Konu Başlığı: Peygamberimizin Geleceğinin Semavi Kitaplarda Zikredilmesi Gönderen: Sümeyye üzerinde 21 Aralık 2009, 23:18:36 Peygamberimizin Geleceğinin Tevrat´ta, İncil´de Ve Diğer Semavi Kitaplarda Zikredilmesi Yüce ALLAH Kur´ân´da buyuruyor ki: "O gerçek mü´minler ki onlar, yanlarındaki Tevrat ve incil´de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî peygambere uyarlar..." [23] Yüce ALLAH bir âyetinde de şöyle buyuruyor: "Muhammed, ALLAH´ın elçisidir. O´nun yanında bulunanlar, kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onların, rükû ve secde ederek ALLAH´ın lütuf ve rızâsını aradıklarını görürsün. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır. Onların Tevrat´taki vasıfları, İncil´deki vasıfları da şudur: Bir ekin gibidirler ki, o ekin filizini çıkarmış ve o filizi güçlendirmiştir... " [24] îmam-ı Buhari, Ata bin Yesâr´dan şöyle rivayet eder: "Ben, Amr îbn-i As´m oğlu Abdullah ile karşılaştığımda ona: "Ey Abdullah, bana Resûlüllâh´m sıfatından bahseder misin?" diye ricada bulundum. O da bana: "Peki bahsedeyim. ALLAH´a yemin ederim ki O, Kur´ân´da bahsedilen: "Ey O sânı büyük peygamber! Biz seni şâhid, mübeşşir ve nezîr olarak gönderdik!" [25]gibi sıfatlarının bâzısı ile, Tevrat´ta dahi vasıflandırılmış bulunmaktadır... Hattâ Tevrat´ta: "Biz seni ümmîlere koruyucu olarak da gönderdik! Sen benim hâs kulumsun ve elçimsin! Ben sana "el-Mütevekkil" diye de ad verdim ki sen, sert tabiatlı ve şiddetli değilsin; sokaklarda bağırmazsm... Kötülüğe kötülük ile değil, iyilik ile karşılık verirsin, affeder hoş görürsün... (Ey Tevrat okuyanlar! îyi biliniz ki:) yüceler yücesi ALLAH, O´nun vâsıtası ile eğri giden milleti doğrultmadıkça, onlar: Lâ ilahe illallah! diyerek bu ilâhi tevhîd ile doğru yolu bulmadıkça, O´nun vâsıtası ile kör gözleri açmadıkça, sağır kulakları işitir hâle getirip, kilitli kalbleri de açmadıkça kendisine ölüm vermiyecektir! Bunlar gerçekleşmedikçe O´nu dünyadan âhirete göçürmeyecektir!... diye de, O´nun hakkında vasıflandırmalar vardır." îbn-i Asâkir Muhammed bin Hamza tankından "Târîk-i Dımaşk" adlı kitabında şöyle rivayet eder, O demiştir ki: "Büyük dedem Abdullah bin Selâm, Peygamber (s.a.v.)´in Mekke´de çıktığını duyduğu zaman, O´nunla karşılaşmak istemiş, O´nun yanma gitmiştir... Peygamberimiz kendisine: "Sen, Abdullah bin Selâm´sm ve Yesrib (Medine) halkının âlimisin!" buyurmuştur. Dedem de "Evet" demiştir. Peygamberimiz ona "Ey Abdullah, ALLAH aşkına doğru söyle, ALLAH´ın Musa´ya indirdiği Tevrat´ta benim vasfım yok mudur?" demiş. O, bu soru karşısında demiş ki: "Yâ Muhammed! Bana Rabbinden bahset!" Tam bu sırada Cebrail gelip: "De ki: ALLAH ehaddir, ALLAH samed´dir! Doğurmamış ve de doğurulmamıştır! Hiçbir şey O´nun dengi olmamış- tır" mealindeki îhlâs Sûresinin âyetleriyle cevab vermesini söylemiştir. Peygamberimiz de bu âyetleri okuyarak cevaplamıştır... İşte bunun üzerine büyük dedem Abdullah bin Selâm: "Şehâdet ederim ki Sen, ALLAH´ın resulüsün! Gerçekten ALLAH sana yardım edecek ve senin elinle islâmı diğer dinlerin üzerine çıkaracaktır. Ben senin sıfatını Tevrat´ta: "Ey Peygamber, Biz seni şâhid, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik! Sen benim kulum, resûlümsün! Sana el-Mütevekkil adını verdim, sen sert ve şiddetli değilsin, sokaklarda bağırır değilsin, kötülüğe iyilikle karşılık verirsin, affeder bağışlarsın... ALLAH, eğri milleti O´nunla doğrultmadıkça, onlar: "Lâ ilahe illallah!" Kelime-i Tevhidi ile doğru yolu bulmadıkça; O´nun vâsıtası ile kör gözleri açmadıkça, işitmeyen kulakları işitir hâle getirip kapalı kalbleri açmadıkça, O´nu dünyadan âhirete göçürmeyecek, O´nu vefat ettirmeyecektir!" şeklinde bulup okumuşumdur" demiştir. İbn-i Asâkîr daha sonra Zeyd bin Eşlem tarlkından şöyle rivayet eder: "Abdullah bin Selâm demiştir ki: "Resûlüllâh´in (s.a.v.) Tevrat´taki sıfatı şöyledir: "Yâ Muhammed, Biz seni şâhid ve mübeşşir olarak gönderdik..." O böyle demiş ve yukarıdaki rivayeti sonuna kadar anlatmıştır." Benzeri bir rivayeti Dârimî ve Beyhakî de Atâ bin Yesâr´dan rivayet etmiştir... Dârimî ile îbn-i Asâklr´in Ka´b´dan sevkettikleri bir rivayette ise Ka´b şöyle demiştir: "Birinci satırda şunlar yazılı idi: "Muhammed ALLAH´ın resûlü´dür! ALLAH´ın seçilmiş kuludur, huysuz ve sert tabiatlı değildir, sokaklarda çağırıp-bağırmaz, kötülüğe kötülükle karşılık vermez, bağışlayıp iyilikle karşılık verir... Doğum yeri Mekke, hicret yeri Medine´dir. Mülkü de Şam´da olacaktır..." îkinci satırda da: "Muhammed ALLAH´ın resûlü´dür! O´nun ümmeti, çok hamdediciler olup darlık ve genişlik zamanlarında hep ALLAH´a hamdederler... Yegâne büyük olarak ALLAH´ı tanıyıp hep O´nu tekbîr ederler... Vakti gözetirler, vakti gelince hemen namazlarını kılarlar... Kemerlerini sıkarlar, etraflarını temiz tutarlar; geceleri