๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Mucize Ve Büyük Özellikleri => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 05 Ocak 2010, 23:20:57



Konu Başlığı: Peygamberimizin Makam-ı Mahmud´un Kendisine Verilmiş Olması
Gönderen: Sümeyye üzerinde 05 Ocak 2010, 23:20:57
Peygamberimizin Bir Özelliği De, Makam-ı Mahmud´un Kendisine Verilmiş Olması, Livaü´l-Hamd´in O´nun Elinde Olması Ve Adem´den İtibaren Herkesin O Sancağınaltında Bulunacak Olmasıdır


Sevgili Peygamberimiz´in bu özellikleri yanı sıra, şu özellikleri de vardır: O gün, peygamberlerin imâmı dahi O´dur, hatipleri, önderleri, şefaatçileri, ilk şefaat edenleri, Allah´a ilk nazar edenleri, secde etmeye ilk izin verilenleri, secdeden ilk başını kaldıranları da hep O´dur. Keza O´nun bir büyük özelliği de, diğer peygamberlere, peygamberlik vazifelerini nasıl tebliğ ettikleri sorulacağı ve buna dâir şâhid isteneceği halde, O´nun peygamberliğini tebliğ ettiğine daîr şahit istenmeyecektir.

Şüphesiz O´nun bir büyük özelliği de, Şefâat-i Uzmâ´nin kendisine verilmiş olmasıdır ki, kıyamet günü, mahşer yerinde bekletilen halk, bütün peygamberlerden, haklarında hüküm verilmesinin başlaması için şefaat taleb edecekler, onlar ise hep bundan kaçınacaklardır. Sıra Pey-gamberimiz´e gelecek ve bu hususta ancak O şefaat edecektir, işte O´nun bu şefaati, şefaat-i uzma´sı olacaktır ve O´nun bu şefaati bütün mahşer halkına (kâfirine, mü´minine...) şâmil bulunacaktır." [230]

O´nun orada diğer şefaatleri de olacaktır. Burada sırasiyle bunları da zikredelim. Şöyle ki:

Peygamberimiz (s.a.v.), Şefaat-i Uzmâ´sından sonra, ikinci olarak, bâzı mü´minlerin hiç hesaba çekilmeden doğruca cennete gitmeleri hak kında şefaat edecektir. Onlar da doğruca cennete gideceklerdir. Sonra; kendileri ehl-i tevhîd ve ehl-i îmândan oldukları halde bâzı günahlarla geldikleri için cehennem azabını hakedenlerin, cehenneme girmeden cennete gönderilmeleri hakkında şefaat edecek, O´nun bu şefaati de kabul edilecektir. Sonra, cennet ehlinin derecelerinin yükseltilmesi hakkında şefaat edecektir ve onların dereceleri, bu şefaat sayesinde yükseltilecektir." [231]

Yine Efendimiz´in bir özelliği olarak, ebediyen cehennemde kala cak olan kâfirlerin azabının hafiflemesi şeklinde de O´nun şefaati ola caktır. Keza müşriklerin sabî iken ölmüş bulunan çocukları hakkında da şefaat edeceğine daîr rivayet bulunmaktadır.

Yüce Allah, Kerîm Kitabında buyurur ki: "...Habibîm, böylece Rabbin seni, övülmüş bir makama ulaştırır." [232]

îmâm-ı Ahmed, Ebû Hüreyre´den şöyle rivayet eder: Peygamber (s.a.v.), bir hadislerinde de şöyle buyurmuştur: "Ben, şüphesiz kıyamet günü insanların efendisiyim! Fakat bunun hikmetini sizler biliyor mu sunuz?" Bunun tecellîsi şöyle olacaktır:

"Yüce Allah, bütün insanları (evvelkileri ve sonrakileri), kıyamet günü bir sahrada (mahşer yerinde) toplayacaktır. O gün Güneş, son de rece yaklaşıp insanları hararet ve ter içinde bırakacaktır. Bu sebeple insanlar, tahammüllerinin üstünde bir sıkıntı ve şiddete mâruz kala caktır, insanlardan bâzıları diyeceklerdir ki: "Şu içinde bulunduğunuz hâli görüp dururken, buna bir çâre aramıyacak mısınız? Bizlere kim şe­faat edecek acaba? Bunu arayıp sormayacak mısınız?" İşte bâzılarının bu sözü üzerine, bâzıları da: "O halde atamız Adem´e gidip, ondan şefa atçi olmasını rica edelim!" diyecekler. Bu suretle Adem´e gidecekler ve diyecekler ki:

