๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Mucize Ve Büyük Özellikleri => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 22 Aralık 2009, 15:38:04



Konu Başlığı: Resulüllah´ın Doğum Gecesi Vukua Gelen Bazı Fevkalade Alamet Ve Özellikler
Gönderen: Sümeyye üzerinde 22 Aralık 2009, 15:38:04
Resulüllah´ın Doğum Gecesi Vukua Gelen Bazı Fevkalade Alamet Ve Özellikler


Beyhakî ve Ebû Nuaym Hassan bin Sâbit´ten rivayet eder. O demiş ki: "Ben, henüz yedi-sekiz yaşlarında bir çocuk idim. Görüp duyduklarımı ise anlıyabiliyordum... îşte bu sırada bir yahûdî Medine´deki evi üzerinden şöyle bağırmakta idi: "Ey yahudiler, toplanınız! Buraya geliniz!..." Yahudiler de toplandılar ve dediler ki: ´Yazık sana! Bizi neden topluyorsun?" O onlara hitaben dedi ki: "Ahmed bu gece dünyâya geldi, yine bu gece onun yıldızı da doğdu!..."

Beyhakî, Taberanî, Ebû Nuaym ve îbn-i Asâkîr, Osman bin Ebu´l-As´dan şöyle rivayet ederler: "Bana, Resûlüllâh´ıri anası Amine´nin Resûlüllâh´ı doğurduğu gece, onun yanında bulunan anam anlattı. Şöyle ki: "O gece ben, evde nurdan başka bir şey göremiyordum... Başımı yukarıya kaldırdığım zaman yıldızları da o kadar yakın hissediyordum ki, sanki üzerime düşecek gibiydiler. Amine doğumunu yaptığı zaman, evin içi tamamen nura boyandı. Ev ve evdeki her şey, nurdan ibaret oluverdi."

(...Doğdu ol saatte ol sultânü dîn!

Nura gark oldu semâvât ü zemîn!)

Ahmed, Bezzâr, Taberanî, Hâkim, Beyhakî ve Ebû Nuaym Irbâz bin Suriye´den rivayet ederler. Onun nakline göre Resûlüllâh buyur muştur ki: "Ben, Allah´ın kuluyum ve Peygamberlerin sonuncusuyum! Ben size haber veriyorum: Ben, Ibrâhîm (a.s.)´ın duası, Isâ (a.s.)´m müjdesi, anamın da rü´yâsıyım! ki anam benimle ilgili rü´yâsım görmüş tü... Diğer peygamberlerin anaları da ilgili rü´yâlarım görmüşlerdir. Allah Resûlü´nün anası, doğumunu yaptığı zaman da görmüştü ki, her taraf nura boyanmış ve tâ Şam´daki köşkleri aydınlatmıştık."

(Yine aynı kaynakların ve ibn-i Sa´d´ın, Ebu Ümâme´den naklettikleri bir rivayet de bu mealdedir.)

Sahihtir kaydiyle Hâkim ve Beyhakî Hâlid bin Ma´dân´dan şöyle rivayet ederler: "Resûlüllah´m ashabı sormuşlar: "Ey Allah´ın Resulü, bize kendinizden haber verir misiniz?" demişler. O da cevaben buyurmuşlar ki: "Babam İbrahim´in duası, İsa´nın müjdesi, anamın müjdeli rü´yâsı... O bana hamile kaldığı zaman, Şam´daki köşkleri aydınlatacak kadar büyük bir nurun kendisinden çıktığını görmüştü..."

Açıklama: Rivayet metninde geçen: "O bana hâmile kaldığı zaman" sözü, Amine´nin o zaman gördüğü rü´yâyı anlatır. Doğum yaptığı gece ise, Amine "büyük bir nuru..." uyanık bir halde ve gözleriyle görmüştür. Nitekim İbn-i İshâk´ın ilgili rivayeti de açıkça bunu ifâde etmektedir. (Suyûtî)

İbn-i Sa´d ve İbn-i Asâkîr ayrıca İbn-i Abbâs´m şöyle dediğini rivayet ederler: Amine demiştir ki: "Ben O´na hâmile kaldığım zaman, tâ doğumumu yapıncaya kadar bir ağırlık duymadım... Doğumumu yapıp benden ayrıldığı zaman ise, O´nunJa birlikte dünyânın doğusunu ve batısını kaplayan büyük bir nurun da ayrıldığını gördüm... O doğduğu zaman, yere iki eli üzerine düşmüş ve yerden bir tutam toprak. almıştı ve tam bu sırada başını da semâya kaldırmıştı..."

