerler ve´ üzerine binerek silâhı ile birlikte atım sürer.

, Kendisiyle karşılaşan bir adam: "Likâh: damızlık develer alınıp götürüldü. Peygamberimiz ve ashâb onu aramaya çıktılar!" haberini iletir. Bunun üzerine atını süren Ebû Katâde, Peygamberle karşılaşır. Peygamberimiz kendisine der ki: "Atını sür, ey Ebû Katâde! Allah yoldaşın olsun!" Ebû Katâde der ki: "Ben de hızla atımı sürdüm, baktım develeri sürüp götürüyorlar. Peşlerinden yetişip kendilerine hücum ettim. Üzerime ok atmaya başladılar. Bu arada ben alnımdan yaralandım. Okun temrenini çıkardım. Bu sırada güçlü bir süvari üzerime geldi, yüzü zırhlı idi. Yüzünden zırhını açtı ve: "îşte ey Ebû Katâde, Allah beni seninle karşılaştırdı" dedi. Yüzünü açınca onun, Mes´ade el-Fizârî olduğunu gördüm. Bana, "Ölümlerden ölüm beğen!" dercesine, "söyle ey Ebû Katâde, dövüşelim mi, vuruşalım mı, yoksa güreşelim mi?" dedi. Ben de "Sen seç!" dedim. O, "Peki güreşelim" dedi ve atından indi. Ben de atımdan indim ve hemen tutuştuk. Derken ben kendisini yere indirip göğsüne çöktüm. Elimi onun kılıcına attığımda:

, "Beni öldürme, çocuklarıma bağışla" dedi. Ben, kendisini serbest bırakamıyacağımı söyledim ve onu kendi kılıcımla orda öldürdüm. Silâhım, elbisesini ve atını alarak askere yetişip saldırmak istedim. Bu sırada kendi atım ürkerek uzaklaşmıştı. Ben Mes´ade´nin atı üzerinde askere yetiştim. Onlar da Mes´ade´nin atını görünce durumu anladılar. Mes´ade´nin kardeşi de asker arasındaydı. On yedi kadar kişiyle birlikte ilerliyordu. Ben onlara saldırıya gaçtim ve Mes´ade´nin kardeşini de okla yaraladım. Peygamberimiz´in devesi Likâh, bunların yanında idi. Ben Mes´ade´nin kardeşini de yaralayınca onun etrafındakiler dağılıver-diler. Ben mızrağımı uzatarak Likâh´ı habsettim. Derken Peygamberi miz ve ashabı da arkadan yetiştiler. Askerin olduğu yere geldiklerinde benim atımla karşılaşmışlar. Atımın arka ayaklarının sinirleri kesilmiş bir vaziyette imiş. Bunun farkına varan birisi:

" -Ey Allah´ın Resulü, Ebû Katâde´nin atının arka sinirleri kesilmiş!" demiş. Peygamberimiz de kendisine iki defa:

-Vay sana, harpte nice düşmanla karşılaşacaksın" demiştir. Peygamberimiz ve ashabı, benim Mes´ade ile mücâdele ettiğim yere geldikleri zaman, yerde bir adamın, benim elbiselerimin altında cansız yatmakta olduğunu görmüşler. Hemen adamın biri:

-Yâ Resûlâllah, Ebû Katâde şehîd düşmüş!" diye konuşmuş. Peygamber Efendimiz ise:

-Allah esirgesin! Ebû Katâde Allah´a yemin ederim ki, şarkı söyleyerek düşmanın izinden gitmektedir!" buyurmuştur.

Ömer ile Ebû Bekir, koşarak yerde yatmakta olan adamın yanma gitmiş ve üzerindeki elbiseyi kaldırmışlar. Onun Mes´ade olduğunu görünce "Allahü Ekber!" diyerek tekbîr getirmişler ve: "Allah ve Resulü, sözünde gerçektir" diyerek Resûlüllah´ın mucizevî bir şekildeki konuşmasını tasdik etmişlerdir.

Ben, bu sırada müşriklerin elinden kurtardığım damızlık develeri sürüp getiriyordum. Peygamber (s.a.v.) beni görünce

" -Ey Ebû Katâde, yüzün felah ve saadette olsun! Sen, atlı askerlerin efendisisin! Yüce Allah, sana, senin evlâdına ve ahfadına, iyilik ve bereketler ihsan eylesin!" diyerek sena ve dualarda bulundu. Sonra dedi ki:

" -Ey Ebû Katâde, alnındaki nedir?" Ben de:

" -Düşmana yetiştiğim zaman, attıkları okla yaralandım" dedim. Peygamberimiz:

" -Bana yaklaş bakayım!" buyurdu. Ben de kendisine yaklaştım. Meğer ben, alnıma isabet eden okun, yalnız ağaç kısmını çıkarmışım, temreni ise hâlâ duruyormuş. Peygamber Efendimiz, kendi mübarek elleriyle alnımdaki ok temrenini çıkardı, sonra mübarek tükrüğü ile ilaçlandı ve mübarek elini yaramın üzerine koyarak biraz tuttu. O'na Peygamberlik veren Allah´a yemin edirim ki, bundan sonra bu alnımdaki yaranın ne bir acısını duydum, ne de bir kanama oldu."

îbn-i Sa´d, Salih bin el-Keysân´ın şöyle dediğini haber vermiştir: "Mihraz bin Nadla dedi ki: Birinci kat semânın kapısının bana açıldığını gördüm, bu kapıdan girerek yükselmeye başladım. Sonunda tâ yedinci kat semaya kadar vardım. Oradan da ilerleyerek Sidre-i Müntehâ´ya kadar çıktım. Orada bana denildi ki: "işte senin menzilin burasıdır!" Ben bu rü´yâmı Ebû Bekir´e arz ettim. Zira o, insanların en iyi rü´yâ tabir edeni idi. Bana dedi ki: "Ey Mihraz, sana müjdeler olsun! Sen şehid olacaksın!"

Bu rü´yayı gören Mihraz bin Nadla, bu rü´yadan bir gün sonra, Zîkırad Gazvesi´nde şehid düştü[109]

Zübeyr bin Bekkâr şu haberi verir: Bana İbrahim, bin Hamza rivayet etti. İbrahim bin el-Haris demiştir ki: "Peygamber (s.a.v.), Zîkırad Gavzesi´nde bir suya uğradılar, bu suyun adını sordular. Dediler ki: "Ey Allah´ın Resulü, bu suyun adı Beysan´dır, suyu da acı ve tuzludur." Bunun üzerine Peygamber efendimiz: "Hayır, bu suyun adı Na´mân´dır, suyu da hoştur!" Efendimiz, böyle buyurarak suyun adını değiştirdi ve tadının değişmesi için de şefaatçi oldular. Adım değiştiren Peygamberimiz, tadını değiştiren de Yüce Allah oldu. Ashabtan Talha, bu suyu satın alarak Allah yolunda tasadduk eyledi ve vakfetti."[110]





[109] Bu olayın râvîsı Salih bin Keysân tâbıîn´dendir. Mihraz ise Resûlüllah´ın sağlığında vefat etmiştir. Sâiih, doğrudan ondan rivayette bulunamaz. Çünkü onu görmemiştir... O halde, bu rivayette inkitâ1 vardır.

[110] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 1/442-444. .