"Ey Adem, sen bütün beşerin babasının! Allah, seni eliyle yaratmış ve ruhundan sana üflemiş, meleklerini de sana secde ettirmiştir. Sen Allah´ın bunca lütfuna mazhar olmuş bir büyüğümüz olarak, bizim hakkımızda Allah´a şefaatçi oluver! îçinde bulunduğumuz hâli ve ne duruma geldiğimizi görüyorsun..."

Adem´in onlara vereceği cevap ise şöyle olacaktır: "Bugün Rabbi-miz, şimdiye kadar gadaplanmadığı derecede gadaplı bulunuyor! Halbuki benim O´na karşı bâzı kusurlarım olmuştur. O beni, cennetteki o ağaçtan yememem hakkında uyarmışken, ben yiyip hata işledim. Bu sebeple bugün, kendimden başkasını düşünecek halde değilim... En iyisi sizler, bir başkasına, meselâ beşerin ikinci atası durumunda bulunan Nuh´a gidiniz!"

Bunun üzerine onlar da Nuh´a gidecekler ve ona:

"Ey Nûh, sen, resullerin ilkisin! Allah sana: "Çokça şükreden ku lum!" demiştir. Sen, bizim hakkımızda Rabbimiz´e şefaatçi oluver! içinde bulunduğumuz sıkıntıyı görüyor, biliyorsun!" diyecekler. Nuh´un onlara vereceği cevâb ise şöyle olacakür: "Rabbim bugün son derece gadaphdır. Ben vaktiyle kavmim için beddua etmiştim... Bu küsurumu hatırlayıp, burada sâdece kendimi düşünebilmekteyim... Sizler en iyisi bir başka sına, ibrahim´e gidiniz... Belki o size şefaatçi oluverir."

Nuh´tan bu cevâbı alınca, doğruca ibrahim´e gidecekler ve diye cekler ki: "Ey îbrâhîm, sen, hem Allah´ın nebisi, hem de halîli bulunu yorsun. .. içinde bulunduğumuz durumu ve ne hâle geldiğimizi görmüyor musun? Bizim hakkımızda Rabbimiz´e şefaatçi oluver." îbrâhîm de onlara şu cevabı verecektir: "Rabbim bu gün son derece gadablıdırî Benim de Rabbim indinde bâzı kusurlarım olmuştur. [233] Bugün ben dahî, kendimden başkasını düşünebilecek, mahşer halkına şefaat edebilecek durumda değilim... Siz, en iyisi bir başkasına, Musa´ya gidiniz! Belki o sizin için şefaatçi oluverir."

Onlar bunun üzerine Musa´ya gidecek ve ona diyecekler ki: "Ey Mûsâ şüphesiz sen Allah´ın resulüsün! Allah seni risâleti ve kelâmı ile seçip şereflendirmiş tir. Sen olsun bizim hakkımızda Rabbimiz´e şefaatçi ol; içinde bulunduğumuz hâli görmüyor musun?" O da kendilerine şu karşılığı verecektir: "Bugün Rabbim, misli görülmemiş ve görülmeyecek derecede gadablı bulunuyor. Ben vaktiyle, emrolunmadığım halde bir nefsi öldürmek durumunda kalmıştım. Bu yüzden bugün kendimden başkasını düşünecek ve başkalarına şefaat edecek durumda değilim... En iyisi siz bir başkasına, İsa´ya gidiniz. Belki o size şefaatçi olabilir. [234]

Mahşer halkını temsîlen bir şefaatçi bulmak için çabalayan bu in sanlar, Musa´dan da bu cevâbı alınca doğruca îsâ´ya giderler ve ona derler ki: "Ey îsâ, bildiğimiz kadarıyla sen Allah´ın Resulü ve Meryem´e ilkâ buyurduğu kelimesi ve ruhusun! Daha beşikte iken insanlarla ko nuştun... Bizim hakkımızda Rabbimiz´e şefaatçi ol! îçinde bulunduğu muz hâli ve bize ulaşan sıkıntı ve şiddeti görmüyor musun?"