(Kaynaklarımızın Ebu´l-Acfâ, Ümmü Seleme ve Bûreyde´den naklettikleri rivayetleri de bundan önceki rivayete yakın manâda haberler ıhîsvâ etmektedir.) (Suyûtî)

îbn~i Sa´d Amr bin Asım el-KülâbVden, o Hammam bin Yahya´dan, o da îshâk bin Abdullah´tan rivayet eder. O şöyle demiştir: "Resûlüllah Efendimiz´in annesi Amine demiştir ki: "Ben O´nu dünyaya getirdiğim zaman, benden büyük bir nûr çıktı ve Şam´ın saraylarını aydınlattı... Ben O´nu tertemiz olarak dünyâya getirdim, üzerinde hiçbir pislik yoktu... Yere düştüğü zaman, iki eli ile yeri tutarak oturur vaziyette idi."

Muâz el-Anberî´nin rivayetinde ise, "Benden yıldız gibi bir nûr çıktı, yeryüzünü aydınlattı" denilmektedir.

(Hassan bin Atiyye´den gelen rivayet dahî bu mealdedir. Bu İki rivayette "Yerden toprak avuçladığı" kaydı yoktur.) (Suyûtî).

Ebû Nuaym, Abdurrahmân bin Avfdan, o da anası Şifâ Hatun´dan nakleder. O şöyle demiştir: "Resûlüllah Efendimiz doğduğu zaman, benim iki elim üzerine düştü ve bağırarak ses çıkardı. Bu arada bir ses duydum, şöyle diyordu: "Allah sana rahmetler eylesin!" Sonra büyük bir nûr göründü ve Rum ülkesinin saraylarını aydınlattı... Ben bu saraylardan bir kısmını gördüm... Sonra O´nu giydirip yatırdım. Derken üzerime sağ tarafımdan bir karanlık, korku ve titreme bastı... Yine bir ses diyordu ki: "Onu nereye götüreyim?" Cevaben: "O´nu batıya götür!" denildi. Sonra üzerimden bu hâl kalktı. Bu sefer aynı hâl sol tarafımdan başladı. Beni bir zulmet, korku ve titreme aldı. Ve bir ses: "O´nu nereye götüreyim?" diyordu. Kendisine bu sefer, "O´nu doğuya götür" denildi. Ve ben, O´na peygamberlik verilinceye kadar, bu sesi hep kalbimde duyuyordum. Resûlüllah Efendimiz, peygamberliğini ilân ettikleri zaman, O´na ilk inananlardan biri de ben oldum..."

Yine Ebû Nuaym, Amr bin Kuteybe´den, o da babası Kuteybe´den rivayet eder. O demiştir ki: "Amine´nin doğum yapması zamanı yaklaş tığında, yüce Allah meleklere şöyle emretmiştir: "Bütün semâların kapılarını açınız, cennet kapılarım da... Ve hepiniz hazır olunuz..." Bunun üzerine melekler birbirini müjdeleyerek semâdan inmişler. Bütün dağlar, denizlerdeki balıklar, birbirini müjdelemişlerdir. Şeytan lar da bağlanıp hapsedilmişlerdir. O gün, güneşin nuru artırılmış, yetmiş bin huri, güneşten O´nun doğumunu gözlemiş, havada bekleşmiştir. Ve o gün, dünyada doğum yapan diğer kadınların da erkek evlâd dünyaya getirmelerine yüce Allah izin vermiştir. Sevgili Resulü Muhammed´in şeref ve hürmetine... Yine o gün, bütün ağaçların çiçekleri bereketlenip meyve vermiş, her bir korku emniyete dönüşmüştür.

Alemlere rahmet Hz. Muhammed (s.a.v.) doğduğu zaman, bütün dünyâ nura gark olmuş, bütün melekler birbirini müjdelemişlerdir. Bütün göklerde rengârenk nurdan sütunlar ilâve edilmiş, bununla semâların aydınlığı da bir kat daha artırılmıştır. Hz. Peygamber, Mirâc Gecesinde bu durumu da ayrıca müşahede etmişlerdir. O´na o gece, yâni Mîrâc Gecesi denilmiştir ki: "İşte şu nûrânî sütun, senin doğduğun zaman, senin doğumunun müjdesi olarak dikilmiştir." Yine O´nun doğduğu gece, Kevser Irmağı´mn kenarına yetmiş bin misk ve anber ağacı dikilmiş, bunlardan cennete kokular saçılmıştır. Bütün göklerdeki melekler, Allah´a esenlikler vermesi için dualar etmiş, putlar yere serilmiştir. Lât ve Uzzâ adındaki putlardan şöyle sesler işitilmiştir: "Yazık şu Kureyş´e, çünkü el-Emîn dünyaya geldi! Yazık Kureyş´e, Zira es-Sıddık geldi. Kureyş´in ise bir şeyden haberi yok!..." Beyt´ten yâni Kabe´den de günlerce şu sözler işitilmiştir: "İşte şimdi, asıl nuruma kavuşacağım! İşte şimdi, ziyaretçilerim gelecekler! İşte şimdi câhiliyyenin pisliklerinden temizleneceğim. Ey Lât ve Uzzâ, siz helak oldunuz!..." Ve Kabe´de, üç gün sarsıntı gece-gündüz eksik olmamıştır. Resûlüllâh´ın doğumu ile ilgili olarak Kureyş´in ilk gördüğü alâmet de bu olmuştur..