aşk ve şevkle yaptıkları ibâdetle, semâ boşluğunda iniltili ses dalgaları meydana gelir..." şeklinde yazı vardır..." Dârimî´, îbn-i Sa´d ve îbn-i Asâklr´in Ebû Ferve´den onun da îbn-i Abbâs´tan rivayetinde ise, şu fark vardır: "Ka´b, Peygamberimizin Tevrat´taki sıfatına dâir İbn-i Abbâs´m sorusuna karşılık; aynı şeyleri söyledikten sonra: "...ve onlar -yâni O´nun ümmetleri- namazlarını kılarken harp düzeninde saf bağladıkları gibi saf tutarlar... Mescidi e rinde ki ibâdetlerinden, arı kovanından duyulan inilti gibi iniltiler duyulur... Okunan ezanları, tâ semâlara çıkar..." diye bilgi vermiştir..." Zübeyr bin Bekkâr ve Ebû Nuaym, Abdullah îbn-i Mesûd´dan rivayet ederler ki, Resûl-i Ekrem Efendimiz, Tevrat´ta kendi vasıflarına dâir yazılanları ve ümmetinin "Ümmet-i Hammâd = Her hâl ü kârda ALLAH´a hamd eden bir ümmet" olduğunu anlattıktan sonra; "...ve onların indileri yâni kitapları kalblerindedir... Savaşta saf tuttukları gibi, namazlarında da saf tutarlar... Onlar, öz canlarını ALLAH yolunda feda ederek ALLAH´ın yakınlığım kazanırlar... Onlar, geceleri râhib, tâat ve ibâdette; gündüzleri ise arslan kesilirler.., ALLAH yolunda canlarbaşla cihâd ederler..." buyurdu." îbn-i Sa´d ve sahihtir kaydıyla Hâkim, Beyhakî ve Ebû Nuaym Aişe´den (r.a.) rivayet ederler ki, o şöyle demiştir: "Peygamberimizin vasfı İncil´de şöyle yazılmıştır: "Muhammed ALLAH´ın resulüdür, huysuz ve sert tabiatlı değildir, kötülüğe aynen karşılık vermez, affeder ve bağışlar!" Beyhakî ile Ebû Nuaym, Ebu´d-Derdâ´nın hanımı Ümmü´d- Der-dâ´dan şöyle naklediyorlar: O demiştir ki: "Ben Ka´b´a sordum: "Söyler misin, siz Resûlüllâh Efendimiz´in sıfatını Tevrat´ta nasıl buldunuz?" Cevabında Ka´b dedi ki: "Biz O´nu şu şekilde vasfedilmiş olarak bulduk: "Muhammed ALLAH´ın resulüdür! O´nun adı ALLAH´a hakkiyle tevekkül eden´dir. O, katı ve sert huylu değildir. Sokaklarda çağırıp bağırmaz da... O´nun eline (manevi) anahtarlar verilmiştir ki, ALLAH bunlar ile görmeyen gözleri açsın, duymayan kulakları duyursun, eğri konuşan dilleri yine bunlar ile doğrultsun diye... Tâ ki en sonunda onlar, O´nun sayesinde: "Lâ ilahe illallah vahdehû lâ şerike leh! = ALLAH´tan başka hiç bir ilâh yoktur! O birdir ve O´nun hiç bir ortağı yoktur!" diye şehâdet ederler... Ve O, yâni Muhammed; zulme uğrayanın yardımcısıdır, zayıfdır diye mazluma yüklenilmesine asla müsâade etmez!..." Hafız Ebû Nuaym, Ebû Hüreyre´den şu rivayeti nakletmiştir: "Resûlüllâh bir defasında buyurdular ki: Mûsâ (a.s.), kendisine Tevrat nazil olduğu ve onu okuduğu zaman onda şu ümmete âid vasıfları görünce: "Yâ Rabbi, ben Tevrat´a âid levhalarda, en son geldikleri halde en başa geçen bir ümmet buluyorum. Bu ümmeti bana ümmet eyle!" diye duada bulundu. Cenâb-ı Hakk kendisine: "Bu ümmet, habîbim Ahmed´in ümmetidir" buyurdu... Mûsâ dedi ki: "Yâ Rabbi! Ben levhalarda icabet eden ve kendilerine icabet olunan bir ümmet buluyorum. Bu ümmeti bana ümmet eyle!" Yüce ALLAH kendisine: "Bu, Ahmed´in ümmetidir" buyurdu. Mûsâ: "Yâ Rabbi! Ben levhalarda kitapları kainlerinde olan ve onu ezbere okuyan bir ümmet görüyorum. Onu bana ümmet kıl!" diye niyaz etti... Kendisine: "Bu, Ahmed´in ümmetidir" denildi... Mûsâ: "Yâ Rabbi! Ben levhalarda kendilerine ganimet helâl kılınan bir ümmet buluyorum. Onu bana ümmet eyle!" diye dua etti. Yüce ALLAH kendisine: "Bu, Ahmed´in ümmetidir" diye karşılık verdi... Mûsâ: "Yâ Rabb! Ben levhalarda yedikleri sadaka olan ve bundan sevâb kazanan bir ümmet görüyorum! Onu bana ümmet eyle!" diye niyaz etti. Cenâb-ı Hakk: "Ey Mûsâ! Bu Ahmed´in ümmetidir" dedi... Mûsâ: "Ey Rabbim! Ben levhalarda içlerinden biri, bir iyilik yapmak istediği zaman o iyiliği yapmazsa, kendisine bir iyilik yazılan; o iyiliği yaptığı zaman ise kendisine on iyilik yazılan bir ümmet buluyorum. Onu bana ümmet eyle!" eledi. Cenâb-ı Hakk da: "Bu Ahmed´in ümmetidir" buyurdu... Mûsâ: "Ben levhalarda, içlerinden biri bir kötülük yapmağa niyetlenir fakat o kötülüğü yapamazsa, kendisi için günah yazılmaz; eğer o kötülüğü yaparsa kendisine bir kötülük yazılır" diye vasfedilen bir ümmet gördüm. Bu ümmeti bana ümmet kıl!" diye dua etti. ALLAH: "Bu, Ahmed´in ümmetidir" buyurdu... Mûsâ: "Ey Rabbim! Ben levhalarda kendilerine hem evelki ilmin, hem sonraki ilmin verildiği bildirilen, dalâlet fırkalarım ve mesîh deccâlı öldürecek olan bir ümmet buluyorum. Bunu bana ümmet eyle!" diye dua etti. Yüce ALLAH kendisine: "Bu Ahmed´in ümmetidir" buyurdu... Bunun üzerine Mûsâ: "O halde beni Muhammed Ümmetimden eyle!" diye yalvardı... îşte bunun üzerine ALLAH ona iki haslet verdi ve şöyle buyurdu: "Ey Mûsâ, Ben sana verdiğim risâletlerimle ve kelâmımla (seninle olan konuşmamla) seni insanlara karşı seçtim! Sana verdiğimi al ve şükr edeni erden ol!" [26] Mûsâ (a.s.) da dedi ki: "Razı oldum