İsa´nın onlara vereceği cevâb da şu olacaktır: "Bugün Rabbim, öy lesine gadab etmiş bulunuyor ki, bu derece şimdiye kadar hiç gadab et memişti, şimdiden sonra da etmez! Ben, Rabbim´in bu derece gadablı olduğu bir günde, kalkıp O´na kulları hakkında şefaatçi olamam! Siz, en iyisi bir başkasına, Muhammed´e gidiniz! Umarım ki sizin hakkınızda O şefaatçi olur."

işte onlar, bunun üzerine bana gelirler ve derler ki: "Ey Muham-med, şüphesiz sen Allah´ın resulü, peygamberlerin en sonuncususun! Allah senin gelmişini ve geçmişini affetmiştir. Bugün bizler için Rabbi-miz indinde şefaatçi olmanı istiyoruz! Bize ulaşan şiddeti ve içinde bu lunduğumuz hâli görmüyor musun?" Ben de onların bu mürâcatları üzerine yerimden kalkar, Arş´ın altına varır, derhal secdeye kapanırım! Secdedeyken, Rabbim´in bana olan ilhamına ve feyzine göre O´na hamd ü senalarda bulunurum.... Öylesine güzel ve müstesna bir şekilde hamd ü sena ederim ki, böylesi bundan önce hiçbir kimseye nasîb olmamıştır. Ben, bu şekilde hamd ü senaya devam ederken Rabbim bana seslenir ve derki:

"Ey Muhammed! Başını secdeden kaldır ve iste! Bugün senin iste-´ diklerin verilecek; şefaatte bulun, şefaatin kabul edilecek." Ben de başı mı secdeden kaldırıp Rabbim´den ümmetimi ister, "Rabbim, ümmetim, ümmetim! Ey Rabbim, ümmetim, ümmetim! Ey Rabbim, ümmetim, ümmetim" diyerek inlerim. Bunun üzerine bana: "Ey Muhammed, üm metinden hesaba çekilmeyecek olanları al cennete götür!" diye nida olu nur. Ben de onları alıp cennete götürürüm. Onların, istedikleri cennet kapısından cennete girme hakları bulunduğu halde, sağdaki cennet ka pısından girmeleri emredilir. Onlar da oradan cennete girerler."

"Ben, varlığım kendi elinde bulunan Rabbim´e yemin ederim ki, cennet kapılarından birinde bulunan iki kanadın büyüklüğü, Mekke´den Hecer arası kadar vardır."

(Buhâri ile Müslim´in rivayet ettikleri uzun şefaat hadîsi de, bu raya kadar olan kısmın sonrasına âit şu bilgiyi içermektedir.)

"...Şefaatimin kabul edildiği bildirildikten sonra, başımı secdeden kaldırırım. Bana, ümmetimden muayyen bir kısmını cennete götürmem emredilir. Ben de onları cennete sevkederim... Sonra ikinci defa, secde ettiğim makama gelip Rabbim´e dua ve niyazda bulunurum. Rabbim, benim secdede kalmama izin verdiği kadar secdede kalırım. Sonra bana buyurur ki: "Muhammed, başını secdeden kaldır! Söyle, dediğin yerine getirilecek, iste, istediğin verilecek; şefaat et, şefaatin kabul olunacak tır." Ben derhal başımı secdeden kaldırıp O´nun bana öğrettiği şekilde O´na hamd ü senada bulunur, sonra şefaat ederim. Bana yine, ümme timden muayyen sayıda bir topluluğu cennete sevketmem için izin veri lir. Ben de onları cennete sevkederim. Sonra o makamıma üçüncü defa gelir secdeye kapanırım. Rabbimin izin verdiği kadar secdede kalır, O´na hamd ü senada bulunurum. Sonra bana denilir ki: "Muhammed, başını kaldır ve söyle! Söylediğin yerine getirilecek, iste, estediğin verilecek, şefaat et, şefaatin kabul olunacaktır. Ben de derhal başımı kaldırıp şefaat ederim. Bana yine ümmetimden belli sayıda bir topluluk gösteri lip onları cennete sevkeder, tekrar makamıma gelir, dördüncü defa şefaatte bulunurum. Sonra da derim ki: "Ey Rabbim, geride artık sâdece Kur´ân´m hapsedip alakoydukları kalmıştır."