(Sonra nasıl olmuş da Kureyş bunu unutmuş. Belli değil... Belki de bu rivayetler, birtakım edebî tasvirlerdir, sadece...)

(Burada, bu konu ile ilgili olarak, o gece bütün vahşî hayvanların bile dile gelip konuştukları, müjdeler verdikleri, doğudaki hayvanların batıya, batıdaki hayvanların da doğuya giderek birbirlerini müjdeleyip tebrik ettikleri... şeklinde ve benzeri birtakım haberleri ihtiva eden başka rivayetler de bulunmakta ise de; İmâm Suyûtî hazretleri, bütün bunları kaydettikten sonra: "Son derece münker (kabul edilmesi imkansız) rivayetler olduğunu" bildirmiştir).

Hafız Ebâ Zekeriyyâ Yahya bin Aiz, Resûlüllâh´ın doğumuyla ilgili olarak yazdığı "Mevlid" kitabında, îbn-i Abbâs´ın şöyle dediğini-kayde der: "Amine, doğum yaptığı güne dâir konuşur ve şöyle derdi: "Ben büyük bir hayranlık içinde iken, ansızın üç kişi geldi; sanki güneş onların yüzünden doğmuştu... Birinin elinde gümüş bir ibrik vardı, içinde misk gibi bir koku bulunmakta idi. İkincinin elinde dört köşeli ve yeşil zümrütten bir tepsi vardı ve her köşesinde beyaz inciler bulunmakta idi. Biri ansızın şöyle diyordu: "İşte dünyâ! Bütün denizleri ve karası, doğusu ve batısı ile! Ey Allah resulü, ne tarafını almak istiyorsan al." Ben bu sıra, Rasulullah´m hangi tarafım tutacağını görmek için baktım ve gördüm ki O, tepsinin ortasından kavrayıp aldı. Biri şöyle, nida etti: "Hiç şüphesiz Muhammed Kabe´yi ve onun işaret ettiği mânayı almıştır! Sımsıkı Tevhîd´e tutunmuştur. Şüphesiz Allah Kabe´yi O´na kıble olarak vermiş ve O´na mübarek bir makam kılmıştır!,.." O gelen güueş yüzlü zatlardan üçüncüsünün elinde ise, iyice durulmuş beyaz bir ipek vardı. Onu açtı ve içinden bir mühür çıkardı. Mühür, görenleri hayretler içinde bırakacak güzellik ve parlaklıkta idi. Sonra o zât, bana doğru yaklaştı ve elindeki mührü, elinde tepsi tutmakta olan zâta verdi. Bu sırada elinde gümüş ibrik tutmakta olan zât ibriği dökerek mührü yedi defa yıkadılar. Sonra Resûlüllâh´m iki omuzu arasını mühürlediler. Tekrar mührü beyaz ipek parçasına iyice sardılar. Sonra Resûlüllâh´ın omuzun u mühürleyen zât, O´nu kanatlan araşma aiarak bir müddet tuttu... Sonra O´nun kulağına birşey söyledi, fakat ben ne söylediğini anlayamadım... Sonra O´na hitaben dedi ki: "Sana müjdeler olsun yâ Muhammedi Senden önceki peygamberlere verilmiş bulunan bütün ilimler de sana verilmiştir! Peygamberler içinde ilmi  çok olan, şecaat ve kahramanlıkta da en ileri bulunan sensin! îlâhî nusretin ve zaferlerin anahtarı seninledir! Senin adını duyan her bir asker veya kumandanın, mutlaka kalbine bir korku ve saygı dolacaktır. Senden korkacaktır, ey Allah´ın halîfesi!....

