๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Mucize Ve Büyük Özellikleri => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 26 Aralık 2009, 18:08:01



Konu Başlığı: Uhud Savaşında Vukua Gelen Alamet Ve Mucizeler
Gönderen: Sümeyye üzerinde 26 Aralık 2009, 18:08:01
Uhud Savaşında Vukua Gelen Alamet Ve Mucizeler
[37]


Buhari ve Müslim Ebu Musadan şu haberi nakletmişlerdir: "Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Ben rüyamda Mekke´den, hurmalık bir yere hicret ettiğimi gördüm. Burasını Yemâme veya Hecer zannettim. Halbuki bizim hicret yurdumuz Medine imiş. Yine ben aynı rüyamda kılıcımı salladığımda ortadan kırıldığını gördüm. Bu ise Uhud´da ashabıma isabet eden şeye işaretmiş. Yine aynı rüyamda kılıcımı salladığımda eskisinden daha iyi olduğunu görmüşdüm. Bu ise Allah´ın bize nasip edeceği bir fetih ve müslümanlarm güzel bir cemaat haline gelmesine işaret imiş Yine ben aynı rüyamda bazı sığırların boğazlanmakta olduğunu görmüş "înşaallah hayırlı olur" demiştim. Meğer bu da Uhud´da verdiğimiz kurbanlara işaretmiş. "înşaallah hayırlı olur" deyişim ise, Bedir de elde ettiğimiz zafere işaretmiş."

Ahmed, Bezzar, Taberânî ve Beyhakî îbni Abbas´tan şöyle naklederler: "Uhud günü müşrikler silahlanıp geldikleri zaman, Rasulüllah efendimizin görüşü, Medine´de kalıp müdafaa savaşı yapmaktı. Fakat bazıları Bedir´e çıkmadıklarından bir açık savaş yapmaya çok hırslı idiler. Bunlar Uhud´a çıkalım, orada müşriklerle meydan savaşı yapalım diye ısrar ettiler. Onlar bununla Bedir ehlinin kazandıkları faziletin aynısını kazanmayı düşünüyorlardı. Rasulüllah efendimiz zırhım giyip silahını kuşanıncaya kadar, bu hususta ısrar ettiler. Rasullullah hazırlandıktan sonra da: "Onu galiba tesir altında bıraktık" diyerek, ısrarlarına pişman oldular. Gelip Rasulüllah´a müracat ettiler ve: "Ey Allah´ın rasulü rey sizin reyinizdir! Siz emrediniz, biz onu yapalım" dediler. Peygamberimiz de kendilerine: "Bir peygamber zırhını giyip silahını kuşandıktan sonra geri dönmez! Allah onunla düşmanı arasında hükmedinceye kadar aldığı karar üzerinde azimle yürür!" karşılığını verdi ve Uhud´a yürüdü."

Rasulüllah efendimiz, zırhını giyip silahını kuşanmazdan önce, onlara şunu da söylemişti: "Ben rüyamda kendimi çok sağlam bir zırh içinde gördüm ve bu zırhı Medine olarak yorumladım. Binaenaleyh Medine´de kalıp savunma savaşı verelim! Aynı zamanda rüyamda bir koç kovalıyordum. Bunu da karşı askeri kovalayacağımız şeklinde yorumladım. Bir ara kılıcımın elimden çıktığını gördüm. Bunu da sizin hakkınızda bir eksilme şeklinde yorumladım. Yine bu rüyada ben, bazı sığırların kesildiğini gördüm ve bunu, bazı kurbanlar vereceğimiz şeklinde düşündüm."

Ahmed, Bezzar, Hakim ve Beyhakî Enes´ten rivayet t terler. O demiştir ki: Rasulüllah efendimiz buyurdu: "Ben rüyamda gördüm ki, bir koçun peşine düşmüş kovalıyordum. Aynı zamanda kılıcımın kabzasının kırıldığını gördüm. Bunu şöyle yordum: Ben karşı tarafın koçunu (büyük bir adamını) öldüreceğim, kılıcımın kabzasının kırılmasını da yakınlarımdan birinin öldürüleceğine yordum." Derken Hz. Hamza şehid düştü. Karşı tarafın bayraktarı Talha da öldürüldü.

(Beyhakî Musa bin Ukbe tarikiyle Ibni Şihab´m: "Bazılarının Rasulüllah´m yorumu: Uhud´da yüzünün yaralanması şeklinde idi"

dediklerini naklettiğim bildirir." [38]

Beyhakî Musa bin Ukbe tarikiyle îbni Şihâb´dan şöyle nakleder: "Ubeyy bin Halef, Bedir de fidye verip canım kurtardıktan sonra bir at besler ve: "Vallahi ben bu atıma günde bir ölçek yem yediriyorum ve bu at üzerinde Muhammed´le savaşıp onu öldüreceğim!" diyerek söylenir ve and içerdi. Onun bu sözü Rasulüllah´a ulaştığında Rasulüllah da şöyle buyurdu: "Bilakis ben onu öldüreceğim inşaallah!"