Peygamber (s.a.v.), bu hususta ayrıca buyurmuşlardır ki: "Lâ ilahe illallah!" deyip de kalbinde arpa dânesi kadar bir iyilik bulunan kimse, mutlaka cehennemden çıkarılır! Bundan sonra da, "lâ ilahe illallah!" deyip de kalbinde buğday danesi kadar hayır bulunan kimse, cehen nemden çıkarılır. Bundan sonra da, "la ilahe illallah" demiş ve kalbinde zerre kadar bir iyilik bulundurmuş bulunan kimseler cehennemden çı karılır." [235]

îmâm-ı Ahmed, Enes´ten sahih senedle rivayet eder. îşte onun rivayet ettiği bu şefaat hadisinin sonunda da şöyle denilmektedir:

"...Bu sırada Yüce Allah Cebrail´e vahyeder ve der ki: "Muham-med´e git ve O´na de ki: "Başını secdeden kaldır, iste, istediğin verilecek! Şefaat et, şefaatin kabul edilecek." Ben de bunun üzerine şefaatte bulu nacağım, her doksan dokuz kişiden biri hakkında şefaat edeceğim... Tekrar tekrar şefaatte bulunacağım... O kadar ümmetim hakkında şefaatte bulunacağım ki, nihayet sonunda bana, Rabbim tarafından şöyle denilecektir:

"Ey Muhammed, ümmetinden her kim, günün birinde "lâ ilahe il lallah!" demiş ve bu itikad üzere ölmüşse, onları cennete götür."

Yine Ahmed veEbû YâlâîbniAbbas´tan rivayet ederler. Onların bu rivayetinde de, yukarıda gördüğümüz uzun şefaat hadîsi anlatılmakla beraber, farklı olarak bunun baş tarafında şöyle denilmektedir: "Her bir peygamberin, mutlaka kabul edilecek bir duası vardır. Benden önceki peygamberler, bu dualarını dünyâda iken yapıp geçmişlerdir. Ben ise duamı âhirette ümmetime şefaat etmek üzere saklamış bulunuyorum." [236]

Buhârî´nin de tek başına îbni Abbas´tan şöyle bir rivayeti var: "Kı yamet günü insanlar diz çöküp otururlar. Her ümmet, kendi peygambe rine tabî olur. Buna rağmen her bir nebiden şefaat umarak: "Bize şefaat et, bize şefaat et!" diyerek yalvarırlar. Nihayet onların mürâcatları Peygamber´de (s.a.v.) son bulur. Peygamber Efendimiz de hepsine şâmil olmak üzere şefaat eder. îşte bu, İlgili âyette belirtilen Makâm-ı Mahmûd´a Peygamber Efendimiz´in gönderilmesidir."

Bezzâr ve Beyhakî Huzeyfe´den rivayet ederler. O şöyle demiştir: ´Yüce Allah, insanları mahşer yerinde toplar. Orada hiçbir kimse konu şamaz, îlk çağrılan da peygamberimiz olur. Peygamberimiz de derhal: "Buyur Rabbim! Emrin başım-gözüm üzerine! Bütün iyilik senin elin dedir, şer ise sana değildir. Hidâyete eren senin hidayette kıldığındır, tşte kulun, senin huzûrundadır! Ancak sana sığınmış, sana dayanmıştır. Kulun biliyor ve inanıyor ki, senin azabından kurtulmak için, sana sı­ğınmaktan başka hiçbir çâre de yoktur! Ey Rabbim, ne büyük, ne yüce sin! Ben seni her nevî kusur ve eksikliklerden tehzîh ederim! Beyt´in sahibi de ancak Sensin!"

Peygamberimiz, işte bu şekilde (ve yüce Allah´ın kendisine ilham ettiği veçhile) Allah´a hamd ü senalarda bulunur. Bu sırada da şefaat etmesi için kendisine izin verilir. Bu da, ilgili âyetin haber verdiği veç hile, Rabbinin O´na va´dettiği Makâm-ı Mahmûd´dur.