(Hadis bilginlerinden ibn Dıhye bu rivayet hakkında et-Tenvir adlı kitabında: "Bu garib bir rivayettir" demiştir. Suyûtî.) [17]

İbn-i Sa´d, Hâkim, Beyhakî ve Ebû Nuaym, mü´minlerin anası Hz. Aişe´den, onun şöyle anlattığını rivayet ederler: "Mekke´de ticâretle iştigâl eden bir yahûdî vardı. Resûlüllâh (s.a.v.)´in doğduğu gece o, Kureyş´in toplantılarının birinde demiştir ki; "Ey Kureyş topluluğu, bu gece içinizden birinin bir erkek çocuğu doğdu mu?" Kureyş: "Haberimiz yok" demiş. O da demiş ki: "Bakınız, benim söyliyeceklerimi iyi belleyiniz! Bu gece, şu son ümmetin peygamberi dünyaya gelmiştir! O´nun iki omuzu arasında at yelesi gibi sık olarak bitmiş kıllar bulunmaktadır. Ve O, şu iki gece zarfında anasının sütünü emmeyecektir." Kureyş´in topluluğu bu haber üzerine derhal dağılmış ve hepsi hayretler içinde kalmıştır. Evlerine vardıkları zaman, her birinin ailesi kendilerine, bu yeni doğum hakkındaki haberi iletmiş; "Abdü´l-Muttalib´in oğlu Abdullah´ın bir erkek çocuğu dünyâya gelmiş ve adına Muhammed konulmuş" diye konuşmuştur. Toplantıda o yâhûdînin söylediklerini duyanlar, geri dönüp yâhûdîyi durumdan haberdâr etmişler.

Yahûdî onlara demiş ki: "Haydin hep beraber ona bakmaya gide lim!" Ve hep birlikte onu görmeye gittiler. Amine´nin evine vardıkları zaman, kendisinden izin istediler. O da çocuğu kucağına alarak dışarı çıktı ve onların ricası üzerine, onun omuzları arasını kendilerine gösterdi. Yâhûdî onun iki omuzu arasındaki beni görünce, kendinden geçip baygın yere düştü... Bir müddet sonra ayıldığı zaman, oradakiler: "Sana ne oldu?" dediler. O da dedi İd: "Vallahi derim ki, peygamberlik artık îsrâîl oğullarından gitmiştir! Ey Kureyş topluluğu, sizler O´nun doğumu sebebiyle sevmiyor musunuz? Haberiniz olsun, o size öylesine büyük bir darbe indirecektir ki, bunun haberi, dünyanın doğusunda da, batısında da duyulacaktır..."[18]

Beyhakî ve îbn-i Asâkîr Ebû´l-Hakem et-Tenûhî´den naklederler. O demiştir ki: "Kureyş´in âdetine göre, bir çocuk dünyâya geldiği zaman, onu kadınlara teslim ederler, onlar da o çocuğu sabaha kadar bir kazanın altına kapatırlar idi. Resûlüllâh doğduğu zaman da, Abdü´l-Muttâlib onu kadınlara teslim etti, onlar da onu sabaha kadar bir büyük kazanın altına kapattılar. Sabahleyin onun yanma geldikleri zaman, üzerine kapattıkları kazanın ikiye ayrılmış olduğunu gördüler. O´nu da, gözlerini açmış semâya bakar bir halde buldular ve Abdü´l-Muttalib´e giderek durumu anlattılar. Abdü´l-Muttalib de onlara dedi ki: "O´nu iyi koruyun! O´nun ileride büyük bir hayra ereceğini ümîd ediyorum!" Abdü´l-Muttalîb, O´nun doğumunun yedinci gününde, bir kurban kesti ve Kureyş´e ziyafet verdi. Yemek yenildikten sonra Kureyş dedi ki: "Ey Abdü´l-Muttalib, ona ne isim verdin?" O da: "O´na Muhammed adını verdim!" dedi. Kureyş: "Ailene mensûb olanların isimlerinden birini niçin vermedin?" diye sordu O da dedi ki: "Ben O´na, gökte Allah´ın sevgilisi, yeryüzünde de insanlığın sevgilisi olması için Muhammed adını verdim!" [19]

Beyhakî ve îbn-i Asâkir Museyyib bin Şüreyk´ten şöyle rivayet ederler: "Merru´z-Zahrân´da Şam´lı bir râhib vardı. "Is" adındaki bu rahibin ilmi çok idi. Kendisine âit manastırda devamlı ibâdetle meşgul olurdu. Bâzan Mekke´ye .gelir insanlara şöyle hitab ederdi: "Ey Mekke´liler! İçinizden bir ailenin bir erkek çocuğunun doğumu yaklaştı... Bu çocuk büyüdüğü zaman Araba ve Aceme hâkim olacaktır. Şu içinde bulunduğumuz zaman, O´nun zamanıdır. Kim O´na yetişir ve uyarsa, muradına erer! O´na yetiştiği halde uymayanlar ise hüsrana düşer! Emîn olunuz ki benim, o huzur ve çeşitli nimetler içinde yaşanan yerde ikâmet etmekte oluşumun tek sebebi; O´na kavuşabilmek arzusudur. Is adındaki bu râhib, dünyaya gelen her erkek çocukla ilgilenir, onun ahvâli hakkında bilgi edinir ve: "O, henüz gelmedi" derdi. Resûlüllâh´m doğduğu günün sabahında ise, Abdü´l-Muttaiib bu rahibe giderek durumu haber verdi. Is kendisine dedi ki: "Abdü´l-Muttalib, size bahsettiğim çocuk doğmuştur. Bu yetimin babası sen ol! O, pazartesi günü doğmuş, pazartesi günü peygamber olur, pazartesi günü vefat eder. O, geçen akşam doğmuştur. Bunun alâmeti ise, şimdi o, acı çekmektedir, sütünü emmemektedir. Rahatsızlığı üç gün sürer, sonra geçer. Ey Abdu´l-Muttalib, dilini tut, bu çocuğa âit sırları kimseye söyleme! Çünkü hiçbir kimse, O´nun kıskanıldığı kadar kıskanılmış olamaz! O´nun düşmanları çok olacaktır."