Übeyy bin Halef, Uhud´a zırhlara bürünmüş ve bu ata bimiş olarak geldi. "Eğer Muhammed sağ kalırsa ben kurtulamam" diye bağırıyordu. Mü´minlerden bazıları kendisine saldırmak istediler, fakat Rasulüllah efendimiz kendilerini durdurdular ve: "Bana yolu açınız" buyurdu. Büyük bir cesaretle Übeyy´in üzerine yürüdü, zırhı ve miğferi arasında gırtlağını gördü ve elindeki süngüsü ile hamle yaparak onu atından yere düşürdü. Übeyy´in arkadaşları koşarak onun yanına geldiler. O yere yatmış danalar gibi bağırıyordu. Halbuki yarasında bir damla kan bile akmamıştı. Baktılar küçük bir çizik vardı. Dediler ki: "Ya Übeyy, neden bu kadar korkup bağırıyorsun? Hepsi bir çizikten ibarettir! Bunda korkulacak ne var?" Übeyy onlara şu karşılığı verdi: "Siz Muhammed´in: "Übeyy´i ben öldüreceğim" dediğini duymadınız mı? Vallahi onun bana indirdiği darbe Zi´l Mecâz´da yaşayan insanların hepsinin üzerine inmiş olsaydı, hiç birini sağ komaz helak ederdi!" tşte bu Übeyy bin Halef, Uhud dönüşü Mekke´ye giderken yolda öldü. (Beyhakî bunu, diğer.kaynaklarında rivayet ettğini bildirir.)

îbni îshak şöyle der: "Bana îbni Şihâb, Asım bin Ömer, Muhammed bin Yahya ve daha başkaları anlattı: Uhud savaşı sırasında müşriklerden biri meydana çıkıp müslümanlardan kendisine eş isteyip mübarezeye davet eyledi. Zübeyr ayağa kalkıp mübarezeyi başlattı. Derhal adamın üzerine sıçrayıp onun devesi üzerine çıkarak, kendisiyle gırtlak gırtlağa geldi. Devenin üzerinde amansız bir mücadele başladı, bu sırada Rasulüllah efendimiz: "Devenin üzerinden yere daha yakın olanı, mücadeleyi kaybedecektir!" buyurdu. Derken müşrik devesi üzerinden yere düştü, Zübeyr de onun peşinden atlayıp üzerine çullandı, derhal kılıcı ile adamın boğazını keserik onu katletti. (Bu haberi, Beyhakî de rivayet etmiştir.)

Almed, Buhari ve Nesai, Berâ bin Azib´den rivayet ederler: "Uhud günü okçuları güzelce yerleştiren Peygamber (s.a.v.), Abdullah bin Cübeyr´i onların üzerine komutan tayin etti. Onlar hepsi elli kişi idiler. Sonra onlara şu emri verdi: "Biz savaşta yenilip öldürülsek bile, akbaba kuşları da gelip cesetlerimizi başka yerlere götürmeye başlasalar bile, benden size ikinci bir emir gelmedikçe, katiyyen yerinizi bırakmaya-

caksımz!" Sonra savaş başladı, müşrikler hezimete uğrayıp kaçmaya başladılar. Kadınları eteklerini çemrenerek dağın zirvesine doğru tırmanıyorlardı. Bu sırada Abdullah, bin Cübeyr´in emrine verilen okçu lar: "Arkadaşlar ne duruyorsunuz, müslümanlar galip geldiler. Gidip ganimet toplayalım!" diye bağrıştılar. Abdullah derhal: "Siz Rasulüllah´-ın size ne emrettiğini unuttunuz mu? Sakın hiç biriniz yerinizden ayrılmayınız!" diyerek onları uyardı ise de, onlar: "Ganimetten biz de nasibimizi alacağız!" diyerek koşuşup yerlerim terkettiler. Harb sahası na geldikleri zaman geri dönmek zorunda kadılar. Bu sefer hezimete uğrayanlar müslümanlar oldu. Düşman aynı zamanda müslümanları arkadan da vurarak müslümanları iki cephe arasında bıraktı. Müslümanlar kaçıyor, Rasulüllah da: "Nereye ey müslümanlar?" diye nida ediyordu. Rasulüllah´ın yanında Sadece oniki kişi kalmıştı. îşte bu sırada müslümanlar tam yetmiş adet zayiat verdiler. Rasulülîah efendimiz de, kendi ordusu ile Bedir´de karşı tarafa yetmiş adet zayiat verdirmişti. Ayrıca yetmiş kişi de esir edilmişti."

Ahmed ve Beyhakî îbni Abbas´tan şöyle naklederler: "Rasulüllah (s.a.v.) efendimiz; Bedir´deki bir zaferi hiç bir yerde kazanamadı!"

îbni Abbas bu sözünü söylediği zaman, bunu inkar edenler oldu. O da dedi ki: "Benimle sizin aranızda hakem, Allah´ın kitabıdır. Yüce Allah Uhud savaşı hakkında buyurur ki: "Allah kendi izniyle onları öldürdüğünüz sürece size olan vadini doğruladı. Nihayet siz korktunuz. Allah size sevdiğiniz galibiyeti gösterdikten sonra, savaş içinde birbirinizle çekişip isyan ettiniz. Kiminiz dünyayı istiyor, kiminiz de ahireti." [39]

