๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Mucize Ve Büyük Özellikleri => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 04 Ocak 2010, 19:11:02



Konu Başlığı: Peygamberimizin Diğer Peygamberlerden Önce Yaratılmış Olması
Gönderen: Sümeyye üzerinde 04 Ocak 2010, 19:11:02
Peygamberimizin Diğer Peygamberlerden Önce Yaratılmış Olması Ve Onlardan Önce Peygamber Olması


Evet, Peygamber (e.a.v.) Efendimiz, daha Adem (a.s.) yaratılışına maya teşkil eden çamurun içinde iken, yaratılmış ve peygamber kılınmış idi. [2]

Bundan önce de geçtiği gibi, Peygamberimiz hakkında diğer pey gamberlerden söz alınmıştır. Aynı zamanda peygamberimiz, "elestü bi-rabbiküm?" hitabına da, herkesten ve bütün peygamberlerden önce cevap verip: "Evet, Rabbimiz´sin!" demiştir. [3]

Burada şunu da zikredenin ki: Gerek Adem (a.s.), gerek diğer peygamberler ve bütün yaratıklar sadece O´nun hürmetine yaratılmış lardır. [4]

O´nun mübarek adı, günün beş vaktinde okunan ezanlarda söyle nip durduğu gibi; bunun Adem (a.s.) zamanında ve melekût-ı alâ´da da söylendiğim hatırlamış olalım. Ayrıca meleklerin de O´nu her zaman ve saatte zikrettiklerini söyliyelim. [5]

Gerek Adem (a.s.)´dan, gerek diğer bütün peygamberlerden, pey gamber efendimiz´in sağlığına yetiştikleri taktirde O´na iman edecekleri, O´na yardımcı olup destekleyecekleri hakkında kendilerinden Mîsâk, yani ilahi bir ahid ve söz alınmış olması da; sevgili Peygamberimiz´in büyük bir özelliğidir! [6]

Önceki nazil olan semavi kitaplarda, gerek Peygamberimiz´in ge leceği, gerekse O´nun ümmetinin, ashabının ve halifelerinin bazı özel likleri de bildirilmiş ve müjdelenmiş tir.

Peygamberimiz´in doğumu sebebiyle de şeytanlar göklerden ko vulmuş, tard edilip uzaklaştırılmıştır. [7]

Peygamberimiz´in kalbinin, bütün ilâhi vahiy ve ilhamlara isti-dadlı olması için kalbi Cebrail tarafından yarılıp ameliyat edilmiş; nûr ve hikmetle doldurulmuştur.

Sırtında, tam kalbinin hizasına düşecek yerde de Hâtemü´n-Nübüvvet yaratılmış; O´nun mübarek kalbi bu tarafından da şeytanın vesveselerine kapalı kılınmıştır.

O, sefer halinde iken, melekler kendine gölge edip onu sıcaktan korumuşlardır. [8]

Ve O, bütün insanların en akıllısı olarak yaratılmıştır! [9]

Kendisine verilmiş bulunan güzellik de, O´nun özelliklerinden bi ridir. Öyle ki, O´na verilmiş bulunan güzelliğin ancak yansı kadarı Yu suf (a.s.)´a verilmiş idi.

Peygamberimiz´in vahiy geldiği zaman şiddetle sarsılıp kendinden geçer gibi olması ve bu sırada harıldaması da, kendisine vahiy halin deyken verilmiş bulunan bir özellik idi. Aynı zamanda o, kendisine vahiy getiren Cebrail (a.s.)´ı da yaratıldığı şekilde iki defa görmüştür. Bu da O´na verilen bir özelliktir. [10]

Kendisine peygamberlik verilmesinden itibaren, kahinlerin keha neti, şeytanların kulak hırsızlığı yaparak ilâhi vahiyden çalıntılar yap ması da sona erdirilmiş, semalar onlardan korunmuştur. Buna yeltenenler de akıcı ve yakıcı alevlerle tard edilmiştir.

O´nun şefaati ile kafirlerin azabının hafiflemesi de, O´nun özellik lerinden biridir. Nitekim Ebû Talib´in kıssasından da bu husus anlaşıl maktadır.

Allah, düşmanlarından koruyacağına dâir, kendisine ilâhî bir va´d de bulunmuştur.