Meraklanan Abdü´l-Muttaiib: "O, ne kadar yaşayacaktır?" diye sordu. Râhib: "İster çok yaşasın ister az, O yetmiş sene ömür sürmeyecek; yetmişden önceki tek yılların birinde vefat eder. Bu, atmış bir de olur, atmış üç de olabilir. Ümmetinin ekserisinin ömürleri de bu civarda bulunur..."

(O, sevkettiği bu rivayette aynı zamanda demiştir ki: "Resûlüllâh, Muharrem ayının Aşûrâ gününde ana rahmine düşüp Amine O´na hâmile kalmıştır. Doğduğu pazartesi günü ise, Ramazan ayının on ikisine rastlıyordu).

Ebû Nuaym Dâvûd bin Ebî Hind´den rivayet eder. O demiştir ki: "Peygamber Efendimiz dünyaya geldikleri zaman, dağların zirveleri aydınlanmıştır! O, doğduğu zaman iki eli üzerine yere düşmüş, sabaha kadar yukarı bakarak gökleri gözlemiştir. O´nun üzerine bir kazan kapatmışlardı. Fakat kazan, iki parça olup ayrılmış ve O´nun gökleri gözlemesine engel olmamıştır..."

(İbn-i Sa´d´ın İkrime´den sevkettiği rivayet de, bu mâhiyette bilgi vermektedir.)

îbn-ü Ebî Hatim Tefsîr´inde İkrime´den şöyle nakleder: "Peygamber (s.a.v.) doğduğu zaman, yeryüzü nura boyandı. Bundan son derece rahatsız olan Iblîs: "Bu gece, işimizi çok zorlaştıracak birisi dünyâya geldi!" diye bağırmış. Askerleri de: "Gidip onun aklını kanştırsana!" demişler. O da, aklını karıştırmak maksadı ile Peygamber´e yaklaşmak istemiş... Tam bu sırada Allah Cebrail´i göndermiş, Cebrail tblîs´e bir tekme vurmuş, îblîs kendisini tâ Aden de bulmuş..."

Zübeyr bin Bekkâr ile îbn-i Asâkîr´in Mâruf bin Harbûz´dan rivayetleri ise şöyledir: "tblîs, daha önceleri, tâ yedinci kat semâya kadar çıkar, kulak hırsızlığı yaparak gizli haberleri çalarmış... Isâ (a.s.)´m [20] doğumu ile, ancak dördüncü kat semâya kadar çıkabilir olmuştur. Vaktaki Peygamber Efendimiz doğdular, artık îblîs semâların hiç birine çıkamaz olmuştur. Peygamberimizin doğumu ise, pazartesi gününün gecesinde, şafak söktüğü zaman olmuştur."