îbni Abbas dedi ki: "Bu ayetteki savaş içinde çekişip isyan edenler, okçulardır. Rasulüllah onları bir yere mevzilendirip: "Sakın buradan ayrılmayınız. Buradan bizim arkamızı koruyunuz. Bizi öldürülürken görseniz bile, bize yardım etmeyiniz! Bizi galebe çalıp ganimet toplar ken görseniz dahi, sakın yerinizi terketmeyiniz!" buyurarak onlara çok sıkı emir ve tenbihte bulunmuştu. Fakat onlar Peygamberimizin ve askerinin onlara üstünlük sağlayıp ganimet toplamaya başladıklarını görünce, yerlerini terkederek ganimet toplamaya koştular. Komutanla rının uyarısına da kulak asmayıp isyan ettiler. Birbirine geçirilmiş vaziyette olan şu parmaklarım gibi, iki taraf birbirine girdi. Okçular mevzilendirildikleri gediği bırakarak ayrıldıkları için, Kureyşin atlıları arkadan sarkaraklslam askerini vurdu. Müslümanlar içinde öyle bir karışıklık oldu ki, yanlışlıkla birbirini vurmaya başladılar ve çok sayıda müslüman öldürüldü. Halbuki sabahleyin harb başladığında, müslü manlar ezici bir üstünlük sağlamış, düşmanın sancaktarlarından yedi sekiz tanesi öldürülmüştü. Fakat sonra durum çok kötü oldu. Hatta bir ara şeytanın: "Muhammed Öldürüldü" diye bağırdığı duyuldu ve hiç kimse bunun yanlış olduğunu düşünmemişti. Fakat bir süre sonra Rasulüllah iki Sad´ın arasında (daha doğrusu Talha bin Ubeydullah ile Ebu Dücâne arasında) görülünce yürüyüşünden de tanınınca; hayatta olduğuna inanıldı ve derhal onun etrafında toplanmaya başladılar. Ashabı kiram o kadar sevindiler ki, sanki hiç bir şey kaybetmemişe dönüverdiler. Rasulüllah´m bu arada şöyle dediği duyuldu: "Bir kavim ki, peygamberin yüzünü kanlara bulamıştır, Allah´ın onlara gadabı çok şiddetlidir! Allah´ım onlar bize üstün gelemezler!"

Buharı ve Müslim Sa´d bin Ebu Vakkâs´tan şöyle nakleder: "Uhud günü ben, Rasulüllah (s.a.v.) Efendimizin sağında ve solunda beyaz ebiseli adamlar gördüm. Rasulüllah´ı korumak için şiddetle savaşıyorlardı. Ben onları Uhud gününden evvel veya sonra bir daha görmüş değilim." (Sad bu sözleri ile Cebrail ve Mikail´i kasdetmektedir).

´ Beyhakî ise Mücahid´in: "Melekler Bedir gününden başka bir yerde savaşmadılar" dediğini nakleder ve: "Mücahid´in bu sözünden muradı; Uhud´da okçular sabır ve takva göstermedikleri için onlar adına savaşmadılar, demektir" der ve ayrıca Vâkıdî´nin şeyhlerinden bu mealde bir haber rivayet ettiğini de bildirir. Onlar demişler ki: "Cenabı Hakkın: "Eğer sabreder, takvalı davranırsanız" mealindeki ayet ´ve emrine uymadılar; sabır ve sebat göstermediler; bu yüzden de Allah´ın semavi imdadına nail olamadılar."

(Bunu böylece, Beyhakî onlardan rivayet etmiştir).

Yine Beyhakî Urve´den şu haberi nakletmiştir: "Yüce Allah onlara sabır ve takva üzerine yardım vadinde bulunmuştu. Onlarda önceleri sabır ve takva gösterdiklerinden beş bin melek ile onlara imdad eyledi. Fakat onlar Rasulüllah´m emrine isyan edip yerlerini terk edince, Allah da onlardan ilahi imdadını çekmiştir."

îbni Sa´d Vâkıdî´den nakleder. O şöyle demiştir: Bana üstadları-mın anlattıklarına göre, müşrikler hezimete uğrayınca okçular yerlerin den ayrılarak ganimet toplamaya başladılar. Bu sırada müşrikler geri döndüler, onların atlıları da arkadan vurunca, müslümanlar iki kuvvet arasında kalıp hezimete uğradılar ve yanlışlıkla birbirlerini öldürür oldular. Değirmen tersine döner oldu, rüzgar aksi istikametten eser oldu. Önce seher yeli eserken sonra, felaket rüzgarı esmeye başladı, iblis: "Muhammed Öldürüldü" yaygarasını kopardı. Müslümanların bayraktarı şehid edildi. Hz. Peygamber onun şehadeti üzerine sancağı Ali´ye verdi. Melekler bu savaşta bulundular, fakat savaşa katılmadılar."

Taberânî, Îbni Mende ve îbni Asakîr Mahmud bin Lebîd tarikiyle Haris bin Sımmadan naklederler. O demiştir ki: "Uhud günü Peygamber (s.a.v.) bana Abdurrahman bin Avfı sordu. Ben de: "Onu dağın yamacında gördüm" dedim. Bunun üzerine Peygamberimiz buyurdu ki:

"O savaşırken melekler de onunla beraber savaşıyor!"

Haris der ki: "Ben Abdurrahman´m yanına gittim, orada cansız yere düşmüş yedi ceset gördüm. Dedim ki: "Bu gün zaferin gerçekten büyük olmuştur! Bunların hepsini sen mi öldürdün?" Bana şu karşılığı verdi: "Şu ikisini ben öldürdüm fakat diğerlerini benim görmediğim kimseler öldürdü." Abdurrahman´m bu cevabım alınca, Rasulüllah´m söylediğinin doğruluğunu da iyice anlamış oldum."