Hele Isrâ ve Mirâc mucizesi, bu mucizenin şümulüne giren husus tur ki, yedi kat gökler ve daha yüceleri kendisi için açılmış ve bir yol ol muştur. O bu gecede, "Kabe kavseyn" makamına yükselmiştir. Hiç bir meleğin ve peygamberin ayak basmadığı âlemlere ayak basmıştır.

O gece peygamberler kendisi için diriltilmiş, kendisinin arkasında durmuşlar, O da onlara namaz kıldırmıştır. O gece O´na, hattâ mekekler bile cemâat olmuşlardır. [11]

Beyhakfnin anlattığına göre, o gece cennet ve cehennemi de gör müştür ve daha nice büyük İlâhî âyetlerin tecellîsine mazhar olmuştur. Gördüklerini hıfzetmiş, gözü başka noktaya kaymamıştır. Rabbini de iki defa görmüştür... Melekler onunla birlikte savaşmıştır, işte bunlar; daha önce geçen hadîslerle anlatılan O´nun kırk kadar özelliğidir. [12]



Peygamberimize İndirilen Kitabın Muciz O-Luşu, Kıyamete Kadar Tebdil Ve Tahriften Mah fuz Oluşu, Her Şeyin Esasını Cami´ Oluşu Ve Başka Bir Kitaba İhtiyaç Bırakmaması, Önceki Kitapların İçine Aldıkları Bütün Mevzuları Fazlası İle İçine Alışı, Ezberlenmesinin Kolay Oluşu, Parça Parça İnişi, Yedi Bölüm Ve Yedi Harf Üzerine İnişi Ve Her Lügati İhtiva Edişi De O´nun Büyük Özelliğidir.


Nitekim bu hususların te´yîdi mâhiyetine, O´nun en büyük mucizesi ve özelliği bulunan Kur´an-ı Kerim´de bir çok âyetler vardır. Şimdi bunlardan bâzılarının meallerini görelim. Yüce Allah şöyle bu yurmaktadır:

"De ki: "Andolsun, eğer insanlar ve cinler şu Kur´ân´m bir benze rini getirmek üzere toplansalar, yine onun benzerini getiremezler. Bir birlerine arka olup yardım etseler de bunu yapamazlar!" [13]

"O zikri (Kur´ân´ı) biz indirdik biz; O´nun koruyucusu da elbet bi ziz!" [14]

"O yanlış yola sapanlar, kendilerine gelen Kur´ân´ı inkâr ettiler. Halbuki o, Öyle eşsiz bir kitaptır!" [15]

"Öyle bir kitap ki, ne önünden, ne ardından ona bâtıl gelmez! O, hikmetli, çok övülen Allah tarafından indirilmiştir!" [16]

"...Sana bu kitab´ı, her şeyi açıklayan ve müslümanlara yol göste ren, rahmet ve müjde dolu bir kitap olarak gönderdik!" [17]

"Bu Kur´ân, Isrâîl Oğullarına, kendilerinin ayrılığa düştükleri şeylerin birçoğunu anlatıyor." [18]

"Andolsun biz, Kur´ân´ı öğüt almak için kolaylaştırdık! Öğüt alan yok mudur?" [19]

"Onu, bir Kur´ân olarak (âyet âyet) ayırdık. Ki Onu insanlara dura dura okuyasın! Ve biz onu parça parça indirdik." [20]

"İnkar edenler: "Kur´ân, O´na bir defada indirilmeli değil miydi?" dediler. Biz onunla senin kalbini sağlamlaştırmak için onu böyle parça parça indirdik ve onu ağır ağır okuduk." [21]

"Onların sana getirdikleri her misâle (bâtıl soruya) karşı mutlaka biz sana, o bâtılı yok edecek bir gerçeği ve en güzel açıklamayı getiririz!" [22]

Buharî Ebû Hüreyre´den rivayetle Peygamber´in (s.a.v.) şöyle bu yurduğunu nakleder: "Benden önce gönderilmiş hiçbir peygamber yoktur ki, kendisine beşerin inanacağı mü´menün bih olan (îmân prensiplerini ihtiva eden) bir şey verilmemiş olsun! Bana gelince; Allah bana herşeyin esâsını ihtiva eden îlâhî vahyini gönderdi. Umîdim odur ki, ümmeti en çok olan, ben olacağım!"