Beyhakî, Ebû Nuaym, îbn-i Asâkîr ve El-Hevâtif adlı eserinde Harâitî Ebû Eyyûb el-Becelî tarîkından, o da Mahzûm bin Hânî´den şöyle rivayet ederler. O demiştir ki: "Yaşı yüz ellilerde bulunan babam şöyle anlatırdı: "Vaktaki Resûlüllâh Efendimiz´in doğumu gerçekleşti, o gece İran hükümdarı Kisrâ´nın sarayında sarsıntılar olup eyvanlar üzerindeki kulelerden on dördü yıkılmış; Sava gölü kurumuş, bin seneden beri yanmakta olan mecûsî ateşleri sönmüştür. Sabah olunca Kisrâ büyük bir korkuya kapılmış, kimseyle konuşmak istememiş, sonra vezirlerini toplayıp onları ve gördüklerini onlara anlatmıştır. Bu sırada mecûsî ateşinin söndüğüne dâir bir mektup gelmiş, Kisrâ daha da üzülmüş... Mecûsî âlimi söz alıp geceleyin gördüğü bir rü´yâyı anlatmış ve: "Birtakım kuvvetli develer, birtakım arap atlarını yedip götürüyordu... Derken Dicle´yi geçip ülkemizde dağıldılar" dedi. Kisrâ: "Bu rü´yâmz, neye işaret ediyor? Sizce neler olacak dersiniz?" demiş. Mûbedân (yâni mecûsî âlimi) de: "Arap tarafından bir büyük olay meydana gelse gerek"´demiş... Bunun üzerine Kisrâ, Nûman bin Münzir´e bir mektup yazarak, soracakları birtakım mes´eleleri çözebilecek bir âlim göndermesini istemiş. Münzir de ona, Abdü´l-Mesîh bin Amr el-Gassânî´yi göndermiştir. O geldiği zaman Kisrâ kendisine: "Sormak istediğim şeylere, yeterli cevaplar verebilecek misin?" demiş. O da: "Siz söyleyiniz, ben de biliyorsam cevaplandırayım" diye karşılık vermiştir. Kisrâ, sorularını yöneltince, cevap verememiş, ancak cevap verebilecek birini tavsiye edebileceğini ve bu şahsın, Şam yakınında oturmakta olan Sâtîh olduğunu söylemiş... Kıral da kendisine, Satıh adındaki şahsa gidip sormasını emretmiş. Abdü´l-Mesîh Şam´a giderek Satîh´i bulmuş ve kiralın sorularını kendisine intikâl ettirmiş. Satîh demiş ki: "Ey devesine binip Satîh´a gelen Abdü´l-Mesîh, seni gönderen İran Kiralı Kisrâ´dır! Saraydaki sarsıntıyı, ateşin sönmesini görüp korkuya kapıldı. Mûbedân da gördüğü rü´yânm tesiri altında kaldı. Biliniz ki, Kitâp´m okunması, okuyanlarının çoğalması ve kitâp´a çağına zâtın zuhuru gerçekleştiği; semavî vâdî iyice coştuğu ve Sava gölü de battığı zaman... AHık Şam, Satîh´in Şam´ı değildir. İşte bu esnada onlardan, yâni Sâsânî´lerden birtakım melik ve melikeler çıkar. O yıkılan eyvanların sayısı kadar. Her bir şey ki, gelecektir; gelmesi muhakkaktır!"

Satîh, Abdü´l-Mesîh´e hitaben bunları söyledikten sonra, yerine çekildi. Abdü´i-Mesîh de devesini sürerek Kisrâ´nın yanına geldi ve ona hitaben: "Efendim, bizden oniki hükümdar gelip geçinceye kadar, birtakım büyük işler olacakmış... Kitap okuyanlar çoğalacak, ilâhî ve semavî vadi iyice coşacakmış..." diye bilgi vermiştir, Ve dört sene zarfında Sâsânî´lerde, tam on aded hükümdar gelip geçmiştir. Kalan dördü ise, Hz. Osman´ın halifeliği zamanına kadar iş başına gelip geçmişlerdir. Satîh´in işaret ettiği gibi,.."

Not: Yukarıda geçen bu rivayeti nakledenlerden İbn-i Asâkîr, bunu naklettikten sonra, bu rivayetin "garîb bir rivayet" olduğunu bildirmiştir. Yine yukarıda geçen rivayeti nakledenlerden Abdan, Kitâbü´s-Sahâbe´de bunu zikrettikten sonra, şu bilgiyi vermiştir: "Hafız ibn-i Hacer, El-İsâbe´sinde bu rivayetin mürsel olduğunu bildirmektedir." {Yani, rivayetin senedinde kopukluk vardır; onu peygamberimiz´e bağlayıcı sahâbi, zikredilmemİştir. .Tek başına, delil ve hüccet olamaz.) (Suyûtî) [21]

Yine îbn-i Asâkîr ile El-Barâitî, Urve´den naklederler. O demiştir ki: "Kureyş´ten Varaka bin Nevfel, Zeyd bin Amr bin Nüfeyl, Abdullah bin Câhş ve Osman bin Huveyris´in de içinde bulundukları bir gurup insan, etrafında toplandıkları bir putun yanında idiler. Putun aniden devrildiğini gördüler. Bunu yadırgayıp şaşırdılar... Putu kaldırıp yerine koydular. Fakat put, derhal yine yıkıldı. Onu yine eski hâline getirdiler. Fakat put üçüncü defa tekrar yere kapandı. Bunun üzerine Osman bin Huveyris: "Bunun mühim bir sebebi olsa gerek!" diye konuşmaktan kendisim alamadı. Halbuki o gece Resûlüllâh´m doğduğu gece idi. Hayretler içinde kalan Osman bin Huveyris, şiir hâlinde şu sözleri söylüyordu:

"Ey bayram gününde uzaktan ve yakından gelen büyük zâtların ve ünlü kişilerin, etrafında toplanıp ziyaret ettikleri bayram putu! Sana ne oldu? Bize söyle, sana birisi ezâ mı verdi? Yoksa oyun mu oynuyorsun? Eğer bizim bir kusurumuz sebebiyle yere yatıyorsan, söyle de kusurumuzdan pişman olup vazgeçelim ve o kusurumuz ne ise onu terkedelim... Eğer sen üstesinden gelemediğin bir haricî kuvvete mağlûb olarak yere yıkıhyorsan, bilki bu takdirde sen, putlar içinde büyüklük ve ululuk mevkiini kaybetmiş olursun..."