îbni Ebû Asım´ın Enes´ten rivayet ettiği bir hadiste de şöyle buyu-rulmuştur: "Ben, ümmetim hakkında tekrar tekrar şefaat ederim. Rab bim de her defasında şefaatimi kabul buyurur. En sonunda ben derim ki: "Ey Rabbim, beni "lâ îlâhe illallah!" diyenler hakkında da şefaatçi kıl!" Rabbim bana der ki:

"Bu ne sana, ne de başkalarına ait değil! İzzetim, celâlim ve rah metim hakkı için, inanarak: "Lâ ilahe illallah!" demiş hiç bir kulumu, cehennemde bırakmayacağım!" [237]

Ahmed, Taberani, Bezzar, Mûaz bin Cebel ile Ebû Musa´dan şöyle rivayet ederler: "Rabbim beni, ümmetimin yarısını cennete koymak ile, onlar hakkında şefaatte bulunmam arasında muhayyer bıraktı. Ben de ümmetim için şefaatçi olmayı seçtim. Bildim ki, benim onlar için şefaatçi olmam, onlar için daha geniş ve daha hayırlı olacaktır. Benim bu şefaatim, ümmetimden hiç bir şeyi Allah´a şirk koşmaksızın ölmüş bu lunanların hepsini içine alacaktır."

(Taberâni´nin Ebû Hüreyre´den, Ebû Yâlâ´nm Avf bin Mâük´ten, Ahmed ile îbni Ebû Şeybe ve Taberâni´nin Ebû Musa el-Eşari´den nak lettikleri rivayetler de, aşağı yukarı bu mealdedir.)

Müslim îbni Ömer´den şöyle rivayet eder:Peygamber (s.a.u.), İbra him (a.s.)´ın sözünü okudu: O diyordu ki: "Kim bana uyarsa bendendir. Kim bana karşı gelirse, o da senin rahmetine kalmıştır. Şüphesiz sen, bağışlayan ve esirgeyensin!" [238] Sonra Peygamberimiz Isâ (a.s.)´m ümmeti hakkındaki kavlini okudu: O da diyordu ki: "Eğer onlara azab edersen, onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, şüphesiz sen daima üstünsün! Hikmet sahibisin!" [239] Sonra mübarek ellerini semâya kaldırıp: "Ümmetim, ümmetim!" diyerek inledi ve ağlamaya başladı. Bu sırada Cenâb-ı Hakk, Cebrail´i gönderip: "Muhammed´e git, ümmeti hakkında kendisini razı edeceğimi kendisine bildir" buyurdu. Cebrail de gelip bunu Peygamberimiz´e tebliğ etti."[240]

Bezzar ve Taberâni de Ali ´den şöyle rivayet etmişlerdir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Ben, ümmetim hakkında şefaat edeceğim, o kadar şefaat edeceğim ki, Rabbim bana: "Yâ Muhammed, artık razı oldun mu?" diye seslenecektir. Ben de diyeceğim ki: "Evet Rabbim, artık razı oldum!" [241]

îbni Ebû Şeybe, ve Ebâ Yâlâ sahih bir senedle Enes´ten rivayet e-derler: Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ben, Rabbim´e niyaz edip in sanların oyun yaşında iken vefat etmiş bulunan sabilerini bana bağışlamasını diledim. Rabbim de bunları bana bağışladı."

Allâme îbni Abdül-Berr der ki: Bu hadiste işaret edilenler, akıl ve buluğ çağına ermeden vefat eden çocuklardır. Bunların gerçekten işleri, oyun ve eğlence gibi olur. Çünkü henüz onların akılları ermemektedir.

Ahmed, îbni Ebû Şeybe, Hâkim ve Beyhaki Übeyy bin Ka´b´dan şöyle rivayet ederler: "Resûlüllah (s.a.v.) buyurdu: "Kıyamet günü, pey gamberlerin imamı ve hatibi ben olacağım! Şefaat sahibi de ben olaca ğım! Ben bunu, asla Övünmek için söylemiyorum!" [242]