yâ Rabbî!" Yine Ebû Nuaym Enes´den rivayet eder: "Resûlüllâh buyurdu ki: Cenâb-ı Hakk İsrail oğullarının peygamberi olan Musa´ya şöyle vahyetmiştir: "Ey Mûsâ! Her kim Ahmed´i inkâr ettiği halde Bana gelecek olursa, onu cehenneme atarım!" Mûsâ: "Ey Rabbim, Ahmed kimdir?" diye sordu. Cenâb-ı Hakk buyurdu: "Ben, Benim yanımda ondan daha keremli olan bir kul yaratmadım! Ben, yeri-göğü yaratmazdan önce O´nun adını Arş üzerinde kendi adımla beraber yazdım! O ve O´nun ümmeti cennete girmedikçe, kimse cennete giremez!" Mûsâ dedi ki: "O´nun ümmeti kimlerdir?" Cenâb-ı Hakk şöyle buyurdu: "O´nun ümmeti; her hâl ü kârda ALLAH´a hamdeden bir ümmettir... ALLAH yolunda kemerlerini sıkan, çevrelerini temiz tutan; geceleri râhib, gündüzleri sâim olan bir ümmettir... Onların az amellerini dahî kabul eder değerlendiririm. Onları: "Lâ ilahe illallah!" Tevhidine şehâdetleri sebebiyle cennete koyarım..." Mûsâ dedi ki: "Ey Rabbim, beni bu ümmetin peygamberi kıl!" Cenâb-ı Hakk, "O ümmetin peygamberi, kendilerinin içinden çıkacaktır" buyurdu... Bunun üzerine Mûsâ: "Öyleyse yâ Rabbi, beni o peygamberin ümmetinden-eyle!" diye niyaz eyledi... Yüce ALLAH ise şu karşılığı verdi: "Yâ Mûsâ! Ben seninle o peygamberin arasını âhirette birleştireceğim; orada O´nunla bir araya geleceksiniz..." [27] Ebû Nuaym´in Abdurrahmân el-Muâfirî´den naklettiğine göre, Ka´bü´l-Ahbâr, yahûdî hahamım ağlar görür ve ona niçin ağladığını sorar... Haham: "Bazı şeyler hatırladım da ondan" der. Ka´b; "Niçin ağladığım sana söylersem beni tasdik eder misin?" der. Haham: "Evet" deyince, Ka´b şöyle der: ´ALLAH aşkına doğru söyle, Mûsâ (a.s.) Tevrat´a baktığı zaman: "Ey Rabbim, ben Tevrat´ta iyiliği emreden, kötülükten nehyeden, önceki ve sonraki kitaplara inanan, dalâlet ehliyle savaşan ve en sonunda bir gözü kör deccâli öldürecek olan ve bütün ümmetlerin en hayırlısı bulunan bir ümmet görüyorum! Yâ Rabbi, bu ümmeti bana ümmet kıl" diye niyazda bulunmadı mı?" Haham da bunu "Evet" diyerek tasdik etmiştir..." Yine Ka´b dedi: "ALLAH aşkına doğru söyle! Okuduğun Tevrat´ta, Mûsâ (a.s.)´ın Tevrat´a baktığı zaman; "Yâ Rabbi,.ben Tevrat´ta öyle bir ümmet görüyorum ki, her hâl ü kârda ALLAH´ı tekbîr eder, tahmîd eder; temiz topraktan teyemmüm ederler, yeryüzü onlar için mesciddir, suyu bulamadıkları zaman teyemmüm ederek abdest de alırlar, gusül de ederler; abdest azaları âhirette nûr gibi parlar! "Yâ Rabbi, onları bana ümmet kıl!" diye taleb ettiğini de okuyorsun, değil mi?" Haham da bunu, "Evet" diyerek tasdik etti. Ka´b devamla: "Yine Mûsâ (a.s.)´m: "Yâ Rabbi, ben Tevrat´ta kendisine merhamet olunan zayıf bir ümmet görüyorum ki, Kitâb´a onlar vâris olacak ve Sen onları seçmişsin; içlerinden kimi kendisine yazık eder, kimi dosdoğru gider, kimi de tâ öne geçer ve fakat hepsi de senin merhametine mazhar olmuştur... "Onları bana ümmet eyle!" diye niyazda bulunmadı mı?" diye sordu... Haham da "Evet" diye tasdik etti. Ka´b: "ALLAH aşkına doğru söyle, yine okuduğun Tevrat´ta Mûsâ (a.s.)´ın: "Yâ Rabbi, ben Tevrat´ta, kitapları kalblerinde olan ve onu ezbere bilen, renk renk elbiseler giyinen, namazlarında meleklerin safları gibi saf tutan, mescidlerinde ALLAH´a ibadet aşk ve şevkiyle inleyen bir ümmet görüyorum... Öyle bir ümmet ki, içlerinden hiç biri cehenneme girmez; meğer ki, taşta ağaçlarda biten yapraklardan eser olmadığı gibi, kendisine iyilikten hiçbir eser olmaya!... "Yâ Rabbi, bu ümmeti bana ümmet eyle!" diye temenni ettiğini de okuyor musun?" şeklinde bir soru yöneltti... Haham da buna karşılık "Evet" diye cevab verdi..." Mûsâ (a.s.), ALLAH´ın Ümmet-i Muhammed´e verdiği büyük iyilikleri ve üstün faziletleri öğrenip hayran olduğu zaman demiş ki: "Keşke ben de Ümmet-i Muhammed´den olaydım!..." işte bunun üzerine Cenab-ı Hakk da kendisine verdiğim risâletimle ve kelâmımla seni insanlara karşı seçtim. Sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol!" Mûsâ (a.s.) da bunun üzerine tamamen razı olup teselli bulmuştur..." [28] Ebû Nuaym, Saîd bin Ebû Hilâl?den şöyle rivayet eder: Abdullah bin Amr, Ka´bü´l-Ahbâr´a demiştir ki: "Ey Ka´b! Bana, Peygamberimiz Muhammed´in ve O´nun ümmetinin sıfatından haber verir misin?" Bunun üzerine Ka´b da demiştir ki: "Ben onları Tevrat´ta şöyle buluyorum: Muhammed ve O´nun ümmeti, her hâl ü kârda ALLAH´a hamdederler, Her aşama ve menzilde ALLAH´ı tekbîr ve tesbîh ederler... Onların nidaları (ezanları), tâ göklerde işitilir... Namazlarında kendilerini iyice ALLAH´a verirler... Meleklerin saf tuttukları gibi saf bağlarlar ve namazdaki gibi de harb ederken saf tutarlar... ALLAH yolunda çarpışırlarken melekler de onları destekler ve kuvvetli atışları ile onlara yardım ederler... Üzerlerinde de bir gölge onları serinletir, sanki kuşların kanatları ile yuvaları üzerine gölge yaptıkları