Osman bin Huveyris´in bu sözlerinden sonra onlar, putu yine kaldırıp eski hâline iade ettiler. Bu sırada putun bulunduğu taraftan bir ses işittiler. Bu ses diyordu ki: "O, bir şerefli çocuğun doğmuş olması sebebiyle devrilmiştir! Öyle bir çocuk ki, onun doğumu ile dünyanın doğusu ve batısı nura boyanmıştır. Bu sebeble, bütün putlar yere devrilmiştir. Kırallarm kalblerine korku girmiştir. îrân´ın asırlardır yanmakta olan ateşi sönmüş, onların Şâh´mm kalbine büyük bir üzüntü dolmuştur. Gaybdan haber vermeye çalışan kâhinler, ne doğru, ne de yalan hiçbir şey söyleyemez olmuştur. Ey Kusay Oğulları, aklınızı başınıza alıp putlara tapma sapıklığından vazgeçiniz! İslâm´a dönünüz, O´nun güzel ve geniş dâiresine giriniz!"

El-Harâitî´nin Hişâm bin Urve tarîkından rivayeti de şöyledir (ki o, babasından, babası da ninesinden nakleder). O, ninesi Esma binti Ebî Bekir´den naklen diyor ki: "Zeyd bin Amr bin Nüfeyl ile Varaka bin Nevfel, Ebrehe´nin Habeşistan´a dönüşünden sonra oraya gittikleri zaman, Kıral Necâşî´nin huzuruna girerler. Necâşî der ki: "Bana doğru söyleyiniz, Kureyş ailesinden birinin; kurban etmek isteyip de yerine kur´âda çıkan çok sayıda deveyi kestiği bir çocuk, dünyâya geldi mi?" Onlar da derler ki: "Evet." Necâşî: "Bu çocuk ne yaptı, bilginiz var mıdır?" dedi. Onlar da: "Amine adında bir kadınla evlendi, Amine hâmile iken sefere çıktı..." dediler. Necâşî: "Amine çocuğunu dünyaya getirdi mi?" diye sordu. Bu sefer Varaka söze başlayıp demiş ki: "Ey hükümdar! Size haber vereyim ki, bir gün ben, bir putun yanında yatıyordum, vakit geceydi. Bir ses diyordu ki: "Peygamber doğdu, hükümdarlar zelîl oldu! Sapıklık ve şirk geriledi, hak yerini buldu!..." Gâibden gelen bu sesi takiben, put başı aşağı yere düştü..."

Varaka´nın bunu anlatmasından sonra Zeyd de ilâve etti: "Evet ey hükümdar, benzeri bir olay, benim de başımdan geçti... Ben bir gece Kubeys dağında idim. îki yeşil kanadı olan bir adam semâdan inip Mekke´ye doğru yöneldi ve: "Gerçekten şeytan zelîl oldu, putlar boşa çıktı, el-Emîn dünyâya geldi." diye haykırdı. Sonra bir yaygı çıkarıp serdi ki, bütün doğu ve batıyı kapladı. Sonra büyük bir nûr sütünü parladı ki, nerdeyse gözlerimi alıyordu ve ben, gördüğümden korkmuştum... Sonra o seslenen varlık, yere doğru alçaîdı ve Kabe´nin üzerine indi. Ve ondan öyle bir nûr çıktı ki, bütün Tıhame ülkesini aydınlattı. Sonra şöyle haykırdı: "Duyun ey insanlar! Yeryüzü temizlenmiştir ve en güzel meyvesini vermiştir!..."

Bundan sonra Kabe´nin etrafında bulunan putlara işaret etti ve bütün putlar yere düştü..."

