๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Mucize Ve Büyük Özellikleri => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 26 Aralık 2009, 22:47:16



Konu Başlığı: Zatür Rika Gazvesinde Görülen Mucizeler
Gönderen: Sümeyye üzerinde 26 Aralık 2009, 22:47:16
Zatür Rika Gazvesinde Görülen Mucizeler


Buhari ve Müslim Cabir bin Abdullah´tan rivayet ederler. O demiştir ki: "Biz Rasulüllah efendimiz ile birlikte Necid taraflarına gazaya gittik. Kafilemiz yola çıktığı zaman kuşluk vakti geniş bir vadiye indik. Burada konakladık. Burasının ağaçları çoktu, asker ağaçların gölgesine sığınarak istirahate çekildi. Peygamberimiz de bir semura ağacının altına çekildi, kılıcım da bu ağaca astı. Hepimiz uyumuştuk. Bir de ne görelim Rasulüllah bizleri çağırıyor. Derhal onun yanma koştuk. Onun yanında bir bedevi oturmakta idi. Meğer bu bedevi, efendimize suikastta bulunmak istemiş, Efendimiz bize buyurdular ki: "Bu bedevi, gelip ben uyurken kılıcını kınından sıyırmış ve başucuma dikilip: "Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak ey Muhammed?" diye bağırmıştı. Ben de kendisine: "Allah kurtaracak" karşılığını verdim. Bedevi korkup kılıcını kınına koydu ve gördüğünüz gibi yere oturdu." Peygamber efendimiz, bu bedeviyi cezalandırmadı.

Sahihtir kaydıyla Hakim, Beyhakî diğer bir tarikle Cabir bin Abdullah´tan şöyle naklederler: "Rasulüllah efendimiz Muharip bin Hasafe oğulları ile savaş yaptı. Bu savaş Medine´den iki günlük mesafede bulunan hurmalık bir Necid arazisi idi. Bir ara müslümanlar istirahate çekilmişti. Müşriklerden Gavras bin Haris adında birisi, uyumakta olan Rasulüllah efendimizin başucuna gelip dikilmiş ve kılıcını sıyırarak: "Söyle bakalım ey Muhammed, şimdi seni benim elimden kim kurtaracak?" diye bağırmıştır. Peygamberimiz de derhal doğrularak: "Allah" cevabını vermiştir. Adam korkuya kapılıp kılıcı elinden düşmüş, Peygamberimiz de bu kılıcı eline alarak: "Söyle bakalım, şimdi seni benim elimden kim kurtaracak?" demiştir. Adam: "Sen bilirsin ya Muhammed, sen bana iyilik ve afv ile muamele eyle!" diye yalvarmış. Peygamber efendimiz de adamı serbest bırakmıştır. Bu adam kavminin yanına gidip: "Biliyor musunuz, ben bütün inşaların en hayırlısı olan zatın yanından geliyorum" diye konuşmuştur."

(Bu olayın ravisi, sonra "Salat´ül Havi" hakkında bilgi vermiştir.) [53]

Beyhakî´nin Cabir´den yaptığı rivayeti Müslim´in şu ifadeyle verdiğini görmekteyiz: "Biz Peygamber (s.a.v.) ile Cüheyne´den bir kavim

ile çok şiddetli bir savaşa tutuştuk. Peygamber efendimiz, bir ara öğle namazını kıldırmıştı. Bunu gören müşrikler: "Eğer tam şu sırada müslümanlara bir yüklensek, hepsini kılıçtan geçirmiş oluruz!" dediler. Bazıları da: "Onların bir kaç saat sonra bir namazları daha var ki, onlar bu namazları evladlarından çok daha fazla severler. îşte o sırada onlara hamle yapıp, hepsini kılıçtan geçirelim!" dedi. Cebrail (a.s.) da gelip durumu Peygamber efendimize haber vermiştir. Peygamber efendimiz de durumu bize haber verdi ve bize Salatü´l Havfı kıldırdı." [54]

Ahmed, Beyhakî, Ebu Ayyaş el-Züraki´den rivayet eder. O şöyle demiştir: "Usfan´da biz Rasulülîah ile birlikte idik. Müşriklerin kumandanı ise Halid bin Velid idi. Rasulülîah bize öğle namazını kıldırdı. Müşrikler dediler ki: "Elimize Öyle bir fırsat geçmişti ki, ansızın saldırıp hepsini kılıçtan geçirecektik!" Öğle vakti ile ikindi vakti arasında "namazın kısaltılması" ile ilgili ayet nazil oldu."

(İşte bu, Usfan´da kılınan ilk "korku namazı" idi ve bu şekilde kılınan namaz da ikindi namazı idi.)