Beyhakî, "O öyle bir kitaptır ki, ne önünden, ne de ardından ona bâtıl gelmez!" mealindeki âyeti kerîme üzerinde, Hasanü´l-Basrfnin şöyle dediğini nakleder: "Yâni, Allah Kur´ân´ı şeytanın ona bir zarar vermesinden korumuştur! Şeytan ona hiçbir yönden yanaşamaz! Ona herhangi bir bâtılı sokamaz, ondaki îlâhî hakikat ve hikmetlerden de hiç bir şeyi eksütemez.,."

Yine Beyhakî, Yahya bin Eksem´den şöyle bir haber nakleder: Bir gün Halîfe Me´mûn´un yanma bir yahûdî girdi. Onunla konuştu. Fakat çok güzel konuştu. Ne derece bilgili ve kültürlü olduğu, konuşmasından anlaşılıyordu. Buna bakarak halîfe kendisini îslâm´a davet etti. Yahûdî onun bu teklifini kabul etmedi, izin alıp giden bu yahûdî, bir sene sonra yine halîfe ile görüşmek istedi. îzin verilince içeri girdi. Bu sefer, müs-lümanlığı kabul ederek gelmişti... Yine çok güzel konuşuyordu. Halîfe kendisine: "Müslümanlığı kabul edişinizin sebebi nedir?" diye sordu. O şu karşlığı verdi:

"Ben sizin huzurunuzdan ayrılıp gittikten sonra, bütün dinleri (şu üç büyük dîni), bir defa daha gözden geçirmek istedim... Bu maksatla Tevrat´ı ele aldığımda, onun gerçekten tahrif edilmiş olduğu kanâatine vardım ve Tevrat ehlini bu hususta imtihan etmek istedim. Üç nüsha (aded) Tevrat yazdım. Her bir nüshasında bâzı ilâve ve çıkarmalar yap tım. Sonra bunları yahüdüerin havrasına götürüp satmak istediğimi söyledim ve derhal alıcı buldum ve sattım. Sonra İncil´i ele alıp ondan da üç nüsha yazdım. Her bir nüshasına ilâveler yaptım, bâzı çıkarmalarda bulundum. Götürüp hristiyanlarm kilisesinde müşteri aradım. Çok geç meden her üç nüshaya da alıcı buldum ve sattım. Sonra Kur´ân´ı ele al dım. Ondan da üç nüsha yazdım ve her bir nüshasında ilâveler ve çıkartmalar yaptım. Götürüp mushaf-ı şeriflerin satıldığı yerde müşteri aradım. Fakat müslümanlarm kitapçıları, ellerine aldıkları bu mushaf nüshalarını tetkik etmeye başladılar. Tashîhsiz ve tasdiksiz olduğunu derhal farkettiler. Bana, "sen bunları nereden aldın?" diye çıkıştılar. Ben de ellerindeki nüshaları alıp durumu kendilerine sezdirmeden oradan kayboldum... Ve böyle bir mushafm müslümanlara kabul ettirilemiye-ceğini anladım... Dolâyısıyle, Kur´ân´m Allah´ın Kitabı bulunduğuna ve Onun İlâhî koruması altında bulunduğuna kanâat getirdim ve müslü-manlığı kabule karar verdim, işte müslüman oluşumun sebebi ve hikâyesi bundan ibarettir."

Yahya bin Eksem [23] der ki: Aynı sene ben hacca gitmiştim. Bu olayı orada karşılaştığım Süfyân bin Uyeyne´ye naklettim. O da bunun üzerine dedi ki: "Bunu doğrulayıcı olarak Allah´ın Kitabında âyet vardır. Hangi âyet olduğunu biliyor musun?" Ben de hangi âyeti kasdettiğinin kendisi tarafından söylenmesini rica ettim. Benim ricam üzerine o da dedi ki: "Malûm olduğu veçhile yüce Allah, Tevrat ve İncil hakkındaki bir âyet-i celîlesinde şöyle buyurmuştur: "Kendilerini Allah´a vermiş bulunan yahûdî zâhidleri ve âlimleri, Tevrat´ı korumakla görevli ve yü kümlü idiler..." [24] işte bu âyetten de anlaşıldığı gibi, Tevrat´ın ko runması onlara (kullara) kalmıştı... Halbuki yüce Allah, Kur´ân ile ilgili bir âyetinde meâlen şöyle buyurmaktadır: "O zikri (Kur´ân´ı), biz indir dik biz; ve onun koruyucusu da elbette biziz!" [25] işte bu âyetten an laşılan da, yüce Allah Kur´ân´ı (şu veya bu sebeple) koruyacağını bildirmiş bulunmaktadır. Demek ki Kur´ân, bizzat Allah´ın koruması altındadır, asla onu zâyî etmeyecektir!" [26]