gibi... Onlar, asla bulundukları cepheyi tamamen terkedip geri gitmezler... Nihayet en sonunda, onların yardımına Cebrâîl (a.s.) gelir... ALLAH´ın izni ve vazifelendirmesi ile..." İbn-i Ebû Hatim ve Ebû Nuaym Vehb bin Münebbih´den rivayet ederler. O şöyle demiştir ki: "ALLAH Eş´ıyâ peygambere vahyetmiş ve buyurmuştur ki: "Ben, Ümmî bir peygamber göndereceğim, ve onun vâsıtası ile duymayan kulakları, görmeyen gözleri ve kilitli kalbleri açacağım! O´nun doğum yeri Mekke, hicret yeri Medine olacak. Mülkü ise Şam´da... O, gerçekten bana tevekkül eden, yükseltilmiş, sevilmiş, seçilmiş ve muhabbetle dolmuş el-Mustafâ´dır! Kötülüğe kötülükle karşılık vermez, affedip bağışlar. Mü´minlere çok merhametlidir, bir karıncanın incinmesinden ağhyacak kadar şefkatlidir... Babasını kaybeden yetîm için, hüngür hüngür ağlar... Katı ve huysuz değildir. Sokaklarda çağırıp-bağırmaz da... Çirkin sözü ağzına bile almaz! Yanmakta olan bir kandilin yanında geçse, Öyle sekînet ve vakarla geçer ki, o kandili söndürmez... Yetişip kurumuş kamış üzerine yürürse, ayak sesleri işitilmez... Ben O´nu, bütün iyilik ve güzellikler için müjdeler veren, kötülükler için de güzelce uyaran bir peygamber olarak göndereceğim!... Her iyilik ve güzellik için O´nu takviye edeceğim ve O´nu her güzel huy ile bezeyeceğim. Ona sekînet ve vakarı elbise, iyiliği şiar, takvayı vicdan, hikmeti de akıl olarak hibe edeceğim! Doğruluk ve vefakarlık O´nun tabiatıdır, bağışlayıp vazgeçmek ve iyilikte bulunmak O´nun ahlâkıdır. Adalet O´nun yaşayışı, hakk ise şeriatıdır! Hidâyet O´nun kılavuzu, islâm da milletidir!..." "Ahmed, O´nun adıdır. Dünyaya sapıklık hâkim olmuşken, O´nun vâsıtasıyle hidâyete kavuşacakta-. Cehaletin yerini ilim, geriliğin yerini ilerleyip yükselmek, çirkinliklerin yerini güzellik ve meşruiyet alacaktır... O´nun sayesinde ortalığı bolluk ve bereket, fakirliğin yerini zenginlik, ayrılık gayrılıkların yerini birlik ve beraberlik, gönülden yakınlık ve kardeşlik alacaktır... O´nun ümmetini, ümmetlerin en hayırlısı kılacağım. Çünkü O´nun ümmeti, iyiliği emredecek, kötülüğü nehyedecektir! Beni Tevhîd, Bana îmân ve Benim için amellerinde ihlâs edecek! Bütün peygamberlerin getirdiklerini büyük bir samimiyetle tasdik edecek, vakitleri gözetecek, vaktinde dinin direği olan namazlarını kılacaktır!... "Ne mutlu bu kalblere, bu yüzlere ve bu ruhlara ki, Benim rızâm için ihlasla dolmuştur! Ben onlara tesbîhi; tekbîr, tahmîd ve Tevhîd´i ilham edeceğim. Onlarda bütün mescidlerde, meclislerde, iş ve istirahat yerlerinde Ben´i hatırlayıp tesbîh, tekbîr, tahmîd ve tevhîd edecekler... Meleklerin Arş´ım etrafında saf tuttukları gibi namazlarında saf bağlıyacaklar... Onlar Benim evliyam ve ansârımdır! (Gerçek dostlarım ve dînimin yardımcılarıdır.) Düşmanlarımdan onlar sebebiyle intikam alırım. Putları tanrı edinenleri onlar vasıtasıyla cezalandırırım... Onların namazı; kıyamlı, kırâtatlı, rukûlu ve secdeli bir ibâdettir... Binlerce bölük asker olarak, Benim yolumda cihâda çıkarlar ve Benim uğrumda saflar ve ordular hâlinde çarpışırlar..." "Ben onların kitapları ile diğer kitapları, şeriâtleri ile şeriâtleri, dinleri ile bütün dinleri mühürleyeceğim! Her kim onlara yetişir de onların kitabına îmân etmezse, din ve şerîatlermi kabul eylemezse, bilsin ki o Ben´den uzaktır; Ben de ondan beriyim (uzağım). Ümmetlerin en fâzîlelisi onlardır, onlar "Ümmet-i Vasaf´tir! Yâni "Orta Ümmet" olup dalâlet ve istikâmet sahibidirler; her türlü aşırılık ve geriliklerden beridirler... Adalet ye istikâmette diğer insanlara karşı da şâhid durumundadırlar... Öfkelenip gadaba geldikleri zaman, "hepsini ALLAH yaratmış" deyip adaletten ayrılmazlar, kendileri zor duruma düştüklerinde de sabredip dayanırlar ve "ALLAH büyüktür!" derler... Birbiriyle çekiştikleri zamanda ise, "Sübhânellâh! Ne şaşılacak şey! Bu bir müslümana yakışmaz!..." deyip birbirini insafa davet ederler, insafı gözetirler..." "Çevrelerini, ellerini yüzlerim tertemiz tutarlar; temizliğe çok önem verirler... Onların kurbanları kanları, incileri de gönülleridir... Onlar, geceleri rahip, gündüzleri nıücâhiddir! Vicdanları yüksek, dâvetçileri tâ yücelerdedir... Onlar, ALLAH yolunun bağrı yanık âşıklarıdırlar... Ne mutlu onlara ve onlarla beraber olanlara!... Onların dîni, onların hidâyeti üzere bulunanlara... Bu, ancak Ben´im lutfumdur! Dilediğim kullara veririm. Ben; büyük ve sonsuz lütufların sahibiyim!..." Beyhaki, îbn-i Abbâs´tcm rivayet ediyor. O şöyle diyor: "Cârûd bin Abdullah gelip müslüman oldu ve Peygamberimizde hitaben dedi ki: "Seni hak peygamber olarak gönderen ALLAH´a yemin ederim ki, ben senin vasıflarını İncil´de görmüştüm! Gerçekten Meryem oğlu Isâ senin geleceğim müjde etmiştir!" Ebû Nuaym da Saîd bin Muaeyyib´den rivayet eder: "Abbâs, Kâbu´l Ahbâr´a dedi ki: "Ey