Darimi, Tirmizi veEbû Nuaym îbniAbbas´tan şöyle rivayet ederler: "Peygamber Efendimiz´in ashabı oturdular, O´nu bekliyorlardı. Bu bek leme sırasında kendi aralarında konuşmaya başladılar. Bazıları: "Hay ret edilecek bir iş! Allah, yarattığı kullan arasında Halil (hâs dost) seçmiştir. İbrahim, Allah´ın Halilidir!" dedi. Bazıları da: "Bu senin de diğin, Allah´ın Mûsâ ile konuşmasından daha mı hayret edilecek bir şeydir?" dedi. Bir diğeri de: "Allah, isa´yı da Rûhullah olarak seçmiştir" dedi. Bir başkası da: "Adem de Safiyyullah´tır" diyerek konuştu, işte bu sırada Peygamber (s.a.v.) geldi ve ashabına hitaben buyurdu ki: "Ben, sizlerin konuştuklarınızı duydum. Evet, adını andığınız peygamberler dediğiniz gibidirler. Haberiniz olsun ki, ben de Allah´ın Habibi bulunu yorum -ve bunu övünmek için söylemiyorum. Kıyamet günü, Livâül-Hamd´i ben taşıyacağım. Adem ve diğerleri onun altında olacaklar, ilk şefaat edip şefaati kabul edilen de ben olacağım. Cennet kapısının kili dini ilk açacak olan da benim. Allah onu bana açacak, ben de fakir mü´minler yanımda oldukları halde cennete gireceğim. Allah indinde, evvelkilerin ve sonrakilerin en şereflisi benim! Övünmek yok!"

Ebû Nuaym îbni Abbas´tan rivayetle Peygamber´in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu bildirir: "Ben, bütün ins ve cinne, beyaza siyaha peygam ber olarak gönderildim! Diğer peygamberlere yasak olan ganimetler, bana helal kılındı. Bütün yeryüzü bana mescid ve tâhur kılındı. Bir aylık mesafedeki düşmanlarımın kalblerine korku salındı. Bakara Sûresinin sonundaki âyetler bana, Arş´m hazinelerinden verildi ve yalnız bana verildi. Aynı zamanda bana, Tevrat yerine yedi uzun sûre, incil yerine âyet sayıları yüz civarında bulunan sûreler, Zebur yerine de Hâmîm Sûreleri verildi. Ayrıca Mufassal Sûrelerle de seçkin kılındım."

"Dünyada ve âhirette Adem oğullarının efendisi benim, övünmek yok! Kabrinden ilk kalkan peygamber ben olacağım, ilk kalkan ümmet de benim ümmetim olacaktır. Övünmek yok! Livâü´1-Hamd benim elim de bulunacak ve bütün peygamberler de onun altında olacaktır, övün mek yok! Cennetin anahtarları da benim elimde olacaktır! Şefaat de benimle başlıyacaktır, övünmek yok! Cennete ilk giren ben olacağım, ö-vünmek yok! Ben, en önde olacağım, ümmetim de arkamda bulunacak tır."[243]


[230] Bâzı duahanların âdet ettiği anlaşılan bir duacümlesi vardır. Derler ki: "Yâ Rabbi, bizleri yarın mahşer yerinde sevgili Peygamberimiz´in şefâat-i uzmâsı´ndan mahrum eyle me..." Halbuki bu yanlıştır. Zira şefâat-i uzmâ, bütün mahşer halkına şâmil bulunan bir şefaattir. O halde, yâ mutlak şefaatinden nasîb olması istenilmeli.yâhud da; "O´nun şefaatine lâyık olanlardan eyle!" şeklinde niyazda bulunulmalıdır. (M.)

[231] Mutezile Mezhebi mensûbları, şefaat nevilerinden sâdece bu kısmını kabul e-derler. Ehl-i Sünnet ise, her nev´ini kabul eder. (M.)

[232] İsra suresi, 79

[233] Ibrâhîm (a.s.)´ın burada "bâzı kusurlarım" dediği; üç şeydir: Kavmi kendisine putları niçin kırdığını sordukları zaman: "Belki o putları, şu büyük put kırmıştır!" demişti. I-kincisi: Kavmî kendisini, bayramlarına katılmaya davet ettiği zaman, gitmemek için: "Ben hastayım" demişti. Üçüncüsü ise: O zâlim hükümdarın yanında, Sâriye validemizin, kendisi nin nesi olduğu sorulduğu zaman: "Bu benim kardeşimdir" demişti

[234] Mûsâ (a.s.) bununla, Mısır´lı kıbtîyİ kasd etmektedir. O, bir yahûdî ile kavgaya tutuşmuş, yâhudî de Musa´dan yardım istemişti. Mûsâ da bunun üzerine kıbtîye bir yumruk vurmuş, o da bu yüzden oluvermişti. Musa´nın ise öldürme kasdı yoktu... Tabiî buna çok ü-zülmüş, pişman olmuş ve: "Bu, insanları şaşırtan şeytanın bir işidir. Asıl düşman, şüphesiz şeytandır!" demiş, samîmî bir şekilde istiğfar ederek: "Rabbim, kendime kötülük ettim, beni bağışla!" diyerek yalvarmış, Rabbi de onu bağışlamıştı... (Kasas suresi, 15-16.)