Beyhakî, îmânın Şubeleri adlı kitabında, Hasan-ı Bâsri hazretle rinden nakleder. Buna göre o demiştir ki: "Yüce Allah, yüz dört kitâb inzal buyurmuştur! Bu yüz dört kitabın ilim ve hikmetlerini, dört büyük kitapta toplamıştır. Bu dört büyük kitab da malûm: Tevrat, incil, Zebur ve Fürkân (Kur´ân) dır. Sonra yüce Allah; Tevrat, Incîl ve Zebur´daki bütün ilâhi hikmet ve ilimleri de Fürkân´da (Kur´an´da) toplamıştır [27]

Sâid bin Mansûr, îbni Mes´ûd´un şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Her kim ilimde kemâle ermek isterse, Kur´ân üzerinde çalışmalıdır. Zira evvelkilerin de, sonrakilerin de haberi ve bilgisi Kur´an´dadır!" [28]

îbni Cerîr ile îbni Ebû Hatim de yine îbni Mes´ud´dan şöyle rivayet ederler: "Yüce Allah, şu Kur´an´da ilmin tamamını indirmiş ve bizlere a-çıklamıştır! Bunda asla şüphe yoktur. Şu kadar var ki, biz kulların a-kılları ilmin tamamını Kur´an´dan almaya, Onu hakkıyla anlamaya yetmemektedir."

Ebû Şeyh, Kitabu´l-Azamet adlı eserinde Ebû Hüreyre´nin şöyle dediğini nakleder: "Peygamber (s.a.v.), bir defasında kitabımız Kur´an hakkında şöyle buyurmuştur: "Eğer yüce Allah, bazı şeyleri kitabında zikretmeyi bırakmış olsaydı, zerreyi, hardal tohumunu, sivrisineği zik retmeyi bırakmış olurdu!"

Hâkim ve Beyhaki îbni Mes´ud´dan naklederler, O şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Önceki kitablar, bir bölümden ve bir harf üzerine nazil olurdu. Kur´an ise, yedi bölüm ve yedi harf üzerine nazil olmuştur. Kur´an; emreder, nehyeder, haramı ve helali bildirir. Muhke mi, müteşabihi ve emsali (darb-ı meselleri) vardır."[29]

Buharı ve Müslim´de de îbni Abbas´tan rivayet edilen şu hadis-i şerif bulunmaktadır:

"Cebrail bana, Kur´an ayetlerini bir harf (bir okuyuş) üzere oku yordu. Ben kendisine müracat edip daha fazla okuyuş ile okunmasını (ve böylece O´nun okunmasında çeşitli kabilelere mensub insanlar için bir kolaylık sağlanmasını) istedim. O da bunu biraz artırdı. Ben daha faz lasını istedim, o da bunu artırdı ve sonunda yedi harf (okuyuş) üzere bana okudu."

Müslim tek başına Übeyy bin Kab´tan şöyle rivayet eder: Peygam ber (s.a.v.) buyurdu: "Rabbim Kur´an ı bana, bir harf üzere okunacak şekilde gönderdi. Ben ona müracaat ederek ümmetim için bunun kolay laştırılmasını istedim. Rabbim de bunu kabul buyurup iki harf üzere o-kunmasına izin verdi. Ben yine müracatta bulunarak bunun artırılmasını istedim. Rabbim de benim bu müracatımı kabul buyurarak Kur´an´m yedi harf (okunuş) ile okunmasına müsaade etti." [30]

İbni Ebû Şeybe, el-Musannef adlı eserinde ve İbni Cerir, Ebû Mey-sere´den şu haberi çıkarmıştır. Ebû Meysere demiştir ki: "Kur´an her li san ile inmiştir (yani onda her lisandan bazı kelimeler vardır.)"

(İbni Ebû Şeybe, bunun benzeri bir haberi de el-Dahhak´tan riva yet etmiştir.)

îmam Fahrüddin-i Râzi der ki: "Kur´an´m, diğer semavi kitablara tam otuz hasletle üstünlüğü vardır. Ki bu hususiyetler (özellikler) diğer semavi kitablarm hiç birinde bulunmamaktadır."