îbni Sa´d Muhammed bin Şürahbil´den rivayet eder: Uhud savaşında sancağı Mus´ab bin Ümeyr taşıyordu. Sağ eli kesilince sancağı sol eline aldı. Bu sırada o: "Muhammed ancak bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir" mealindeki ayeti okuyordu. Derken sol eli de kesildi. Kesik kolları yani pazuları ile sancağı kavradı ve iki büklüm bir halde bağrına bastı. O yine: "Muhammed ancak bir Rasüî´dür" diyordu. Sonra şehid düştü ve sancağı yere bırakmış oldu."

Muhammed bin Şürahbil der ki: "O böyle söylüyordu, fakat bu mealdeki ayet henüz nazil olmuş değildi."

îbni îshak, Beyhakî ve îbni Asaîr Abdullah bin Avn tarikiyle Ümeyr bin îshaktan rivayet ederler: Uhud günü, bir ara müslümanlarm hezimete uğrayıp dağıldıklarını gördüm. Sa´d ise Rasulüllah´ın önünde düşmana ok yağdırıyor ve Onu müdafaa ediyordu. Bir delikanlı da onun attığı okları gidip getiriyor ve Ona veriyordu. O da: "Ey Ebu İshak, durma at!" diyordu. Savaş yatıştıktan sonra baktılar, o okları getiren delikanlıyı göremediler."

îbni îshak der ki: Zühri bu hususla ilgili bir olayı şöyle anlattı: "Kureyşin bazı atlıları dağın tepesine çıkıp göründüğü zaman, Peygamber (s.a.v.): "Allah´ım, onların bizim üzerimize çıkması, onlar için layık olan bir şey değildir!" dedi. Bunun üzerine Ömer Îbnü´l-Hattab ve muhacirlerden bir grup onlara karşı şiddetli bir mücadele verdiler ve onları yüksekten inmeye mecbur ettiler." (Beyhakî bunu, ayrıca Urve tarikiyle de rivayet etmiştir.)

Nesâî, Beyhakî ve Taberânî Câbir bin Abdullah´tan naklederler: Talha´nm parmakları isabet aldığı zaman "Vay!" diyerek feryad eyledi. Peygamberimiz ona hitaben: "Eğer derhal Allah´ın adını anmış olsaydın, melekler seni insanların gözü önünde çok yükseklere´ çıkarırdı" buyurdu.

Dârekutnî el-Efrâd´da şöyle nakleder: Talha´nın eli yaralandığı zaman "Vay!" dedi. Resulullah da ona buyurdu ki: "Eğer derhal "bismillah" deseydin, Allah´ın cennette senin için yaptırdığı yeri, daha sen dünyada iken görmüş olurdun."

Buhari ve Müslim Enes´ten rivayet ederler: Amcası Enes bin Nadr Uhud´da demiştir ki: "Vallahi ben, Uhud´un hemen yanı başında cennetin kokusunu duyuyorum! Ve hiç şüphe etmiyorum ki bu, cennet kokusudur!"

îbni İshak der ki: Bana Asım bin Ömer Katâde´den şöyle nakletti: Rasulüllah (s.a.v.) buyurdu ki: "Hanzala´nm gaslini melekler yapmıştır." Bunun üzerine Hanzala´nın hanımına, onun halini sordular. O da şöyle dedi: Peygamber efendimizin vazifelendirdiği adam gelip te: "Haydin savaşa, savaşa" diye ilan edince Hanzala, kendisi için gerekli gusül abdestini almaya fırsat bulamadan, koşup askere katılmıştı." Demek ki Peygamber efendimizin "Melekler Hanzala´nın gaslini yapıyor" buyurmasının sebebi bu imiş."

(Bunu Beyhakî de rivayet etmiştir. Serrâc da Müsned´inde bu haberi nakletmiştir. Ayrıca Hakim de sahihtir kaydıyla bunu rivayet etmiştir.)

Ebu Yâlâ, Bezzar, Hakim ve Ebu Nuaym Enes bin Malik´ten rivayet ederler. O şöyle demiştir: Ensardan olan Evs kabilesi ile Hazrec kabilesi birbine karşı iftihar edip Hazrecliler: "Bizden dört kıymetli zat vardır ki, Kur´an´ın tamamını hıfzetmişlerdir. Bunlar: Muaz, Übeyy, Zeyd ve Ebu Zeyd´dir" dediler. Evsli olanlar da dediler ki: "Ölümü üzerine arşın titrediği Sa´d bin Muaz bizdendir, tek başına şahitliği iki şahit yerine geçen Huzeyme bizdendir, şehid düştükten sonra cesedi müşriklerin eline geçmesin diye, sürü halindeki bal arıları tarafından korunan Asım bin Sabit bizdendir, cenazesini meleklerin yıkadığı Hanzala bin Ebu Amir de bizdendir."

Buhari ve Müslim Cabir´den rivayet ederler, O şöyle demiştir: Uhud da babam şehid düştüğü zaman halam ağlamaya başladı. Rasulüllah efendimiz de halama hitaben: "Sen ister ağla ister ağlama; siz onun cenazesini kaldırmcaya kadar melekler ona gölge edip durmuştur!" buyurdu.

Sahihtir kaydıyla Hakim ve Beyhakî Zeyd bin Sâbit´ten rivayet eder. O demiştir ki: "Uhud günü Rasulüllah efendimiz beni Sa´d bin Rabi´i aramaya gönderdi ve dedi ki: "Sa´d´i gördüğünde ona benden selam söyle ve kendisini nasıl bulduğunu sorduğumu da ona hatırlat!"