[235] Bu, Katâde´nin Enes´ten olan rivayetidir. Buradaki "Kur´ân´m hapsettiği kimse lerden murâd, ebediyen cehennemde kalmaları gereken kimselerdir. Şüphesiz onlara, ora dan çıkmaları için şefaat olmayacaktır. Katâde, sonra şu mealdeki âyeti okumuştur: "Böylece Rabbin Seni, bir makâm-ı mahmûda ulaştıracaktır." (Isrâ, 79). Ayeti okuduktan sonra da: "İşte Allah´ın peygamberi m iz´e va´d buyurduğu makâm-ı mahmûd, budur" demiştir.

Buhâri ve Müslim´in Mabed bin Hilal´dan olan rivayetleri ise, yukarıdakinden daha kısa olup, sonunda şöyle denilmiştir: "...Biz Zahru´l-Cebân denilen yerde idik. Hasan-ı Basrî ise, bu sıralarda Ebû Halîfe´nin evinde saklanıyordu. Farkına vardırmadan onun yanına gidip Enes´in rivayet ettiği Şefaat Hadisi hakktnda ondan bilgi almak istedik ve gittik... Dedik ki: "Ebû Hamza, mislini hiç işitmediğimiz şekilde bir şefaat hadîsi rivayet ediyor." Onu bana naklediniz, dedi. Biz de naklettik. Daha söyleyin, dedi. Biz de hepsi bu kadar dedik... Dedi ki: "O bize, yirmi seneye yakın bir zamandır şefaat hadîsini, bundan daha uzun olarak naklet-mişti. O zaman müsiümanlar da birlik halinde idiler. Belki üstâd bir kısmını unutmuştur, belki de tamâmını haber vermekten çekindiği bir şey vardır." Biz kendisine: "Bize tamâmını söyle!" dedik. O da güldü ve: "Tamâmını söylemek istediğim için, böyle konuştum. Fakat insan a-çetecidir. İşte bize, onun söylemediği kısmını haber veriyorum" dedi ve hadisi okudu: "...Sonra ben, dördüncü defa olarak secdeye kapanır, rabbime hamdü senada bulunurum. Bana denilir ki: "Ey Muhammed, başını kaldır, iste, istediğin verilecek! Şefaat et, kabul edi­lecek." Derim ki: "Ey Rabbim: Lâ ilahe İllallah! diyenlere şefaat etmem için izin ver!" Rabbim der ki: "Onları sana havale etmeyeceğim! İzzetim, kibriyâm ve azametim hakkı için, onları cehennemden ben çıkaracağım."

Mâbed, böylece rivayet ettikten sonra der ki: "Şehâdet ederim ki Hasan bunu, böylece yirmi seneden beri Enes´ten dinler dururmuş... Ve o zaman müsiümanlar da birlik ve bera berlik halinde İmişler..."

[236] Bunu, bu şekilde Buhârîve Müslim dahî rivayet etmişlerdir.

[237] Önceki notlarımızın birinde, Hasan-ı Basrî´nin: "Yirmi senedir Enes, bu hadîsi bize anlatır dururdu" dediği rivayette de, bu mealde cümleler var idi ve bunu, Bûhârî ve Müslim rivayet etmişlerdi.

[238] İbrahim suresi, 36

[239] Maide suresi, 118

[240] Bunu, ibni Ebû Hatim de rivayet etmiştir

[241] Bu, Kur´ân´daki: "Rabbin sana verecek, sen de râzî olacaksın." (Duhâ, 5) mealindeki âyetin delâlet ettiği şeydir.

[242] Zira Peygamberimiz bunu, sâdece Allah´ın nimetlerini anmak için söylemekte dir

[243] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/425-432.





Konu Başlığı: Ynt: Peygamberimizin Makam-ı Mahmud´un Kendisine Verilmiş Olması
Gönderen: akmina üzerinde 06 Ocak 2010, 00:34:39
SALAT VE SELAM SANA OLSUN  EY GÜNAHLARIN ŞEFAATÇİSİ