Müslim, Beyhakî ve Ebu Nuaym Cabir bin Abdullah´tan şöyle rivayet ederler: "Biz Zatür-Rika gazvesinde Peygamber (s.a.v.) ile birlikte yola çıkıp geniş bir vadiye indik. Rasulülîah efendimiz haceti için ayrılıp hayli uzağa gitti. Ben de onun peşi sıra su kabını götürdüm. Rasulülîah şöyle bir etrafına bakındı, hacetini yaparken gizlenecek bir şey göremedi. Bir de baktı ki vadinin kenarında bir ağaç var. Onun yanına kadar gidip dallarından birini tuttu ve: "Allan´in izniyle haydi benimle gel" dedi. Dal sanki burnundan zincirle yedilen bir deve gibi, onun peşi sıra geldi. O diğer bir´ ağacın yanında durup onun da bir dalma asılarak: "Haydi sen de Allah´ın iziniyle benimle gel!" diyerek çekti ve o da geldi. Efendimiz onu diğer dal ile birleştirerek arkasına gizlenip hacetini yaptı.

Ben bu sırada kendi kendimle konuşup bekliyordum. Bir de baktım ki, Rasulülîah bana doğru gelmekte ve başı ile: "İşte şuraya, işte şuraya!" diyerek sağına ve soluna işaret etmekte. Peygamberimiz başı ile bu işareti yaparken orada duraklamıştı. Yanıma geldiği zaman: "Durup başımla sağıma ve soluma işaret ettiğim yeri gördün mü?" diye bana sordu. Ben de: "Evet ey Allah´ın rasülü" dedim. Bunun üzerine Rasulülîah bana: "Öyleyse haydi o iki ağacın yanına kadar git, her ikisinden birer dal kes ve o dalları getirip işarette bulunduğum yerlere birer tane bırak" buyurdu. Ben de Rasulüllah´m emri gereğince gidip bir taş aldım. Onun bir kenarını keskinleştirerek birer dal kestim, dalları sürüyerek Rasulüllah´m işaret ettiği yere kadar getirip koydum. Sonra Rasulüllah´a gelerek, buyurduklarını aynen yerine getirdiğimi haber verdim. Bu sırada Rasulüllah efendimiz buyurdular ki: "işte ben, oradan geçerken işarette bulunduğum her iki yerde, iki kabir bulunmakta olduğunu gördüm. Onlar azab içinde idiler. îstedim ki, kendilerine şefaatim sebebiyle azapları hafifletilsin. îşte bu iki yaş dal, onların kabirleri üzerinde kuruyacakları zamana kadar onların azabının hafîfletilmesine vesile olacaktır,"

Bundan sonra biz, askerin yanma geldik. Peygamber efendimiz bana: "Ey Cabir, bana abdest almam için su getirmelerini söyle!" diye emretti. Ben de: "Abdest almak için su! su!" diye bağırdım, hiç su getiren olmadı. Kafilenin bu husustaki durumunu sordum; bir damla su olmadığı cevabını aldım. Gelip. Rasulüllah´a bilgi verdim. Ensardan biri, daima Rasulüllah için serin su bulundurmakla vazifeli idi. Rasulüllah efendimiz, onun serinlettiği suyu içerlerdi. Derhal beni o adama gönderdi. Ben de derhal o adama gittim, maalesef, onun su kırbasında bir içimlik dahi su yoktu. Sadece kırbanın ağzında bir damla su bulunmakta idi ki, onu kırbanın içine bıraksam, kırbanın kuru kısımlarını ıslatacak kadar bile yoktu. Dönüp geldim. Durumu Rasulüllah´a arz eyledim. Rasulüllah da bana: "Git, o su kırbasını bana getir!" buyurdu. Ben de derhal gidip´getirdim. Bu su kabını mübarek eline alan Peygamber (s.a.v.) efendimiz bazı şeyler konuşup okudu. Fakat ben, neler konuştuğunu fark edemedim.

Peygamberimiz, su kırbasını eliyle yokladıktan sonra bana hitaben: "Ey Cabir, bize geniş bir su kabı getirmeleri için nida et!" buyurdu. Ben bütün sesimin çıktığınca: "Geniş bir su kabı getiriniz!" diye bağırdım. Derhal getirdiler, ben de onu Rasulüllah´ın önüne koydum. Rasulüllah bana eliyle işaret ederek benim elimde bulunan su kırbasını, getirilen geniş kabın üzerine yaymamı söyledi. Ben de yaydım. Sonra mübarek parmaklarını birbirinden ayırarak, onun üzerine koydu ve onu geniş su kabının dibine indirdi. Sonra bana hitaben: "Onu al kaldır ve üzerime dök, "Bismillah!" diye de söyle" buyurdu. Ben de öyle yaptım. Mübarek parmaklarından su akmaya ve geniş su kabı dolmaya başladı. "Ya Cabir, suya ihtiyacı olanların, gelip su almaları için ilan et!" buyurdu. Ben de ilan ettim, insanlar geldiler, diledikleri kadar su aldılar. İyice suya kandılar. Rasulüllah efendimiz elini geniş su kabından kaldırdığı zaman o yine su dolu idi."