Ben hemen gidip onu aramaya koyuldum. Kendisini bulduğumda o can çekişmekte idi. En az vücudunun yetmiş yerinden yara almış durumda idi. Her tarafı mızrak, kılıç ve ok yarası idi. Kendisine Rasulüllah´m selamını ve kelamını haber verdim. O da dedi ki: "Sen dahi Rasulüllah´a haber ver ki: "Ey Allah´ın Rasulü, ben şu anda cennetin kokusunu almaktayım!" Ayrıca kavmim ensara da de ki: "Ey Ensar eğer sizlerde hayat namına bir eser ve hareket bulunduğu halde, düşmanın Rasulüllah´a ulaşmasına meydan verecek olursanız, iyi biliniz ki Allah yanında hiç bir özrünüz kalmayacaktır!" O bana bunları söyledi ve sonra canını çok sevdiği ve itaatında bulunduğu Allah´a teslim eyledi."

Beyhakî der ki: Vâkıdî, Sa´d bin Hayseme´nin babası Hayseme hakkındaki kıssayı şöyle anlatır: "Hayseme Uhud günü Rasulüllah´a

(s.a.v.) dedi ki: "Ey Allah´ın rasülü, ben Bedir savaşma katılamadım. Şöyle ki: Oğlum Sa´d ile aramızda kura çektik, aslında her ikimiz de Bedir´e katılmak için çok hevesli olduğumuz halde kura Sa´d´e çıktı ve Bedir´e gidip şehid oldu. Geçen gece rüyamda oğlum Sa´d´i gördüm, çok güzel idi. Cennette geziniyor, istediği cennet nimetlerinden yiyor, nehirlerinde bir balık gibi yüzüyordu. Bana diyordu ki: "Babacığım sen de bize katıl, cennette bize arkadaşlık et!" Ben, Rabbim bana ne vadetti ise hepsini cennette hazır buldum!" Ben bu rüyadan uyandıktan sonra ey Allah´ın rasülü, vallahi cennette onlara arkadaşlık etmeye çok arzulu bulunuyorum. Ne olur benim için dua buyurunuz da, Allah bana oğlum Sa´d gibi şehidlik nasip eylesin!"

Bunun üzerine Rasulüllah efendimiz kendisi için dua buyurdular. O da katıldığı Uhud savaşında şehid olarak vefat etti.

îbni Sad, Hakim, Beyhakî Saîd bin Müseyyib´den rivayet eder. O şöyle demiştir: Uhud savaşından bir gün evvel idi. Birisi Abdullah bin Cahş´ın şöyle dua ettiğini duydu: "Ey Allah´ım, ben sana karşı and içiyorum ki, yarın ben düşmanla karşılaşayım onlar beni senin yolunda öldürsünler, karnımı deşsinler, burnumu kulağımı kessinler! Sonra ben senin huzuruna geldiğimde sen bana sorasın ki: "Ey Abdullah, bütün bunlar niçin? Ben de sana diyeyim ki: "Ey Rabbim hiç şüphesiz sana malum olduğu gibi bütün bunlar Sadece ve Sadece senin içindir!" Sonra Uhud´a çıkıldı, görüldü ki Abdullah bin Cahş [40] şehid olmuş; kendisinin dua ettiği gibi karnı deşilmiş, burnu ve kulakları kesilmiştir. Onu bu yolda dua ederken işiten zat da demiştir ki; bu aynen gerçekleştiği gibi, kalan kısmının da ilahi huzurda gerçekleşmesi ve onun "İşte ya Rabbi, bütün bunlar senin içindi, senin yolunda başıma geldi" demesi de Allah´dan ümid edilir.

Abdurrezzak der ki: Bana Muammer Saîd bin Abdurrahman el-Cakşî´den haber verdi. O´na da hocaları söylemiş. Şöyle ki: Abdullah bin Cahş, Uhud´da savaşırken kılıcı elinden gitmiş. Rasuiüllah´a müracat ederek bir kılıç istemiş. Rasulüllah efendimiz de kendisine bir hurma dalı vermiş: "Al bununla savaş" buyurmuş. Elindeki hurma çubuğu Abdullah´ın elinde bir kılıca dönüşmüş, o da bununla savaşmaştır."

(Bu haberi Beyhakî de rivayet etmiştir.)

Taberânî ve Ebu Nuaym Katade´den naklederler. O demiştir ki: "Ben Uhud savaşında Rasulüllah´ın yüzüne isabet olmasın diye kendi yüzümü oklara karşı tutuyordum. Derken son atılan oklardan biri benim gözüme isabet etti. Ben elimle gözümü tutarak, Rasulüllah efendimize müracaat ettim. O durumu görünce iki gözlerinden yaşlar dökerek ağladı ve mübarek ellerini kaldırarak yüce Allah´a dua eyledi. Dedi ki: "Ey Allah´ım, Katade kendi yüzünü gererek senin peygamberini nasıl korumaya çalıştı ise, sen de onu Öyle koru ve onun isabet alan gözünü, ötekinden daha güzel ve daha iyi görür hale getir!"

(Sonra mübarek eliyle gözünü yerine iade eyledi. Onun isabet alan gözü de, Öteki gözünden daha güzel ve daha iyi görür hale geldi.)