Ka´b! Sen niçin Peygamberimizin sağlığında veya peygamberin halîfesi Ebû Bekir zamanında müslüman olmadın?" Ka´b cevabında dedi ki: "Babam Tevrat´a âit bâzı âyetler yazıp bana verdi ve "işte bunlarla amel et! Sakın diğer âyetlere bakayım deme!" diye vasiyet etti ve diğer âyetlerin bulunduğu kısmı mühürleyip asla açmamamı bana sıkıca tenbîh eyledi... Halîfe Ömer zamanında İslâm´ın iyice zuhur ve galebesini gördüm ve hayırdan başka birşey olmadığına kanâat getirdim, Bu durumda vicdanım bana dedi ki: "Belki baban bâzı şeyleri senden gizlemiştir!..." Gerçekten ben de babamın mühürlediği Tevrat nüshasının mührünü açarak okudum ve orada Muhammed´in ve ümmetinin vasfının yazılı olduğunu gördüm... işte bu yüzden, şimdi müslüman oldum. Yine Hafız Ebû Nuaym´in Şehr bin Havşeb´ten sevkettiği bir rivayette de şöyle denilmektedir: "Kala dedi ki: Benim babam, ALLAH´ın Musa´ya inzal buyurduğu kitabı en iyi bilenlerden idi... Ve benden birşey gizlemezdi. Vefat edeceği zaman bana dedi ki: "Oğlum, ben senden birşey gizlemiş değilim, ancak iki yaprak var ki onda gönderilmesi yaklaşan bir peygambere âit haberler yazılıdır... Bâzı yalancılar, peygamberim diye iddiaya kalkışır ve sen de ona inanırsın diye korktuğumdan, bu iki yaprağı senden gizledim... işte bu gördüğün yere bu iki yaprağı gömüp üzerine sıvadım. Sen, şu zamanda onlara dokunma. ALLAH´ın senin hakkında hayır murâd ettiği ve o peygamberin çıktığı zaman, onlara bakabilirsin ve o peygambere uyabilirsin..." Sonra babam öldü ve biz onu defnettik... Benim de en çok arzu ettiğim şey, bu iki kağıtta yazılı olanları görmek idi... Bir gün, dayanamayıp onları çıkardım ve okudum. Bir de ne göreyim, o iki kağıtta şunlar yazılı imiş: "Muhammed ALLAH´ın resulüdür! Ve O, peygamberlerin sonuncusudur, O´ndan sonra peygamber gelmeyecektir. O´nun doğum yeri Mekke, hicret yurdu de Medîne olacaktır. O, katı ve öfkeli değildir, sokaklarda çağırıp-bağırmaz, kötülüğe kötülükle karşılık vermez, bağışlayıp affeder... O´nun ümmeti, her hâl ü kârda ALLAH´a hamdederler... Yegane büyük olarak ALLAH´ı tanırlar ve dillerinden tekbîri eksik etmezler... Onların peygamberi, ALLAH´ın yardımına mazhardır. Onlar, temizliğe çok önem verirler, kitaplarını ezbere bilirler... Birbirlerine o kadar merhaletlidirler ki, bir ananın evladları gibi... Cennete ilk girecek ümmet de, bu ümmet olacaktır." Bunun üzerine kısa bir zaman geçmişti ki, peygamber (s.a.v.) Mekke´de zuhur etmiş. Haber bize ulaştığı halde, iyice tetkik edip emin olayım diye, müslüman olmayı geciktirmiş idim. Sonra peygamberin vefat haberi bize ulaştı. Yerine halifesi geçmişti. Askerleri bize kadar geldiler. Fakat ben, bunların halini iyice tetkik etmek istedim. Nihayet Halife Ömer´in adamları geldiler. Ben onların son derece sözüne sadık ve kahraman kişiler olduğunu gördüm, beklediğim kimseler olduğunu anladım. ALLAH´a yemin ederim ki, bir gün ben evin damında idim ve müslümanlardan birinin Kûr´an okumakta olduğunu işittim. Kulak verdim ve onun şu mealdeki âyeti okuduğunu duydum: "Ey kendilerine kitap verilenler! Biz bâzı yüzleri silip arkalarına döndürmeden ya da Cumartesi adamlarını lanetlediğimiz gibi kendileri ni lanetlemeden önce, yanımzdakini doğrulayıcı olarak indirdiğimiz Kitâb´a inanınız[29] İşte ben, bu ayeti duyduğum zaman, sabaha çıkmadan ALLAH´ın lanetine uğramaktan çok korktum ve sabaha çıkar-çıkmaz ilk yapacağım iş, müslümanların yanına gitmek ve müslüman olmaktı. Öyle yaptım." (Bu haberi, îbn-i Asâkır; Ka´b´dan, Müseyyib bin Râfi´in ve başkasının rivayeti olarak vermiştir). Beyhaki´nin Vehb bin Münebbih´ten rivayetine göre, o demiştir ki: "ALLAH, Zebur´da Davud (a.s.)´a şöyle vahyetmiştir: "Ey Davûd, senden sonra gelen peygamberlerin en sonunda bir peygamber gelecek, onun adı Ahmed ve Muhammed olacak. Kendisine "Sâdık Nebi" denilecek. Ben ona hiç gadab etmem, o da bana hiç isyan etmez. O´nun gelmiş geçmiş günahlarım bağışlamışımdır. O´nun ümmeti de Ümmet-i Merhume´dir. Benim rahmetime mahzardır. Ben onlara peygamberlere lütfettiğim nafileleri lütfettim ve peygamberlere farz kıldıklarımı, onlara da farz kılmışımdır. Kıyamet günü bana geldikleri zaman nurları, enbiyanın nurları gibi parlar. Çünkü kendilerine her zaman için temizlik yapmalarını emretmişimdir, peygamberlere emrettiğim .gibi. Ve her cenabetten yıkanmayı da kendilerine farz kılmışnndır. Tıpkı peygamberlere farz kıldığım gibi. Kendilerine haccı da, cihâdı da farz kûmışımdır. Yâ Dâvud, Ben Muhammed´i ve O´nun ümmetini diğer bütün ümmetlerden üstün kılmış mıdır. Onlara altı adet özellik vermişimdir ki, bunları başka ümmetlere vermemişimdir. Onlar hata ettikleri veya unuttukları zaman kendilerini cezalandırmam..." (Bu rivayetin devamı vardır ve ileride gelecektir). Taberani, Beyhaki ve Ebû Nuaym, Feltân bin Asım´dan rivayet