Bunun üzerine Necâşî onlara demiştir ki: "Vah vah, yazık sizlere! Ben de bana isabet edeni sizlere anlatsam, acaba ne dersiniz? Evet, bir gün ben tek başıma bulunuyordum. O günün gecesinde, hem de sizin anlattığınız geceye rastlayan, bir gecede, kendime hâs odada uyuyordum... Rü´yâmda, yerden bir başın çıktığını ve şöyle haykırdığım gördüm: "f)il ashabının izmihlali zamanı gelmiştir! Ebâbîl kuşları onları taşa tutacak, zâlim Esram´m saltanatı son bulacak... Allah´ın nebisi doğmuş, Mekke Haremi´nde dünyaya gelmiştir. -Kim O´na uyarsa mutluluğa erer, kim de O´ndan kaçarsa perişan olur." îşte benim rü´yamda gördüğüm baş da böyîe söyleyip sonra kayboldu... Ben uykudan uyanıp bağırmaya başladım. Konuşmak istiyor fakat konuşamıyordum... Ayağa kalkmak istedim, kalkamadım... Bağırışıma ev halkım koşup geldiler. Onlara, kimse yanıma gelmesin, saray hizmetçileri beni böyle görmesin, diye işaret ettim... Kimseyi yanıma sokmadılar. Bir müddet sonra biraz açıldım ve dilim söylemeye, ayaklarım da kıpırdamaya başladı ve ben, iyice düzeldim..." [22]


[16] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 1/88-91.

[17] Hadîs İlimleri ıstılahında Garîb rivayetten maksat; Bir şahsın, sevkettiği rivayetinde teferrüd etmesi, yâni yalnız kalmasıdır ki, böyle olan rivayetin, diğer rivayetlerde benzerine rastlanmadığı, yahut diğer rivayetler ona muhalif olduğu için, o bu adı almıştır. Garîb haberlerin, sahîh, hasen ve zaîf gibi nevileri bulunmakla beraber pekçoğu zayıf olduğundan, ihtiyatlı davranmak yerinde olur. Nitekim başlıca hadîs İmamlarının tavsiyeleri; hu merkezde olmuştur. (Bakınız: Tecrîd Tercemesi, 1/111. Nuhbetü´l-Fiker, 13. Ulûmü´l-Hadîs, 93, Kemâleddin Taî, Bağdad, 1391).

[18] Keza imâm Ibn-i Kesîr´in Es-Sîratü´n-Nebeviyye´si, cild 1, s: 212.

[19] Hafız ve Müfessir İmâm Ibn-i Kesîr de, bu olayı bu şekilde Es-Sîratü´n-Nebeviyye adlı kitabında kaydettikten sonra, lügat âlimlerinin "Muhammed" kelimesi hakkında; "Hayır ve güzelliklere âit bütün sıfatları toplayana; Muhammed denilir" dediklerini bildirir." Bakınız Es-Sîratü´n-Nebeviyye, 1/210 - Beyrut, 1396).

[20] Bunu bu şekilde Ebu Nuaym (keza ibn-i Asâkîr) rivayet etmiştir, fakat bu rivayette büyük bir garabet vardır. Dikkatimizi bu garabete çekmiş bulunan İmam İbn-i Kesîr, ayrıca şu bilgiyi de vermektedir: "Resûlüllâh´ın pazartesi günü doğduğunda ihtilaf yoktur, fakat O´nun bu doğumu, fil yılında, Rabîul-Evvei ayının on ikinci gününe rastlayan Pazartesi gecesinde olmuştur. Hz. Câbir ve ibn-i Abbas´tan gelen rivayete dayanarak büyük bir ekseriyetin sözü budur." (Es-Sîratü´n-Nebeviyye, 199, 223, cild 1.)

[21] Satıh ile ilgili çeşitli rivayet ve ibareler vardır. Bu hususta bize bilgi verenlerden büyük muhaddis ve müfessir İmâm İbn-i Kesîr, Es-Sîratü´n-Nebevİyye adlı kitabında, şu kıymetli bilgileri vermektedir:

"Satîh hakkında haberler çoktur. Meşhur olanı, onun bir kahîn olduğu merkezindedir. Bazıları onun hakkında Peygamber Efendimizin: "Satîh, kavminin yitirdiği bir peygamber ıdı" diye konuştuğunu söylerler. Fakat bunun aslı yoktur. Sıhhatli senedler ile isbât edilmiş bir haber değildir. Hattâ Hâlid bin Sinan hakkında da benzeri bir rivayet vardır ki, bunun dahî aslı yoktur. Yanî onun, peygamber olduğuna dâir Peygamberimiz´e isnâd edilen sözün de aslı yoktur. Satîh´a âil haber ve ibarelerin zahirinden anlaşılan odur ki, onun gerçekten güzel ve geniş bilgisi varmış... Fakat o, asla bir peygamber değildi. O´nun ağzından çıktığı kabul edilen sözlerin İfâde ettiği manâ; onun, "inanıp tasdîk eden bir kimse olduğu" iskitâmetindedir. Fakat el-Cerîrî´nin de dediği gibi, o İslâm Devri´ne yetişememiştir. Yukarıda geçmiş olan rivayetteki, Abdü´l-Mesîh ile olan konuşmaları -eğer sahih ise; Resûlüllâh´m doğumundan bir ay kadar sonraları olduğu anlaşılmaktadır..." {Bakınız, 1/220)

[22] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 1/92-101.