İbni İshak, Asım bin Ömer bin Katade´den rivayet eder: Uhud savaşında Katade bin Numan´ın gözü bir isabet aldı. Hatta yanağı üzerine aktı. Rasulüllah efendimiz bunu eliyle yerine iade etti. Katade´nin bu gözü öbür gözünden güzel ve daha iyi görür oldu."

(Bu haberi İbni Sad, Beyhakîve Ebu Nuaym, "Bedir´de vukua geldi" diye naklederler. Ebu Yala ve Ebu Nuaym ise, Asım bin Ömer tarikiyle (burada olduğu gibi) "Uhud´da vukua geldi" şeklinde verirler ve ayrıca: "Katade´nin iki gözünden yara alanın hangisi olduğu hiç belli olmadı" İfadesini kullanırlar.

Yine Beyhakî ve Vakidi´nin diğer tariklerden olan rivayetleri de bunu teyid eder mahiyettedir. (Doğrusu da budur, yani Katade´nin gözünün isabet alması, Rasulüllah´ın da onu yerine iade buyurup tamamen iyi olması olayı; Bedir´de değil Uhud´da vukua gelmiş

olmasıdır.)

Vâkıdî, Beyhakî Nafi bin Cübeyr´den nakleder. O demişir ki: "Ben muhacirlerden birinin şöyle dediğini işittim: Uhud savaşı sırasında her taraftan oklar yağıyordu. Rasulüllah efendimiz de bu okların arasında kalmıştı. Ashabdan bazıları vücutlarını geîen oklara siper ederek Rasulüllah´ı korumaya çalışıyorlardı. [41] Bu sırada Abdullah bin Şihab adındaki müşrik, "Muhammed´i bana gösteriniz! Bugün o kurtulursa ben kurtulamam. Bugün muhakkak onun hakkından gelmeliyim!" diye bağırıyordu. Rasulüllah efendimiz ona yakın bulunu yordu, fakat o Rasulüllah´ı göremiyordu. Yine müşriklerden SafVan, Abdullah bin Şihab´ı azarlıyor ve kendisine şöyle diyordu: "Vallahi ben onu aynı niyetle görmek istedimse de, bir türlü göremedim! Yine yemin ederek söylüyorum ki, bizim ona ulaşmamız mümkün değildir! Biz dört kişi sırf Muhammed´i Öldürmek üzere O´nun üzerine gittik, fakat hiç birimiz buna muvaffak olamadık; onun kendisini bir türlü göremedik! Sen nereden buna muvaffak olacaksın?"

&bu Nuaym Nafi bin Asım´dan şöyle rivayet eder: "Uhud´da Rasulüllah efendimizin yüzünü yaralayan şahıs, Abdullah bin Kamie´dir. Bu adam Hüzeyl kabilesine mensup idi. Allah ona bir koçu musallat eyledi, koç kendisine o kadar şiddetle tosladı ki, onu cansız yere serdi."

Beyhakî Amr bin Sâib´den rivayet eder. O demiştir ki: Ebu Said el-Hudri´nin babası Malik, Uhud´da Peygamber efendimiz yaralandığı zaman derhal yaranın kanını emmiş ve yarayı temizlemişti. Rasulüllah´ın yarası da tertemiz ve bembeyaz olmuştu. Bu sırada Malik´e: "Emdiğin kanı yere tukur" dediler. O "Ben asla Rasulüllah´ın kanını yere tüküremem!" dedi. Sonra dönüp gitti ve savaşa devam etti. Peygamber efendimiz de onun arkasından şöyle buyurdular: "Her kim cennetlik bir adama bakmak istiyorsa, işte ona baksın!" Az sonra da Malik Allah yolunda şehid olanların safına katıldı."

Beyhakt îmam-ı Şafii´den şöyle nakleder: "Bedir savaşı esirlerinden fidye alınmadan serbest bırakılanlar arasında, Ebu Izze el-Cümehi´de vardı. Rasulüllah efendimiz onu kızları kimsesiz kalmasın diye serbest bırakmıştı. Ayrıca kendisinden bir daha karşısına çıkmaması için de ahd almıştı. Fakat o ahdini bozdu ve Uhud´da yine Rasulüllah´ın karşısına çıktı. Rasulüllah da onun kaçırılmaması hakkında dua buyurdu. Derken o ele geçirildi ve Rasulüllah´ın emriyle boynu vuruldu. Uhud´da ele geçirilen tek harb esiri de o idi."

Beyhakî Urve´den şöyle rivayet eder: "Peygamber (s.a.v.) Uhud günü buyurdu ki: "Artık bu, müşriklerin bize son saldırışıdır. Bundan böyle onlar böylesine bir saldırı ve hareketi bir daha yap amayacaklardır!"

. İbni Sa´d´in Vâkıdî´den olan rivayetinde ise şöyle denilmiştir: Rasulüllah efendimiz buyurdu: "Artık müşrikler bugünkü gibi bize bir daha zarar veremeyeceklerdir, nihayet biz üstünlük kazanıp Kabe´yi tavaf edeceğiz!"