îbn Münzir Tefsirinde Vehb bin Münebbih´in şöyle dediğini haber vermiştir: "Çeşitli milletlerin konuştuğu dillerden hiç biri yoktur ki, Kur´ân´da onların dilinden bir şey bulunmamış olsun." Vehb bin Mü-nebbih böyle konuştuğu zaman kendisine: "Peki Kur´ân´da Rumca´dan hangi kelime vardır?" diye sormuşlar... O da şu cevabı vermiştir: "Ba kara süresindeki: "Fesurhünne" kelimesi Rumîcedir ki, "Onları kendine çek ve kes" anlamındadır."[31]




[2] Bunun manası: Allah´ın ilminde ve her şeye sebkat eden Kader-i İlâhisinde böylece yazılı ve sabit oluşudur. Yoksa bedenen ve frtraten, hepsinden önce yaratılmış ol ması manasında değildir. Rivayetlerin delâlet ettiği mânâ da budur.

[3] Bunu sağlam bir delile dayanmadan söylemek zor olsa gerekir. Böyle bir delil ise yoktur. İlgili âyet-i kerimeden anlaşıldığına göre; "Evet, Rabbimiz´sin" ikrarı; aynı anda ve bütün ruhlar tarafından verilmiştir. Herhangi birinde bir gecikme ve te´hir olmamıştır. Bir im tihan evi olan şu dünyamızda bu ikrarını bozanlar ise, hüsrana düşmüştür.

[4] İmam-ı Sağâni´ye göre, bu rivayet mevzudur.

[5] Ezan, Peygamberimiz´in ve O´nun ümmetinin büyük bir özelliğidir. Bu, Adem zamanında yoktu. Allah´ın bazı melekleri ise, O´na salat ü selâm ederler. (İlgili âyetin bildirdiği de budur.)

[6] Bu dahi, âyetle sabittir ve O´nun büyük özelliklerinden biridir.

[7] Bu O´nun peygamber olarak gönderilişi (biseti) sebebiyle olmuştur

[8] Melekler değil, bulutlar O´nu gölgelendirmiştir

[9] Hiç şüphesiz o, bütün insanların akılca en ileri ve kuvvetli olanı idi

[10] Necm Sûresinin âyetleri buna delâlet etmektedir. Bunlar, ittifakla sabit olan hu­suslardır.

[11] O gece, peygamberin ruhları, kendilerinin cesedlerine benzer birer cesede bü­rünerek gelmişlerdir. Yoksa dirilip de kabirlerinden kalkmış değiler.

[12] . Ebû Zerr hadisinde olduğu gibi, Mirac´ta Nuru Hicâb´ı görmüştür. Rabbini gör­mesi, gözleriyle değil, kalbiyle olmuştur. Nitekim İbni Abbas hadisi de buna delâlet etmekte dir.

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/353-355.

[13] İsra suresi, 88

[14] Hıcr suresi, 9

[15] Fussılet suresi, 41

[16] Fussılet suresi, 42

[17] Nahl suresi, 89

[18] Neml suresi, 76

[19] Kamer suresi, 17

[20] İsra suresi, 106

[21] Furkan suresi, 32

[22] Furkan suresi, 33

[23] Yahya bin Eksem, fakih, edib bir zat olup Basra kadılığı yapmıştır. Sonra Bağdat baş kadısı olmuş, halife Me´mûn´la birlikte çalışmıştır. Mütevekkil onu azletmiş, hac dönüşü Rabze´de vefat etmiştir.

[24] Maide suresi, 44

[25] Hicr suresi, 9

[26] Müslümanlar olarak bunda hiç şüpheniz olmasın! Zira bunca sinsi ve menfi ça­lışmalara rağmen Yüce Allah Kitabı´nı korumaktadır ve de koruyacaktır! Gerek Siyonizm, gerek emperyalizm, bütün gücüyle Kur´ân´a karşı çalışmakta, takat bir netice elde edeme mektedir. İşte bütün bu düşmanlıklara rağmen, Kitabımız, hiç birtahrîfe uğramadan, dimdik ayakta ve nazil olduğu günkü tazelik ve asliyetiyle ortadadır! Gün gelip Allah´ın onu mus-haflardan ve kalblerden çıkarıp kaldıracağı zamana kadar da böylece kalacaktır, inşallah!...