Susuzluklarını iyice gidermiş bulunan insanlar, biraz sonra Rasulüllah´a açlıktan şikayet ettiler. Rasulüllah da onlara: "Çoğa varmaz yüce Allah, açlığınızı da giderecek bir imkan lütfeder" buyurdu. Derken Seyfül-Bahr denilen yere gelcliğimizde, bir hayvanın denizden karaya vurduğunu gördük. Bunun yarısıyla bütün asker doyuma erdi. Kızarttılar, pişirdiler, yediler ve doydular." [55]

Cabir der ki: Bu kıyıya vuran hayvan o kadar büyüktü ki, onun göz çukuruna beş kişi girip saklan sa kimse onları göremezdi. Dönüşte yan tarafından bir parçayı en kuvvetli devemize yükleyerek Medine´ye getirdik. Fakat onu getiren deve, zorlanarak iki büklüm haline geliyordu." [56] Buhari ve Müslim Cabir´den rivayet ederler. O demiştir ki: "Ben Rasulüllah efendimizle gazaya çıkmıştım. Fakat devem geride kalıyor ve beni yoruyordu. Ne kadar iyi yürümesi için uğraştımsa faydası olmadı. Durumu farkeden Rasulüllah efendimiz: "Ey Cabir, sana ne oluyor? Neden arkalarda kalıyorsun?" diye sordu. Ben de: "Devem yürümüyor ya Rasüîailah" dedim. Bunun üzerine elindeki mihceni ile deveme bir iki kere vuran Rasulüllah: "Haydi devene bin ve onu sür. Artık geri kalacak diye hiç korkma" buyurdular. Ben de binip sürdüm, devem gerçekten o kadar süratlenmişti ki, Rasulüllah´m önüne geçmesin diye onu zor tutuyordum.

Ebu Nuaym´ın Cabir bin Abdullah´tan bir rivayeti de aşağı yukarı bu merkezdedir. Yine Ebu Nuaym´ın Cabir´den bir rivayeti vardsr. Bu rivayet dahi bu mealde olmakla beraber, bunda farklı olarak Rasulüllah´m Cabir´in devesine bir İki vurduktan sonra, "Haydi Bismillah de, devene bin!" buyurduğu ifade edilmektedir.

Yine aynı olayla ilgili olarak Cabir´den Ahmed bin Hanbel´in de bir rivayeti bulunmakta ve bu rivayette şöyle denilmektedir:

"Ben geceleyin devemi kaybetmiştim. Rasulüllah´a uğradığımda o bana: "Neyin var?" diye sordu. Ben de devemi kaybettiğimi söyledim. Rasulüllah bana belli bir yeri işaretleyerek: "îşte deven oradadır, git al!" buyurdu. Ben gittim ise de devemi göremedim. Rasulüllah´a döndüğüm de o bana yine: "îşte deven orada, git al!" buyurdu. Gittim, aradım, yine bulamadım. Döndüğümde Rasulüllah beni yanına alarak, işaret ettiği yere götürdü ve devemi elime teslim etti. Ben devemin yularından çekerek götürüyordum. Baktım, yazık dedim; "Benim böylesine küçük

adımlarla yürüyen şaşkın bir devem olsun!" diye hayıflandım. Rasulüllah: "Ya Cabir, kendi kendine neler söyleniyorsun?" buyurdu. Ben de söylediklerimi kendisine haber verdim. Rasulüllah elindeki kamçısı ile devenin arkasına vurdu. Deve Öylesine süratlendi ki, şimdiye kadar onun kadar süratli bir deveye hiç binmiş değilim. Adeta devemi zor zapt ediyordum."

Vâkıdî ve Ebu Nuaym Cabir bin Abdullah´dan şöyle rivayet ederler: "Peygamber efendimiz Zatür-Rika savaşma çıkmaya karar verdiği zaman, Ulbe bin Zeyd, üç adet deve kuşu yumurtası getirdi ve dedi ki: "Ey Allah´ın rasülü, bunlar deve kuşunun yuvasına bıraktığı yumurtalardır." Efendimiz de bana hitaben: "Onları al, hazırlayıp getir" buyurdular. Ben de hemen gidip onları bir sahan içinde pişirerek getir dim, ne kadar ekmek aradımsa da bulamadım. Çaresiz ekmeksiz olarak Rasulüllah´m huzuruna koydum. Rasulüllah ve ashabı da onu ekmeksiz olarak yemeye başladılar. Herkes yedi ve doydu. Fakat sahandaki yumurta hiç eksilmeden duruyordu. Peygamberimiz ve onunla birlikte yiyenler kalktılar, sonra ashabtan diğerleri geldi. Onların da hepsi bu yumurtadan yiyip doydular. Sonra, hava serinleyince yerlerimizden kalkıp yolumuz-a devam ettik."