îbni Sad, Hakim ve Beyhakî îbni Abbas´tan şöyle rivayet eder: Uhud günü Hamza şehid olunca kardeşi Safiye koşarak geldi ve onu aramaya başladı. Tabii onun basma gelenlerden haberi yoktu. Ali ve Zübeyr´e rastlayıp: "Hamza ne oldu?" diye sordu. Onlar da kendisine bu hususta bir bilgileri olmadığı şeklinde işarette bulundular. Nihayet Safiye Rasulüllah efendimize müracat ederek kardeşi Hamza hakkında bilgi edinmek istedi. Rasulüllah efendimiz de onun aşırı üzüntüden aklını kaybedeceğinden korkarak, mübarek elini onun kalbi üzerine koyup dua ve niyazda bulundu. O da durumu anlayıp istircada bulunup ağladı. (Yani müslümanlarm bir ölüm olayı karşısında söyledikleri: "İnna lillahi ve inna ileyhi râciûn - Bizler hep Allah için varız ve sonunda hepimiz O´nun huzuruna döneceğiz" sözünü söyledi ve kendisini tutamayarak, ağlamaya başladı.)

îbni Sad, Hakim ve Beyhakî Hevze bin Halifeden o da Avf bin Muhammed´den nakleder: Bana ulaşan habere göre, Utbe bin Rabia´nm kızı Hind, Uhud harbinden evvel: "Eğer Hamza´nm öldürüldüğünü görürsem, ciğerini söktürüp yiyeceğim!" diye adamıştı. Hamza Uhud´da şehid düşünce, ciğerinden bir parça koparıp Hind´e getirdiler. O da bunu ağzına alıp çiğnemeye başladı. Fakat her ne kadar çiğnedi ise de, yutmaya güç getiremedi. Yutamayacağını anlayınca ağzından çıkarıp attı. Haber Rasulüllah efendimize ulaşınca şöyle buyurdular: "Hamza´nm etinden her hangi bir şeyi tatmasını Allah cehennem ateşine haram kılmıştır!" [42] îbni Sa´d´in Vâkıdî tankıyla sevkettiği bir haberde deniliyor ki: "Süveyd bin Sâmit, müslümanlığın zuhurundan önce vukua gelen bir çarpışmada, Miczer´in babası Ziyad´ı öldürmüştü. Miczer de bir yolunu bulup Süveyd´i öldürmüştü. İslam´ın zuhurundan sonra Rasulüllah Medine´ye hicret buyurdular. Bu sırada Süveyd´in oğlu Haris müslüman oldu, Ziyad´m oğlu Miczer´de müslümanlığı kabul etti. Bunlardan her ikisi de Bedir savaşma katıldılar. Bir ara Haris babasının intikamını almak için Miczer´i Öldürmek isteyip aramaya başladı. Fakat bu kendisi için mümkün olmadı. Derken Uhud savaşı zuhur etti. Uhud´da müslümanların hezimete uğrayıp ortalığın iyice karıştığı bir sırada Haris, Miczer´in arkasından yaklaşıp boynunu bir kılıç darbesi ile uçurdu.

Peygamber´in (s.a.v.) Hamrâü´l-Esed´den dönüşü sırasında, Cebrail (a.s.) gelip durumu ona haber verdi, suçuna karşılık Hâris´in öldürülmesi gerektiğini bildirdi. Peygamber Efendimiz de derhal binitine atlayıp soluğu Kubada aldı. O gün sıcak pek şiddetli idi. Küba mescidine girip namaz kıldı. Ensar, kendilerinin gelişini duyup koşarak geldiler. O´nun bu saatte ve böyle şeddetli bir sıcakta gelişini yadırgadılar. Bunda muhakkak bir iş olduğu kanaatine vardılar. Derken Süved´in oğlu Haris de geldi. Peygamberimiz onun geldiğini görünce, Uveym bin Sâide´yi yanına çağırdı ve ona: "Haris bin Süveyd´in elinden tutup Mescid´in kapısı önüne götür ve oracıkta onun boynunu vur!" diye emretti. Ayrıca ölüm sebebi olarak onun suçunun: "Haksız yere ve habersiz olarak Miczer bin Ziyad´ı öldürmesi" olduğunu da bildirdi. Haris derhal söze atılıp: "Ey Allah´ın Rasülü, ben vallahi onu şeytanın bir oyunu ve sırf nefsime uymam nedeniyle öldürdüm. Yoksa islam´dan dönmek maksadıyla öldürmüş değilim! İslam´a bağlılığım aynen mevcut ve tamdır. İşlediğim bu günahımdan dolayı da Allah´a ve Rasülüne tevbe [43] ediyorum. Ayrıca onun diyetini (kan parasını) vermeye veya peşpeşe iki ay oruç tutmaya, yahut da köle azat etmeye de hazırım!" dedi. O sözüzünü bitirince Rasulüllah Efendimiz, Uveym´e hitaben: "Onu mescidin kapısı önüne götür ve boynunu vur!" dedi. Uveym de götürüp boynunu vurdu. Rasulüllah´m şairi Hassan bin Sabit de bu hususta çok manalı mısralar terennüm ederek, onun gizli kalacağım zannettiği suçunun, nasıl açığa çıkarılarak cezasını bulduğunu; şiir cümleleri halinde ifadeye çalıştı."