etmektedir. O şöyle demiştir: "Biz, Peygamber (s.a.v.) ile beraber idik. Birisi geldi ve peygamberimiz kendisine şunu sordu: "Sen Tevrat okur musun?" O: "Evet" diye^cevap verdi. Peygamberimiz: "incil´i de okur musun?" dedi. O da "Evet" dedi. Peygamberimiz de: "ALLAH aşkına doğru söyle, Tevrat´ta ve incil´de bana dair bir bilgi yok mudur?" O şöyle cevapladı: "Evet, senin vasfına benzer vasıflar, senin şekil ve şemâline benzer şekil ve şemailler bulmaktayız. Ancak biz, bu vasıflara sahib olan bir peygamberin, kendi içimizden çıkmasını ümit ediyorduk. Sen ki, şimdi peygamber olarak çıktın, ümit ettiğimiz bu zatın sen olmasından korkmaktayız. Biz dikkat e^ip baktık, o sen değilsin..." Peygamberimiz bunun üzerine "Niçin?" diye sordu. O adam dedi ki: "Çünkü o beklediğimiz zatın ümmetinden yetmiş bin kişi, onunla beraber olacaktır, onlara hesab ve azâb olunmayacaktır. Halbuki senin yanında çok az kimse bulunmaktadır..." Peygamberimiz de buyurdular ki: "Varlığım elinde bulunan ALLAH´a yenin ederim ki, ben o haber verilen zatım! O ümmet de benim ümmetimdir. Ve benim ümmetim; yetmiş bin kerre yetmiş binden daha çoktur!" Taberani, îbn-i îîıbbân, Hâkim, Beyhaki ve Ebû Nuaym Abdullah bin Selâm´dan rivayet ederler. O şöyle demiştir: "Yüce ALLAH, Zeyd bin Sa´ne´nin hidayetini dilediği zaman ona şöyle dedirtmiştir: "Gerçekten peygamberlik alâmetlerinden olarak ne varsa hepsini Muhammed´de görüyorum. Lâkin ben O´nun hılmini, sabır ve metanetini denemiş değilim. Ben, kendisiyle yakınlık kurabilmem için O´na çok yumuşak davranırdım. Nihayet bir gün ondan hurma satın aldım. Parasını verdim, hurmayı da belli bir zaman sonra teslim alacaktım. Sırf kendisini denemek için, hurma alacağımın vadesine bir kaç gün kala O´na gittim. Yanına yaklaşıp şiddetle yakasına sarıldım ve: "Ey Muhammed! hakkımı niye vermezsin! Ey Abdül-Muttalib oğulları, vallahi sizler borcunu vermekte ağır davranıp geciktiren insanlarsınız! Ben sizi iyi tanırım!" diyerek şiddet ve öfkeyle bağırdım. Orada bulunanlardan Hattâb´m oğlu Ömer: "Ey ALLAH´ın düşmanı! Resûlüllah´a nasıl böyle söylersin!" diye bana karşılık verdi ve: "Vallahi şu işin gecikmesinden korknıasam, senin boynunu vururdum!" diye de ilave etti. Resûlüllah ise sükûn ve vakar içinde Ömer´e bakarak gülümsüyor ve şöyle diyordu: "Ya Ömer, o ve ben; senden, bundan daha iyi ve güzel olanını bekleriz! Ona alacağını güzelce istemesini söylersin, bana da, borcumu güzelce ödememi emredersin. Yâ Ömer, şimdi sen git ona hakkını öde ve yirmi ölçek de fazladan ver. Bu fazlalık da, senin onu korkutmana karşıhk olsun." Ömer, aynen Resûlüllâh´m dediği gibi yaptı... Ben kendisine dedim ki: "Ey Ömer, ben bütün peygamberlik alâmetlerini Resûlüllâh´m yüzünde görüyordum... Lâkin O´nun hiîmini, sabır ve metanetini denememiştim... Şimdi denemiş ve bunları da Resûlüllâh´da en kâmil derecesiyle görmüş bulunuyorum... Yâ Ömer, seni şahit tutuyorum ki ben, şu andan itibaren; Rab olarak ALLAH´tan, din olarak İslâm´dan, peygamber olarak da Muhammed´den razı olmuş ve müslümanlığı kabul etmiş bulunuyorum!" (Diğer rivayette, kendisiyle beraber ev halkının da müslüman olduğu kaydedilmiştir.) îbn-i Sa´d ve îbn-i Asâkir Mûsâ bin Yâkâb el-Zemeî tarikiyle Guseyme´nin âzadlısı Sehl´den rivayet ederler, Sehl, Murays kabilesine mensub bir nasrânî idi ve amcası evinde büyüyen bir yetimdi... O demiştir ki: "Bir gün ben, incil´i^elirac aklım ve okumaya başladım... Derken birbirine yapışık iki yaprak vardı. Onları ayırarak okumaya başladım ve orada Muhammed (a.s.)´m sıfatlarını gördüm. O´nun boyundan, renginden, oturuş şeklinden, iki omuzu arasındaki mühürden, sadaka kabul etmemesinden, hilim ve tevâzuundan haberler vardı... Orada, kendisinin îsmâil (a.s.) soyundan olduğu ve isminin Ahmed olduğu da yazılı idi... Ben, bu kısımları okumakla idim ki, bu sırada amcam geldi ve bana: "Niçin o yapışık olan kısmı açıp okuyorsun? Sen kim oluyorsun ki bunları okuyasın?" diye şiddetle çıkıştı ve beni dövdü... Ben dedim ki: "Ey amcacığım, bak bu kısımlarda Ahmed adındaki peygamberle ilgili haberler var!" Amcam bana, yine öfkeyle: "O peygamber henüz gelmedi!" diye bağırdı..." Beyhâkî, Ömer bin el-Hakem´den rivayet eder ki kendisi Râfi´ bin Sinan´ın oğludur ve şöyle demiştir: "Atalarım ve halalarımdan bazıları bana demişti ki: Bizim yanımızda önceki nesillerden intikal eden bir evrak vardı... Derken müslümanlık geldi ve Peygamber (s.a.v.) Medine´ye teşrif ettiler... Biz bu evrakı götürüp Peygambere verdik. İşte bu evrakta: "Bismillah! ALLAH´ın adıyla, O´nun sözü haktır, zâlimlerin sözü helak olucudur... Bu anlatış, âhir zamanda gelecek olan bir ümmet içindir. Bu ümmet, uzunca giyinip bellerine kuşak sararlar... ALLAH yolunda savaşmak için denize dalarlar, ALLAH´ın emriyle namaz kılarlar... Eğer bunların