Beyhakî, Cabir bin Abdullah´tan şunu nakleder: "Biz Rasulüllah ile birlikte Benî Enmar savaşma çıktığımızda yolda giderken Peygamber efendimiz, bir adam hakkında: "Allah onu kurban eylesin" dedi. Adamcağız: "Ey Allah´ın rasülü, Allah yolunda değil mi?" dedi. Peygamberimiz de: "Evet Allah yolunda" buyurdu. Hakikaten bu adam, Allah yolunda kurban oldu, yani şehid düştü."

(Benî Enmar savaşı, Zatür-Rika savaşıdır.) Ayrıca bir bilgi olarak bu rivayeti, sahihtir kaydıyla Hakım´ın dahi rivayet ettiğim kaydedelim. Ancak Hakim, gazalara dair yazdığı bazı eserlerde, bu adamın Yemame savaşında şehid olduğunu zikretmiştir.[57]



[53] Bu olay meyanında Salâtü´l-Havf´tan bahsedilmesi gösteriyor ki, bu savaş Hendek savaşından sonra olmuştur. Zira Hendek savaşı sırasında henüz salatü´l-havf meşru kılınmış değildi. Bilindiği gibi, Hendek savaşında müşrikler Peygamberimizin ve ashabının ikindi namazlarını gün batıncaya kadar kılmalarına fırsat vermemişlerdi. Eğer korku namazı meşru kılınmış olsaydı, Peygamberimiz ve ashabı namazlarını bu şekilde kılmış olurlardı. Öyle anlaşılıyor ki, Peygamber efendimizin kıldırdığı ilk korku namazı Hudeybiye yılında Usfan´da olmuştur. Sonra Zatü´r-Rika gazvesinde kıldırmıştır ki bu gazve de,Hendek v© Hudeybiye´den sonra vukua gelmiştir.

[54] Peygamber efendimiz, Zatü´r-Rikada olduğu gibi Batn-ı Nahl´de, Usfan´da, Zîkared olaylarında da bu namazı kıldırmıştır. (Büyük İslam İlmihali, 202, 203)

[55] Sahihayn´deki Cabir hadisi şöyledir: "Rasulüllah bizi, üç yüz kişilik süvari kuvveti halinde ve başımızda Ebu Ubeyde olarak Kureyş´in kervanını gözetlemeye gönderdi Bu sırada büyük bir açlık geçirdik. Hattâ hapt yani ağaç yapraklarını yemek zorunda kaldık ve buna "Hapt Askerleri" denildi. İçimizden biri üç deve kesti, sonra üç deve daha, sonra üç deve daha kesmek zorunda kaldı. Komutanımız Ebu Ubeyde kesimi yasakladı. Derken denizden anber denilen bir hayvan kıyıya vurdu. Tam onbeş gün bundan yedik ve yağından da faydalandık. Dönüşte bir parçasını da deveye yükleyip Medine´ye getirdik ve Rasulullah´a haber verdik. O da: "Bu size Allah´ın çıkardığı bir rızıktır" buyurdu ve: "Yanınızda ondan bir şey varsa bize de gönderin" dediler. Biz de gönderdik ve Rasulüllah da onu yediler

[56] Müellifimizin uzunca rivayet ve sevkettiği metin; işte böyle... Halbuki bu metinde bir hayli karıştırma ve birleştirmeler olmuştur. Üstelik bunu Müslim´in dahi rivayet ettiğine dair bir kayıî da konulmuştur. Halbuki Müslim´in rivayetinde, kıyıya vuran bu hayvan kıssası yoktur. (Bu daha önce de kaydettiğimiz gibi Müslim ve Buhari tarafından Ebu Ubeyde Seriyyesi´ne ait olmak üzere rivayet edilmiştir.) Mü slim´in Zatü´r-Rika gazvesi ile ilgili rivayetinde, ancak Ebu Musa hadisi vardır. Bunda ise: "...Haylice yaya yürüyerek ayaklarının altları delindi de ayaklarına hırka ve bez parçaları sardılar. Denizden kıyıya vuran hayvan kıssası bulunmamaktadır.



[57] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 1/390-394.