îbni Sa´d, Beyhâkî ve Ebu Nuaym diğer bir tarikle Cabir´den şöyle naklederler: Hicri kırkıncı yılın başları idi. İdarenin başında Muaviye vardı. Muaviye Uhud şehidlerinin defnedildiği yerden su geçirmek istiyordu. Bunun için orada yatan şehidlerin yakınlarının, şehidlere ait cesetleri çıkarıp başka bir yere nakletmeleri hakkında bir ilan yaptırdı. Bunun üzerine biz şehidlerimizin kabirlerini açarak cesetlerini çıkardık. Gördük ki onların cesetleri yeni defnedilmiş gibi taze idi. Çıkarma çalışmaları yapılırken Hamza´nm ayağına kürek dokunmuştu. Onun ayağından da taze kan aktığım gördük."

Vâkıdî´nin bir rivayetinde denilmektedir ki: Cabirin babası Abdullah´ın kabri açıldığı zaman, elini yarası üzerinde tutmuş bir vaziyette bulunmuş, elini yaranın üzerinden ayırınca yaranın kanadığını görmüşler. Tekrar elini yara üzerine koyduklarında kanamanın dindiğine şahid olmuşlar."

Cabir´in bu husustaki kendi ifadesi de şöyledir: "Kabri açtığımız zaman, babamı sanki kabrinde uyuyor zannettim. Kefeni dahi defnedildiği günkü gibi hiç bozulmamıştı."

Ebu Said el-Hudri diyor ki: "Bir münkir, bundan sonra haklı olarak böyle bir şeyi inkar etmiş olamaz! Gerçekten onlar bu kabirleri açarken bir miktar toprak aldıklarında altından mis gibi bir kokunun yayıldığını da duyuyorlardı."

Beyhakî Ebu Hureyre´den rivayet eder. O şöyle demiştir: "Peygamber (s.a.v.) Uhud şehidleri hakkında buyurdular: "Ben bunların Allah indinde şehid olduğuna şahadet ederim! Sizler gelip bunları ziyaret ediniz. Varlığım elinde olan Allah´a yemin ederim ki, her kim bu şehidlerin ziyaretine gelir ve onlara selam verirse, muhakkak onlar kendilerine verilen selama, selamla karşılık verirler. Bu tâ kıyamet gününe kadar böyledir."

Sahihtir kaydıyla Hâkim ve Beyhakî Attâf bin Hâlid el-Mahzûmt´den rivayet eder. O da Ebu Ferve´ye ulaşan bir senedle der ki: "Peygamber (s.a.v.) Uhud şehidlerinin kabirlerini ziyaret edip buyurdu ki: "Ey Allah´ım senin kulun ve peygamberin şahadet eder ki bunlar gerçekten şehiddirler! Ve bunlar kendilerini ziyaret edip de selam veren kimselere, selam ile karşılık verirler. Bu tâ kıyamet gününe kadar böyledir."

Beyhakî Vâkıdî´den nakleder: Hudâa kabilesinden olan Fâtıma demiş ki: "Bir gün,Uhud şehidlerinden Hamza´yı ziyaret ettim, dedim ki:

"Allah´ın selamı üzerine olsun, ey Rasulüllah´m amcası!" Bunun üzerine ben, bana: "Allah´ın selamı senin üzerine de olsun!" diyen bir ses duydum. Bu ses aynı zamanda: "Ve Allah´ın rahmeti de senin üzerine olsun!"

diye selamını benimkinden daha da güzelleştiriyordu."[44]





[37] İbn Kesir, el-Bidaye ve´n-Nihaye´de Uhud savaşının hicretin üçüncü yılında ve şevval ayı içinde vukua geldiğini ve bunun; Tirmizi, Katade, Musa b. Ukbe ve Malik´in tercihi olduğunu bildirir.

[38] Rasulullah´ın bu rüyasını, yüzünün yaralanacağı şeklinde yorumladığı hakkında sevkedilen rivayet, doğru değildir. Zira Rasulüllah _bunu: "...Yakınlarımdan birinin öldürüleceğine yorumladım" diyerek açıkça bildirmiştir

[39] Al-i İmran suresi, 152

[40] Görüldüğü gibi Abdullah b. Cahş, Uhud´da şehid olmuştur. Onu, Habeşistan´da irtidad edip mürted olarak ölen kardeşi Ubeydullah b. Cahş ile karıştırmam alı, bazı eserlerin bu husustaki dikkatsizliğine aldanmamalıdır. (Doğru bilgi için bakınız, İbn Hişam, 3/129. Mev. Led. Şerhi Zerkanî, 3/242)

[41] Aldığı ok yarası ile kolunu kaybeden Talha b. Ubeydullah, vücudunu Rasulullah´a kalkan ederek gelen oklara arkasını geren Ebu Dücane onlardandı

[42] Utbe´nin kızı ve Ebu Süfyan´ın karısı olan Hind, Mekke´nin fethinden sonra müslümanlığı kabul etmiş ve Rasulullah´ın huzuruna gelerek kendisine biat etmiştiı.

[43] Tevbe Sadece ve Sadece Allah´a olur. Herhalde böyle bir ifade, öylesine ağır ve zor bir durumda kalan Hâris´in ağzından gayr-İ iradî oiarak çıkmış olacak. Yoksa Tevbe´nin Allah´tan başkasına olamayacağını her müslüman bilir. Nitekim Allah Rasulü (s.a.v.), adamın birine: "Tevbe et" diye emretmiş, adamcağız da: "Allah´ım ben sana tevbe ediyorum, fakat Muhammed"e tevbe ediyor değilim" demiş. Sevgili peygamberimiz de: "Adamcağız, gerçekten hak ve hakikatin ne olduğunu iyi anladı" buyurmuştur

[44] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 1/370-382.