[27] Elbette Kur´ân; ulûm ve meârifin, ahkâm ve mevâizın, âdâb ve kanunların, hüc­cet ve burhanların cümlesini câmî olan bir kitaptır! Allah O´nu, çeşitli dertlerimizin dermanı, gönüllerimizin bahân kılsın! (Amîn!)

[28] Bâzıları bunu, bir isim zikretmeksizin ve ilaveli olarak: "Kur´ân´ın mânasını da Fâtiha´da; Fatiha´nın mânâsını Besmele´de, Besmele´nin mânâsını onun "B" harfinde topla mıştır" demiştir. Bâzıları ise, bununla da yetinmeyip: "Bu B harfinin mânâsını da, bu harfin altındaki noktada toplamıştır" demiştir ki, bu asla doğru olmaz! (M.) Mecâlisüs-Seniyye, 3, İmâm-ı Füşenî, Mısır. 1315)

[29] Hâkim bunu, Îbni Mes´ûd´tan merfû plarak rivayet etmiştir. Fakat aslında mevkuf (yânî bir sahâbî sözü) de olabilir.

[30] Kur´ân´ın "yedi harf üzerine nazil olmasının" meşhur kavle göre mânâsı; çeşitli kabilelerin muhtelif lehçeleri olması ve her kabîlenin kendi lehçesine göre okumasıdır. Bu, gerek Resûlüllah´ın, gerekse ilk İki halîfesinin zamanında bilinen ve devam eden bir husus tu... Osman zamanında ise, Huzeyfe gelip insanların bir lehçe üzerinde birleştirilmesini, böylece bâzı kıraat ihtilâflarının bertaraf edilmesini teklîf etti. Osman (r.a.) de, bir heyet top layarak böyle bir çalışmanın yapılmasını emretti. Ashabın kurrâsı da çalışıp Kur´ân´ı bir kıraat vechi üzere yazdılar. Diğer kıraat vechlerini ihtiva eden sahîfeler imha edildi. Mus-haf-ı Şerîf çoğaltılarak, diğer islâm merkezlerine de birer nüsha gönderildi. Böylece kıraat (okuyuş) farkından doğan ve büyümesinden korkulan fitne de Önlenmiş oldu.

(Nitekim Efendimizin sağlığında Übeyy bin Ka´b gibi bir sahâbî bile bu hususta fitneye düşeyazmıştı. İslâm´ın ilk günlerinde sırf Ümmet-i Muhammed´e bir kolaylık olsun diye iste nilen ve izin verilen bu hususu, Übeyy bin Ka´b; kendi tabiriyle o kadar yadırgamış ve böyle bir şeyi İlk defa gördüğünde öylesine sarsılmış, öylesine bir şek ve tereddüde mâruz kaim ıştır ki; kıraat ihtilâfına düşen iki sahâbiden her ikisine de Resûl-i Ekrem´in: "Evet güzel okudunuz" buyurmasıyla câhiliye zamanından daha beter bir hâle düşmüştü... Fakat Peygamberim iz´in mübarek eliyle göğsünü sıvaması ve onun hakkındaki duası üzerine; kalbine hücum eden bütün şek ve tereddüdler, zail olup gitmişti... İşte Hz. Osman´ın (r.a.) emriyle yapılan çalış malar sonunda, bâzı müslümanları fitneye düşürmesinden korkulan bâzı okuyuş farkları kaldırılıp bire indirilmiş, mushaflar da bu şekilde yazıya alınmıştır...) (El-Hasâsiu´l-Kübrâ, 2/285-Beyrut, 1405)

[31] Bu kelime (çok asırlarca Önceleri Rumca´dan gelip Arapça´ya karışmış bir kelime olsa bile...) Kur´ândaki hâli ve şekliyle, şüphesiz hâlis Arapça olan bir kelimedir. Artık onun Rumca veya Farsça olduğunu söylemek mümkün değildir. Sonra bu gibi hususlarda Vehb bin Münebbih´e ve benzerlerine itimâd etmek de, doğru olmaz. Nitekim bunu, bu şekilde kabul etmiş ve tefsîrinde nakletmiş herhangi büyük bir müfessir de olmasa gerek... Kur´ân´ın; kendisinin de açıkça beyân ettiği gibi, açık bir Arapça ile nazil olduğunda, herhangi bir mü´minin asla şüphesi yoktur.

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/356-360.