kıldıkları namaz, Nûh Peygamber zamanında olsaydı, onun kavmi bu sayede tufanda batmaktan kurtulurdu. Eğer bu namaz, Ad kavminde bulunsaydı, fırtına vâsıtası ile helak olmazlardı... Semûd kavminde olsaydı, onlarda sayha ile helak olmazlardı... (Bu evrakı okuttuğu zaman, Peygamberimiz, gerçekten sevinmiştir.)" îbn-i Mende "Es-Sahâbe" adlı kitabında Enes´ten rivayet eder. O şöyle, demiştir: "Peygamber (s.a.v.) buyurdu: Yüce ALLAH beni bütün âlemlere rahmet ve hidâyet olarak görderdi! Ve beni, içki ve günah meclislerinde çalınan çalgıları imha etmem için vazifelendirdi. ." Bunun üzerine Evs bin Sem´ân dedi ki: "Ey ALLAH´ın Resûlu, seni hak peygamber olarak ( nderen ALLAH´a yemin ederimki ki ben hadisi Tevrat´ta böyle okudum!" Beyhakı ve Ebû Nuaym Kabul Ahbar´dan şunu rivayet ederler: O, adamın birinin gördüğü ru´yâsmdan bahisle şöyle anlattığına şahit olmuştur: "Ben, rü´yâmda insanların hesap için toplandıklarını, peygamberlerin çağırıldıklarını ve çifter nurla geldiklerini, o peygamberlere tabî olanların da birer nurla geldiklerini, Muhammed (a.s.)´m çağırılıp yüzünden ve başındaki her bir lyldan büyük birer nûr saçarak geldiğini, O´nun ümmetinden olanların da önceki peygamberler gibi ikişer nûr sahibi olarak geldiklerim ve bu çifte nurun aydınlığında yürüdüklerim gördüm..." Ka´b rü´yasmı bu şekilde anlatan adama: "Kendisinden başka tanrı bulunmayan bir ALLAH´ın hakkı için doğru söyle, sen bunu rü´yanda mı gördün?" diye sordu. Adam: "Evet" dedi Ka´b: "Varlığım elinde olana yemin ederim ki, Muhammed ve ümmetinin, diğer peygamberlerin ve ümmetlerinin Tevrat´taki sıfatları budur! Sanki sen bunları, Tevrat´tan okuyormuş gibi anlattın!" demiştir..." İbn-i Asâkîr, İbn-i Mesûd´dan rivayet ediyor. O şöyle demiştir: "Peygamberlerden beşi vardır ki, henüz kendileri dünyaya gelmeden haklarında müjde verilmiştir. Bunlar, ilgili âyetlerde de görüldüğü veçhile sırasıyle şöyledir: Ishâk ve Yâkûb peygamberler ki, haklarında şöyle buyurulmuştur: "...Biz de ona, tshâk´ı müjdeledik, onun ardından da (torunu) Yâkûb´u müjdeledik." [30] Yahya peygamber ki, hakkında şöyle buyurulmuştur: "Ey Zekeriyyâ ALLAH sana Yahya´yı müjdeler..." [31] tsâ peygamber ki hakkında: "Ey Meryem, ALLAH sana kendisinden bir kelime ile müjde verir..." buyurulmuştur [32] Ve Muhammed (a.s.) ki O´nun hakkında da:"... -îsâ onlara- Ve ben sizlere benden sonra gelecek bir peygamberi müjdeleyici olarak geldim, CVnun adı Ahmed olacaktır, demişti..." diye buyurulmuştur. [33] îbn-i Sa´d Ebû Hüreyre´den rivayet eder. O şöyle demiştir: "Peygamber (s.a.v.) Efendimiz yahûdîlerin ders yaptıkları yere gidip: "En bilgili olanınızla görüşmek istiyorum" buyurmuştur... Onlar da: "En bilgili olanımız, Abdullah bin Soryâ´dır" dediler. Peygamberimiz bu zatla başbaşa kalıp görüşmüş ve ona demiştir ki: "Ey Abdullah, ALLAH aşkına doğru söyle, benim hak peygamber olduğumu biliyorsun, değil mi?" Abdullah da O´na: "Evet" demiştir ve: "Benim bildiğimi, diğer kitap ehli yahûdîler de bilmektedir. Zira senin sıfatların, açıkça Tevrat´ta yazılmıştır. Onlar sana, sırf hased ettikleri için müslüman olmamakta dırlar..." diye ilâve etmiştir... Bunun üzerine Peygamberimiz demiştir ki: "Peki sen niçin müslüman olmuyorsun?" Buna karşılık Abdullah: "Kendi kavmime muhalefet etmeyi hoş görmüyorum. Onların sana inanmalarını ve onlara uyarak da şahsen müslüman olmamı ümîd ederim..." demiştir." Ahmed ve îbn-i Sa´d, Ebû Sahr el-Ukaylî´den rivayet ediyor. O şöyle demiştir: "Bana bir adam anlattı ve dedi ki: BirjjünJPeygamberi-miz, elinde ki Tevrat yapraklarını hasta oğlu üzerine okumakta olan bir yahûdîye rastlamıştı..^^Ocjîahûdîye hitaben buyurdu ki: "Musa´ya Tevrat´ı indiren ALLAH aşkına doğru söyle, okuduğun Tevrat´ta benim sıfatımı ve çıkacağım yeri bulup görüyorsun değil mi?" O yahûdî, oğlu üzerine okumaya devam ederek, sâdece başı ile "hayır" diye işaret etti... Hasta yatmakta olan oğlu ise derhâl dedi ki: "Tevrat´ı Musa´ya indiren ALLAH´ın adına yemin ederim ki, babam bu hususu Tevrat´ta okumuş ve görmüştür; sizin sıfatlarınıza, peygamber olarak çıkacağınız yer ve zamana âit bilgileri almıştır... Fakat bildiği halde "hayır" diye işaret etmektedir... Ben şehâdet ederim ki: ALLAH´tan başka ilâh yoktur ve sen, gerçekten ALLAH´ın resulüsün!" Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: "Şehâdet getirerek müslüman olan kardeşinizin üzerinden, şu yahûdîyi kaldırınız!" buyurdular... Az sonra da o yahûdînin, şehâdet getiren hasta oğlu vefat etti... Peygamberimiz ise, onun cenaze namazını kıldırdılar..." (Beyhakî benzeri bir rivayeti, Enes ve İbn-i Mes´ud tarikiyle nakletmiştir) îbn-i Sa´d, (İbn-i Abbas´tan sevkedilen rivayet yollarının en zayıf olan) el´Kelbî´den o da Ebû Sâlih´den rivayet ederler ki; İbn-i Abbâs şöyle demiştir: "Kureyş, Nadir bin Haris ile Ukbe bin Ebû Muayt ve daha başkalarını o gün adına Yesrib denilmekte olan Medine´ye yolladı... Kendilerinden Yesrib´e gitmelerini, oradaki ehl-i kitap´tan Muhammed hakkında bilgi edinmelerini istediler... Onlarda gidip Yesrib Yahûdîlerine sordular; "Mekke´de büyük bir olay çıktı... İçimizden yetim bir çocuk büyüyüp çok büyük bir dâvaya kalkıştı! Peygamberliğini ilân etti. Bize bu hususta bilgi veriniz!" dediler... Yahudiler de kendilerine: "Önce siz bize O´nun hâl ve sıfatı hakkında bilgi veriniz" dediler... Onlar da O´nu anlattılar... Bunun üzerine Yesribli yahûdiler: "O´na kimler tâbi oluyor?" diye sordular. Kureyşin temsilcileri: "Aşağı tabaka" dediler... Yahûdî hahamlarından biri derhal güldü ve dedi ki: "Bu peygamber, Tevrat´ta geleceğini ve kavminin kendisine şiddetle düşman olacağını okuduğumuz peygamberdir." Hâkim, Beyhakî ve İbn-i Asâkîr, Ali bin Ebû Tâlib´den rivâyvt ederler. O şöyle demiştir: "Peygamberimiz´de birkaç dinar alacağı olan bir yahûdî vardı... Bir gün gelip alacağını istedi. Peygamberimiz cevabında: "Şu anda, sana verecek birşeyim yoktur!" buyurdular. Bunun üzerine yahûdî: "Alacağımı almadan, burayı terketmem yâ Muhammed!" diye haykırdı... Peygamberimiz de: "O halde, ben de seninle beraber burada otururum!" buyurdular ve oturdular... Öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarını orada kıldılar... Sevgili Peygamberimiz´in ash£bi ise, duruma son derece üzülüyor ve o yahûdîyi tehdîd ediyorlardı... Dediler ki: "Ey ALLAH´ın Resulü, sizi bir yahûdî burada hapsetmiş bulunuyor! Bu, nasıl oluyor?" Peygamber (s.a.v.) de: "Ben, bizimle ister anlaşmalı olsun ister olmasın, ALLAH´ın hiçbir kuluna haksızlık etmemekle me´mûr bulunuyorum!" buyurdular. Güneş yükselip kuşluk vakti olmuştu ki, o yahûdî müslüman oldu... Ve dedi ki: "Ey ALLAH´ın Resulü! Malımın yansını ALLAH yolunda sadaka olarak veriyorum! Benim size karşı böyle davranmış olmamın sebebi, sırf sizi denemek içindi... Zira ben Tevrat´ta okudum ki: "O gelecek olan peygamberin babasının adı Abdullah olacak,,doğum yeri Mekke, hicret yurdu Taybe (Medine) olacak, mülkü Şam´da yerleşecek... O, katı veya Öfkeli değildir, sokaklarda çağırıp bağırmaz da... Çirkin söz söylemez, günah olacak şekilde konuşmaz... Tirmîzî hasendir kaydiyle Abdullah bin Selâm´dan rivayet eder. O der ki: "Tevrat´ta, Muhammed (a.s.)´ın sıfatları ve kıyamet kopmazdan Önce Hz. İsa´nın vefat ederek O´nun yanına gömüleceği yazılı idi..." Tefsîr´inde Ebüş-Şeyh Saîd bin Cübeyr´den nakleder. O demiştir ki: "Necâşfnin ashabından olup da müslüman olanlar ona demişlerdir ki: "Ey hükümdarımız, bize izin ver de şu sıfatlarını kitapta okuduğumuz peygambere gidelim ve ona imân edelim!" Necâşî onlara izin vermiştir ve onlar gelip müslüman olmuşlardır... Uhud harbinde de bulunmuşlardır. Zübeyr bin Bekkâr´ın "Ahbârü´l-Medîne" adlı kitabında da şöyle ´yazar: Kab demiştir ki: "ALLAH´ın Musa´ya indirdiği kitapta Medine´ye hitaben buyurmuştur: "Ey Taybe ve Tâbe gibi adlarla anılan mütevazı şehir! Sen hazineleri kabul etme; Ben senin evlerini bütün kasabaların evlerinden daha yüksek (şerefli) kılacağım!" Kasım bin Muhammed´den yapılan bir rivayete göre, "Tevrat´ta Medine şehrine âit kırk aded isim bulunmaktadır..." [34] [23] Araf Sûresi âyet: 157. [24] el-Fetıh Sûresi, âyet: 29 [25] el-Ahzâb Sûresi, âyet: 45. [26] A´râf Sûresi, 144. [27] Bu İki rivayet sahihlerde yoktur... Ayrıca manâları itibariyle de tenkîd ve tenvire muhtâc durumdadırlar... Mesele; "Her hangi bir peygamberin başka bir peygambere ümmet olması veya olmasını istemesi, caiz midir?" hususudur... Bu hususta, Konya´mızın yetiştirdiği büyük âlimlerden Ebû Saîd ei-Hâdimî şöyle demekledir: "Bu kitaba şerh yazanlardan bâzıları Hz. Musa´nın Tevrat´ta bu ümmetin vasıflarını gördüğü zaman, "Yâ Rabbi, beni de bu ümmetten kıl!" diye istekde bulunmuş, Cenâb-ı Hakk da onu bu ümmetten kılmıştır" diye yazıyorlar... Doğrusu bu iddia, çok büyük bir cürettir. Zira âlimlerimiz açıkça bildirmişlerdir ki: "Bir peygamberin, başka bir peygamberin ümmeti olması caiz değildir"... O halde Hz. Mûsâ gibi kelimullâh olan ve peygamberlerin en faziletlilerinden bulunan bir peygamberin, ümmetlik talebinde bulunması ve bununla kemâlinde tamamlık umması; nasıl düşünülebilir? Eğer bu rivayetin senedi sahih olsaydı bile, bunun te´vil edilmesi veya müteşâbih sayılması gerekirdi..." (El-Berikâ A´let-Tarîka, 1/106 - Matbaa-ı Osmaniye, 1318). [28] Bu husustaki Ebû Saîd el-Hâdimî merhumun tenvir edici ve ihtiyatlı olmağa çağına bir nasihati, bundan önceki 21. dipnotta geçmişti... (M). [29] Nisâ Sûresi, âyet: 47, [30] Hûd Sûresi, âyet: 71. [31] Al-i İmrân Suresi, âyet: 39. [32] Al-i İmrân Suresi, âyet: 45. [33] Saff Sûresi, âyet: 6. [34] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 1/26-40. |